gelelim konuya, irdelenmesi gereken tutumdur. görsel ve yazılı medyaya alternatif oluşturabilecek sosyal medyanın farklı düşüncelere esnek yapısı sayesinde tolerans göstermesi gerekir. yazarlar siyasi içerikli "entry"ler girebilir ama moderatörlerin sözlük yazarları gibi olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Şukelalara baktığımızda karşımıza bir anda türk milliyetçiliğini öven "entry" görebiliyoruz. dürüst olmak gerekirse ekşisözlük'ün bu konuda daha başarılı olduğunu düşünüyorum.
ekşi sözlük'ün tib * tarafından kapatılma girişimine karşı bir haykırıştır. belirmek farz oldu. bu iş zıvanadan çıkmışa benziyor. ilkin toplum yararınadır dedik sustuk. sustukça ileri gittiler. artık bıçak kemiğe dayanmış vaziyette. son olarak: susma sustukça sıra sana gelecek
istenendir. özlenendir. beklenendir. 2 lig topçularından kurtulmaktır. yerine istediğin ülkenin milli takımından adam almaktır. ota boka teknik direktör göndermemektir.
galatasaray spor kulübüne tarininin en büyük başarısını bu adam yaşatabilir. adnanlara da bir loca veririz aslantepe'de. tepe tepe kullanırlar.
bunu söylemek içimi acıtıyor ama söyleyecem ulan: aslanın mabedinde şeref tribününe en çok bu adam yakışıyor. Bu adam bize popescu'nun penaltısından daha büyük başarıları yaşatabilir.
tek tipleştirilen insanların veryansınıdır efendim. bu arkadaşlar kendilerini saran ideolojik silahlar neticesinde savundukları fikirlerin genelgeçerliliğini ebedi sanarlar. gazete küpürlerinde gördükleri "sezen aksu 80 darbesinde şunları şunları söyledi" kalıbını alarak fikirlerini doğrulattığını sanarlar. hâlbuki o gazetenin asparagas yayımlar yaptığını veya o olmasa bile dönemin koşullarını hiç sorgulamazlar.
Youtube'daki "leave bretney alone" videosundaki kız gibi bir aymazlık içinde değilim ama sezen aksu "evet" dedi diye ona doğru kusmanın da bir anlamı yok. bu hırçınlaşan, korku paranoyasına giren liderlerin günahı.
ülke elden gidiyor değil mi kardeş. satıyorlar, dincileşiyorlar. bak fotoğraf çekiyor biri, onları da alalım yanımıza. o ülkeni satanları, o maklube yiyenleri, o yandaş medyacıları, o dincileri. hep birlikte gülümseyelim. ne dersin?
sonra şarkı mırıldanayım sana, o izmir'deki sokak adını lâyık görmediğin sezen'in şarkısını:
izmir'in kızları
Korku yok kitabında
Çal bre bir harman dalı,
Delikanlı makamında...
az önce bir arkadaşımın facebook hesabında görüp tebessüm ettiğim espiridir. tam olarak "Baykal olayını Ali Kırca'nın sunması da süper olmuş." demiştir. Kutluyorum kendisini.
birikir düşünceleriniz tan vaktine kadar uykusuzsanız. şehri nöbetini tutarsınız başına bir şey gelmesin diye. alır kelemi notlar düşersiniz şunlar gibi:
***K. iskender'den...
"Neden sadece köşelere ağ kuruyor ağ kuruyor örümcek bunu niçin tartışmalı
Demek bir köşesi olmalı hayatın tuzak kurmak için hayale"
***Babamla şiir sohbetindeydik. Aklımda her zaman yer etmiş bir cümleyi söyledim:
-Ancak fakir olan şiir yazar.
Babam cevap verdi:
-Fakir olan ağıt yazar.
***"Aklına ne gelirse yazmak" hakkında konuşmak istiyorum. iki örnek vereceğim. Biri Serkan Işın'ın şiir kitabından. Diğeri de Hande Yener'in bir şarkısından.
Şöyle diyor Işın şiirinde:
Aşktan hiç bahsetmeyen bir kuryenin
Taşıdığı pembe zarflar
Aşkı bir dizi sanan
Fabrikatörün
Kucağına konacak pembe zarflar
Şimdi adam kalemi eline alıyor. Pembe zarflardan söz ediyor. Sonra pembe demişken bir de pembe dizileri anayım diyor. Böylelikle upuzun ve kanımca kolayca yazılabilen şiirler çıkıyor ortaya.
Hande Yener'in bir şarkısında dikkat etmiştim. O da şöyle söylüyordu:
"Yazın çıkan orman yangını gibi
yazın yakmadığı çok belli
kundaktan çıkan her çocuğa
sen öğrettin aşk
aşk ateşi."
Burada da orman yangınını dedikten sonra muhtemelen söz yazarı kardeşimizin aklına bir yeri ateşe verme anlamı taşıyan kundaklama geliyor. Oradan kundaktan çıkan çocuk.
Herkes her aklına geleni yazmasın demiyorum ama biraz "özen göster" be kardeşim.
***Bilge Karasu'dan:
"Özgürlük, zaten bir şey yaratıp eyleyerek, sevip bağlanarak, yaşanacağı seçerek yaşanabileceklere sınır getirmek değil midir?"
***Karışım iyiye delalettir. Akgün Akova'nın ve Yaşar Kurt'un önünde eğilerekten:
Baba bana bağırma
Farkında değilsin
Arkasını ezilenlerin yaladığı
Bir posta puludur dünya!
Korkuyorum anne
Al beni içine
Alışamadım anne al beni yine!
***Bir aydır gazete haricinde hiçbir şey okumamış, tatildeymiş... Öyle diyor içimdeki beyefendi. Yeri gelmişken söyleyeyim. Ben bencilliğimden kitap okuyorum sanırdım, hani yazdıklarım daha yetkin olsun diye. Niye bir haftadır kitap okumak istiyorum anlamadım.
***Sözüm bütün iyi yazarlara:
Kitaplara tinerinizi fazla sürmeyin. Daha okunacak bir sürü yazar var.
***Ninem güneş battı mı yatakları serer. Bense gündüzleri uyumaya alışmışım. Birimiz erkenci ama kim?
Sen, okuyucu! Seksenine basınca sonsuzluk nedir onu öğret bana. Sonra erken saçmalığını at aklımdan.
***En arkadakileri seviyorum ben. Askeri geçit töreninde boyu kısa diye en arkada adım atan gençleri, şu veya bu nedenlerle başka çocukların şekerleme yiyişini ağzı sulanarak izleyen çocukları, düşüncelerine itibar edilmeyen terfi alamamış memurları, topluluk önüne çıkınca bacakları titreyen konuşmacıları...
***Köyün festivalinde dikkat ettim de halayda insanların arasından geçen küçük çocukların mutluluğu gibisi yok.
***Şehirde ana caddeye yakın bir evde kalmak ne garip. Yoldan geçen arabaların sesini dinliyorum geceleri yatakta. Kornaları, gençlerin kahkahalarını, çocukların çığlıklarını…
O değil de adamı deli eder sen uykuya dalmaya hazırlanırken bunca yolcunun nereye gittiğini bilememek.
bilkent üniversitesi siyaset bilimi bölümü hocalarından. felsefeyi ve siyaseti argo tabiriyle yalamış yutmuşa benzemektedir. dikkatle izliyoruz kendisini.
bilkent üniversitesi siyaseet bilimi bölümü hocalarından. iyi ders anlatmasına rağmen çalışmak istemeyen çoğu öğrencinin sıkıcı bulduğu hocadır. tahtayı düzensüz kullanır o kadar. öğrenciye de hak ettiği notu verir.
yapı kredi yayınları'nın hangi amaçla yaptığını anlayamadığım şiir kitaplarıdır. değişiktir. çok geç olsa da farkettim ki üstten yapışık bu sayfalar dörtlü demetler halinde. yani dört bitişik yaprağın ortasına bir bıçak darbesiyle dokunursanız işiniz kolaylaşacak.
bugün derste hocamdan duyunca şöyle bir etkilendiğim, ayrıca büyük bir söyleyiş güzelliği olduğunu düşündüğüm deyim.
anlamı da sersefil kalmak demekmiş. teber sanırım balta demekti. yani tığ gibi bir balta. merdan'ın da farsça kökenli "mer"den geldiğini düşünürsek -ki kürtçe'de de buna yakındır: (bkz: mir)- "erkeklerin şahı" anlamında kullanılmış. yanlışım varsa düzelt sözlük.
neyse fazla kurcalamaya gerek yok zaten. bildiğin "tığ-ı teber şah-ı merdan" işte.
ankara barosuna 3 dönem üst üste başkan şeçilen avukattır. aynı zamanda bilkent üniversitesi'nde introduction to law (hukuka giriş) dersi vermektedir.
özverili bir hocadır kendileri. mevkisine ulaşmış kişiler sadece koltuğunda oturumakla yetinirken, ahsen hoca başındaki onca iş yetmiyormuş gibi, bütün bu cefaya katlanarak öğrencilere ders anlatmaktadır. konulara da hâkimdir. yalnız derslerde çok fazla yazdırır. bu da öğrenciyi yıldırabilir, ama gerçekten öğrenmek için sınıfa gelen öğrenciler çok şey kapar yazdırdıklarından.
öğrencileri bir hafta barosuna götürür. gezdirir. yedirir, içirir. (burada bir ayrıntıya değinmek isterim. ankara barolar birliği başkanı olmasına rağmen barodaki yediğimiz yemeğin parasını kendi cebinden ödemiştir.tamam olması gereken de budur, fakat kaç başkan vardır bunu yapabilecek bir düşünmek gerekir.) adliyeyi karış karış dolaştırır. tek tek mahkemeleri tanıtır.
öyle işte. farklı bir başkandır. başkan seçildiğinde devletin tahsis ettiği kırmızı plakalı arabayı sattıracak kadar adil bir başkandır. bilmem anlatabildim mi?
milliyet.com.tr'de gördüğüm, beni şaşkınlık ve heyecan içinde bırakan haberdir. muhteşem bir olaydır. bir nevi tabuları yıkmaktır. trt 6'da yılbaşı programı için davet almış kendileri.
böylece kardeşliğimiz perçinleşecek gibime geliyor. haydi hayırlısı.
zaman gazetesi'nde yazardır kendileri. bu gün yazdıklartıyla şahsımı üzmüştür. zira köşesinde şöyle der:
"Uğur Mumcu, Abdullah Çatlı ve daha birçok kimse Ergenekon türünden yapılanmaların içinde bilerek veya bilmeyerek yer alıyordu. içinde bulundukları yapının, vatan ve millet aşkından başka asla bir gayesinin olmadığına tam inanıyor ve o yolda ne istenirse tereddütsüz yerine getiriyordu."
gazeteci ve yazar uğur mumcu ile 70'lerin ve 80'lerin azılı azmettiricilerinden ve katillerinden ülkücü reisi abdullah çatlı'yı aynı kefeye koyması hiç de hoş olmamıştır.
mumcu bir gazetecidir. insana işkence yapmamıştır, insan öldürmemiştir. işlediği en büyük suç cesurca fikirlerini savunmak olmuştur. zaten bu yüzden öldürülmüştür.
çatlı ise 70'lerin sonlarında ülkücülerin reisiyken yedi sol görüşlü genci azmettirmiştir. süper nato - kontr gerilla - gladyö, adına ne derseniz deyin, o örgütün maşası olmuştur. 80 darbesine yol açan anarşinin fitilini ateşleyen arasındadır.
tabi akıllarda hemen şu soru belirmiyor değil. mumcu cemaatlerin karşısında duran bir yazardı. onları sevmediğini her fırsatta belirtirdi. bu nedenle, sayın öztürk kanımca olaya önyargılı yaklaşmıştır.
böyle yazmaya devam ederse yazar'ın mumcu'nun sakıncalı piyade'sinde anlattığı v.ı lenin'e altıncı lenin diyen cahil polisten bir farkı kalmaz.
bilkent'teki şu ana kadar gördüğüm en iyi öğretim görevlisidir. ümit hocadan iyi bir notla geçmek için:
1)her dersten önce tekrar yapmaniz gerekir. zira, derslerden önce sizi sözlüye kaldırma ihtimali vardır. ayrıca geç gelirseniz sizi sözlüye kaldırır. buna rağmen iyi niyetini korumasını bilir.
2)ender verdiği ödevleri yapmak gerekir. zaten ödevler de pek uğraştırıcı değildir.
3)sınavdan önce mailinize attığı soruları çözmeniz gerekir.
buna ek olarak, dersler çok eğlenceli geçer. ümit hocanın dersinde bir kez bile saate baktığımı hatırlamıyorum.
sonuç olarak bilkent ünivesite'sinde makro-ekonomi dersi alacaksanız, ümit özlale en iyi seçeneklerden biridir.
bir ayhan bozkurt şiir kitabıdır. cem yayınevi tarafından basılmıştır. yirmi adlı şiirinden bir parça:
neye çok güvendik ki
okyanusa kafa tuttuk ve başladık boğuşmaya,
biz, biz mi kim
biz canım biz olmayan siz...
ne kadar benziyoruz kendimize
sahilde, kayalıkların ortasında
beklemeye koyulduk kendimizi;
ne olacak diye sorduk hep bir ağızdan kendimize
bir tür futbol oyunudur. ilk başta oyuncular yere düşürmeden top sektirme yarışı yapar. topu en az sektiren kaleye geçer ve topu oyunculara atarak oyunu başlatır. oyuncuların her seferinde topa bir kez dokunma hakkı vardır. oyuncular ancak topu havada sektirme şartıyla topa birden fazla dokunabilir. paslaşılarak kaleye gelinir. en son bir oyuncu topu kaleye atar. apıştan girdiyse 5 sayı yazılır kalecinin hesabına. vole de 5 sayılık bir atıştır. rove şota 10 sayılık, kafa golü ise 3 sayılıktır. oyuncu golü eğer sektirerek attıysa sektirdiği kadar sayı kalecinin hesabına geçer. eğer top kaleyi bulmayıp dışarı çıkarsa, topu dışarı atan kaleye geçer. kalecilerin hesabı 20'yi bulunca oyundan atılırlar ve hoş olmayan ünvan sahipleri olurlar.