Çocuklukta sorulan"anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?"; sorusuna "dedemi" diye cevap veren biri olarak anlatmakta , yazmakta en çok zorlandığım hadisedir.
hasta olmasına alışkın değildik, karnım ağrıyor dediğinde zorla götürdük hastaneye...
arkadaşıydı doktor, fazla bir şeyi yok, enfeksiyon tarzı bir şey dedi... ya da annemler beni öyle kandırdı bilemiyorum. 1 hafta yattı hastanede...
son kez gittiğimde ziyaretine,"işte benim yaman torun." dedi yanındaki oda arkadaşlarına, büyük gururla. onun beni severkenki heybeti hep şanslı hissettirirdi zaten.
belki ihmâlkârlıktan, belki kader, belki ölmek istediğinden ertesi gün gitti dedem.
Öldü demek daha gerçekçi oluyor her zaman... evet öldü!
Binbir yalanlar söyleyerek (o sabah kalktığımda hissettiğimi bilmeden)cenaze evine götürdüler beni, hiç korkmadım.
Adını koyduğun torunun geldi, şarkılar yazdığın torunun geldi diye fısıldayarak çıktım merdivenlerden... Mucizedir ki garip bir sabırla!
1997 Mayıs 1'de kaybettim ben onu. Tarihlerin mayısı göstermesine inat kar yağdı o gün. lapa lapa kar yağdı.
Çiçek açmaya başlayan ağaçların altında gösterdiler tabutun içine yerleştirilmiş son suretini. Komşumuz hanife teyze "son kez bak çocuğum" dedi bana! Hatırında kalsın..
Son kez baktım... Çocukluğumun ait olduğu insanı orada öyle son kez sararmış, soğuk görmek bir anda büyüttü sanki beni, şekillendirdi.
15 yıl geçmiş bu gidişin ardından, açılan yaralarımı tamir etmeye çalışsamda başarılı olduğumu söyleyemem. Ki etrafımdaki herkes bu durumdan güzel dersler çıkarmışken ben dengesizliklerimde sınır tanımadım. Daha da büyüdüm, daha kırıldım, daha da çocuk olmaktan vazgeçtim.
Beni hep yürekten sevdiğin için, iyi yürekli olmak dediğimde hep aklıma geldiğin için, iğrenç yaptığım kurabiyeleri çok lezzetli diyerek yediğin için, beraber söylediğimiz şarkılar için, bana hep güç verdiğin için, o kısık sıcak sesin, çok sevdiğim kır saçların için bir kez daha güle güle dede...
hayata at gözlükleriyle bakan, düşündüklerini karşısındakileri aşağılayarak dile getiren bu tarz akıl yoksunu tipler azımsanmayacak kadar çok bu ülkede, maalesef...
kimi arabeski karalar, kimi atatürk'ü, kimi dini, kimi sistemi.
kısaca adı "düşünce kirliliği".
bu yüzden Cumhuriyetçiyim diye geçinen, ki cumhuriyeti sadece lüks balolarda ülkenin üst tabaka insanlarıyla birlikte anan sözde aydın kesim; cumhurıyet kadını/beyefendisi mahlasıyla fink atan aslında ataturk yoksunu bireyler sırtını sıvazlar bu düşüncelerin. Diğer bakış açısından da; dini cemaatlerde yaşamanın dışında kabul etmeyen, kuran'a bile kibir sokan, bacağındaki açıklıktan kadını orospu sıfatına layık gören sınıftaki insanlarda benzer konumda. örnekler çoğaltılabilir. bir konu seçip etrafa bakıldığında herşey su yüzüne çıkıyor zaten.
-" Bir tek benim düşüncem doğru, kabul etceksin lan bunu!"
inandıklarımıza güven duymaya çalışırken, kendimize olan güvenimizi kaybedıyoruz. bu ülke neyi bekliyor, neye hasret, nerede yanlış yapıyoruz diye düşündüğümüz çok ortam, sohbet görmedim ben.
sorunun fazıl say ya da x kişi olduğunu düşünmüyorum sorun bizim bakış açılarımız, düşündüklerimizi savunma biçimimiz. sanatçısı fazıl say olan ülke çok karmaşık, çok kibirli, çok depresif. yine maalesef, yine maalesef...
ismail abi rolüne tam anlamıyla oturan başarılı ve kaliteli oyuncudur. geçtiğimiz yaz kendisi ile tanışma fırsatı da buldum. mütevazi ve utangaç yapısıyla diğer rol arkadaşlarından ayrılıyor bence, özellikle "mecnun" karakterini canlandıran ali atay'dan.
leyla ile mecnun artık sıksa da, ismail abi canımızdır.
gaza gelmeyi pek seven milletime güzel facebook güncellemeleri yaratacak konuşmadır. doğruları ifade etmesine rağmen, chp'nin reklam malzemesi olmaktan başka işe yaramayacaktır. zira kendi partisinin bile söylediklerini düzgün algılayabildiğini sanmıyorum.