Watchmen içindeki bir yan karakterin okuduğu çizgi romandır bu. Bir korsan hikayesidir. Watchmen'e paralel gider. Filmde atlandı tabii. Animasyonunu yapmışlar. Gerard Butler seslendirmiş, iyi de yapmış. Hemen hemen olduğu gibi aktarmışlar hikayeyi, kendilerine hakim olup sonunu dürtmeselerdi daha da iyi olurdu bu animasyon.
yılışmadan, leş duygu sömürüsü yapmadan imkansız* aşkı anlatan bir filmdir. duru, sade ve soğukkanlılıkla aşkı yoğun bir şekilde betimlemiştir, izleyenlere her zerresiyle aşkı hissettirir.
casablanca'yla akıllarda yer edip, The African Queen'le oscar alsa da kanımca en iyi performansını The Treasure of the Sierra Madre'da sergilemiş, paranoyak ve açgözlü biri nasıl oynanır cümle aleme göstermiştir.
Yapıldığı zamandaki ırkçılığı oldukça yalın anlatan bir filmdir. 60'lar, zenci bir polis güneydeki bir kasabada tatildeyken bir cinayeti aydınlatmak zorunda kalır... Kalın kafalı güneyli ırkçılar cinayeti çözemiyorlar, zenciden yardım istemek zorunda kalıyorlar. Oyuncuların performansları müthiş. Özellikle (bu filmle olmasa da)oscar ödüllü zenci Sidney Poitier ve filmde sakız çiğnemesine hasta olduğum yerel polis şefi rolündeki Rod Steiger karşılıklı döktürmüş.
filmde amerika'nın sembollerine rastlamak mümkün: Amerikan arabaları, konfederasyon bayrağı, southern rock, coca cola, damla modeli polis gözlükleri, Mississippi Nehri, pamuk tarlası ve bu tarlada çalışan zenciler, en gereklisi de redneck'ler...
ben hur, Mrs. Miniver, The Best Years of Our Lives, The Letter, Detective Story, Roman Holiday gibi filmlerle aklımda kalan yönetmen 12 kere en iyi yönetmen oscar'ına aday gösterilmiş, üç kere de bu ödülü almıştır.
mahkeme filmleri denince ilk akla gelen, bu türü sevenlerin mutlaka izlemesi gereken film. sonuna doğru hiç beklemediğiniz yerlerden şaşırtır. marlene dietrich ve charles laughton müthiş oynamıştır.
filmlerinde eli boş durmaz bu adamın, eğer bir iş yapmıyorsa mutlaka sigara içer. akılda kalıcı, efsane sigara içişi vardır lakin gırtlak kanserinden ölmesinin nedeni allah'ın hikmeti değil, sigara tiryakisi olmasıdır.
herkese "aşırı" iyi davranan bir akıl hastasının hikayesidir. başrolünde James Stewart'ın oynadığı 1950 yapımı bu film, izlediğim en iyi James Stewart filmidir benim için. insanı mutlu eden, mutlu bir filmdir.
amerika birleşik devletleri'nin ingiliz sömürüsünden kurtulmasında ve kurulmasında çok fazla emeği vardır. kırmızı urbalılara ilk kurşunun atıldığı sabah "What a glorious morning for America!" diye veciz bir laf etmiştir.