genellikle mağlubiyetlerde gerçekleşen bir hadise bu. ne sözlükteki galatasaray çetesi liderlerinden ne de yavru gslılardan bir tanesini bulamazsınız. işleri vardır, sınava çalışıyorlardır, almanyadan teyze oğulları gelmiştir vs... arada denk geldikleriniz de, hakem bilmemne diye bık bık öterler. hiç biri lafının arkasında durmaz. gider yapıp yenildiklerinde hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. ama mesela fenerbahçe yenildiği zaman sinek gibi üşüşürler hemen. en can alıcı yorumlarını yaparlar. işte buna eziklik derler. iki yüzlü iyi gün taraftarlığı diye bir terim çıkar ortaya ve futbol terminolojisinde yerini alır.
maçtan önce siteriz, koyarız, her türlü gider yapan amigo kılıklı palyançoların nedense sesinin çıkmadığı hezimet. en masumlarını önüme atıp zayıf bir avla yetinmemi istiyorlar. yo dostlarım hayır. burası çocuk parkı değil. bir laf atmışsanız ortaya maç sonunda kaçmayacaksınız. rezalet. tek kelimeyle rezalet. diyecek bir şey bulamıyorum. maçkolik delikanlıları bile sizden daha mert.
ahh şu puslu ha-va-lar-da eskişehir-de bir baş-ka. es es yine yapacağını yaptı. kimsenin içine sinmese de birazcık hezimet oldu. doğru bir öngörü olmaktan öte saçma sapan yorum yapıp belli başlı futbol otoritelerini görmezden gelen götü yarım karış havada gs taraftarı için unutulmaz bir ders oldu. rahat 4-1, 5-1 bitecek maç 2-1 bitti. buna da şükretmeli galatasaray seyircisi. açık konuşmak gerekirse ben fenerin de gs'nin ederini giderini ne mal olduğunu bilirim. bir şey demişsem karşı çıkmak için iki kere düşünün. tamam mı yavru dinazorlarım.
allah yolunda yapılan çağrı. kabul görür veya görmez. tebliğ vazifesinde bize düşen pay bu. every single day online yazarlar listesinden rastgele seçilecek 3 yazarı ayet ve hadislerle islama davet etmek. müslüman olanları da bilinçlendirip islamı tam anlamıyla yaşamalarını sağlamak. sözlükler bunun için biçilmiş kaftan. "bir kafiri bile müslüman yapmak, güneşin üzerinde doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır" buyuruyor hz. muhammed (s.a.v) bize de bu uğurda çalışmak düşer kardeşlerim. birlik olursak daha çabuk üstesinden gelebiliriz.
geçen sene yaşanan 4-2 lik maçın ardından geçmişe dönük bazı şeyleri hatırlamanın vakti geldi. eskişehirspor gs ye bu hafta ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, ederini, giderini hatırlatacaktır. beklediğim bir olay bu. skor verip bahis şirketlerini zarara uğratmak istemediğim için, sadece es es in gs yi eze eze yeneceğini söylemekle yetiniyorum. götü yarım karış havada mağrur taraftarlar varsa şayet yavaş yavaş indirmelerini tavsiye ediyorum. maç akşamı çok acılı olur inmesi çünkü. sarı kırmızı fiyasko kapıda.
huşu içinde eda edilen cuma namazının ardından, yapılan duaların hiçbir işe yaramadığını görüp umutsuzluğa kapılmak. şu mübarek saatte yazılan yazılara bakın. bir tane içinde allah korkusu olan paragraf olsa şaşardım zaten. isyankar, ne oldum delisi halde şirk dolu başlıklar, kızlı erkekli akıl almaz entryler... sizin yerinize ben utanıyorum rabbimden.
hadi camide yoktunuz. tamam. oluru var. 3 cuma avanstan biri kullanılmış, dalgınlığa gelmiş, denilir geçilir. kendinizi geliştirmeniz beklenir. ama, hem cumaya gitme hem de sözlükte dedikodu yap, gıybetin dibine vur, insanların kalbini kır... olacak iş mi? hayır dostlarım hayır. o kadar uzun boylu değil.
üzülerek şahit olduğum bir durum bu. lütfen kendinize çeki düzen verin. ülkelere yön veren sözlükçüler olarak toplumun genel ahlak çıtasını yakalamanız gerek, onları kendi seviyenize çekmek olmamalı amaç. insanın içinde allah korkusu olmayınca ne yapsa yeridir demekten başka bir şey gelmiyor elden.
binbir güçlükle kazanılan kurtuluş savaşı zaferinin farkında olan ve küçümsenmemesi gerektiğini bilen liderimizdir.
"yıllar sonra bir ressam, mustafa kemal'e sakarya savaşı'nı gösteren bir tablo hediye etti. kendisi, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak görünüyordu. ressam, tebrik beklerken, birdenbire mustafa kemal'in "bu tabloyu kimseye göstermeyin" demesi üzerine şaşırıp kaldı. kimse ne söyleyeceğini bilemiyordu. mustafa kemal açıkladı:
- "savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri, bir kemikten ibaretti, bizimde onlardan arta kalır yanımız yoktu. hepimiz iskelet halindeydik. atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum."
kaynak: behçet kemal çağlar, atatürk denizinden damlalar
aşırı övgü ve yalakalığı sevmeyen alçakgönüllü insandı. bizden birisiydi işte. ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa anısında belirlenir:
"cumhuriyetin onikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı. bunlar içinde şöyleleri vardı: "atatürk bizim en büyüğümüzdür", "atatürk bu milletin en yücesidir", "türk milleti asırlardır bağrından bir mustafa kemal çıkardı."
listeyi dikkatle gözden geçirdi. bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi. hepsinin yerine şunu yazdı: "atatürk bizden birisidir."
doğa sevgisiyle gönüllerde taht kuran bu ülkenin kurucusu. birilerinin zoruna gitse de sonsuza dek var olacak;
"bahçe mimarı mevlüt baysal anlatıyor:
çankaya köşkünde, bahçesini yapıyordum. bir gün atatürk, yaveri ve ben, bahçede dolaşıyorduk. çok ihtiyar ve geniş bir ağacın atanın geçeceği yolu kapladığını gördük. ağacın bir yanı dik, bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. derhal atıldım:
- emredersiniz derhal keselim paşam.
bir an yüzüme baktı, sonra:
- yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi keseceksin."
hepsi güzel de beni en çok içlendiren anısı, çanakkale'de ölen düşman askerlerini bile sahiplenmesi, anılması için talimat vermesi. nerede duysam tekrardan hüzünlenir bazen de göz yaşlarıma hakim olamam;
"birgün çanakkaleye giden bakanlardan birine atatürk şöyle dedi:
- orada mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksınız. siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz, boğaz elden gider, istanbul elden giderdi diyeceksin.
- evet efendim.
- çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok. bu topraklar üzerinde kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anacaksın.
bakanın ricası üzerine bu son söylenecekleri atatürk'ün kendisi hazırlamıştır. nutuk şudur:
"bu memlekette kanlarını döken kahraman, burada bir dost vatanın toprağındasınız. huzur içinde uyuyunuz. sizler mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler. onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evladımız olmuşlardır."
bu nutku yabancı gazeteler haber aldıktan sonra, haftalarca, aylarca avusturalya'dan, yeni zelanda'dan sevgi minnet mektupları yağmıştı."
askere karşı sefkatli ve her zaman güler yüzlü olmuş başkumandanımız. bir başka anısı da şöyle;
"atamız bir gezisinde, kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir mehmetçik gördü. çağırdı ve güler yüzle sordu:
- sen güreş bilir misin?
yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle mehmetçiği güreştirdi. genç asker her zaman üstün geliyordu.
çok neşelendi, ayağa fırladı.
ceketini çıkarıp mehmet'e ense tuttu:
- haydi, bir de benimle güreş!
katıksız ve temiz anadolu çocuğu ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "atam," dedi. "senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. bir mehmet mi bu işi başarır?"
gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı"
talihsiz bir durum bu. sizi hareketsiz bırakır. bir şey yapamazsınız. elinizden bir şey gelmeyeceğini bilmek daha da yorar ruhunuzu. yazarken çıkıntı yapan sevimli damarın bütün ağırlığını üzerinizde taşırsınız. ayna karşısında çıplak vücudunuza bakıp iç geçirirken "aaaa bu senin mi? bi kere dokunabilir miyim? lütfeennnn" diye yalvaran kızların hayali sizi heyecanlandırır.
dünün en beğenilenlerinde bir tane bile adonis kası olan yazarın olmadığını düşünürsünüz bi ara... zaten o entryleri okuyan yazarların da adonis kasları olmadığını hayal ettikçe boğazınızda düğümlenen kanlı öksürüklerle kalakalırsınız. kimse anlayamaz sizi.
adonis kası olmayan yazardan ne beklenir ki... daha ne söylenebilir ki... "adonis" bu sözcük bana, elit yazılara imza atan başarılı bir yazarı çağrıştırır. normal bir kız adonis kası olamayan erkek yazarla ne konuşabilir? dahası neden konuşsun ki? ama görüntü kirliliği yaratan bu hergele yazarların en büyük şansı; sözlükte adonis kası gösterilmiyor olması. çok hüzünlü bir durum gerçekten.
8 mart dünya kadınlar günü'ne 3-4 kala şu ansını tüm kadınlarımıza hediye ettiğim ulu önderimiz;
"mustafa kemal istasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. o'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. o sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
milli mücadele'deki çete giysili bir kadın, atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- bastığın toprağa kurban olayım paşam!
mustafa kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının kurtuluş savaşında cephelerde çarpışmış olan (adile çavuş) olduğunu fısıldadılar.
gözlerinden iki damla yaş düşen mustafa kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- kahraman türk kadını! sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."
ahhh o eski yıllar. sokaklarda top oynayıp haylazlık yaptığımız, eriğe daldığımız, kediye kız kaçıran attığımız, kurbağaların dötüne torpil soktuğumuz, okuldan arta kalan zamanlarda dışarılarda sürterken, susam sokağı başlayınca kendimizi televizyon karşısında bulduğumuz, yapılacak bir sürü fırlamalığın olduğu o çocukluk yıllarını hatırladıkça aklıma gelen bir cümle bu...
şimdi sokaklar bomboş. çocuklar odalarına kapanıp bilgisayarla uğraşıyor. dünya kirlendi. belki de biz kirlettik. eskiden karı kız götürüp, sağdan soldan büyüklerin arabasını çaldığımız zamanlarda şimdi bir çocuk sözlüğe yazar oluyor. osbir çekmek için koşa koşa eve gelip çılgın bediş'in başlamasını bekleyen o masum dimağlar yerini canlı orgy partilerine bıraktı artık.
aşklar da kirlendi. eski aşıklar kalmadı. artık elvan gazozu kokmuyor tenimiz. pahalı parfümler deliyor burun direklerimizi. her şeyimiz hesaplı. içten pazarlıklı. ilişkiler taktik savaşına döndü. "sen beni seversen ben de sana aşık olabilirim." diyor gözlerimiz sadece. hiçbir şeyden tatmin olamıyoruz. hep elde ettiğimizden daha fazlasını düşlüyoruz, istiyoruz, çabalıyoruz. asalakça yaşıyoruz boyumuzdan büyük hayallerle.
rahmetli dedemin 12. yaş günümde aldığı mızıkayı üflemeye çalışırım bazen. hiçbir ses onun sesi kadar duygu ve sevinç yüklü gelmez bana. geçmişten kalan ve kirlenmeyen tek şey o sanki. biliyorum asla eskisi gibi olmayacak. ama bu kirli dünyada bile ufacık mutlulukları dev yapan yürekler var hala. umudumuzu kaybetmeyelim.
"susma sustukça sıra sana gelecek" sloganından esinlenerek ortaya çıkmış mantık. bugün çarşaf yırtan, yarın kur'an yırtmaya kalkar. "gökten indiği varsayılan kitaplar...." diye bık bık ötmeye başlayıp şova dönüştürür hem de yaptığı hareketi. çarşaf yırtılmasına ses çıkarmayan mü'minlerin yarın bir gün camiler ateşe verildiğinde söz söylemeye hakkı yoktur.
cuma namazı çıkışı yapılması gündemde olan bir eylem... bu ülkede sadece siz yoksunuz. biz de cumhuriyetin sahipleriyiz. tapuda bizim de hissemiz var. yaşama hakkımız, hayata dair beklentilerimiz, gelecek için umutlarımız var demek adına her camide 6 adet chpli menopoz teyze tangası yırtılıp, yakılarak külleri chp il ve ilçe teşkilatlarının önüne bırakılacak. tabi tüm bu işlemler yapılırken eldiven kullanılacak ve gaz maskesi takılacak. 6 sayısının chp amblemindeki "altı ok"la falan alakalı olması lazım. sabırsızlıkla beklediğim bir eylem bu. şenlik var koşun.
"yazı devriminden sonra (1928), atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce, o'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.
aslında, adlandırmada geç kalınmıştı.
kurtuluş savaşı'ndan hemen sonra, bir istanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-yurdu kurtardınız. şimdi ne yapmak isterdiniz?
hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:
- milli eğitim bakanı olarak türk kültürünü yükseltmeye çalışmak en büyük amacımdır.
ondan sonra atatürk nerede görünse, mutlaka orada bir okula girer, öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.
birgün atatürk'ün yolu köy okuluna düştü. tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu.
atatürk sınıfa girince, öğretmen kürsüsünü terk etti.
atatürk:
- hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz, dedi. eğer izin verirseniz bizde sizden faydalanmak isteriz. sınıfa girdiği zaman, cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir."
bu anıları atamızın, eğitime vediği önemin yanında eğitimciyede verdiği büyük değerin en iyi anlatıldığı sekanslardandır.
gerçek kişilik özelliklerinden, anılarını aktararak bahsetmek zorunda olduğumuz başkumandanımız. bilmeyenler, yanlış tanıyanlar olabilir.
"atatürk izmir'in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne geldi. kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu: bu, ipekten kocaman bir yunan bayrağı idi. üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti. kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
-buyurunuz, geçiniz. bizim öcümüzü alınız! yunan kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. siz lütfedin. bu karşılıkla o lekeyi silin! burası sizin şehrinizdir. bu ev sizin evinizdir. bu hak sizindir.
atatürk, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. çevresindekilere tatlılıkla baktı.
-o, geçmişse hata etmiş. bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. ben onun yanlışını tekrar edemem.
bayrağı yerden kaldırttı, bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi."
o kadar da değil. bakın kalleşçe ve adice bir eylem gibi görünse de, bu işin de bir raconu var. yazılı olmayan bombacılık ahlak ve etik kuralları, asayiş polisine derste gösterilen renklerin dışında kablolu bomba imalatına müsade etmez.
her yıl bombacılar odası'nda yayınlanan bültenle hangi renk kabloların hangi bombalar için kullanılacağı açıklanır. mesela parça tesirli bombalar için bu senenin modası morcivert. imha etmek için yanında eflatun ve haki yeşili varsa morcivert olanı kesmeniz gerekir. uzaktan kumandalı bombalarda yosun rengi kablo kullanımı daha yaygın. ses bombaları ve tnt kalıplarında toprak renkleri moda. kahverengi trendi 3 senedir devam ediyor.
neyse. detaya girip sizi sıkmak istemiyorum. yalnızca bu işin de bir yolu yordamı olduğunu bilin. bombacılar hakkında yargısız infaz yapmaktan kaçının.
büyük iftiralara maruz kalmış ulu önderimiz. neler oluyor bilemiyorum inanın ki. ne isteniyor bizlerden? bu ülkeden? cumhuriyetimizin kurucusundan? kendi sözlüğümüz deyip benimsediğimiz uludağ'da bile öyle acımasız şeyler yazılmış ki başlığına akıl alır gibi değil...
iki saattir bakmaya çalışıyorum. okurken durdum, sustum, sonra devam edip koltukta debelendim. atamızın birini astırıp aynı akşam eğlendiği söyleniyor. yuh. vallahi de billahi de pes. kenan evren bile yapmadı bunu. aynı iddiayı ortaya atan yazar başka bir entrysinde, tayyip erdoğan'a "başbakanımız" demiş mesela. ikisi çok ayrı şeyler mi? yoksa erdoğan'a "başbakanımız" diyenin söylediklerine değer verilmez mi bilemedim. çok karışık bi durum.
anılarında, "benim elime diken batmaz, acımaz" diyerek bir çocuğun başını okşayan atamızın, annesinin cenazesine gitmediği söyleniyor... sivas kongresi'nde amerikan mandası yönünde oy kullandığından tutun, ingilizlerin değil mustafa kemal'den korkmak, bizzat kendileri onu atamak istediğine dair bir sürü iddia var. tam bağımsızlık denilince akla ilk gelen önderimizin, başka ülkelerin himayesinde yaşamayı tercih ettiği söyleniyor açık açık.
ciddi olmadıklarını düşünüyorum. eğer tüm yazılanlar doğruysa, hiç bir şey eskisi gibi olmaz. bir müdahale şart bu tür yazılara. gerçek atatürk'ü uludağ sözlük'ten öğrenmek isteyen bir çocuk, vefasız, sevgisiz, acımasız biriyle karşılaşacak. beyni yıkanacak bir şekilde. duyarsız kalmamak lazım. elimizden geldiğince gerçek atatürk'ü anlatalım.
incil ve tevrat'ta çeşitli ayetlerde geçen karışık ifadelerin yorumundan ortaya çıkan seçilmiş kişi...
"oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. çaylak oldu. ayar yedi. esenliğimiz için gerekli olan ceza ona verildi. bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü yine de modlar hepimizin cezasını ona yükledi. o baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı, kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını...
acımasızca yargılanıp sözlükten uçuruldu. şiddete başvurmadığı, ağzından hileli söz çıkmadığı halde, ona kötülerin yanında bir mezar verildi, ama öldüğünde zenginin yanındaydı. canını suç sunusu olarak sunarsa. canını feda ettiği için. çünkü onların suçlarını o üstlendi." (yeşaya 53:2)
rivayet odur ki, kıyamete yakın orta asya ve avrupa'yı birleştiren hat üzerindeki sözlüklerden çıkacak bir yazar bütün zalimleri dize getirecek. daha önce haksız yere sözlükten uçurulan, yargısız infazla karşılaşan, baskı ve eziyetlere maruz kalan, tüm bunlara rağmen ağzından hileli söz çıkmayan, şiddete başvurmayan birinden bahsediyoruz.
troller ona secde edecek. sol frameyi tek hareketiyle durdurabilecek. istediği kadar hatunu kaldırıp götürebilecek. çünkü ona sözlüğün nimetlerinden faydalanmak helal kılındı. seçilmiş yazar 6 ay mücadele ettikten sonra bütün sözlükleri birleştirecek. sonra 10 yıl sürecek huzur ve refah ortamı oluşacak. devamında karanlık ve internetin sonu...
farmville oynayan kimseye yetişkin gözüyle bakılmaz. kimse bakmamalı. çocuktan farkları yoktur çünkü. bu tür oyunları oynarken ve bıraktıktan sonra arasında büyük farklar oluşur bireylerde. hayata bakışından konuşmasına kadar her şeyde olgunluğun, yaşanmışlığın, görmüş geçirmişliğin izi vardır... uzatmaya lüzum yok. tartışılacak bir tarafı yok bunun.
farmville oynayan bebelerle aynı sözlükte yazmak, olgun insanları hüzünlendirir. "ulan kimlerle muhatap oluyorum yaa" şeklinde düşünmesine yol açar. hem yetişkin yazarlara ne verebilir ki bu bebeler. kimsiniz siz? ne gibi bir düşünceniz, hayata bakışınız, duruşunuz olabilir ki? hala çocuksunuz işte ço-cuk.
bir yandan da didaktik taraflarını tahrik eder insanın. ben bu sabilere ne verebilirim. geleceğe onları nasıl hazırlayabilirim diye düşünürsünüz. tüm bu iyi niyetinize rağmen sorunlu ergen psikolojisine dayanabilmenin bir sınırı vardır. orada durmak ve; "ne haliniz varsa görün lan ibişler" demek gelir elden.
baştan sona acınası bir varlık. yosun rengi damarlı elleriyle şadırvan demirlerine asılan yaşlı bir amcanın bitkin suratı nasıl hüzünlendiriyorsa insanı, işte bu aciz, kifayetsiz, yüzünde slip don giymiş şeytanların kaptı kaçtı oynadığı ne oldum delisi sünepe de aynı şekilde koyar adama.
kader ve kaza yoktur onlar için. pagan adetlerinden biri olan astroloji adı altında yıldızlara tapma geleneğini sürdürürler. bir çoğu islamda burçların yeri olmadığını da bilmez. tüm ayet ve hadislere rağmen güneş, mars, venüs, uranüs ve daha birçok yıldızın konumuna göre geleceğinin şekilleneceğini düşünecek kadar zekidir bunlar. fakat, tüm o gördüğü gezegen ve galaksilerin yaratıcısı olan rabbinden haberleri yoktur...
terazinin sadakatinin, başağın vicdanının, aslanın heyecanının, ikizlerin canlılığının, yengecin duyarlılığının rabbinin tecellisinden kaynaklandığını akıl edemezler. peygamber efendimizin (s.a.v) bilemediği geleceği rezzan kiraz gibi garip kadınların bileceğine inanırlar. allah akıl fikir versin deyip geçmek lazım bu kütük kafalılara.
yapacak hiçbir şey kalmadığı zaman boş kasap kendi taşaklarını tartar hesabı, alt alta, üst üste sıralı başlıkları sıkıp posa entrylere imza atan düz yazı ustaları... "süpersin yaa ah bak ne güzel yakalamış" diyesi gelir insanın. ayarlar, övgüler, tüm edebi sanatları içeren olağanüstü imalı şeyler. hepsi tek hamlede çıkıyor. üstelik başkasının silahıyla vuruyor rakibini. hiç mermi kullanmadan.
başlıkları alt alta okuyan yazarlar, her zaman saygı duyulacak kişiliklerdir. keskin zekası ve değme karikatüristlere taş çıkartan imalı nokta vuruşlarıyla ah, vah dedirtirler. aynı zamanda beyaz show skeçleri kadar sevimlidir yaptıkları. ama bir yanıyla da disko kralı elit grubuna hitap eder.
kesin olmamakla birlikte büyük ihtimalle doğru bir yorum. gelmiş geçmiş peygamberlerin sayısını net olarak bilemiyoruz. yalnız hadis kitaplarında, bir rivayette 124 bin, diğer bir rivayette de 224 bin peygamber gönderildiği bildirilmektedir. hadis usulü açısından bu rivayetlerin hepsi tenkit edilebilir. ancak, ister 124 bin, ister 224 bin olsun, sayı mühim değildir. mühim olan husus şudur; gelmiş geçmiş bütün peygambelerin sayısı atatürk büstü sayısından fazladır.
istanbul fatih doğumludur. ailesinden önemli kimselerin maturudi tarikatının üyesi olduğu iddiaları hala ortalıkta dolanmaktadır. kendisi bir hafız olan garri kasparov, narudi ahmet hoca'nın talebesi olup, çifte minarenin yanındaki çambilge medresesi'nde fıkıh, ebced, astronomi ve matematik dersleri almıştır.
html css bilmeyen, renklerin uyumuna inanan yazarın yaptığı yasal ve etik olmayan davranış. uludağ sözlük onaylı orjinal temalar yerine bu tür işlere kalkışan işgüzar yazarlar da yok değil. geçenlerde bir tanesini yakalayıp kulağını çektim. temasını elinden alıp ensesine de iki tokat yapıştırdım. ayıp denen bir şey var. millet o kadar uğraşıp temasına patent alsın bu uyanıklar da el altından tema dağıtsın olacak iş mi allah aşkına. yaptıkları da güzel bir şey olsa neyse...
türk dizileri şöyle, türk dizleri böyle diye sağda solda havlamaktan kendini alamayan coni sempatizanı. dizi değil bunların derdi. aşağılık kompleksine bağlı kişilik bozukluğu ve 2. dereceden şizofreni karışımı bir hastalık.
türk olması yeterli. o zaman kötüdür. türk yönetmen de yoktur oyuncu da... tr yapımı dizi izleyen herkes idiyottur. geri zekalı olduklarını vurgulamaya gerek yok zaten. ama, batılı dostları hıyarım var dediğinde tuzluğu alıp koşmayı borç bilir bu ukala ibişler. isterse dünyanın en başarısız işi olsun fark etmez. orijinal türk yapımı film ve dizilerden her zaman bir gömlek üstündür gavurun prodüksiyonu.
kesin takip ettikleri 3-5 yabancı dizi vardır. zaten msnde falan birbirlerine sıkça tavsiyelerde bulunurlar. izledikleri bölümlerden replikler ezberleyip bi ortama girince kullanırlar. herhangi bir cafede kara murat filmlerinden söz ederken, bir ok atılınca 10 askerin ölmesine yüksek sesle gülen şebekler bunlardır işte. fazla uzakta aramaya gerek yok.
ortama değişik bir hava katmak adına türlü şebekliklere başvuran sonradan görme kişiliklerdir. belki sınıfça falan 3-5 kere sinemaya gidip gördüler ya, tv izlerken de ışıkları kapatıp salon havası yakalamaya çalışır bu midilli yavruları.
ulan kime ne ispat etmeye çalışıyorsun ki. hayır yani birileri olsa havasını atma peşindesin diyelim ama, ortası sararmış pijamalarınla evde film seyrediyorsun. ışık olsa ne olur olmasa ne olur. bütün millet de zaten enayi seni sinemada sanıyor. ahahaha şark kurnazına bak ya... varoş ruhun gerçekten tatmin oluyor mu böyle yaparak?
karanlıkta televizyon, film maç her ne sitimse hepsi aynı şey çünkü- izleyen kişi, alenen saygısızdır. aynı zamanda ruhsal sorunları vardır. kendi kendini kandırmaktan zevk alır. küçükken topu ayağına aldığında, "hacci, hacci" diye sayıklayan sümüklü veletlerin gelecekteki halidir. kıl olurum böyle sığırlara. karanlıkta bitireceksin işlerini. kafalarını ezeceksin ekrana vura vura.
ayakları büyüktür, tahta göğüslüdür, parmakları orantısızdır, burnu büyüktür, çirkindir ama size güzel geliyordur, yahut varoşça hareketleri vardır, patavatsızdır vs. bunların hepsi düzeltilebilecek şeyler... erkeğin ve kadının kendine güveniyle halledilebilecek meseleler. ama boynundan öpülürken gıdıklanan bir kadın vardır ki, ne olursa olsun sittir çekilmelidir. hiç boşuna uğraşmayın. iflah olmazlar. insanı en iyi bildiği işten soğutur böyleleri. dikkat etmek lazım. sevgili veya daha ileri derecede ilişki kurulmak istenen kadının boynu bi şekilde mutlaka yoklanmalı, gıdıklanmadığı tescillenmelidir. insanlık namına yapılamalıdır hatta.