iran'da eşcinsel olduğu için idama mahkum edilmiş kürt genç. kendisi henüz 21 yaşında. hiçbir din, hiçbir kutsal kitap tanrı'nın verdiği canı insanın almasını buyurmaz, nasıl bir günah işlemiş olursa olsun. günahlar kul ile tanrı arasındadır. insanın insan öldürmesine karşı çıkmak insanlıktandır, ve hiçbir kutsal kitapta bunun tersi söylenmez.
info@dadgostary-tehran.ir, dr-ahmadinejad@president.ir, hadadadel@majlis.ir, info@iran-embassy.org.uk adreslerine idamın durdurulması için mailler atılıyor. yaşı, dini ve ulusu ne olursa olsun, hiçkimse anal seks yaptığı gerekçesiyle öldürülemez, öldürülememeli.
kaç tanrı varsa hepsinin laneti ellerine insan kanı bulaşanların üzerine olsun. evet...
sarhoşlara denir. körkütük gibi. ama bu başka. dut gibi demeyi seviyorum. bir başına "dut" demeyi de seviyorum mesela. ama "dut gibi" ayrı. o başka bir şehirde akşama doğru sanki...
kişisel entiri no 1: enry'yi entiri diye yazmayı seviyorum.
kişisel entiri no 2: adımın vesaire olmasının bir anlamı var.
kişisel entiri no 3: "herkes uyusun, iyi oluyor, hoşlanıyorum."
kişisel entiri no 4: kelepçeleri sevmiyorum. ne zaman bir kelepçe görsem yangın yerine koşan çocuklar geliyor aklıma. onlara benziyorum biraz. ateş kemikleri yakar en çok. çocukların kemikleri yanıyor. kargalar var bir de, bir de karga sandığım karabataklar var. denizin üstünde karganın işi ne? o bir kara hayvanıdır. dalgakıranın üzerinde durup poz verenler karga değil, karabatak. bunu aklımda tutacağım. bir de leylekler var, beyaz çarşaflar var, yanlış adresler var. ördekler de var elbet, onlarsız olmaz. bir göl en çok ördeksiz olmaz. susuz bile olur bazen. hepimiz bazen susuz kalıyoruz, ben kimseyle aynı anda susamadım ama; reklamlar hep yalan söylüyor. oysa artık istiyorum, aynı anda susamayı.. bazen suyun tazeliğinden korkuyorum. üstüme sıçrayacak gibi oluyorum.
kişisel entiri no 5: dutlar hep çok güzellerdi. öyle güzellerdi ki yemeye kıyamazdım. yerdim sonra, çünkü kendilerini atıyorlar, bilirsin işte. en güzel intihar eden meyvedir dut. yemezsen canın çıkar. parmakların ve dudakların.. en çok onlara intihar eder dut. dut gibi olasım var, parmaklarına ve dudaklarına. dutlar hep çok güzellerdi; belki ben de güzelmiş gibi yapabilirim.
kişisel entiri no 6: insanlara ne oldu? hep aynı kandırığın içine uyuyakaldılar. eskiden buralar hep dutluktu. eskiden her yer hep dutluktu. biz yoktuk daha, dutlar hep vardı. senin annen bir duttu yavrum!
kişisel entiri no 7: salıncağın üzerinden aşmak istiyorum.
kişisel entiri no 8: dudakların hâlâ kırmızı, fazla uzağımda olmazsın?!
kişisel entiri no 9: dutlara bakmaktan geliyorum. dutlara bakmaktan geliyorum. dutlara bakmaktan geliyorum.
naylon entiri: "uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum"
family built of blood and rust
find a place because we must
shelter our heads from the poisoned wind
squat or rot with the rest of our kin
petrified tongues twisted and tied
twisted and tied reciting your ridiculous lies
and their minds a figment of itself
their hearts are relics on the shelf
the keepers of the spoils that leech of others toil
spilling blood for oil these seeds are ours
a gala for eris, lady of all chaos
children carve altars to you in your skin
un-warlike in our way of mind
we are bound to rouse and rise
those who still endure the sham
all of the orphans of uncle sam
and they're raised inerudite scorned from birth
they do the job better for half what they're worth
and their backs are broken but their hearts are pure
so leave your ego at the door
the tenders of the soil aren't loyal to the royal
the bubble's reached a boil these seeds are ours
we'll take what we grew we didn't plant it for you
work for once cause these seeds are ours!
wrinkled fists secure the right to discern
which to keep and witch to burn and you see
the world through onyx eyes
watch the world flip on it's side
answering... answering... "no!"..answering
"no!"
family built of blood and rust
find a place because we must
shelter our heads from the poisoned wind
squat or rot with the rest of our kin
trust in love not like some thing's above
to fear to fake while you hold
evolve human
human instinct
there is more to life than war
do you see at all?
do they see at all?
do we see at all?
sauyeigh
leighthon
sauyeigh
heads are rolling on the ground
rather to fight than lay down
we objectify and sell the earth
until the other side of birth
and to each other jagged pins
out of our mouths
we object to these objects
they are frail little locksets
they are seizure while we leisure
guarding our will
do you see at all?
do they see at all?
do we see at all?
sauyeigh
leighthon
sauyeigh
heads are rolling on the ground
rather to fight than lay down
they sling our marrow like its fodder
mortaring morticious brothers
well never get out of this place alive
if these walls
these walls keep closing
into practiced chains of blather
bubbling a thick blood lather
washboard ribs and broken cribs
these walls
these walls keep closing in
nana na na na na
fear just fell from a loaded sleeve
fluent in the tongue of greed
a master at the art of sleaze
whos walls whos walls are a fiendish
grin of rotten desolation
paranoid isolation
fueling our blood stained machines
the bells of free-dumb liberty
the smell of gunshot bitter sweet
these walls
these walls keep closing in
oh where do we begin
our dismantling we
call on all to sing
these walls keep closing in
oh where do we begin
our dismantling we
call on all to sing
nana na na na na
canisters of feigned dissent
they load our bodies into them
the prize surprise its eating at your eyes
and drawing down the
shades
made out of skin
it's kin eating kin
cogs living in
the burning city when
will this day ever end
will the words from within
break down this wall
our fall
this wall
will this dust ever settle even better now the sky is bent
i got a a stomach full of fingernails and anothers femur on my head
eyeballs plug the mouths like hoses
scared of all the not-me noses
poking into our daydreams
while in the distance glistening
that wall of bones that holds our tongues in
scared of all the taste bud rows of
hands that speak to you and me
that sign rivolta silenziosa!
these walls keep closing in
oh where do we begin
our dismantling we
call on all to sing
these walls keep closing in
oh where do we begin
our dismantling we
call on all to sing
humanwine'ın ikinci albümlerinin ve ayrıca albüm sonrası çıktıkları turnenin adı. * tabi aynı zamanda mis gibi bir parça:
step right up its your hero
its your friend
it'll save until the end
we'll weed out the foes of our master plan
guards grab that man
who stands tall in front of the people
and says
thieves come out
of this mouth
spreading lies
a one world plan
where your blood dissolves in my hands
en caustic sleeves
like a leash round your
right to abandon
i'll haul you in tight
and crush you will
make it easy to please me disease
the wells which drink
they smell like death
thieves come out
of this mouth
spreading lies
hypocritical fascist porno priest on the tv
selling you shit you don?t need
bony hands greedily eating up v.d. grab bags
'god save this man!'
who got caught on the camera with his pants down
while we sing
thieves come out
of his mouth
spreading lies
as it feeds on your waste of flesh
haggard laughing all the way holding on 'till the day
hold yourself down
the hill you can barely see living through the dead debris wind but bodily
bring in the hordes
who feed on your fear you'll scream so you start running.
will you ever stop feeding the hordes?
uzun uzun anlatmak isteyebilirdim ama bunu gereksiz buluyorum. boston çıkışlı bir anarşist müzik grubudur efendim humanwine. isimleri büyük harfle yazılır aslında ama sözlük el vermiyor. muhteşemdirler. sadece anarşistlikten değil, gerçekten muhteşemdirler. two ton boa misali, buralarda bilinmemeleri kalbimi kırıyor. gerçekten.
iki albümleri var kendilerinin. türkiye'de yok bu albümler. ağlamak istiyorum.
the time has come to speak of many things
of jacks and queens and kings
i bared my wrists and promised to begin
but you cut the blade straight in
the time has come: let's play find the missing song
there is something very wrong
try hard my love, do you hear the distant strings?
please remember what this means
did i come back for all of this?
it seems absurd somehow...
with one well-placed flick of the wrist
you've really done it now...
(all of my blind ambition left me deaf with perfect vision)
the time has come
for things to come undone
that we should not have begun
at last i felt a numbness overcome
and now you turn and run...
the time has come
to take me in your arms and touch these fragile scars
you have the choice now so decide
if you want in or out
there is too much left for us to try
you cant just give up now
the time has come
to speak of many things
of jacks and queens and kings
it took that cut to bring me back to life
they're bleeding and they're frightened still i hold out both my hands:
no one in the world will ever touch me there again.
bir kadın canıma mercan sokuyor
dayamış ağzıma bir memesini;
bir tel uzayıp gidiyor saçından
damağına muhabbetle gömülmüş dişleri.
bir mıknatıs tutkusunda ufuk,
acıyoncam, çocuğum, bozkır çiçeği,
bak şehla parmaklarının arasında
şaşırıyor akrep eski trafiğini.
bir kan halkasından geçiyor ısınarak
boğazımdan dökülen sevda sözleri,
güzel olan her şeye sinmiş o kederden
özür mü zafer sesi mi teşekkürler mi?
ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi,
firavun'un ekinlerini yöneten yusuf da
arkadan yırtılmış gömleğiyle
kanatları dökülmüş kuşa benzerdi.
muhammed dermiş ki hediyeler veriniz.
cinsel tarafı düşün hediyelerdeki
beş duyunun birliğini görmek istersen
yaklaştır şurama usulca bas hançerini.
sonra su içtik ve uyuduk
uzakta duru kurtlar, çakal lekeleri,
dilsiz olandan karşılanmaz olana
çözüldü damar damar doğanın belleği.
gündoğusu ensekökümüz sırtımız
açlıkla aşkın sarsılmaz köşebendi
ve sonra günbatıdan - nasıl anlatsam
bir küçük yusufçuk geldi.
ikili, diyordu bir ses, ikili olsun; ikişer ikişer yan yana getirdik sevdiğimiz adları: hasan ile hüseyin'i, üsküdar ile kadıköy'ü, nazım ile hikmet'i, harp ve sulh ile kelile ve dimne'yi, kızılırmak ve yeşilırmak'ı, oğlak ve yengeç'i, adilcevaz'daki usta ile stradivardiyüs'ü, baston yapar bu usta; yaptığı bastonlar uğultulu ve serindir, ardıç kokulu ve ezgilidir değme kemanlar gibi; ve çok beğenilmiştir; ben o yıllarda... adilcevaz'ın nüfusu sekiz yüz doksan dörttür (kaymakamla birlikte); tanrıları bile yoktur, öyle yoksuldur ki insanları, delikanlılar çakmaktaşıyla traş olur, yüksek tütün içer ermişler; bir mıknatıs tutkusundadır ufuk; uçurumlar tazeliğini yitirmemiştir; ferit ile tanyeri'yi; yakışıklı süphan ile gizemli ağrı'yı; dört mevsim ile 365 günü; karaköse'deki boynu karışık tülü atlarla bunların sessiz binicilerini; bohçacı adapazarı ile izlenimci bursa'yı; 1847 ile 1916'yı; zakkumun verdiği deli bal ile batı bağlarının lepiska bilgeliğini; muhacir nehirler ile kurumuş sukentlerini. konuşsun diyor...
konuşsun diyor bir ses
konuşsun ve yağsın ve terlesin ve yansın
konuş akkavakkızı dereden tepeden
yağmursa da karsa da yağ içindekini
düzmece töreler arasından
dağların büyük uğultusuna doğru
terle iliğindeki o en eski, o en etkin,
o en uyarıcı zambak vahşetini
ve sen, kıyı, yan! alart çevremizi.
kent,
kibar ve fahişe sıfatlarla
kus barsaklarında tembelleştirdiğin ilkeyi.
ve öteden gelen sarı tef sesi
işte onbir taze başak dizdik bir sapa
kargışla bizi.
*
[ hediyelerdeki cinsel taraf ve tek y'si düşmüş bir şairin eli. ve bütün bunlardan kocaman kocaman sözcükler dizilmiş kocaman kocaman kütüphaneler düşlüyorum ve hep küçücük kalıyor şiir, doldurmak güç oluyor. arada tek y'si düşmüş bir düzyazı da olmasa daha zor olmaz mıydı güzel olan her şeye sinmiş o kederi anlamak? bir de özür, zafer sesi ve teşekkürler var. sırası bozuk, ritmi aksak sesler gibi ve çarpar gibi surata. özür en son gelir sanırım; ya da sanmak bir sanrıdır. ama bildiğim kadarıyla, özür hep en son gelir; ilk gelen de teşekkür. teşekkür ve ardından zafer sesi. hep bu sıralamayla gördüm ben, teşekkür'ün zafer sesi'nin ardına saklanmışlığının bir niyeti vardır.
ikili olmak bazen yetmiyor. bunu da sanıyorum bir düşmüş y harfinin üstüne. iki az geliyor çoğullanmak için, bir üç lazım en azından. üç kapatır kendini, bir üçgenseviciliği başlar ikişer ikişer yanyana getirdiğin adlara rağmen. tanrıları bile olmayan 893 + 1 ve çakmaktaşlarını düşünüp 3'ten de vazgeçersin, özre dönersin. teşekkür, zafer sesi ve özür de üç ediyor ama; geriye bir şey kalmayacak..
"konuşsun diyor bir ses
konuşsun ve yağsın ve terlesin ve yansın!"
bir kabilede (nerenin ne kabilesi idi hatırlamıyorum atmayayım şimdi) adetmiş, evlenmeden önce kadın ile erkek kişi, kızın bekaretini erkek kişinin en yakın arkadaşı bozarmış, zahmetli bir iş olduğundan. "ıyy iğrenç" seslerini duyar gibiyiz. yeni başladık. eskimoları biliyoruz, eve gelen misafire eşlerini sunuyorlar, adam kazara ev sahibinin karısıyla yatmak istemez ise, öldürülesi bir saygısızlık anlamına geliyor bu. yine bu ilginç gerdek geceleri ile ilgili bir araştırmada okuduğum üzere, bir yerlerde birileri düğünün yapıldığı yerde, herkesin içinde gerçekleştiriyorlar ilk sevişmelerini, ki herkes tanık olsun ilk olduğuna. başka bir yerde, doğumdan hemen sonra, küçük bir operasyonla kızların bekaret zarlarını alıyorlar ve tüm kadınlar hergün belirli vajinal kas çalışmaları yapıyorlar, erkeklerine daha çok zevk verebilsinler diye. buralarda kafamızı azcık geriye çevirsek gerdek gecesi ertesi asılı kanlı çarşaflar görebiliriz. kafamızı çevirmesek bile, hatırlarız ki insanlar gerdek gecelerinde intihar ettiler, ediyorlar; intihar etmemek, ettirmemek, ya da öldürülmemek için de "bekaret zarı diktirme ameliyatları" yaptırıyor insanlar. tüm bu örneklerin birbirlerinden farkı ne? biri islam hukukunun adetleri ise, diğerleri de illa ki dayanıyor bir şeylere. peki cinsel ahlak dediğimiz şey nereden geliyor? dinlerin emrettikleriyle şekillenen adetler hangi ihtiyacı karşılıyor? öncelikle bunu sorgulamak gerekir. birçok dinde ataerkil zihniyete hizmet ediliyor, kadının mal gibi görülmesi şimdiki zamanın kapitalist çıkmazlarından biri değil yalnızca, aynı zamanda feodal yapının ve dinsel cinsel ahlakın öngördüğü bir sonuç. biraz kurcalayalım:
manu kanunlari der ki; "kadınlar gece gündüz ailelerindeki erkeklere bağımlı tutulmalıdır. kendilerini tensel zevklere adarlarsa, denetim altında tutulmalıdırlar." hinduizm'de bir kadın çocukluğunda baba, gençliğine koca, yaşlılığında oğullarının korumasında olmalı; ev işleriyle , dinsel ve ticari görevlerle meşgul edilmeli. ancak anne ailenin merkezi sayıldığından, kadının tek umudu çocuk yapmasıdır. pek çok metinde anne "en yüksek guru" olarak geçiyor. "on babadan daha üstün"dür "anne" hinduizmde. tüm bunların doğal sonucu olarak "annelik" kadının "tek"i oluyordu ve çocuklar evi terk edip, koca da öldüğü zaman ellerinde bir şey kalmıyordu. bu yüzden, yine aynı metinlerde "dulluğun üzüntülerin en büyüğü" olduğu söylenmiş. bunun da sonucu olarak geçmişte kalmış da olsa, kendi istekleriyle ya da zorla, kocalarının cenazelerinde dullar yakılıyormuş, yakılmış. aynı zamanda evlilik dışı cinsellik erkekler için yaşamın bir parçası sayılmakta ve hatta bunlar için yüksek sınıf fahişeler var. hatta kızlar daha küçükken hindu tapınaklarına, tanrıya birer hediye olarak veriliyorlar, tanrının hizmetkarları oluyorlar ve erotik sanatlar konusunda eğitiliyorlar, tapınak ziyaretçilerine ücret karşılığı sunuluyorlarmış. sonradan tapınak fahişeliğinin ünü bozulmuş falan. bu böyle; geçelim. budizm'den bahsederken direkt olarak digha nikaya'dan alıntılıyorum:
"müridi ananda buda'ya sordu: "kadınlara nasıl davranmalıyız?" buda yanıt verdi: "onlara bakma." ananda itiraz etti: "ama onları görmek zorundaysak, ne yapmalıyız?" buda dedi ki; "onlarla konuşma." ananda ısrar etti; "ama onlar bizimle konuşursa o zaman ne yapmalıyız?" buda uyardı; "uyanık ol ananda."
zerdustler ise eskiden her köy ve caddede adet gören kadınlar için bir ev bulundururlarmış. adet gören kadınların dokunduğu her şey kirlenirmiş, bu yüzden, özel olarak tecrit edilirlermiş adet dönemlerinde kadınlar. şimdilerde de aynı şey yapılmakta ama başka evlerde değil, aynı evin içinde başka odalarda. ayrıca zerdüştler fahişelerin de ölümü hak ettiği düşüncesindeler.
geçelim kitabi dinlere. bir yahudi geleneği efendim; erkek kadını beğenmezse onun bakire olmadığını söyleyebiliyor ve bekaret önemli olduğu için, kadının bekaretini ispatlaması gerekiyor. tesniye'de belirtildiği üzere böyle bu; bu yüzden de böyle bir iddiaya maruz kalan kızın ailesi "bekaret işaretleri"ni yani, kanlı düğün elbisesini çıkarıp giysiyi kentin ileri gelenlerinin önüne sererlermiş. bu "bekaret işaretleri" kentin ileri gelenleri tarafından kabul edilirse, kızın adını lekelemeye kalktığından adama para cezası verilir ve kıza bir ömür bakması gerekirmiş. bekaret işaretleri kabul edilmezse veya bulunamazsa, kadın ölene kadar taşlanır imiş. çünkü, "israil'e aldatmaca getirmiş, babasının evinde orospuyu oynamış" oluyor. ayrıca eski ahit ve talmud'daki ataerkillik erkeğin eline neredeyse kadının tüm iplerini vermiştir. örneğin kadının boşanma hakkı yoktur, ancak erkek isteğiyle boşanabilir. sonradan reformist bir haham (gershom) çıkmış poligamiyi yasaklamış ve boşanmanın kadının onayı olmadan gerçekleşmesini de engellemiştir ya, neyse.
hristiyanlık zaten cinsellik, kadın, evlilik, boşanma vb meselelerde kendi içinde gayet bölünmüş bir din olmuş bu zamana kadar. başta evlilik içi cinsel ilişki bile hoş görülmez imiş. isa'nın sözleri evliliği işaret ettiğinden, saygın bir tarafı olmakla beraber, bir yandan da bekaret evlilikten çok daha üstün görülürmüş, ki mükemmele ulaşmak isteyen biri bekaretini sürdürürmüş, ki bazı mezheplerdeki din adamlarının hiç evlenmemeleri şartının sebebi de burdan çıkmıştır.
"hristiyanlığın kadına yeni bir statü verdiği sık sık tekrarlansa da, aslında kadının sosyal ve yasal durumu gerçekte değişmeden kalmıştır. "isa'da ne erkek, ne de dişi vardır." denir ancak; "her erkeğin lideri isa, her kadının lideri erkektir." diye de eklenir... "*
bakara suresi (223): "eşleriniz sizin için ürün veren (verimli) toprak (gibi)dir; öyleyse toprağınızı dilediğiniz gibi işleyin, ama önce kendi ruhlarınız için bir hazırlık yapın. "
bakara suresi (282): "erkeklerinizden iki şahit gösterin. eğer her ikisi de erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna güvendiğiniz bir erkekle iki kadın şahit olsun ki, biri unutunca diğeri hatırlatsın."
nisa suresi (7) : "ebeveynin ve akrabanın geride bıraktıklarından erkekler bir pay alacaklardır. ebeveynin ve akrabanın bıraktığında, ister az ister çok olsun, kadınların da payı olacaktır; [allah tarafından] tayin edilen bir paydır bu!"
nisa suresi (11): "çocuklarınız[ın varisliği] konusunda allah size [şunu] emreder: erkek iki kadının hissesine eşit [bir miktar] alacaktır; ama ikiden fazla kadın varsa onlara [ebeveynlerinin] geride bıraktıklarının üçte ikisi verilecektir; sadece bir tane varsa, onun yarısını alacaktır. "
nisa suresi (15): "hayasızca davranışlarda bulunan kadınlarınıza gelince, aranızdan onların işlediği suça şahit olan dört kişi çağırın; bunlar onlar için şahitlik yaparlarsa, suçlu kadınları ölüm alıp götürünceye yahut allah onlara [tevbe etmeleri suretiyle] bir kapı açıncaya kadar evlerine hapsedin."
nisa suresi (24): "meşru şekilde [nikah yoluyla] sahip olduklarınız dışında bütün evli kadınlar [size haramdır]. bu, üzerinize farz olan allahın buyruğudur. bunların dışında kalan bütün kadınlar, kendilerine mal varlığınızdan [bir kısmını] vermeniz ve gayrımeşru bir ilişki ile değil de evlilik bağı yoluyla meşru bir şekilde almak kaydıyla size helaldir."
nisa suresi (34): "erkekler kadınları, allahın kendilerine onlardan daha fazla bağışladığı nimetler ve sahip oldukları servetten yapabilecekleri harcamalarla koruyup gözetirler. dürüst ve erdemli kadınlar, gerçekten allahın koru[nmasını buyur]duğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkar kadınlardır. kötü niyetlerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara [önce] nasihat edin; sonra yatakta yalnız bırakın; sonra dövün; ve bundan sonra itaat ederlerse onları incitmekten kaçının. allah gerçekten yücedir, büyüktür."
[ ataerkillik kadının cinsel organına sıkışmış bir beynin ürünüdür. yolda sigara içen kadınlara "kaşar" gözüyle bakan göz; karısını "sokakta rahibe, yatakta fahişe, evde nalbur" olacak şekilde seçen göz, öpüşen, sevişen kadınlara "kirlenmiş" diye bakan göz, kadın-kız ayrımına bile bile durmadan giden göz elbette aynada kendini göremeyen gözdür. gördüğünden hoşlanmaz ve yücelmek için yanında yöresinde ne varsa küçültür. kompleksli beyinlerin sıkışmış açlığıdır ataerkillik bir anlamda. sıkışıktır, çirkindir, her tarafından namus sözcükleri akar, namus sözcüklerinin kıyısından köşesinden damlayan psikolojik hastalıklar elimize yüzümüze bulaşır. ihtiyaç buradan gelmektedir. aynaya bakınız efendim; kadınların orasına burasına salınışına oturuşuna kalkışına değil de tam aynadakine bakınız. ]
hole ve radiohead'in prodüktörü olarak bilinen sean slade ve paul kolderie tarafından kaydedilen dresden dolls'un üçüncü ve (şimdilik) son albümü albümü.
01 sex changes
02 backstabber
03 modern moonlight
04 my alcoholic friends
05 delilah
06 dirty business
07 first orgasm
08 mrs o
09 shores of california
10 necessary evil
11 mandy goes to med school
12 me & the minibar
13 sing
ısıtmak için paslı ayaklarını trenler
rayların oksitli ağızlarını öpüyorlar
boyuna kar yağıyor
enine kar yağıyor
anlaşılan ağır olacak kış
uzun sürecek
kanama
gardayım
ay ayakta!
parmaklarımda havalanan heyecanı
bir kente başlamanın
ay sendeledi geldi
sırtını yasladı
sırtıma
i ç t i k. tütün sardık birlikte
anlattı bin yıllık ezgisini
i ç t i k. tütün sardık
ağladı
göğsümde
samanyoluna düştü atkısı
i ç t i k. söndürdük sigaraları
söndürülmüş sigaralar gibi
durduk bir zaman
parmakları arasında
g ö k ile y e r i n
dedi: yer ile gök arası büyük
sağır fabrika
bir semah-ı cehennem
kanınızla dönen
dedim: çavdar yedim, ekin biçtim
öğüttüm gençliğimi arasında
hiç durmadı değirmen
ata bindim, attan indim, at değiştirdim
sevişip üredim, savaşlar gördüm
terkimde hep gölgeydi ölüm
dedi: i ç e l i m...
dedim: kaçıncı düşükten sonra bilemem
kaçıncı deprem ve metalden sonradır
ağaçların gölgeleri uzun muydu boylarından
yıldızlar ters mi giyerlerdi simli kazaklarını
ağıra mı maloldum tanrılara
ağaç kovuklarına bedavaya tünerken
dedi: i ç e l i m...
dedim: ay ayyaş bilici
işte şarabın tütünün!
su içer, ekmek yer, sevişir gibi direndim
taş yonttum, mızrak düzdüm, can verdim demire
(güle oyarken çok mu kanırttım çok mu incittim ki zamanı
dizelerimde bile sesimi tebdil dolaşır görürüm? !..)
dedi: evlat!
suya sor yaşamın köklerini
ağırbaşlıdır su.
çözer senin için sevdalı mavi saçlarını
uyanan günün gemisine bin
sulara bırak sesini.
şişirirse deli rüzgar yelkenlerini,
sakın bırakma kürekleri
kulaklarını yırtsa da gövdenden yükselen
müzik!
(gün keder fıçılarını yarıp
isyan şarabını dökerken suların göğsüne
köleler suyun tuzlu dudaklarında dinlendirirlerdi
kırbaç yarımı gövdelerini. gövde değil
yanık bir güldü akşam alacasında sularda titreyen
gövdede gül gülde gövdeydi
isyan! ..)
dedim: unut hemen şimdi
o büyülü sözleri -melih cevdet'in
itaki odysseus'a söylettiği-
ne kulaklarımı tıkarım
ne de bağlarım kürekçileri
kendimi geçmek de yetmeyecek çünkü bana!
dedi: i ç e l i m...
(dedi: senin ihtilal dediğin evlat
elmas damarıdır tarihin
parıldamaz asla
halkın gözlerine değmeyince
dedim: insanın zamanına
çok var mı daha?
dedi: i ç e l i m... )
karda
seçilmiyor şimdi
harfleri gecenin
buz tutmuş
bütün heceleri
kentin
anlaşılan
ağır olacak kış
uzun sürecek
kanama
yüzlerimize
tükürür gibi
karı
vuruyor fabrikalara rüzgar
çılgınca yaratırken
kan ter içinde hayatı
baldırı çıplak
gerçek tanrılar
gebe bir rüzgar gibi haykırıyorlar:
- evet yenildik,
ama şenlik bitmedi daha baylar!
kavalyesini bulur bulmaz
dansa kalkar yine
yumruklar!
damarlarımı
damarlarına bağlayan sevda kanalı
hep açık kalsın aramızda
ne kavgada
ne de aşkta kazandık
yine de
ihtiyacımız yok yalanlara
adımlarımız ne kadar uzağından aksa da
yoldaşlarımızın yıldız tozlarına bulalı adımlarından
sen hiç meraklanma benden yana
terli bir at hazır duruyor kapıda
daha alışmamıştı gözlerim
gövdenin gecesine
daha incecik masallar fısıldayacaktım
kasıklarına
sus nolur sözün menzili kısa
yankılandıkça kanar yüreğin kayalıklarında
"sustugum yerleri isaretle" ve "kaybedecek hicbir sey yok artık" adlı iki şiir kitabı olan, fazla ünlü olmayan ve amacının bu olmadığını da sustuğum yerleri işaretle kitabının ilk sayfasındaki "bu kitap hiçbir yarışmaya katılmayacaktır! " cümlesiyle anladığımız şair.
bu iki satırı arka arkaya dizip şair oldum'ların arasında şiddetle okunası, zorla ünlü edilesidir.
kadıköy'ün denizi ve kalabalığı yan yana değil, iç içedir. kadıköy'ün kalabalığı martıları ve balıkları da yutup denizin içine saklanıverir hep. kadıköy'ün bir ördeği bile var, balık pazarında, bütün gün balıkçılara yarenlik ediyor. o da denizin içinde aslında. kadıköy'ün mavisi de denizin içinde, ne garip. kadıköy aslında bir deniz içredir. ve sırf bu yüzden köpekleri bile bir başınadır. bırakın köpekleri, denize bakın, o da bir başınadır. kadıköy'de bir başınalık bir bilinmeyensiz matematiksel denklemdir. değiştiremezsiniz. bilinmeyeni yoktur, bu yüzden yorgun olmaz mavi, rengi kötüdür belki ama mavidir yine de. mavinin iyisi kötüsü olmaz. reklamın olur, o ayrı. kadıköy'den moda'ya yürünen o yol var bir de; bir de bahariye var, pilavcılar var. olmaz olsunlar!
-daha darbukacılar var yiğidim! daha o fotoğraf karesiymişçesine çalan darbukacılar var, bir başınalık da neymiş?-