vernon sullivan
1201 (efendi)
birinci nesil yazar 9 takipçi 518.90 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    nejat tümer

    1.
  1. tuğrul türkeş

    4.
  2. yeşil şarkı

    1.
  3. can yücel imzalı bir yeni türkü şarkısı. beste derya köroğlu'na ait.

    baktıkca çoğalır yıldızlar gecede
    parmaklarınla sayılmaz
    kimi duyulur kimi duyulmaz
    dinledikce coğalır gecede
    sesler gelir
    ya hızlıdan ya yavaştan
    her şey kendi dilince konuşur
    karanlık örtse de üstünü
    gecede devam eder renk
    ağacın dalında rüzgarda
    her şey kendi rengince konuşur
    gözlerini kapatır beklerdi
    yaprağa benzer ellerini
    avuçlarını uzatır
    beklerdi işitinceye dek
    ağacın dalında rüzgarda
    yeşili duydu mu uyurdu
    rüyasında
    3 ...
  4. çiy

    1.
  5. kore türküsü

    1.
  6. nazım hikmet ran şiiri.

    ankara'da yedim taze meyvayı
    boşa çiğnemişim yalan dünyayı
    ankara'da yakın benim künyeyi

    anama söyleyin anam ağlasın
    gelin hatice'm kara bağlasın

    ankara'dan çıktım başım selamet
    kunuri önünde koptu kıyamet
    gelin hatice'm de kime emanet

    anama söyleyin anam ağlasın
    anamdan gayrısı yalan ağlasın

    tirene bindim de tiren sallandı
    zalim doktor hastaneye almadı
    iy'olursun dedi geri yolladı

    anama söyleyin anam ağlasın
    babamın oğlu var beni n'eylesin

    ankara'ynan şu kore'nin arası
    arasına boz dumanlar durası
    öldürür bu yara yoktur çaresi

    anama söyleyin anam ağlasın
    babamın oğlu var o da ağlasın

    kore'nin etrafı çepçevre meşe
    kurdunu kuşunu doyurduk leşe
    hüngür hüngür ağlasın gelin hatçe

    anama söyleyin anam ağlasın
    ak duvaklı gelin kara bağlasın

    mezarımı derin kazın bol olsun
    etrafı da lale sümbül gül olsun
    ben ölürsem hatice'mi el alsın

    anama söyleyin anam ağlasın
    ağlasın da yüreğini dağlasın

    [1952]
    2 ...
  7. hüseyin çakıroğlu

    1.
  8. 18 eylül 1985 bordeaux fenerbahçe maçı'nda fenerbahçe'nin gollerinden birini atan futbolcu. genç yaşında kanserden ölmüştür.
    0 ...
  9. new york sokaklarında

    1.
  10. mfö şarkısı.

    bir güzele gönül verdim
    anam istemedi
    iyilik mi bu bana
    bende istek kalmadı
    kimseleri görmeden
    uçuverdim uzaklara

    memleketi düşündüm
    newyork sokaklarında
    ayırt etmek güç oldu
    doğru ile eğriyi
    sevmek bize iş oldu
    newyork sokaklarında

    etler olmuş plastik
    endüstri nükleer
    metrolara yaklaşmak
    newyork sokaklarında
    vitaminler avuç avuç
    siren sesleri heryerde
    kovboylar huzursuz olmuş
    newyork sokaklarında
    1 ...
  11. kardeşin duymaz

    1.
  12. zülfü livaneli şarkısı.

    susarlar, sesini boğmak isterler
    yarımdır kırıktır sırça yüreğin
    çığlık çığlığa yarı geceler
    kardeşin duymaz eloğlu duyar

    çoğalır engeller yürür gidersin
    yüreğin taşıyıp götürür seni
    nice selden sonra kumdan ötede
    kardeşin duymaz eloğlu duyar

    yıkılma bunları gördüğün zaman
    umudu kesip de incinme sakın
    aç yüreğini bir merhabaya
    kardeşin duymaz eloğlu duyar
    3 ...
  13. jean paul sartre ve marksizm

    1.
  14. kitabın yazarı roger garaudy, ilk tümcesinde şöyle diyor; "sartre'ın varoluşçuluğu (existentialisme), marksizmin derinleştirilmesi ya da çağdaş marksistlerin yetersizliklerine çare bulmak isteyen bir tamamlayış mıdır? yoksa marksizme büsbütün karşıt bir felsefe midir?" yani bu kitapta ele alınan konu, ülkemizde şöyle böyle bilinen marksizm ile gene şöyle böyle bilinen varoluşçuluğun bir karşılaştırılmasıdır. jean paul sartre'ın marksist kuramcı roger garaudy ile tartışırken, kendini bir antimarksist değil, tersine olarak roger garaudy'den daha marksist saydığını göz önüne alırsak, bu yazışmaları, bizde arada bir görülebilen düpedüz karl marx'a karşı - karl marx'tan yana görüşlerin bir çatışması gibi düşünmek ilk bakışta yanlış olacaktır. gerçi roger garaudy, marksizmi ileri götürmek savında olan jean paul sartre'ın gerçekte marksizmin kimi ilkeleri ile taban tabana karşıt duruma düştüğünü gösteriyorsa da, ele alınan konular bakımından, bu tartışma genel olarak bizim düzeyimizi aşmaktadır. öyle ki, o kitabı okuyanların çoğu, tartışılan konulardan jean paul sartre'ın neden karl marx'a karşı olduğunu anlamak şöyle dursun, konuşulan sorunlara yaklaşamıyorlar bile.

    jean paul sartre'ın marksizm karşısındaki durumunu kulaktan dolma bilen okuryazarlarımız, şu ya da bu yanı gelişigüzel tutuyorlar veya, "marx eskidi" ya da "sartre aptalın biri," diyorlar da, roger garaudy'nin kitabını okumaya sıra gelince başları ağrıdığı için, "bu bizim halka göre değil," diye işin içinden çıkıyorlar. burada halkın suçu ne?

    gerçi birçok bakımdan geri bir toplumda olduğumuz için, burada geliştirilecek olan kuramlar, ister istemez kendi koşullarımızla sınırlıdır. sözgelişi roger garaudy, kitabının sonunda, "sartre'ın tarihin temel kanunlarından somut tikelliğe geçebilmeyi mümkün kılacak olan dolayımlar incelemesinde ileri sürdüğü üç teklifin marksizme faydalı olduğu söylenebilir. bunlardan birincisinin, psikanalizin bazı yanlarından yararlanmak olduğunu..." diyor ya, biz bugün marksizmi psikanalizle geliştirecek durumda olmadığımız gibi, bunun neden gerekli olduğunu da kavrayamıyoruz. çünkü marksizmi de, psikanalizi de, varoluşçuluğu da gereğince bilmiyoruz. bilmeden konuşacağımıza bunları baştan aşağı öğrenmeye çalışmamız doğru olur. bunun da yolu, tek yolu, tarih sırasıyla öğrenmek değildir. böyle olsaydı, bugün sözgelişi fizik biliminde, atomun parçalanma dönemini daha duymamış olmamız gerekirdi. bilimlerin, birtakım kuramların en yeni duraklarından haberli olmak, merak etmeyelim, bizi o bilimlerin, o kuramların temellerine değin inmeye zorlayacaktır. diyelim bugün roger garaudy ile jean paul sartre arasındaki tartışma bize ağır mı geldi, bunun nedenleri üzerinde durur ve george wilhelm friedrich hegel'in, karl marx'ın, friedrich engels'in, vladimir ilyiç lenin'in, kirkegard'ın... yapıtlarının tamamını dilimize çevirmeden bu işin altından kalkamayacağımızı anlarız.

    son olarak şunu da söyleyeyim: adı geçen kitabı toplumca işe yarar bulmayanların düşüncelerine de katılmıyorum. çünkü roger garaudy ile jean paul sartre arasındaki çatışma, ileri gitmiş ülkelerdeki birtakım pratik olaylardan da doğmuş olsa, salt o ülkelere özgü değildir. ekonomik durum ve bilim bakımından geri de olsak, yine yeryüzünün genel gidişi içindeyizdir, bu gidişin iyi ya da kötü etkilerinden bağımsız kalamayız. konumuzla ilgisiz gibi görünecek olan bir örnek vereyim: bugün yeryüzünde yeni bir emperyalizmden, sermayenin kılık değiştirmiş bir biçiminden söz ediliyor. bağımsızlıklarını ele geçiren sömürgelere, eski sömürücüler, yeni yollardan balta olmaya çalışıyorlar. bu yeni emperyalizmle, sermayenin bu yeni sömürme biçimi ile, yirminci yüzyıldan kalma kuramlarla savaşamayız. bu bakımdan yeni kuramlar, ileri gitmiş ülkelerden çok bizler için gereklidir demek hiç de yanlış olmaz.
    3 ...
  15. kuran ı kerim ve şairler

    1.
  16. kuran'ı kerim'de şiire ve şaire geniş yer verilmiştir... ünlü suara suresi'nin (26. sure) 224-227. ayetlerine göre "şairler gerçekten çok hayale, hatta kuruntuya dayanarak konuşan insanlardır..." (bkz. yaşar nuri öztürk, "kuran'ı kerim ansiklopedisi, s. 294). "o şairlere aklı az ve azgınlar uyar / görmez misin ki onlar sersemce her vadide / dolaşırlar. bilgiye değillerdir havi de. / yapmadıkları şeyi söylerler." (bkz. tanrı buyruğu oku "kuran", nazım çeviri, r. çiloğlu, oku yayınevi 1987, 435-436. sayfalar). "arşın anahtarları şairlerin diline konmuştur" sözleri de islam peygamberi'ne ait olmakla birlikte "kuran, erişilmezliğini sözdeki ahenk güzelliği yanında, sözün muhtevasındaki tutarlılık ve isabete de dayandırır ve şiiri, bu ikincide yetersiz veya bundan tamamen yoksun olduğu için vahyin altında görür. suara suresi 224 ve devamı ayetler bu inceliğe dikkat çekmektedir. bu ayetler söz güzelliğinin kuruntu ve tutarsızlığı, hatta ikiyüzlülüğü örtebileceğini ve bu yüzden şairi izleyenlerin hayal kırıklığına ve bazen sapıklık ve azgınlığa maruz kalabileceklerini ifade etmektedir." (bk. y. n. öztürk, aynı yapıt, s. 295-296).

    kuran'da şairlere yöneltilen "hayalcilik, kuruntuculuk" vb. suçlamalar da islam peygamberi'nin o dönemde "bir tür kahin" sayılan arap şairlerine karşı iktidar mücadelesiyle açıklanabilir.
    4 ...
  17. çok eşlilik

    1.
  18. sokak adları

    3.
  19. sokak adları her zaman ilgimi çekmiştir. istanbul'da ya da başka şehirlerde, sokak adları önünde durduğum, uzunca düşündüğüm çok olmuştur. bir kentteki sokak adları, o kentin geçmişinin, dünya görüşünün, yaşama kültürünün üzerinde uzunca durulup düşünülmesi, açımlanması gereken gizli tarihidir... tophane'de bir sokağa adını veren "tomtom kaptan" acaba kimdi? hayatından bir roman çıkar mı?

    istanbul'daki sokak adlarının kökeni, öyküleri konusunda acaba çalışmalar yapılmış mıdır? böyle bir çalışma sanırım çok ilginç olur, düşündürücü sonuçlar da verirdi. dünyadaki belli başlı kentler arasında bu bakımdan bir karşılaştırma yapılması sanırım çok ilginç sonuçlar verirdi.
    2 ...
  20. teessüf

    1.
  21. acıma, keder, elden çıkan bir şeyden dolayı kederlenme anlamlarını içeren arapça esef sözcüğünden türetilmiştir. türkçede 'acınmak', 'yazıklanmak' sözcükleriyle karşılanıyor. türkçe kökenli bu sözcüklerde, fazlaca maddi bir anlam yükü var. bir yitiğin ardından dövünmek, ağlamak gibi... bu sözcükler bence, 'teessüf'teki gönül kırıklığını içermiyor... (onların da değişik kullanım yerleri olduğu kuşkusuz. söz gelimi, tuttuğunuz takımın golcüsü ayağı sürçtüğünden penaltıyı kaçırdığı için yazıklanabilirsiniz). birine esef bildirmek, oldukça ağır durumlar için söz konusudur ve bir suçlamayı içerir. türkçe karşılıklarında, bu anlam ayrıntısını da bulamıyoruz. görüldüğü gibi kimi sözcüklerin böyle ele avuca sığmaz ve üzerlerinde düşündükçe derinleşen, ayrıntılarla zenginleşen anlamları var...
    1 ...
  22. özkıyım

    1.
  23. işgüzarlık

    2.
  24. haliç tersanesi

    1.
  25. istanbul'da bir tersane. fatih sultan mehmet zamanında yapılmıştır. üç kuru havuzu vardır. önce askeri amaçlarla kullanılmıştır. çeşitli dönemlerde yapılan genişletme ve modernleştirme çalışmalarıyla kapasitesi artırılan ve geliştirilen tersanenin alanı 75000 m2'dir ve 457 m uzunluğunda bir rıhtımı vardır.
    0 ...
  26. entry hakaret küfür ağır derece argo içermemelidir

    1.
  27. ağır derece argo muğlaklığı zihinleri zorlamaktadır. tüm yalçınküçüksever gammaz dostlar, algı düzeylerinizin orgazm noktasında alnınızdan öpüldünüz. yürü be!

    kasımpaşa!
    2 ...
  28. şiirde gelenek

    1.
  29. şiirde gelenek, düşünle zorlanamaz, gene şiirle kurulur. ahmet muhip dıranas da, cahit sıtkı tarancı da, orhan veli kanık da, yahya kemal beyatlı'nın ve ahmet haşim'in değerini hep savunmuşlardır. ama onlarda bu iki şairin açık etkisini aramak boşuna olur. dil ve ses bir kez bulundu mu, artık gelenek, benzerlik anlamını yitirir, bir etki-tepki diyalektiğine dönüşür. ne denli sevsek de, ne divan şiiri, ne de halk şiirimiz bu diyalektik içinde yer edebilmiştir. bu bakımdan, genç bir şiirdir bizim şiirimiz.
    5 ...
  30. burhan toprak

    1.
  31. yunus emre'yi, batılı bir aydın kafası ile ilk değerlendiren kişidir. ne yaptı? şiirlerini kendince sıralayarak yunus'a bir yaşam kurdu: bu yaşam içinde yunus, önce inanmayan, bunalımlar geçiren biri iken, yavaş yavaş dinginliğe ve inancaya erer. batılıca bir ele alıştı bu; çünkü eski ozanlarımız için yaşam-şiir koşutluğu hiçbir zaman düşünülmemişti. düşünülemezdi de; neden derseniz, şiir, ozanın kişiliğindeki değişimlere uyarak gelişen bir sanat olarak görülmezdi, olmuş bitmiş bir dünyanın işçisi idi ozan. bu dünya içinde 'değişme'nin bir yeri olamazdı. yeni platoncu anlayışa göre, yaratan ve yaratılan birdi, bir bütündü. tanrı'da gelişme düşünülemeyeceği inancı, elbet onun bütün parçaları için de geçerli idi. işte bu geleneği yıkıyordu burhan toprak ve böylece yunus'u günümüze getirmiş oluyordu.
    1 ...
  32. fuat ömer keskinoğlu

    1.
  33. hecenin en kıvrak kullanımı ile yazılmış şiirleri içeren petek adlı şiir kitabı gerçi kendisine güçlü bir şair ünü sağlamadı, ama bir zamanların edebiyat çevresinde en sevilen ünlü kişilerden biri idi o. yahya kemal ona bir gazelini ithaf etmiştir.
    0 ...
  34. istiğrak

    1.
  35. mütasavvuflarda vecd, dalgınlık durumu.
    3 ...
  36. celal kadri kınoğlu

    1.
  37. george levine

    1.
  38. 1931 doğumlu amerikalı edebiyat eleştirmeni, akademisyen.

    (bkz: darwin sizi seviyor)
    1 ...
  39. darwin sizi seviyor

    1.
  40. mayıs 2009'da 'doğal seçilim ve dünyanın yeniden büyülenmesi' alt başlığıyla metis yayınları'ndan çıkan george levine imzalı kitap.
    2 ...
  41. doğa bilimleri

    1.
  42. doğa bilimlerini öğrenmekten daha yararlı ne olabilir? ama üniversiteden mühendis olarak çıkmış rağmen bütün lise yaşamımda hiçbir zaman böyle bir yararın bilincine, öğretilenin tadına varamadım. önce şunu söyleyeyim; fizik ile kimyanın konuları çoğu yerde çakışıyordu ve biz bu konuların neden bir ders içinde okutulmadığını anlayamıyorduk. ben fizik ile kimya arasındaki ayrımı, büyüdükten sonra, kendi kendine öğrendim. sonra, bir doğa yasasını öğretirken, öğretmen bu yasayı bulan bilim adamının adını söylüyordu gerçi, ama bu bilim adamının o yasayı ne zaman, hangi koşullar içinde bulduğunu anlatmıyordu. böylece, sanki zaman içinde olmayan, bir gelişim sürecine girmeyen buluşlar, birbiri arkasından ezberlettiriliyordu bize, birbirleriyle ilişkisi gösterilmeden. dahası var, bütün bu büyük buluşların neden hep batıda gerçekleştirilmiş olduğunu soramıyorduk öğretmenimize, sorsaydık bir yanıt alamazdık sanıyorum. batı nasıl bir uygarlık sürecinden geçmişti de, bütün bu bilimleri sanki tekeline almıştı? bilimlerin doğmasındaki ve gelişmesindeki itici neden hangi koşullardan kaynaklanmıştı? bunu tarih öğretmenimize soramıyorduk, sorsak alacağımız yanıtı biliyorduk: "benim alanım değil." oysa bu öğretmenlerin tümü bize batı uygarlığının bilimlerdeki gelişimini okutuyorlardı, ama hiçbiri bu uygarlığı tümü ile göremiyordu. fizikçi, tarih bilmiyordu, onun alanı değildi tarih; tarihçi fizik bilmiyordu, onun alanı değildi çünkü. peki, bu toplu bakışı bize kim verecekti?

    tarih öğretmeni, hazırlandığı dersi, diyelim karahanlılar konusunu ezbere söylüyordu, ama orta asya'daki bu kısa ömürlü devletlerin neden birbirleriyle çarpıştıklarını, birbirlerini yıktıklarını anlatmıyordu. dahası var, tarih, orta asya'dan avrupa'ya geçtiğimizde sanki baştan başlamış gibi oluyordu. eşzamanlılık kesenkes sözkonusu edilmiyordu. biz, diyelim yıldırım bayezit ile, onun günündeki fransa'da ne olup bittiğini bir türlü bitiştiremiyorduk. çünkü bunlardan biri diyelim mart ayında, öteki nisan ayında ya da bir dahaki yıl okutuluyordu. dünya çorbaya dönüyordu. işin asıl kötüsü, bu olayları neden ezberlediğimizi bilmiyorduk, hatta bu olayların gerçek olup olmadığından kuşkulanıyorduk, çünkü bize belgelerden hiç mi hiç söz edilmiyordu.

    hiç unutmam, lisede bir jeoloji öğretmenimiz vardı, jeoloji kitabında resimleriyle gösterilmiş ve her biri üstüne kısa kısa bilgiler verilmiş taşları bize ezberletiyordu. kuartz diye sorsa, biz kitapta kuartz için ne yazılı ise onu söylemek zorunda idik. ama bu taşı hiç görmemiştik, bilmiyorduk. görsek ne çıkardı? bu taşların bize neden öğretildiği hiçbir zaman anlatılmıyordu.

    felsefeye geçtiğimizde büsbütün şaşırdık. birtakım büyük adamlar, birtakım büyük sözler söylemişlerdi; bu sözlerin, söylendikleri günün bilimleriyle ilişkisi var mıydı? bilmiyorduk, soramıyorduk.

    biyoloji, jeoloji, insan bilimleri okutulurken, bunların temelinde yatan evrim (hatta devrim, mutation) gerçeğine dikkat çekilmediği, böylece bilimlerle felsefeler arasında tutarlılık bulunduğu anlatılmadığı için, uygarlığın vardığı düzey üstüne sağlam bir kanı edinilemiyordu. toplu bir bakışa varılamadığından, bilimsel bilgilerle yaradılış söylencesi yan yana duruyordu.

    dönelim başa... demek bilim öğretiminin, din öğretiminden ayrımı kalmıyordu. sanıyorum, dinci görüşün, eğilimi tümden ele geçirme hevesi biraz da bundan kaynaklanıyor. çünkü bilim eğitimi, tam bilim olmadıkça, dogmalarla savaşıma girişemez, dogmaları yenemez. gerçekte bizim toplumumuzun tarihinde bilim-dogma savaşımı olmamıştır. yaradılış anlayışının birden boy göstermesi, evrim kuramının gereğince öğretilemediğini kanıtlar gibidir. her şey sağduyuya bırakılmıştır, sağduyu ise eşit paylaşılmamıştır. oysa darwin sizi seviyor.
    4 ...
  43. asiye nasıl kurtulur

    1.
  44. vasıf öngören oyunu.

    çağdaş türk tiyatrosunun başyapıtlarından biridir. oyun,gecekonduda yaşama savaşı veren "asiye" ile annesinin bu ortamdan kurtulmak için verdikleri mücadeleyi, oyunsu niteliği, içerdiği ironi ve gülmece ögeleri ile anlatır.

    "asiye" tiplemesini ilk olarak zeliha berksoy oynamış ve bu rol oyuncunun kariyerinde önemli bir yer etmiştir.
    2 ...
  45. uçurtmayı vurmasınlar

    1.
  46. türk sinema tarihinin onemli filmlerinden biri.
    17 ...
  47. müdebbir

    1.
  48. öngörüşlü, ileriyi görerek hareket eden.
    0 ...
  49. tarih vakfı

    ?.
  50. eski ismi türkiye ekonomik ve toplumsal tarih vakfı'dır. 1991 yılında kurulmuştur. "her türlü önyargıdan, şovenizmden uzak" tavırları ile önemli işlere imza atmaktadırlar.

    http://www.tarihvakfi.org.tr/
    1 ...
  51. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük