istanbul ticaret üniversitesini tercih etme sebebim sağladığı olanakların öğrenciler için çok iyi olmasıydı. sahiden şaka bir yana gerçekten bakınca bir hayli iyi görünüyor. üstelik burs imkanları da gayet güzel.
-Danimarka'da 25 yaşına kadar evlenmemişseniz, doğumgününüzde üzerinize tarçın atılıyormuş.
Şimdi bu uygulamanın kökenini anlatacağım. Bir gün Danimarkalılar oturmuş düşünmüş. Lan demişler, bizi niye kimse bilmiyor? Onu yapsak ingilize benziyor, farklı bir şey yapsak türke benziyor, enteresan bir adet icat etsek japon gibi diyecekler. danimarka denince kafada canlanan bi özelliğimiz yok. Çakmayız sürekli napıcaz? Demişler tarçın! Evet insanlara tarçın atalım. Sonra düşünmüşler durup dururken atamayız. 25 yaşında atalım! Ama çok tarçın gider israf olmasın demiş birisi. En son evlenmemiş ve 25 yaşındaki insanlara sadece doğum gününde atılmasına karar verilmiş. Bu da onların kültürü yazık. Alay etmeyin onların da bir kültürü olsun...
Çanakkale kutlaması mıdır, yası mıdır; şenliği midir belli olmayan 250 binlik ordumuzun yok edildiği günün sene-i devriyesi vesilesiyle tüm gün sazla türkü söylenmesine maruz bırakılmaktır. Tarsus'un yarenlik alanında ve birçok yerde de bu törenler yapılıyor. Orada ikamet eden vatandaşlara tüm gün müzik dinlemek ister misiniz diye sorulmuyor. Ayrıca müzik zevkiniz nedir, hangi tür müzikler seversiniz, türkü dinlemek ister misiniz denmiyor. Hatta şu sabahtan beri çalınan sazlı melankolik Türküyü evinizin dibinde saatlerce çalmamızın bir mahzuru var mı diye bir soru da sorulmuyor.
Bir yere kadar anlayabilirim. Mesela bu bir milli bayram veya milli yas günü ya da milli her neyse; önemli bir öğe. Ama bu tarz törenler de en fazla 2 saat sürmeli.
Aile bakanımız Hollanda'ya gitmeli miydi, illa orada evet propagandası yapmaya gerek var mıydı ya da 15 mart hollanda genel seçimleri arefesinde kendi ülkelerinde ortalık karışıkken bir de bizim referandumun vakti doğru muydu? Bunlar tartışmaya açık sorular. Bunları sabaha kadar tartışabiliriz.
Bununla birlikte, çölaşan bir örnek veriyor. Diyor, Hollanda'da bizim ne işimiz var? Cumhurbaşkanı propaganda hakkımız vardır demiş. Ona cevap olarak 2004'te kendisi başbakanken Kıbrıs'ta ab'ye kıbrıs girsin mi girmesin mi referandumu vardı. Rauf denktaş hayırcıydı, erdoğan evetçiydi. Denktaş mitinglerine anadoluya gelerek devam etmiş, erdoğan da Kıbrıs'ta yapsın, buraya niye geliyor demiş.
Velhasıl, çölaşan da diyor; o zaman Hollanda'nın bunu demesine neden kızıyorsunuz? Fakat çölaşan bir noktayı atlıyor. Arada bir fark var.
Kıbrıs'ta yapılan referandumda anadoluda oy kullanılmayacak. Sadece kıbrıslılar oy atacak. Anadoluda miting yapmanın anlamı yok. Muhatabın yok çünkü. Ama Hollanda'da oy atacak kişiler var. Orada propaganda yapman için muhatabın var. Aradaki bu farktan dolayı, benzetmesi adaletsiz olmuş.
Haftalar önce yanıma 30 cm'den daha yakına gelmeyen bir kedi vardı. Her gün düzenli olarak besledim, artık okşamama izin veriyordu. Biraz tutsam kaçmaya çalışıyordu. Sonra buna küstüm. Daha sonra barıştık, peynir vermeye devam ettim. Ve şunu fark ettim; kediyi en ufak tutar gibi olduğumda telaşa kapılıyor, sanki tecavüze uğrayacakmış gibi kendini savunuyordu. Haliyle öfkelendim. Bunu bana nasıl derdi. Sonra bacaklarını yakaladım pençelemesin diye, ağzından maaow diye çaresiz bir ses çıktı. Daha da sinirlendim. Çünkü çaresiz hissetmesi bana haftalardır bir gıdım güvenmediğini gösteriyordu. Bana resmen katil veya tecavüzcü muamelesi yapmıştı. Sonra elimi ısırdı. Ben de gitmesine izin verdim. Aramız bozulmuş oldu. Hem ben seni peynirlerle besleyeyim, annemden gizli sucuklar vereyim; sen kalk bana bunları de. Bundan sonra en az peyniri sana vereceğim. Diğer iki kediye karşı seni korumayacağım. Görürsün.
Ve susmaktır. Ama her sesin bir yankısı var. insan oraya sussa da, buraya haykırır bu sefer. Hem oraya hem buraya susamaz. Yoksa delirir. Her insan sırlarını dökeceği bir kör kuyu bulur. Aleni söylehemediklerini fısıldayacağı kulaksız yaşam mümkün değildir. Her susmanın beş konuşma cezası vardır. Sustukça kelimeler birikir, sonra patlayıverir de o yüzden.
Madem öyle, işte böyle. Buradayız her zaman. Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin tam üzerinde duruyoruz. Ne eksik, ne fazla. Huzur istiyordun madem, huzur verecektin demek ki. Ettin ki buldun. Etmeseydin bulmazdın. Ellerinin eserine bak dikkatlice. Madem güzel bir tabloydu, neden duvara asmadın? Hak ettiği değeri vermedin.
intihar oranlarının cinsiyetlere dağılımına bakılırsa, kadınların intihara teşebbüste daha fazla, erkeklerin ise intihar başarısında daha fazla sayıda olduğu görülür. bu da kadınların başarmak, yani ölmek için değil, intihar etmiş olmak amacıyla buna giriştiği yorumlarına sebep olabilir. genellemelerin hepsi doğrudur. çünkü genellemedir ve her genelleme istisnaları kabul eder. genellemeler sayesinde büyük yüzde hakkında fikir ediniriz, ancak istisnaların da olduğunu ekleriz. herkes için yani her kadın için gösteriş önemlidir diyemesek de, şunu kesinlikle söyleriz ve söylüyorum: kadınların 'çoğu' erkeklerin 'çoğundan' daha gösteriş meraklısıdır. istisna iki cinsiyette de mümkün olsa bile.
velhasıl-ı kelam, intihar eden kadınların önemli bir kısmı dikkatleri üzerine çekmek için bunu yapıyor. bu kız 3 kere denemiş ve 3ünde de ölmemişse bunu kesinlikle bu sebeple yapmakta. kız adım adım planlamış. ilk adım, insanları başıma topla. gazetelere düşeyim, tv haberleri benden bahsetsin, sosyal medya beni konu alsın. ilk adım başarıldı. ikinci adım, topladığın insanlara güzel olduğumu söylet. muhtemelen kendini güzel bulan, ancak güzelliği nispetinde övgü almadığını, değerinin bilinmediğini düşünen bir narsistti. zaten güzelim, tek ihtiyacım olan şey, bunu bana defalarca söyleyecek insanlar. ikinci adım da tamamlandı. ve kız tatmin oldu. şimdi huzur içinde uyuyor.
s&m şarkısı youtube'a ilk düştüğünde hemen sansürlenmişti hatırladığım kadarıyla. sözlerine dikkat etmek yıllar sonra aklıma geldi. gayet seks üzerine yazılmış bir şarkıymış. sansürlenme sebebini yıllar sonra anlama ihtiyacı hissettim. sözlerinde enteresan detaylar var.
önce olduğu gibi aktarıp sonra çevireyim:
--spoiler--
'Cause I may be bad but I'm perfectly good at it
Sex in the air, I don't care, I love the smell of it
Sticks and stones may break my bones,
But chains and whips excite me
--spoiler--
zira, kötü olabilirim ama kötü olmakta gayet iyiyim
açık alanda seks, umrumda değil, kokusunu seviyorum
çubuklar ve taşlar kemiklerimi kırabilir ama
zincirler ve kırbaç beni tahrik ediyor
gerisinde de hadi daha güçlü, ah ah filan gibi seks sözleri söylüyor ablamız. şarkı tamamen seksi anlatmaya yönelik yazılmış, ayrıca "çubuklar ve taşlar" dediği ile kast ettiği erkek organlarını sanırım anlatmaya lüzum yoktur. şarkının adı da s&m yani iki harf. bu s ve m harfleri "sadizm ve mazoşizm"in kısaltmaları. seks sırasında birisi acı veren diğeri de acı duyan iki kişiyi temsil ediyor. bir kullanıma göre de "s(slave yani köle) ve m(master yani efendi)" ikilisini de temsil ediyor olabilir. fark etmez, iki durumda da sadist-mazoşist bir seks ilişkisini anlattığı şarkının sözlerinin kalan kısmından da belli oluyor. rihanna bu konuyu ele alma gereği hissetmiş. klipte de adamı köpek gibi gezdirip aşağılıyor, sadistçe. adam da havlıyor, mazoşistçe kendisini aşağılıyor. klip, sözler, şarkı ismi uyumlu olmuş. rihanna'yı tebrik ederiz. çok aferin. ne güzel de anlatmış bize.
ikinci bir konu daha dikkatimi çekti, klipte not alan gazetecilerin notları manşet oluyor, manşetler de ekranda kayıyor. içlerinden birisi şu: "rihanna princess of illuminati" yani illuminati'nin prensesi rihanna. neden böyle bir yazıyı klibinde geçmiş olabilir? belki de bu tür sözleri ve manşetleri ancak gazeteciler uydurur gibisinden bir mesaj vermeye çalışıyordur diye düşünüyorum. gazeteci rihannayı izliyor sonra, not alırken illuminatinin prensesi diye yazıyor, ertesi gün manşet o. rihanna da bence bunlarla benim alakam yok, ama gazeteciler manşeti atıyor demeyi böyle uygun gördü. belki de millet bunun hakkında konuşsun reytinglerim daha da artsın diye ortalığı karıştırmak da istemiştir. bilemiyoruz.
Rıdvan Dilmen'in karakterini sevmedim. Kötü huylu bir insan olduğunu düşünüyorum. Ahmet Çakar'la birlikteyken yumurta atmışlar. Yumurtayı da aslında Çakar'a atmışlar. Bunu özellikle belirtme gereği duydu. Çakar diyor ki bize yumurta attılar. Dilmen dayanamıyor hemen ekliyor, "kafasına" (kafamıza değil) yumurta attılar, sekti bana "da" geldi. Yani kendisine haşa yumurta atmamışlar, suç Çakar'da. Ona attılar, sekti bana da geldi. Bu doğrudur, gerçektir belki. Ona gerçekten de atmamışlardır, sektiği için gelmiştir, ama bu gerçeği özellikle belirtme ihtiyacı duyması, aman bana attıklarını zannetmeyin onu Çakar'a attılar, kötü olan Ahmet Çakar ben masumum şeklinde bir endişe duymasından dolayı onun kötü huylu bir insan olduğunu düşünüyorum.
bıyıklarını kesmiş, sakalını bir miktar uzatmış, başında yeşil veya beyaz takke olan insan. daha çok yeşili en şiddetli nefret uyandırır. bu şekil hz. muhammed'in sünneti olarak taklit edilir. doğru olabilir. belki de zamanında hz. muhammed sürekli olarak bıyıklarını kesip sakal bırakmayı daha kendisine yakışıyor diye düşünerek tercih ediyordu. o zamanki müslümanların hz. muhammed gibi sakalımız olsun, bıyıkları kesti biz de keselim, bakın kediyi okşadı, hadi kedi okşama kuyruğu oluşturalım; ekmek yerken serçe parmağı değmemiş, o zaman 3 parmakla ekmek tutulur gibi triplere girdiğini zannetmiyorum. dolayısıyla müslüman olan insanların bir sakal imajı olmak zorunda değil. kaldı ki, şu an kapı açılsa, içeri hz. muhammed girse, bıyıklarını kesmiş, sakallarını uzatmış ve kafasına yeşil takkeden takmış olsaydı; ben kendisinden özür dileyerek, artık işid'i, terörist dincileri ve yobazları temsil eden bu tarzın müslümanları kirletmemesi gerektiği tespitimi kendisine aktarır ve bundan sonra bizim herhangi bir imaja da şekilciliğe de ihtiyacımız olmaması gerektiği fikrimi kendisine söylerdim. yeni fikirlere de açığım, bu tespitimde yanlış yapmışsam hz. muhammed'in bundaki sakıncaları söylemesiyle geri adım da atabilirim. ancak bence şu noktada tarz veya karakteristik görünüşler kişiselleşmeli, bir grubu temsil etmemeli. hatta gerekirse tersini temsil etmeli. işid bıyıkları kesip sakalları bırakıyorsa biz müslümanlar artık bıyıkları bırakıp sakalları keselim. yok mu mavi, kırmızı takkeler? getirin. onlardan giyelim.
fen liselerinin tamamına şamil edilmemesi gereken, daha çok kavga eden şahsın kişisel davranış problemlerine odaklanılması lazım gelen kavga.
stres yönetimini çok iyi beceremeyen genç arkadaşımız bir anda celalleniyor ve aklına gelen muhtemelen en ağır ve yaralayıcı sözleri, hayal gücünün elverdiği nispette tabi, söylüyor arkadaşına. değersiz bir yığın olacaksın gibi bir söz(tam hatırlayamadım, emin olmak için tekrar videoyu açacak sabrım da yok, kusura bakılmazsa). buradan tahmin ediyorum ki, değerli olmak ve değersiz olmak konuları üzerine biraz fazla kafa yormuş. göz devirmeler, kadınsı bel hareketleri de hem sükunet anlamında hem de cinsel anlamında kontrolünü koruyamadığını düşündürmekte. tam tersi kendisi de çok değerli olacağını düşünüyor. bütün fen lisesi öğrencileri böyle yerli yersiz gülüp belini kıvıra kıvıra, kadınsı ses tonuyla sesini kaldırıp indirerek karşısındaki insana bu şekilde "haddini bildirseydi", ve bu fen lisesi öğrencilerinin bir karakteristiği olsaydı, oradaki kıvırcık saçlı daha bir aklı başında görünümü veren genç onu doğal karşılardı. demek ki endişe edilecek bir şey yok. fen liseleri de normal insanlar barındırır, ama bazı zayıf kişilikli çocuklar şımartılmayla bu seviyeye kadar kontrollerini kaybedebiliyorlar.
evlilik programında 2.500 maaşı duyunca kadının sarf ettiği cümle. bahsi geçen olayda kadın bu parayla bana bakabileceğini mi düşünüyorsun diyor, iki bin beş yüz sanmıyorum benim mazot parama yeteceğini diyor ve internette fenomen oluyor. beyaz futbol dahil her yerde dalgası geçildi. sözlüklerde kadına hakaretler edildi. en son "motorunun bu kadar büyük olduğunu bilmiyorduk" yorumunu ahmet çakar yapmış.
bunları duyunca insan bir yandan gülüyor, diğer yandan üzülüyor. kanaatimce, yapılması elzem olan ve hiç göremediğim yorumların ilki şuydu: bir kadının, ne kadar maaşı yeterli görmesi gerektiği veya kendi kadrince rahat yaşayabilmesini temin edecek paranın ne olması gerektiğini bir üçüncü şahsın ölçüp biçmeye hakkı var mıdır? yani kadın hangi imkanlarla mutlu oluyor, ne kadar para buna yeterlidir, bunu o kadından başkası tartabilir mi? o kadınla alay eden sosyal medya maymunları neden kadının adına bir bütçe atamaktadır; 2.500'den daha fazla para istemeyi şımarıklık olarak görmektedir? kadın size mi soracaktı? ha 2.500'ü fazla görüp kadın 1.500 yahut 2.000 türk lirası maaşını yeterli görmeliydi mi diyorsunuz? mazotunun parası 500 türk lirasını geçmemeli mi diyorsunuz? 1.000 türk lirası ile 5 kişi geçinen var mı diyorsunuz? evet, geçinebilir bir aile belki de. belki de ülkede 1.000 lira ile 5 kişilik aile geçiniyordur. peki onların kabul edip yeterli bulduğu imkanlarla sürdürülen hayatı bu bahse konu olan kadın aynı şekilde yeterli bulmak zorunda mıdır? neden kadına şımarık muamelesi yapıldı? kadın için neyin yeterli, neyin yetmez olduğuna karar verecek merci yine o kadının şahsıdır. burada dalga geçilecek, rezil edilecek bir cihet görememekteyim.
önemi ve soru kalitesi anlamında bir değeri olmayan sorunsal. allah neden yarattı? şu sebepten diye cevaplandığı zaman bize ne kazandırıyor? hiçbir şey. allah'ın kendisine göre çok anlamlı bir sebebi olsa ne olur, saçma bir sebebi olsa ne olur. bize göre gerek yoktu desek ne olur, yok yok iyi ki yaratmış ben olsam ben de yaratırdım desek ne fark eder. yaratmış ve olup bitmiş. her şey bittikten sonra neden oldu diye sorgulamanın bir getirisi yok. yaratmış işte. ne yapabiliriz? velhasıl-ı kelam, daha mantıklı ve cevabının bir şey kazandırdığı sorular sorulmalıdır.
büyük bir erdem. susmak en son öğrenilir. önce yavaş yavaş etrafınıza bakarsınız. sesiniz çıkar. sesten sonra sözü öğrenirsiniz. konuşursunuz. daha çok konuşursunuz. sonunda susarsınız.
burada, yani sözlükte çoğu kişi konuşmasını bile bilmiyor. kuru gürültü var. seri üretim başlıklar açılıyor. eğlenmesini bile bilmiyor gençler. ciddi işler yapamadılar, ciddiyetsiz, komik bile olmayı beceremiyorlar. sadece söylemeye değer sözler söylenseydi, bu sözlükte susmak yaygın anlamda öğrenilmiş olsaydı, bomboş başlıklar açılmazdı. sadece gerekli şeyler olurdu. bilgilenen giderdi. yazılanların yüzde 99u manasız işler.
George Washington'a kimse halasının oğlu gibi George demez. Mahatma gandhi'den de insanlar gandhi diye veya tam ismiyle bahseder. Isaac newton konusu geçerse soyadıyla, newton diye söylenir. Her yerde bir lisan adabı hakimdir. iz bırakmış kişiliklerin isimleri böyle kullanılır. Hz. Muhammed'in de, onun peygamber olduğunu kabul edin veya etmeyin, ismi Hz. Muhammed'dir. Müslüman da olsan hz. Muhammed'dir, 21. Yüzyılda Hristiyan (ve türkçe konuşan) da olsan onun ismi: Hz. Muhammed'dir.
Kuran tilaveti, tecvid kültürü ne o zaman diye sorulacak iddia. islam kültüründe müzik her zaman vardır: ezanlar, selalar, Kâbe'de kuran tilaveti yarışmaları... müziğin haram olması laftadır.
Benimdir bu. Mavi gözlüleri kendimle aynı tür görememek gibi bir eğilimim vardır. Yeşil ve mavi gözlüler tipim (türüm?) Değildir. O yüzden onlarla işim olmaz. Hiç alıcı gözle bakamam.
lineer çalışan, mekanik, ince eleyip sık dokuyan, detaylara takılan. özellikle takıntılı ve saplantılı. takıldığı noktanın merkezi etrafında dönebilen. o şeyi tutan, yana yatıran, sağına soluna bakan, altındaki, üstündeki her şeyi didik didik eden ama asla içini görmeyen kişilerdir. analitik zekayı bir gece havada uçuyor görürseniz, bilin ki karanlıkta göremediğiniz bir ipte yürümektedir. uçamazlar. her şeyi böler, parçalar, yutarlar. planlarını adım adım hayata geçirirler. gözleri kartal gibidir, çok keskindir. dikkatleri çok yüksektir. çok sinirlidirler. çünkü görünmeyen şeyler görüp diğer insanların görememelerinden hayıflanırlar; bu da kendilerini çelişkili hissettirir.
bunun tersi olan yaratıcı zekalar lineer düşünmezler. kesiklidir düşünceleri. işte sanatçılar bu tip zekalardır. onları uçarken görürseniz, inanabilirsiniz. ayakları yere basmaz, adım adım mantığın ilkelerini takip etmezler. sıçramalar yaparlar. baştan sona hesaplamadan sonu görürler. delidirler. kafayı yemişlerdir. bunlar şeylerin içlerindeki gizi görürler. gözleri kördür. gözlerini kapatmadan göremezler. plan yapmazlar, planlar onların görüşlerini kapatır. düşünmezler, bir anda görürler gördüklerini.
Gece gece pijama partisi düzenleyip kant'ın transandantal idealizmini hararetle tartışan kızlardır. David hume'ün nedensellik eleştirisi yüzünden saç baş birbirine girmeleri an meselesidir.
bunun ayet olduğunu bilmeyen kör cahilleri göstermiştir.
edit: (bkz: hadid suresi 11). bir de bazı cühela takımı islam'ı ticaret demekle kötülüyor. islam ticaretin ta kendisidir bilmiyorlar. din, allah ile kul arasında akit, ahid, yani "sözleşme"dir. ayetlerde her fiile verilen bir sevap vardır denir, bu sevabın arapçası "ecir". yani ücret. cennet iman "karşılığında" verilir. bunların hepsi ticaret terimleri. hala ticareti olumsuz bir şey sanan embesillerin dikkatine. din ticarettir.
komunistlerin dünyası ne güzel lan. her zaman başarısızlıklarının üstünü örtebileceği bir kapitalist öcü var. ben ilaç buldum ama kapitalist ilaç şirketlerinin işine gelmez tabi. onlar engelliyor hep. yoksa buldum yani. sırf buldu mu bulmadı mı diye dikkat çekmesi, acaba diye bir miktar kitlenin denemesi onlara yeter zaten. dünya bu propagandistlere güzel. kısa günün kârı.
tek kullanımlık, her anime, çizgifilm veya çok ucuz filmlerde işe yarar senaryodur. malzemeler:
bir kız. kahraman kızı kurtarır. düşman ölür. kahraman kurtarmış olsa da, yaralanır. kız da endişelenir. isteyenler evde içine aşk koyup küçük sürprizler yapabilirsiniz. afiyet olsun.