O bedavaları alacağım oğlum senden. içimde ukte kaldı... ya bu dünyada ya öbürkü dünyada yakana yapışıp alacağım o bedavaları. Adi herif biz bilmiyor muyuz kampanyanın bitmediğini..
Henüz ilk defa denediğim, biraz korku ve heyecan katmaya çalıştığım bir hikayem var. Dileyen okuyabilir:
Henüz yakın zamanda, iki kardeş vardı. Büyük olan erkek kardeş on sekiz yaşında, küçük olan kız kardeş on yaşındaydı. Birbirleri ile çok iyi anlaşan bu kardeşler, birbirlerini sevip kollarlardı.
Ne var ki büyük olan liseyi bitirmiş, başka bir kentteki, ülkesinin iyi bir üniversitesine gitmeye hak kazanmıştı. Bu yakında kardeşiyle ayrılacakları ve kardeşinin onu çok özleyeceği anlamına geliyordu.
işte ayrılacakları yaklaştığı vakit, ağabeyi ile küçük kardeşi biraz eğlenceli zaman geçirebilmek için lunaparka gitmeye karar verdi. Hem bu güzel bir hatır olurdu.
Ilık bir cumartesi akşamı kentteki en büyük parkın içşndeki lunaparka gittiler. Adeta insan yağmıştı buraya. Herkeste yazın sevinci, içten gelen bir coşku vardı. Işıl ışıl oyuncaklar küçük kardeşin gözünü alıyor. Sevinçle hepsine binmek istiyordu. Ağabeyi onu kırmak istemiyor, hepsine biniyorlardı. Artık ağabeyi ile o kadar çok oyuncağa binmişlerdi ki küçük kardeşin midesi bulanmaya başlamıştı. Bunun üzerine ağabeyi kardeşini parkın çıkış kapısı yakınlarındaki tuvalete götürdü. Dışarıda beklerken kardeşinin iyi olup olmadığını merak ediyordu. Tam o sırada kızıl saçlarının üzerine bir yemeni bağlamış, şalvarlı, esmer bir çingene karısı yaklaştı. Ağabey daha ne olduğunu anlayamadan bir anda burnunun dibinde bitmişti sanki. Çingene karısı ona fal baktırmak isteyip istemediğini sordu. Ağabey hayır diye sertçe tersledi. çingene bir kere daha soruyordu. Ağabey ona istemediğini yineledi ama kadın bıkmaz usanmaz bir yüzsüzdü. O sıra tuvaletten kardeşi çıkageldi. Belli ki kusmuştu, yüzü solgundu. Bitkin görünüyordu. Ağabeyi halini sordu. Bir şeyler mırıldanıyordu, ne dediği belli değildi. Beraber çıkışa doğru yönelmişken kenardan onları izleyen çingene karısı önlerini kesti, itici bir şiveyle kardeşini de iyileştirebileceğini söyledi. Ağabey böyle şeylere inanmazdı. Büyü, fal, şifa verme cahillerin uyduruğuydu. Ne var ki çingene karısı ısrara devam ediyordu. KArdeşi ise korkup ağlamaya başlamıştı. Ağabey sinirlendi ve yolumdan çekil der gibi ittirdi. Çingene karısı dengesini kaybedip kaldırımdan aşağı yuvarlandı. Yola kapaklandı. Elleri kanamış, Üstü başı dağılmış örtüsü kaymıştı. Yalpalayarak doğruldu. O an kardeşler kadının esmer lekeli, pis ve çirkin yüzüne hiç de yakışmayacak güzellikte yemyeşil gözleri olduğunu fark ettiler. O nadide, yeşil gözler parladı. Sonrasında kadın içinden bir şeyler konuşarak hiçbir şey yaşamamışçasına yanlarından geçip gitti.
Açıkçası ağabey de bu kadarını beklemiyordu. Kadına zarar vermek istememişti. Kardeşinin ağlamasını susturarak gözyaşlarını sildi. inssanların garipser bakışlar arasında eve doğru yola koyuldular. Küçük kardeş, O gece unutmak için erkenden uyudu. Büyük olanı ise uyuyamıyor, bu kötü anıya ne gerek vardı diye geçiriyordu içinden. Keşke sadece kötü bir anı olsaydı.
Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra ağabeyin ayrılma vakti gelip çatmıştı. Otobüs bileti alınmış, valizler hazırlanmış, her bir iş tamamlanmıştı. Sadece bekliyordu artık. Annesi ve babası alışverişe çıkmış, kardeşi ise bir sınıf arkadaşının evine gitmişti. Evde yalnızdı. Salondaki en sevdiği tekli koltuğa oturdu. Derin bir nefes alıp başını geriye yasladı. Neredeyse Her şey aklına geliyordu alakalı alakasız. Bu evde yaşadıkları göz önüne geliyor, ailesini özleyeceğini tahmin ediyordu. Her ne kadar başarılı bir çocuk olsa da sosyal olamamıştı hiç. Zekiydi, okumayı severdi, ne duysa aklında kalırdı. Dersi çalışmadan başaran ender öğrencilerdendi. Üniversite böyle mi olacaktı, bilmiyordu. Pek çok endişesi vardı... Sonra bunlardan sıklıp ayağa kalktı. Duvardaki fotoğrafları inceledi. Kardeşi ve kendinin fotoğraflarıydı bunlar, babasının mesleği fotoğrafçılık olduğu için o kadar çok fotoğrafı vardı ki. Doğum günlerinden hatıralar, bebeklikleri, çocuklukları ve yaramazlıkları, ağabeyin ilkokul ve lise mezuniyetleri hep bu karelerdeydi. Bunlar hep eskide kalmıştı, şimdi yeni bir gelecek vardı önünde. Okuyup mezun olacak, iş bulup evlenecekti. Derken saat altıyı vurdu. Ağabey düşlerden arınıp kendine geldi. Kardeşini hatırlayıp aniden endişelendi. Kaç saattir arkadaşlarındaydı hala dönmemişti. üstelik ağabeyinin beşte evde olmasını tembihlediği halde. Halbuki sözünden çıktığı görülmezdi. Ağabey hemen telefonuna davrandı. Uzun süre çaldırdı fakat açan olmadı. Beklemeye niyeti yoktu. Kardeşinin arkadaşının evi birkaç sokak aşağıdaydı. Kapıyı çekip çıktı, sonra anahtarları evde unuttuğunu anlayıp içinden okkalı küfürler salladı. Apartmandan çıkıp Kardeşinin arkadaşının evine doğru yürümeye başladı.Az ötedeki iki sokağın çaprazındaki binayı hatırladı. Zile bastı. Camdan küçük bir kız çıktı. Kardeşini çağırmasını söyledi. Camdaki küçük kız ise bugün onlara kardeşinin hiç gelmediğini söylüyordu. Ağabey şaşırdı, nasıl olur der gibi baktı kıza fakat çare yoktu. Annesini aradı, onlarla olmadığını bilmesine rağmen. Durumu anlattı. Annesi de panik yapmıştı. Babası da şaşkınlık içindeydi. Birazdan geleceklerini söylediler. Gerçi söyledikleri kadar çabuk gelemezdiler çünkü neredeyse şehir dışındaki bir alışveris merkezindeydiler. Ağabey kardeşinin böyle bir şey yapmasına inanamıyordu. parklara, bahçelere baktı. Kardeşi hiçbir yerde yoktu. Hava kararmış gece vakti olmuştu. Ağabey sürekli cep telefonunu çaldırıyor, kardeşi ise bir türlü açmıyordu. Babası onu arıyor ve trafikte kaldıklarını söylüyordu. O da endişeli ve sinirliydi.
En sonunda ağabey eve döndü. Apartmana girerken tekrar aradı fakat bu kez telefonu kapalıydı. dairenin önüne gelince anahtarı içerde unuttuğunu hatırladı. Ama yaklaşınca kapının aralık olduğunu fark etti. Bir anda siniri geçti. Kardeşi gelmiş ve kapıyı da açık unutmuştu üstelik. Gülerek içeri girdi ve boşu boşuna stres yaptığını düşündü. Kardeşine seslendi. Ses gelmedi. Bir daha seslendi. Yine ses yok. Banyonun ışığı açıktı. işte kardeşi oradaydı. Arkası dönüktü, lavaboya eğilmiş kusuyor gibiydi. Yanına gidip başını kaldırdı. Kaldırdığı gibi sendeleyip düştü. Küçük kardeşinin gözleri yerinde ili çukur duruyordu. Gözlerine mil çekilmiş gibiydi. Simsiyah dumanlar göz oyuklarından yükseliyordu. Koyu kırmızı kanlar yanaklarından yavaşça süzülüyordu. Eli ayağı tutulmuştu ağabeyin, kafayı yemişim diye düşünüyordu. Göz ucuyla kardeşine baktı. Ölmüştü. Ama hala canlı gibiydi. Titriyordu. içindeki bir şeyi dışarı çıkarmak istiyor gibiydi. Kız kardeşin titremesi arttı. Hiçbir insan böyle titreyemezdi. istemsiz hareketler yapmaya başladı. Sanki dans ediyordu. Hareketler iyice hızlanmışken aniden tutuştu. Cayır cayır yanıyordu. Karnı şişti, patlayıp dört bir yana renk renk alevler saçıldı. Bu alevler dünyada görülmüş şey değildi. Rengarenk, her yerde yanan alevler... bütün banyoyu duman kapladı. Dumanlar canlıydı adeta, ağabeyin etrafını sardılar. Gözleri yanıyordu şimdi ağabeyin. Birazdan ellerine sıcak kanlar damlayacaktı. Beyni titreyecek, karnı oynaşacaktı. içinde bir şey doğacaktı. Bunun adı yoktu. Sonrasında alevler onu da saracaktı. Alevlerin cildini yakışını hissetmeyecekti. "Çıtır çıtır!" Seslerinin arasından hiç bilmediği vurmalı şarkılar, hiç duymadığı ezgiler yükselecek, içindeki kıvrak şey yerinde duramayacak, sonsuza dek kardeşi ile birlikte dünya olmayan bir yerde çingene gibi dans edeceklerdi.
Geç saatlerde Annesi ve babası eve geldi. babası trafiğe küfrediyordu. Annesi çocuklarına seslendi. Ses çıkmadı. Banyonun kapısını açınca siyah dumanlar evin içine yayıldı. Annesi dumanların yanık kokusu ile karışık oğlunun parfüm kokusunu tanıdı. Buna anlam veremedi. Evi havalandırdılar, dumanlar dağılıp gitti, banyo pırıl pırıldı.
Anne ve baba çocuklarının bulunması için gerekli her kuruma başvurdu. Ne yazıktır ki kimse onlardan tek bir iz bile bulamadı. Zaten onlardan geriye kalan tek şey olan duman dağılıp gitmişti. *
"kötüyü değil, kötülüğü yok etmeli. iyi insanlar ancak böyle çoğalır. Tutuşturan elle değil, kıvılcımla mücadele etmeli. iyilik istiyorsak eğer dünyada, ateşi kıvılcımken söndürmeli!.."
kitaptaki bir sözdür.
"Kimsenin bir diğerini baskı altına almasının imkansız hale gelmesini mi istiyorsun?
-öyleyse kimsenin iktidara sahip olmamasını sağlaman gerekir."
Sözlerinin sahibi anarşist felsefeci.
irlandalı yazar clive staples lewis tarafından çocuklar için yazılmış yedi kitaptan oluşan fantastik roman serisi.
Serinin kitapları sırasıyla:
Büyücünün yeğeni,
Prens caspian,
Aslan, cadı ve dolap,
At ve çocuk,
Şafak yıldızının yolculuğu,
Gümüş sandalye,
Son savaş.
Seride yunan ve roma mitlerinden, britanya peri masallarından yararlanıldığı bellidir.
Kitapta hristiyanlık ve batı unsurlarının baskınlığı vardır. Hatta kötü bir karakter olan cadı tuzak için türk lokumu kullanmıştır.
Her ne kadar bilinçaltına farklı şeyler işlediği söylense de * oldukça etkileyicidir, harika kurgulanmıştır. akıcı ve sıkmayan bir dile sahiptir.
Öyle ki okurken etkilenip narnia denen, hayvanların konuştuğu fantastik ülkeye gitmek en büyük arzum olmuştu.
Son kitabında ise narnia ülkesinin tanrısı olan aslan narnia yı yok ederken gözyaşlarına boğulmuş, uzun süre etkisinden çıkamamıştım.
sanırım pek çok kimsenin bilmediği bir taktik. kesin sonuçlar vermese de yapıldığınız zamanı yaklaşık olarak hesaplayabilirsiniz.
neyse. nereden aklıma geldi şimdi bu gece gece. tiksindim kendimden.
bu sonbahar da çiçekler açtı.
boğam çok yorulmuş olacak ki,
dengesi kaydı,
boynuzları eskisi gibi değil.
belli ki,
onun da kalbini çarptıran bir şey var.
sen de mi yoksa!
dünya'nın yükü tependeydi ya!
zor olmaması lazım senin gibi
güçlü kuvvetli.
bir düşün,
belki başkaları da vardır
taşıdıkları dünya'ndan kat kat ağırdır
onların taşıdıkları seninkine benzemez.
denizleri sakin değildir,
hırçındır hep
çölleri var, fırtınalı
yaşanacak yer değil oraları,
ama yine de şükretmeyi bilirler.
şimdi bir daha bak kendine,
dünya'nı düşün
huzur veren sesler gibi
gölün yüzeyi aynası
işte o kadar temiz.
derinlerden gelen sıcaklığı
ısıtabilir, ama yakmaz.
çağlamasını bilir şelalesi
ne var ki durgunluk gibisi yoktur.
sen de bunu istemez miydin?
meğer ne çok dileğin tutmuş!
biliyorum yeltenmeyeceksin ama
o boynuzlarındaki dünya'na
azıcık gözlerini kaldırıp
şöyle o güzel gözlerinle azıcık
azıcık baksan,
hepsini görecekmişsin.
hiç düşünmüş müydün?
ömür boyu yaşayanlar herhalde çok acı çekmektedir.
ben en ufak unutulmada sızlanırken hiç hatırlanmayan insan olmak zor olmalı. tanrı yardım etsin, herkesin hatırlanmaya ihtiyacı var.
ukrayna dilinde, bildiğiniz bizim de kullandığımız meydan anlamındaki sözcük.
arapçadan türkçeye oradan ukrainlerin diline geçmiş olsa gerek.
(bkz: maidan nezalezhnosti)
antik yunan'da, zengin ve gelişmiş birçok kolonisi bulunan şehir ve devletinin ismi.
bu şehir devletinin bir adada olduğu ve yalnızca bir gecede denizde oluşan büyük bir depremin getirdiği dev dalgalarla su altında kaldığı söylenir.
günümüzde corinth körfezi civarında su altı çalışmaları devam ediyor.
homeros da bu konuya yer vermiştir. kimilerince efsane olmakla beraber abartılmış fakat gerçek bir yer olması daha mümkündür.
çoğu kişi buranın aslında atlantis olduğunu düşünmektedir.
ilgili bbc belgeseli helike-gerçek atlantis.
edit: corinth körfezi değil kanalı olacakmış.