kendini ve dinini tanımakta olan sıradan bir insanın düşeceği çelişkiye düşmüştür. okuduğum ve izlediğim kadarıyla bazı düşüncelerinin değiştiğini kendisi de açıkça söylemiştir, fakat her şeyi bildiğini ve kuranla ilgili bütün meseleleri çözdüğünü iddia etmemiştir. sünnet ve hadisleri reddedip başkalarının (hanefi, mutezile,...) dogmalarıyla değil de inandığı dini kendi yorumuyla hayatına uygulamayı amaçlayan edip, belki de hayatı boyunca kendisiyle bu konularda çelişmeye devam edecektir. çünkü bence, insanın 'tanıma' evresi hiç bitmeyecek bir süreçtir.
birtakım görüşlerine katılmasam da bana 'az da olsa dini sorgulayabilme' yetisi kazandırdığı için kendisine teşekkürü borç bilirim. ('az da olsa' sorgulayabilmemin sebebi ise belki de yeterince cesur olmamamdır, kim bilir.)
aslolan insanın son nefesinde 'dürüst yaşadım be' diyebilmesidir. isteyen hanefinin kuranına göre dürüst yaşasın, isteyen kendi kuranına göre dürüst yaşasın. hatta dürüst yaşayan bir deisttir. belki de ateist. kim bilir bir hindu belki. tanrı hepimizi görüyor, inanıyorum ki dürüstlüğümüzü sınıyor.
beşiktaşlı olmama rağmen inanmıştım, keza galatasarayın real madrid karşısındaki oyununda da inanmıştım. istemiştim. bırakın şu futbol holiganlığını, takım faşizanlığını.
medeni hukuk finalimin arifesinde istiklâlde önümü kesen mikrofonlu ve kameralı iki gencin (cnntürk müydü, habertürk mü, yoksa beyaz tv mi hiç hatırlamıyorum) 'evlenme yaşı 30'a çıkarıldı. bu konudaki fikirleriniz neler? bu kanun evlenecek olan insanları, sizi nasıl etkileyecek?' sorusuna 'efendim, 4721 sayılı türk medeni kanununun 124. maddesinin birinci fıkrasına göre, erkek veya kadın onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. dolayısıyla evlenme yaşı on yedidir.' şeklinde cevap vermişliğim vardır. bilmiyorum artık televizyonda yayınlandı mı.
muhabir sonra, 'ama bu kanun yeni kabul edildi' şeklinde uzatsa da 'yarın finalim var dostum, ben doğrusunu biliyorum *' diyerek kendisini alt etmeyi başarmıştım.
stand up gösterilerinden pek haz almayan, izlediğinde yarım yarım yarılarak gülmeyen insanlar için pek de önemi olmayan bir önermedir. zira bu insanlar, karikatür okuduğunda da kahkahalara boğulmaz. tebessüm insanıdırlar. tebessüm insanıyızdır.
basitçe anlatmak gerekirse,
plakların üzerinde küçücük delikler vardır. iğne bu deliklere girer ve çıkar. bu olay sonrasına ortaya bir gürültü meydana gelir. bu gürültüler süreklilik kazandığında ise müzik oluşur.
üç adet plak türü vardır, 33'lük (long play), 45'lik ve 78'lik (taş plak). bunlar aynı zamanda RPM (Revolutions per minute) olarak tanımlanan plağın dakikadaki dönüş sayısıdır. dolayısıyla bir dakikada 33 kez dönen plakta daha çok şarkı bulunacaktır ki buna long play diyorlar, 45 ve 78 kez dönenlerde ise daha az şarkı bulunacaktır.
-33'lük plaklar albümdeki bütün şarkıların bulunduğu plaklardır.
-45'liklerin ise her yüzünde birer adet şarkı bulunur. (nadiren iki şarkı da bulunabilir.)
-78'lik plaklar ise aynı 45'lik plaklar gibi her yüzünde birer adet şarkı bulundururlar.
-78'lik plaklar 'taş plak'tır. serttir ve sağlamdır. gramafonda çalınmak için üretilmişlerdir ki o zamanlarda zaten pikaplar henüz tasarlanmamıştır.
gelelim pikap ve gramafon ayrımına,
gramafonlar elektriksiz çalışır. yan tarafındaki kolunu bir iki kez çevirdiğiniz mi dinlenmeye hazır hale gelmiştir. 78'lik plağınızı koyar ve tek şarkınızı dinlersiniz. (gramafonda 33 ve 45'liklerin dinlenmesi elbette mümkün değildir. çünkü gramafon motorunun dönüş hızı 78 Rpm'e sabittir, değiştirilmesi mümkün müdür bilemeyeceğim.)
iğnenin oyuklara girerek çıkardığı titreşimlerden oluşan ve insanın duymasının çok zor olduğu bu müzik, ses kutusunun yardımıyla çoğaltılır, insanın duyabileceği seviyeye yükseltilir.
pikaplar ise elektrik ile çalışır. 33, 45 ve 78 rpm seçenekleri ile istenilen türde plak dinlenilebilir. az önce de bahsettiğim gibi, iğnenin titreşimlerini herhangi bir şeyin yardımı olmadan dinlemek mümkün değildir. duymak ise mümkündür (bunun için kulağınızı dönen plağa yaklaştırmanız yeterlidir. -inanın bu çok zevk verir-) fakat tınıların anlaşılması konusunda sıkıntı yaşanacağından ses yükselticiye ihtiyaç vardır.
ses kutusuna sahip olmayan pikaplar ise bu sorunu anfi'ler yardımıyla çözmüştür.
pikaplar genellikle deck (yani anfisiz) olarak satılır. harici bir anfi alınarak sorun çözülmüş olur.
fiyatlarına gelecek olursak,
gramafonları bit pazarlarında 150 - 200 liraya bulmak mümkündür. yok ben oralardan almam diyorsanız kapalı çarşıdaki gramafoncu baba'ya gidebilirsiniz. size 400-.... arası fiyat verecektir. ayrıca netten de satın alabilirsiniz.
pikap fiyatları ise 70 liradan 3000 liralara kadar çıkıyor. sıfır pikaplar da üretilmiş fakat usb girişi, kart okuyucusu falan var, insan sıçayım öyle pikaba diyor.
anfi fiyatları da aynı şekilde 50 liradan başlıyor ve alabildiğine gidiyor ama 50 liralık yeterlidir kanımca.
tabii, yalnızca anfi yeterli olmayacak, anfiden ses çıkışını sağlayan kolonlar da gerekecektir.
bir de bazı pikap markaları vardır ki üstünlüğü tartışılmaz, çıkardığı ses kalitesi fenadır. (bkz: dual hs 151 pikap) elbette ki bunların fiyatları da oldukça yüksektir.
plaklara gelecek olursak,
78'liklerde istenilen sanatçıların plaklarını bulmak çok mümkün olmuyor, zira bulunsa bile fiyatları dudak uçuklatıyor.
45'likler genelde plak piyasasına göre ucuzdurlar. sevilen ve nadir bulunan şarkıları barındıran plaklar en fazla 50 liradan giderken ne olursa olsun da bir şeyler dinleyeyim denilerek alınacak plaklar genellikle tanesi 4 lira, beş tanesi 15 lira şeklinde pazarlama politikalarına kurban gitmiş plaklar olacaktır.
33'lükler ise plak piyasasının öğrenciyi üzen türleridir. çok istediğiniz albüm 70 liradır, 120 liradır. sadece bakarsınız, bir gün seni alacağım oğlum dersiniz.
son zamanlarda 180 gram adı altında eski plakları yeniden satmaya başladı plak şirketleri. hiç kullanılmamış olan bu plakların fiyatları da elbette ikinci ellerine nazaran daha ucuz.
not: eğer pikabınız bir dual değilse, ya da ucuz yollu bir şeyse onu çok zorlamayın, elinize geçen her taş plağı dinlemeye çalışmayın. zira iğnenize zarar verebilir. iğneniz kırılırsa zaten yenisini alana kadar kullanmanız mümkün olmayacaktır. ne gerek var değil mi iğnenin kırılmasına, onca zahmete.
not iki: şayet güzel bir piyasa araştırması yaparsanız, uygun fiyata deck pikap + anfi + kolon alabilirsiniz. eğer şanslı iseniz hem ucuz fiyata hem de eski sahibi tarafından anfi monte edilmiş tatlı mı tatlı bir pikap sahibi olabilirsiniz.
işbu yazılar, pikap ve gramafon hakkında anlatılagelmiş bir efsanedir, ilgilisine iletilmesi arz edilir.
çok düşünen, çok yazan, çok kuran -yaratan, oluşturan- felsefeci, şair, yazar. özellikle ilişkileri üzerine çok kafa yorması üzerine 'işte meseleyi çözdüm, tartışmamızın sebebi bu, mutsuzluğumuzun sebebi bu' şeklinde düşüncelere ulaşmış ve ilişkiyi bu'nlardan uzak tutmaya çalışmıştır. ilerleyen zamanlarda ise ilişkinin daha kötüye gitmesi üzerine 'yanılmışım' diyebilmiştir. kendini acımasızca eleştiren yazar, aslında türk erkeğinin karakteristik özelliğini ortaya koymuş, yani, önce suçlamış sonra daha farklı açılardan düşünmüş ve suçlu olduğunu fark edip kabul etmiştir. bu bir erdemdir aslında, oruç aruoba aramızdaki erdemlilerden biri.
-türk erkeğinin bir diğer karakteristik özelliği ise suçluluğunu kabul etmemesidir.-
oruç aruoba'ya: (italik) biliyorum oruç, iyi niyetlisin, ilişkiyi ferahlatmak için sürekli düşünüyorsun, çıkış yolları arıyorsun. ama bazen olmuyor işte görüyorsun, ne kadar düşünebilirsin? kaç farklı olasılığı, kaç farklı görüş açısını değerlendirebilirsin? bazen olduğu gibi yaşamak gerekiyor be, bunu sanırım sonunda sen de anladın. ayrıca uzak mesafeli ilişkiler kimini yoruyor, yıpratıyor, kimini ise birbirine bağlıyor. siz ilk kısımdaydınız. aslında bu kadar basitti. ellerinden öperim canım ağabeyciğim, saygı ve sevgilerimle. (italik)
not: yazarken ne kelimelerimi ne de cümlelerimi toparlayabildim, oruç aruoba'yı yazarken sanki onun gibi oldum, ki kızardım da neden devriksin neden toparlamıyorsun be adam şunları diye.
nottan mütevellit oruç aruoba'ya: (kalın italik) seni şimdi anlıyorum oruç aruoba, haksızlık etmişim. (kalın italik)
elbette isteyen istediği konuyu konuşmakta özgürdür. fakat, şu an sol freymdeki başlıkların yarısından fazlasının az önce oynanan fenerbahçe maçıyla ilgili olması can sıkıcı. yüzlerce başlık açmak yerine bir iki başlıkta bu iş konuşulsa daha iyi olur diye düşünüyorum. 'sözlükte futbol konuşanın ağzına sıçmak' başlığı ise faşizan bir söylem, ama demek ki adamın canına tak etmiş.
soruya soruyla cevap veren insanların girdikleri tartışma ortamından zaferle çıkmaları kuvvetle muhtemeldir. çünkü kendisine sorulan soruya karşı yönelteceği yeni sorularla konuyu istediği şekilde değiştirebilecek, ilk soru soranın sorduğu soruyu unutmasını sağlayacak ve onun cevap vermesi konusunda başarıya ulaşacaktır. dolayısıyla ipleri eline alan s.s.c.v.i. zafer turunu savaş alanında atmaya başlayacaktır.
orhan hakalmaz'ın da vardı bir keke türküsü. hiç aklımda değil, ne tınısı ne sözleri. yutupta falan çok aradım göremedim hiç, sanıyorum yanlış hatırlıyorum, belki de orhan hakalmaz öyle bir şey söylememiş bile.
bir idare hukuku profesörü der ki, " polis canı her çektiğinde sizden kimlik göstermenizi isteyebilir arkadaşlar, göstermeme lüksünüz yok. yapabileceğiniz maksimum şey, polis arabası içinde olsa da üniformalar içinde olsa da yani polis olduğunu belli eden bilumum şeye rağmen 'önce senin kimliği göreyim' demektir. o kimliğini göstermediği sürece siz de kendi kimliğinizi göstermeme hakkına sahipsiniz. fakat muhtemelen o gerçek bir polistir ve gbt'niz temiz çıksa dahi sizden şüphelenip sizi karakola kadar götürebilir, orada misafir edebilir arkadaşlar, buna hakkı vardır. "
istanbul devlet tiyatrosunun Antigone oyununu yöneten insandır. oyun sonrası ne yaptın kenan! tepkisi vermek normaldir. (#17764607) ve (#17669657) entrileri ne yaptığını oldukça güzel anlatır. bunlara ek olarak ise finalde creon'u götüren takım elbiseli iki fedaiyi görmek insanı gülümseten, hatta çok gülebilme yeteneğine sahip insanları koparandır.
içilen ant: olur da kim milyoner olmak ister'de karşısına çıkarsam, çalıştığı ekibi değiştirmesini salık vereceğim. tavsiyeme uyar da sonuç değişmezse bir sonraki 'kim 500 milyar ister' versiyonu olan 'kim milyarder olmak ister'e (malum para değerini yitirecek, sıfırları yeniden koyup duracağız) katıldığımda 'artık bu işi yapma dostum' diyeceğim. hepiniz göreceksiniz, o gün editi de çakacağım nah hemen şuraya. şura.
kendisinin adı hatırımda yanlış kalmadıysa Şenol'dur. kara kara 319'u beklerken 21b'nin gelmesi ve şoförünün şenol abimiz olması insanda harikulade bir haz uyandırır. o gün güzel bir gün olacaktır, o gün bahar gelmiştir. akşamına 319'a bindiğinizde içinizdeki tüm mutluluk kaybolur, orası ayrı.
edit: hafızama sıçarak belirtiyorum ki, adı 'yaşar'dır. evet o barut osman, evet o.
emin igüs'ün vokallik yaptığı albümler ezginin günlüğünün diğer albümlerinden bir nebze de olsa ayrı tutulmalıdır. igüs'ün sesi ezginin günlüğünü daha çok sevdirendir.
ilgisiz not: ne zaman tünel'e binecek olsam orada bir zat şarkı söylüyor, sesi de amma kalın. en kısa zamanda kendisine emin igüs'ten bir şeyler çalmasını salık vereceğim.
'en iyi arkadaş' olmasından mütevellit bir durumdur, normaldir. zira en iyi arkadaşımla uzun zamandır konuşmadığım ve bir yılı aşkın süredir buluşmadığım bir gerçek olsa da kendisi hâlen en iyi arkadaşımdır. durum 'vefasızlık' boyutundaysa ona 'en iyi arkadaş' denilerek hata yapılmış olunabilir, olunmayabilir de.
idare hukuku ses kayıt notlarını okurken arada gülmeme neden olan (neden olan, çünkü konsantremi yitiriyorum, sonra... sonrası acı) girdiğim birkaç dersinde 'şeker gibi adam lan, ben niye okula gelmeyip bu derslere girmiyorum ki' şeklinde cümleler sarf ettiren istanbul üniversitesi hukuk fakültesi öğretim üyesi. geçenlerde r harfini tam çıkaramadığını fark ettim, o günden beri notları relak okuyorum.