valmontt
229 (ilaç gibi)
üçüncü nesil yazar 2 takipçi 12.80 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    esra dop

    1.
  1. Emrah ile başrolde oynadığı "yalnız güneş şahitti" adlı filmde ilk kez gördüğüm, 90lı yılların güzel ve çekici mankenlerindendir kendisi. Bu filmde de rolünü oldukça güzel oynamış olduğu gözlemlenebilir. Bir arkadaşım geçenlerde Nişantaşı'nda bir cafede garsonluk yaptığını söyledi kendisinin, ne derece doğru bilmiyorum.
    1 ...
  2. her insan oldurur sevdigini

    1.
  3. unlu yazar oscar wilde'in, insanin icini urperten, acı dolu gozlerle ve tarifsiz hislerle kelime kelime okudugu, bir benzerine henuz rastlamadigim, ultra "asmis" bir siir. sozleri turkceye en iyi cevrilmis hali ile su sekildedir:

    "Her insan öldürür gene de sevdiğini,
    Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
    Kiminin sert bakışından gelir ölüm,
    Kiminin iltifatından,
    Korkağın öpücüğünden,
    Cesurun kılıcından!

    Kimisi aşkını gençliğinde öldürür,
    Kimi sevdiğini yaşlılığına saklar;
    Bazısı öldürür arzunun elleriyle,
    Sevdiğini altının elleriyle boğar bazısı;
    Bunların en üstünü bıçak kullanır çünkü
    Böylelikle ölen çabuk soğuyup donar..!"
    0 ...
  4. izdirap cok uzun bir andir

    1.
  5. Unlu yazar Oscar Wilde'in "De Profundis" (Oluler icin soylenen tovbe duasi) adli eserinin ilk cumlesidir. Artik bir edebi eser bu cumleyle basliyorsa, siz devaminda nelerle karsilasirsiniz, bir dusunun bence. Wilde bu eseri "izdirap" surecinin baslangici olan hapis yasaminin ilk gunlerinde yazmaya baslamistir ve nefret, ask. hirs, kiskanclik, umut, umutsuzluk, pismanlik, alcakgonulluluk, acimak gibi bir cok insani duygulari barindiran, insanin okurken tuylerini diken diken eden bir anlatimi vardir. Izdirabin nasil cok uzun bir an oldugunu Wilde bu eserinde, "bizim icin zaman ilerlemez, bir izdirap ortaminin cevresinde, bir yuvarlak dondurur gibidir" diyerek aciklamistir.
    0 ...
  6. tuğçe pala

    1.
  7. trt radyosunun en muhteşem ses sanatçılarındandır. özellikle zekai tunca bestesi olan "gülü susuz seni aşksız bırakmam" ve coşkun sabah bestesi olan "aşk kitabı" ve "bir pazar günü" şarkılarını çok güzel yorumlamıştır. youtubeda izlemeye ve dinlemeye değer görüntüleri vardır.
    1 ...
  8. davetli oldugu yer icin kiyafet tribine giren kiz

    ?.
  9. Efendim bu tür kızlar ya da bayanlar genelde bir nişana, düğüne, kınaya ya da daha modern deyimle wedding party'e davet edilirler, minumum bir ay önceden kıyafet tripleri başlar. "Ay elbisemi giysem yoksa ağır bir abiye mi?" , "Hazır mı alsam, diktirsem mi?" , "en güzel giyinen ben olmalıyım", "hazır alırsam ya başkasıda aynısını giymiş olursaaaa??" gibi kendi kendini hırpalayacak bilumum sorular geçer kafasından. Kıyafete karar verip almakla ya da diktirmekle bitmez bu iş, daha bunun takısı, makjajı, saçı, çantası, ayakkabısı, parfümü cartı curtu var. Kısacası davet edildiği yerde 3-4 saat gövde gösterisi yapmak için kırk takla atıp işkence yaşarlar kendilerince, hatta etrafındakilerede (anne, kardeş, sevgili, yakın arkadaş) işkence hayatı yaşatırlar bir süre. Davet sonrası genelde çekildiği resimleri etrafındaki herkese gösterir bunlar. Ve geneldede o kadar işkenceye strese rağmen "acaba şunu giysem daha mı güzel olurdu??" tarzında sorularda kalır akıllarında.
    2 ...
  10. turk filmlerinde sigara icen sarisin kadin

    1.
  11. Genelde bu kadınlar "kötü" kadındır. Şehvet, para, lüks, kumar hatta seks düşkünü olurlar. Genelde "iyi" kadını ya da "hedeflenen" adamı altetmek ya da avlamak için kafalarından bin bir türlü tilki dönmektedir. Sigarayı bu kadar özendirerek ve haklı olarak kullanan başka bir karakter türü yoktur türk filmlerinde. Genelde uzun elbise giyerler, boğazda yalıda otururlar, iğrenç araba kullanırlar (bu yüzden genelde film sonunda kaza yapıp geberirler), mutlaka sahtekar ve tehlikeli bir "pis adam" vardır tanıdıkları, bu adam ya iyi kadını kandırır tecavüz eder ya da şantaj felan yapar. şiveleri konuşma tripleri de farklıdır bu sigara içen sarışın kötü kadınların, "o köylü dilberine çok yüz veroysun necat, ilişkimiz bu cahil kadın yözunden bozuldu, yarınlarımızda bedbaht olmamamız için, seni o dilberle görüşmekten men ederim, reca ederim saygı gosterrr bu dusunceme" felan derler. ilginçtir bu tipler, komiktir aynı zamanda.
    4 ...
  12. iste bu bizim hikayemiz

    ?.
  13. muhteşem bir coşkun sabah bestesi, gerçi genelde bülent ersoy'a maledilmiş bir şarkıdır ama coşkun sabah'tan dinlenmelidir. şarkıyı ne zaman dinlesem, çocukken seyrettiğim, başrollerinde hülya avşar ve kenan kalav'ın oynadığı bir film gelir. kenan kalav müzisyen, sevgilisi hülya avşar. bir gün almanyaya turneye gidiyor sevdiğini bırakıp. sonra bu şarkı, "işte bu bizim hikayemiz" film sonuna kadar en az beş defa çalıyor..sözleri ise şöyle:

    seni gördüğüm o günden beri
    kalbim perişan gönlüm bir deli
    sana yazdım beni anlatan
    aşkımla dolu bu sözlerimi

    işte bu bizim hikayemiz
    öyle saf öyle temiz
    kenetlenmiş ayrılamaz
    kalbimizde ellerimiz

    kanımda canımda dört yanımda senden başka hiç kimse olmasın
    bir gün dönsen yeter bana, gözlerim yolda kalmasın

    olmayacak bir duamıydı bu
    allahım bana revamıydı bu
    yoksa hemen sonu gelecek
    acıyla dolu bir aşkmıydı bu...

    şarkıyı şöyle bir anımsayıpta, "ahh ahh, olsada dinlesem" derseniz, coşkun sabah'ın canlı performansta söylediği hali aşağıdaki adreste var efendim:

    --spoiler--
    http://www.youtube.com/watch?v=RleS_B8jHsY
    --spoiler--

    işte budur bu şarkının hikayesi..
    0 ...
  14. adini yoldaki

    ?.
  15. Coşkun Sabah'ın en güzel bestelerinden birisi olup, maalesef "anılar" ya da "aşığım sana" kadar fazla bilinmemektedir. Sözleri muhteşem, müziği ise en az "anılar" kadar etkileyicidir. Coşkun Sabah'ın kendisinin bir programda bizzat "benim en sevdiğim bestem" dediği gizemli şarkıdır.
    0 ...
  16. totalitarianism

    1.
  17. 20. yüzyılda ortaya çıkan faşizm ve komunizm ötesinde bir yönetim biçimi...bir toplumda herşeyin- insan, enstitü, kurum, medya,- aklınıza gelebilecek her şeyin tek bir el- parti ya da totaliter diktatör- kontrolü altında olmasıdır. yani total/ bütün / kontrolün tek bir yere bağlı olması...ha, nedir peki bu sistemin diğerlerinden farkı? ciddi anlamda şiddet, terör, denetim, gizli polis...böyle mafya filmi vari bir sosyal yaşam tarzı vardır bu totaliter ülkelerde...zamanında hitlerin almanyası, mussolininin italyası ve stalinin sovyetler birliğide bu totaliter sistemden nasiplerini çok güzel (!) bir şekilde almışlardır...
    1 ...
  18. emel doğramacı

    ?.
  19. Çankaya Üniversitesi'nde dekandır kendisi. Çok deneyimli, bilgili ve zeki bir profesördür. Kadın haklarının savunucularındandır.
    0 ...
  20. all men are equal

    1.
  21. insanların doğuştan "eşit" olarak yaratılması ile yaşadıkları süre boyunca da "eşit" olarak algılanmasının çeliştiği/karıştırıldığı önermedir...Lucas, insanların "eşitlik" için savaşmasına ya da ölmesine bir anlam verememiş, madem her insan farklı, madem her toplumun yasası yürütmesi yargısı farklı, ve madem bütün insanların eşitliği beraberinde adalet, iyi niyet, barış, iyimserlik ve evrensel kanunlar ve hükümler gerektirir....bu insanlar hala neden bu "all men are equal" fikrinin peşinde koşarlar ki? görmüyorlar mı ne kadar zor- hatta imkansız olduğunu? diye savunur, "against equality" adlı eserinde...
    2 ...
  22. tokat gibi vuran siirler

    ?.
  23. okunduğu zaman "ohaaa" dedirten, kendinizden bişeyler bulduğunuz, insanı deliye çeviren, "ulan ben neden yazamamışım bu satırları, aynı beni anlatıyor" diye içinden geçirdiğiniz, cidden emek verilmiş ve etkileyen mısralar topluluğudur bu şiirler.
    0 ...
  24. sen artık beni hiç sevmiyorsun

    1.
  25. duygu boşluğunda olan bir insanın, karşısındaki insana "benimle ilgilen, beni sev, beni sevdiğini söyle, yanıma gel, sarıl bana, acil ihtiyacım var, delirmek üzereyim" gibi bilimum anlamlara gelebilecek etkili ve kuvvetli bir söz...karşısınızdaki de genelde "saçmalama hayatım, ne alakası var, sevmez olur muyum, canımsın sen benim..." gibi sempatik ve klişe şeyler söyler, ha terste tepebilir, agresif bir anındaysa "ne diyosun ulan? salak salak konuşma asabımı bozma benim.." diyebilir.. bir de sinir bozucu tipler vardır, böyle saçma sapan "evet, daha yeni mi anladın?" felan derler. Velhasıl, güzel laftır bu "sen artık beni hiç sevmiyorsun", kanımca, insanın başka bir insanın ona olan sevgisini duymaya ve hissetmeye olan ihtiyacını açığa vurur.
    2 ...
  26. lady windermere s fan

    1.
  27. Oscar Wilde'ın Victoria çağı değerlerini eleştirdiği muhteşem, zamanında Londra'yı sarsan, bir tiyatro oyunu..
    1 ...
  28. naneli nargile

    1.
  29. O nane tütünü bahreyn ise, ve nargile yeni temizlenmiş, suyu yeni konulmuş, folyosuda dörd kat eklenmiş ise, deymeyin keyfinize...böyle bir zevk olamaz, kömürlerinde iyi kalite olması lazım tabi...maalesef çoğu nargile kafe genelde elma, çilek, capucino obsesifligi segiler, "naneli olsun benim nargile" dediğin zaman tuhaf tuhaf bakarlar insanın yüzüne...içilebilecek en güzel nargile tütünlerindendir bu nane, öyle salem sigara tadı felan yoktur her ne kadar çoğunluk öyle düşünsede...içtikçe içesiniz hatta o tütünü yiyesiniz gelir.. :)
    1 ...
  30. artik anladim

    ?.
  31. Artık anladım... Ya ben bu dünyaya fazla geliyorum, ya da bu dünya bana fazla geliyor...

    Yine de biliyorum, her ikisi de aynı kapıya çıkıyor ve ortada kalan yalnızca benliğim oluyor.

    Eğer bu dünya bana fazla geliyorsa, suçu dünyada değil, dünyalılarda aramak lazım diyorum.

    Dünyalılar, yani insancıklar...benden olmayanlar dediğim varlıklar; onların bitmek bilmez hırsları, yerli yersiz yarattıkları soğuk savaşlar, en olmadık zamanda büründükleri umutsuzluklar, bu sonsuz çıkar ilişkileri, sevgi eksikliği ve tatmin olmak için yapılabilecek her türlü çirkeflik, riyakarlık ve yalanlar...

    Bu kavramların olduğu bir dünyadayım ve geçte olsa anlıyorum ki, buraya ait değilim, burada olmamalıyım...

    O zaman bu dünya fazla bana, ya da, dediğim gibi, aynı sonuca varırsam, ben bu dünyaya fazlayım.

    Yaşamım eksiklikler, yoksunluklarla geçti ve ilk defa bir şeylerin fazlalığından huzursuz oluyorum.

    Bu narsistlik değil, bencillik hiç değil...ama istediklerim bunlar değil...

    Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, ama derin düşünen bir şahıs, “bazı insanlar asla deliremezler, bu yüzden yaşamlarının sonuna kadar acı ve keder dolu bir hayat sürmeye mahkumdurlar!” diyor... Bu sözün beynime her damga vuruşunda, tarif edilmez bir heyecan ve istekle delirmek istiyorum.

    Delirmek...

    Erasmus, deliren bir insanın herkesten daha çok şey başarabileceğine inanmış ve bunu kanıtlayacak belgeler yazmakla harcamıştır ömrünü...

    insanların karşılıklı çıkarları üzerine kurulan bir dünyanın o tanıdık, gerçek ve bir o kadar da acı olan düzenini şu şekilde özetler “Deliliğe Övgü” adlı kitabında:

    “Hayatta hoş olan ya da sürekli olan hiçbir bağlılık göremezsiniz. Hükümdar uyruklarını, uşak efendisini, öğrenci eğitmenini, dost dostunu, koca karısını, ev sahibi misafirini, arkadaş arkadaşını; durmadan hata, yüze gülme, hatır şinasilik ya da buna benzer hoş bir deliliğin verdiği tatlı rüyalarla karşılıklı olarak aldatmazlarsa, her biri az zamanda diğerine katlanılmaz gelir.”

    Delirmek...

    Eğer bu eylemi yapabilirsem, sanki bu dünya artık bana fazla gelmeyecek, ya da sanki ben bu dünyaya fazla gelmeyecekmişim gibi hissediyorum. Ama her seferinde karşılaşma olasılığı olan o haksızlıklar, o sonsuz bekleyişler, o bitmek bilmez umutsuzluklar ve yaşamdan hiçbir şekilde zevk almama hissi beni sonu olmayan bir uçurumun sonuna doğru sürüklüyor...

    Lyme Körfezi’ndeki uçurumlara benzetiyorum bu sonu olmayan ve benim kurtuluşum olabilecek olan uçurumu... Sonra, o uçurumun en derinliğinde kendi özümü, kendi benliğimi bulabileceğimi düşünüyorum, ama bunu yapabilmem içinde delirmiş olmam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bunca yalan ve sahte düşüncelerin olduğu, şu bana fazla gelen dünyada adı olmayan bir uçurumun en dip köşesinde kendimle baş başa kalma tutkusu; bu dünyadaki benim gibi olmayan insanların o hep en üste ulaşabilme isteklerine, bitmek bilmez hırslarına ve yaşamdaki amaçsız beklentilerine ters düşüyor.

    Ters düşüyor, çünkü ben onlardan değilim, çünkü onlar benim gibi değiller... Aslında bu içine sığamadığım ya da beni fazlalık olan gören dünyada, hep bir şeyler bir şeylere ters düşüyor.

    Peki siz hangisi olmak isterdiniz?

    Bu dünyada kendinize bir alan yaratıp, hep yükselmeye çalışarak, haksızlık, bencillik ve karşılıksız duygular ve karşılıklı çıkarlar içinde ömrünüzü harcayıp, aslında ne için olduğunu bilmediğiniz halde hep bir yere ulaşmak için var gücünüzle çalışıp ve en sonunda bir yere vardığınızda, aslında istediğinizin bu olmadığını anladığınız halde, sanki istediğiniz, arzuladığınız ve hak ettiğinize inandığınız yerde sizin gibi olmadığınıza inandığınız varlıklarla kurulu bir düzen içinde yaşamayı sürdürmeyi mi; yoksa karşılaştığınız her adaletsizliğe, yalancılığa ve hayal kırıklığına isyan edip, sizden olmayan insanları kendi haline bırakıp, yine nereye gittiğinizi bilmeden, adını bile bilmediğiniz bir uçurumun en dibinde kendi dünyanızla, kendi öz benliğinizle baş başa kalmak mı isterdiniz?

    Size bir fırsat verseler, aklı başında bir insan olarak, ilerlemeyi isteyip, aslında istemediğiniz ama size en uygun olduğuna inandığınız bir yere ulaştıktan sonra, kalabalık içinde yalnız kalmak pahasına, tüm ömrünüzü o en sonunda ulaştığınız yerde normal bir insan olarak, bu dünyaya fazla gelmeyen bir varlık olarak ve bu dünyanın size fazla gelmediğine inanan bir şahıs olarak yaşamayı mı tercih ederdiniz?

    Yoksa, herkesten farklı olduğunuza inanarak, gerektiğinde tüm dünyayı karşınıza alabilecek kadar cesur, yalnız kaldığında en güçlü olabilen, hak edene hakkını verebilecek kadar zeki, umutsuzluklarla baş edebilecek kadar azimli ve istediğinizde yapmak istediğiniz her şeye ulaşabilecek kadar istekli; ama tüm bunların karşılığında kimsenin bilmediği, adsız bir uçurumun dibinde mi olmayı isterdiniz?

    Sizler, başkaları ne düşünür bilmiyorum ama ben kesinlikle herkesin olduğu, bir çok kişinin olabileceği ya da isteyebileceği bir yerde olmak istemezdim.

    Peki neresi o istediğim yer?

    Hangi mistik mekan, hangi bilinmez, hangi ulaşılmaz, dokunulmaz yer burası? Buraya ulaşabilme imkanları yaratmak için ille delirmek mi gerekiyor?
    Normal bir insanın vasıfları, istekleri ve idealleri bu yerin kurallarına ters mi düşüyor?

    Bu soruların cevaplarını inanın bende bilmiyorum, hatta cevaplarını bulmaya çalışırken, biraz daha uğraşırsam delirebileceğimi düşünüyorum. Ama bunlar yetmiyor beni uçurumun dibine sürüklemeye...

    Uçurumun dibine sürüklenmeyi istiyorum ve bu bile benim normal dışı davranışlar sergilediğimin göstergesidir, ama nedense bunu istesem de yapamıyorum.

    Peki bu mu yaşamak? Bir şeyleri istediğin halde bir türlü yapamamak mı?

    Ya da ne istediğini bilmeyip, bir yere vardıktan sonra , “tamam, burası olmam gereken yer” diye zoraki bir kabullenmeyle sıradan ve rutin bir hayat sürmeye teşebbüs etmek mi?

    Yoksa çoğu değerlerin yok olduğu, haksızın haklıya zulmettiği, kötülerin kazanıp iyilerin kaybettiği, umutsuzluk ve özlemin her geçen gün daha da arttığı bu dünyada kendinizi fazlalık olarak hissetmek mi?

    Yoksa, bir an için delirip, her şeye meydan okuyarak, bin bir zorlukla adını bile bilmediğiniz korkunç bir uçurumun dibinde kendi değerinizi ve özbenliğinizi fark ederek, herkesten farklı olduğunuzu hissederek ama yalnız kalarak çok absürd ve marjinal bir hayat sürmek mi?

    Artık anladım, bu dünya beni kaldıramıyor, ya da ben bu dünyayı kaldıramıyorum. Bu eziklik, yenilmişlik, zayıflık değil...Mazoşistlikte değil...

    Kendime zarar verdiğimi düşünmüyorum bu iç sıkıntılarımla, yeni farkına vardığım şu umutsuzluk, riyakarlık, haksızlık ve gereksizlik kavramlarıyla...

    Bu kavramlar bana fazla gelen dünyanın içindeki, benden farklı olduğuna inandığım varlıklar sayesinde yerleşiyor benim iç dünyama, kalbime ve tüm yaşamıma...

    Bana fazla gelen ya da benim fazla geldiğim bu dünyada hangi mistik, hangi bilinmez kuvvet benim kendi dünyama bu denli etki edebiliyor, beni bir uçurumun en dibinde olma tutkusuna itiyor ve beni herkesten farklı olduğumu gösteren inanca sebep vermeye cüret ediyor bilmiyorum ama, artık anladım, olmak istediğim yeri kendim belirlemeli ve bir an önce oraya gidebilecek kadar cesur, korkusuz ve azimli olmalıyım.

    Tüm bunları yapabilmek için delirmek mi gerekiyor onu da bilmiyorum, çünkü henüz o aşamaya gelemedim, izin vermedi etrafımdaki boşluklar buna...

    Ama biliyorum, benim olmam gereken yer o adını bilmediğim, kimsenin fark etmediği uçurumun en dip köşesi...

    Ya sizin hak ettiğiniz yer gerçekten neresi?

    Hatice Mine BAHADIR
    1 ...
  32. özlemim

    1.
  33. Özlemim...

    Adını özlem koydun bu sonsuz sevginin,
    Özlemin tek sığınağı oldu bu acı dolu yüreğin,
    Bu bitmeyen özlem kaçınılmazlığıydı sensizliğin,
    Bitmez bu özlem sevgili, bitmeyecek bensizliğin...

    Ayrıldık ve her geçen gün büyüdü bu özlem,
    Her iç çekişte bir gözyaşı, her göz yaşında bir sitem,
    Bitmedi bu hasret, ne yapsam nereye gitsem,
    Özlemin gösterdi, kime baksam hep sen...

    Yıllarım seni beklemekle geçti umutla,
    Gelişin seni vazgeçilmez kıldı bir anda,
    Sensizliğin içimi, yüreğimi yaktığı anlarda,
    Özlemin hep vardı, bırakıp gittiğin zamanlarda...

    Adı hep özlem kalacak bu karşılıksız sevginin,
    Özlemek tek çaresi olacak sensizliğin,
    Bitmez bu tutku, bitmeyecek bensizliğin,
    Yaşadıkça vazgeçilmez olacak ismin,

    Kaçınılmaz olacak özlemin,
    Özlemim...

    (bkz: Hatice Mine Bahadır)
    3 ...
  34. yılbaşı gelince tribe girmek

    1.
  35. Bu yılbaşı tripleri çok çeşitli olabilir, mesela "bana mesaj atanlara msj atacağım" ya da "bana mail atanlara cvp yazacağım.." şeklinde...bazılar "amaaan yılbaşı eğlencesi de neymiş, vurup kafayı yatayım" derken bir diğeri "hadi co kaaaallk, yılbaşı oglum kal eglenceye eller havaya lay lay lom.." modunda olur..ha birde yılbaşı hediyesi tipleri vardır şu şekilde: "lerzan'a ne alsam? o bana ne alırki? onun alacağı değerde bişey almam lazım.." ya da "ay acaba engin bana hediye alır mı? ya almazsa? bende ona almayım o zaman.." şeklinde sürebilir...ha birrrdeeeee, yılbaşı gecesi tam tribe girip telefonlari kapatan, evdeki telefonun fişini çeken, evin ışıklarını söndürüp laptopda film izleyen ya da kendine dinleyen tripte insanlar vardır...ilginçtir yani bu yılbaşı tripleri..insanı şekilden şekile sokar...
    1 ...
  36. kadin sair olmaz

    1.
  37. Türkler tarafından çok sık yapılan "kadından....... olmaz" genellemesinin bir dalıdır sadece. gerçi düşündümde, kadın şair kim var ya Türkiye'de???
    1 ...
  38. the wall seyredip delirmek

    ?.
  39. Pink Floyd müzik grubunun müziği ve yaşam tarzları baz alınarak yapılmış muhteşem senaryolu, görsel efekt dolu "the wall" adlı filmin bazı sahnelerini, mesela adamın otel odasında televizyona odaklanıp bir anda delirmesi ve odayı darmadağın etmesi ve bunu yaparken de "would you like to fly? would you like to see me try???" demesi filmi izleyen normal psikoloji bir insanın ciddi bir travma ile delirmesi ve bulunduğu mekanı darmadağın etmesi ile son bulabilir...hele hele biraz da bunalım moddaysa ve hafiften alkol alınmışsa, delirtmek daha zevkli olamaz sanırım...
    0 ...
  40. dance on vaseline

    1.
  41. David Bryne'a ait olan, insanı dinlediği zaman böyle başka gezengenlere, uzaya felan götüren, var olan düzene karşı çıkan muhteşem bir şarkı...araba kullanırken çok sağlam gaza getirir, dikkat...!!!
    0 ...
  42. ad soyad basharfiyle plaka almak

    1.
  43. Çok karizmatik bir durumdur..lakin emniyet müdürlüğü bu tarz özel durumlar için oldukça "özel" taleplerde bulunmaktadır, mesela "ali nazik bey size 06.AN.006 plakasını vereceğiz lakin öncelikle emniyet müdürlüğüne bir lap-top computer bağışında bulunmanız gerekli..." derler kendileri...insanın hevesini kursağında bırakırlar..lakin emniyet müdürlüğünden bir "dayınız" varsa laptopa felan gerek yoktur çok rahat alırsınız istediğiniz plakayı, hatta abartıp isimlerinizin baş harfinin yanı sıra bir de doğum tarihinizi filanda ekletebilirsiniz yani...mesele: 06.AN.079
    2 ...
  44. bilcant

    ?.
  45. Bilkent üniversitesinde "yapamayan" öğrencilerin yeni türettiği bir sözcük...çoğunun msn kişisel iletisinde görülebilir...
    1 ...
  46. indian flute

    ?.
  47. içeriğinde hiç bir müzik aletinin, flüt hariç, kullanılmadığı, insan sesinin ritim yarattığı muhteşem bir şarkı...dinlenmelidir mutlaka..
    0 ...
  48. ince cizgi

    ?.
  49. iki zıt kavram arasındaki keskin Ve görünmez varlık.
    1 ...
  50. the cell

    1.
  51. senaryosundaki atın cam ile aniden kesilme sahnesi ile beni çıldırtan değişik bir psikoanaliz filmi..
    1 ...
  52. bitto

    ?.
  53. Genelde "bihter" , "bülent" , "bilal" vb isimleri olan insanlara özel tasarlanmış bir takma isim...bir çeşit italyan peyniri aynı zamanda, çok lezzetlidir kendisi..
    0 ...
  54. başkasının kalbini tanımak

    ?.
  55. çok zordur çooook...insan önce bir kendi kalbini tanısında, başkalarınınkini tanımak kusur kalsın dedirtir insana..
    0 ...
  56. domez

    1.
  57. hani insanların çevresinde olan başka insanlar vardır, genelde başka bir insanın ayak işlerini yapar, mesela fatura yatırmak, öğrenciyse sınav için not bulmak, arabayı başkasının yerine kullanmak, ya da ütü yapmak, temizlik yapmak ya da telefonlara bakmak vs..gibi..işte bu işleri yapan "köle" insanlara verilen genel addır "domez"...

    örnek: --- öfff, sınavı nasıl geçeceğim ben yaaa?
    --- ne üzülüyorsun ayol? çağır domezini, not bulsun, çalışsın anlasın, sonra anlatsın sana bütün konuları.. :))
    1 ...
  58. hatice mine bahadır

    1.
  59. Bilkent üniversitesi mezunu, aslen hataylı olan şair, yazar ve eğitimcidir. Amerika'da Uluslararasi Şairler Birligi tarafından ödul almış, edebiyat kurdudur kendisi. (bkz: ince çizgi) ve (bkz: özlemim)başlıklı insanın içini "cızzz" eden şiirleri vardir. Aynı zamanda, Oscar Wilde (bkz: oscar wilde)- hayranıdır. Entellektüel ve edebi açıdan yaratıcılığın sınırlarını ve insanoğlunun sınırlarınıda zorlamaktadır çoğu tanıdığına göre, saygıdeğer ve eşi zor bulunur insan. (bkz: mine bahadir).
    1 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük