"ben, sende yaşadım, seninle tattım böyle bir aşkı...al, hatıram olsun, armağan olsun sana bu şarkı..çal, benim için çal, bu aşk için çal bizim bu şarkı..."
tam 25 gun once verdigim siparisi yollamis olduklarini iddia etmelerine ragmen hala bana ulastiramayan, dandik, ne oldugu belli olmayan gereksiz bir alisveris sitesidi. gg dururken bunun gibilerle pek muhattap olmamak lazim ruh sagligi acisindan.
James Joyce'un yani sira, ayni zamanda Oscar Wilde'inde memleketidir- dogdugu ev maalesef Joyce'un evi gibi halka ziyarete acilmamistir- gecenlerde gittim Dublin'e, Oscar Wilde House American College adi altinda "ozel organizasyonlar, davetler vb icin gunlugu 200 euroya kiraya verilebilir" yaziyordu..O parada sozde evin yenilenmesi ve restorasyonu icin harcanacakmis. Kapitalizm her yeri saymis anlasilan, Oscar Wilde gibi Amerikan karsiti ve kapitalizm dusmani bir dehanin dogdugu evin su anda bu durumda olmasida cok ironik bir durumdur- mezarinda kemikleri sizliyordur kesin. 200 euroya kiraya vereceginize, acin halka, zaten gunder en az 200 euro ciro yaparsiniz yani, hic mi akil mantik yok bu insanlarda yaaaa, hayret bisey.
Emrah ile başrolde oynadığı "yalnız güneş şahitti" adlı filmde ilk kez gördüğüm, 90lı yılların güzel ve çekici mankenlerindendir kendisi. Bu filmde de rolünü oldukça güzel oynamış olduğu gözlemlenebilir. Bir arkadaşım geçenlerde Nişantaşı'nda bir cafede garsonluk yaptığını söyledi kendisinin, ne derece doğru bilmiyorum.
emrah'ın filmlerini çocukluğumdan beri seyrederim, kendisinin "küçük emrah" olduğu filmler acıklı ve trajik olmasına rağmen, gençlik döneminde oynadığı bu "yalnız güneş şahitti" filmi, nedense beni en çok etkileyen duygusal-romantik aşk türünden bir türk filmidir.
emrah'ın esra'yı (esra dop) düşündüğü zamanki ruh hali, yüz mimikleri çok etkileyicidir.
nedense ben o meşhur- "emrah'ın sevdiği kızın başkasıyla evlendiği düğün gecesindeki oynama sahnesinde" pek gülme ya da dalga geçme gereği duymadım...
aşkını kalbine gömüp, renk vermemek için, herkes tarafından bilinen haliyle, yani esra'nın erkek kardeşi kimliği ile, kız kardeşinin karşısına geçip düğününde oynaması beklenirdi... ki... bu oynama meydan okuma gibi bir hava ile olup, bittiği anda esra'nın gittiği ve emrah'ın gözyaşları içinde eridiği gözlemlenebilir.
niye bu kadar uzun ve dataylı tasvir etmeye çalıştım bilmiyorum, sanırım çok etkilendiğim çocukluk anılarından esinlendim bu filmi en az beş kez seyretmiş bir yetişkin olarak.
degeri ya hic anlasilmayan, ya da cok gec anlasilan, nadir bulunur bir insan turudur bu "gercek dost"..ve bu anlasilmazlik, genelde insani digerine karsi gercek bir dost olmaktan sogutur, zira gercek dost olan birine yine gercek bir dost lazimdir. karsindaki gercek bir dostsa senin gercek dost olmanda bir anlam, bir mana vardir. obur turlusu biraz, ne birazi abarti derecede, suistimal, kullanma, bencillik ve ikiyuzluluk gibi durumlara sebep olmaktadir.
bazen bu durum insani ayri bir tribe sokar, yani sanki boyle cok yogun, kafasini kasiyacak vakti olmayan bir insan moduna girersin.. surekli birilerinin sana ihtiyaci oldugunu dusunursun kisa bir an, tabi tel. dakinin (cepse genelde turkcell musteri memnuniyeti merkezinden arayan operator), yanlis numara ya da es-dost akraba ya da kapidakinin postaci yahut dilenci oldugunu gordugunde bu gecici "yogun insan tribi" sona erer anlik olarak. bence boyle bir durumda kapi acilmalidir ilk, zira giden geri gelmeyebilir ya da beklenenden daha gec gelebilir ama arayan muhtemelen ilk denemede cevap alamasa bile 10 dk.da geri arayacaktir.
demet akbağ bir oyununda bu üçgenin iç açıları ile ilgili çılgın bir espri yapmıştı... hatırladığım kadarıyla, demet akbağ evde kalmış gençkız rolünde, iş başvurusu için bir ofise gidiyor, işveren buna sorular soruyor... bir ara işveren "peki, bir üçgenin iç açılarının toplamı nedir biliyor musun?" diyor, sonra demet akbağ, "siz onu bırakında, bir insanın iç acılarının toplamı nedir, siz asıl onu biliyor musunuz?" der... ve sonra işe alınır... * aklıma geldi terimi görünce, yazayım dedim üşenmeden...
sahibi gurme süreyya bey, muhteşem balık çeşitleri ve mezelerini müşteriyi zevkten dört köşe eden servisi ve lezzeti ile adeta büyülemektedir. ankara'nın en iyi balık restaurantıdır, nenehatun caddesinde ara sokaklardan birinde yer alır bu restaurant. istanbul'dan uçağa binip, gelip burda balık yiyip, geri dönenler vardır. çok kötü alışkanlık yaratır insanda bu restaurant. şiddetle tavsiye edilir.
unlu yazar oscar wilde'in, insanin icini urperten, acı dolu gozlerle ve tarifsiz hislerle kelime kelime okudugu, bir benzerine henuz rastlamadigim, ultra "asmis" bir siir. sozleri turkceye en iyi cevrilmis hali ile su sekildedir:
"Her insan öldürür gene de sevdiğini,
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin sert bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından!
Kimisi aşkını gençliğinde öldürür,
Kimi sevdiğini yaşlılığına saklar;
Bazısı öldürür arzunun elleriyle,
Sevdiğini altının elleriyle boğar bazısı;
Bunların en üstünü bıçak kullanır çünkü
Böylelikle ölen çabuk soğuyup donar..!"
"Bir sanat yapıtını yaratırken alınan haz, tümüyle kişisel bir tattır.
Ve o tat için insan bir şey yaratır;
Yapıtlarım çok az sayıda kişinin hoşuna gitse bile kıvanç duyarım bundan.
Kalabalığa gelince: Popüler bir yazar olmak gibi bir isteğim yok benim.
Öylesi çok kolay olurdu."
diyen, aşmış, ermiş, eşi bulunmaz şahsiyet. aşık olunası bir adam, ne yazıkki değeri hala yeterince bilinmiyor...
Eylül-2007 versiyonunda, yeni kayıt yaptıran ve atılan öğrencilerede yapılan aftan dolayı, yaklaşık 3000 kişinin gireceği, soğuk terler dökeceği, yine sınav yapılan binaların dört bir yanında ambulansların ve şaşkın velilerin saatlerce bekleyeceği; çoğu öğrencinin kabuslarına giren, kimi için intihar sebebi olacak kadar ciddiye alınan, özellikle listening ve reading kısımları en zor olan ve writing kısmındada en alakasız, insanın neyi nasıl ne şekilde yazacağını sapıttıran soruların sorulduğu bilkent'in meşhur efsane "english profeciency" sınavıdır. Öğrencinin bireysel çalışması, başarılı bir dersaneye gitmesi, ve aynı zamanda özel hocadan ders hatta özel psikologdan terapi alınması ile yüzde doksandokuz oranda geçilebilecek, bir "oh" dedirtecek stres faktörüdür. (geçen seneki versiyonunda, komposizyon konusu: "başarı tamamen şansla alakalıdır- siz ne düşünüyorsunuz bu konuda" demişlerdi, öğrenciler mahkeme duvarı suratlarla çıktılar 1 saatlik writing session'dan- bilginize.)
"bedenim bedenine, ruhum ruhuna, hayatım hayatına aç... "
"kanım çekiliyor, beynime sıçrıyor, sonrada ağır bir kurşun gibi damarlarıma akıyordu yavaş yavaş... "
"bir öpücük, hele hele iki aşığın uzun süredir beklediği yasak aşkın öpücüğü tarif edilemez bir zevktir. Böylesi bir öpücük o kadar çok şey anlatır ki, böyle bir öpücük olduktan sonra, yeminlere, sözlere ne gerek vardır ki? böyle bir öpücük sizi mezara kadar götürür... "
"onu ilk öptüğümde, yalnızca yaşıyor, nefes alıyor olduğumu farkedecek kadar bilinçliydim... "
devamıda varda, şu anda ezberimde olanlar bunlar. oscar wilde farkı işte... * )
Unlu yazar Oscar Wilde'in "De Profundis" (Oluler icin soylenen tovbe duasi) adli eserinin ilk cumlesidir. Artik bir edebi eser bu cumleyle basliyorsa, siz devaminda nelerle karsilasirsiniz, bir dusunun bence. Wilde bu eseri "izdirap" surecinin baslangici olan hapis yasaminin ilk gunlerinde yazmaya baslamistir ve nefret, ask. hirs, kiskanclik, umut, umutsuzluk, pismanlik, alcakgonulluluk, acimak gibi bir cok insani duygulari barindiran, insanin okurken tuylerini diken diken eden bir anlatimi vardir. Izdirabin nasil cok uzun bir an oldugunu Wilde bu eserinde, "bizim icin zaman ilerlemez, bir izdirap ortaminin cevresinde, bir yuvarlak dondurur gibidir" diyerek aciklamistir.
"has anything you have done made your life better?" sorusu ile filmin konusundaki çelişkileri gündeme getirirken, benide yoğun düşüncelere daldıran filmdir. Bu filmi seyrettikten sonra nedense insanlar ve çoğunlukla kendime bu soruyu sorar oldum belli aralıklarla. ilginç bir etkisi vardır yani bu filmin bende.
"sırrını söyleme dostuna, dostunda dostu vardır, gider söyler dostuna" söylentisinden yola çıkarak, sırdaşınız ya da dedikoducunuz olacak kişilerdir bunlar.
zaten şarkı kayahan bestesidir, "odalarda ışıksızım" albümünde 2 farklı versiyonu vardır. 90lı yıllarda, çocukluğumda hep dinlerdim. o albümün kapak renkleride çok hoşuma giderdi, böyle açık pembe, açık mavi ve gri bir arada, ortada da kayahan'ın siyah beyaz bir resmi. nasıl aklıma kalmış bu güne kadar hayret doğrusu.