galatasaray ın şu an için bulunduğu konum iyi gibi görünse de ( şampiyonlar liginde gruptan çıkma, lider olma, flas transferler vs.) aslında yolunda gitmeyen bir çok şey vardır.
galatasaray rahat değil! futbolcuların üzerinde bir gerilim var ve bu da sahaya yansıyor. geçen sene üzerlerinde bir baskı yoktu ve rahattılar. çünkü zaten küme düşme noktasına gelmiş bir takımlardı ve kimse onlardan 2-3 yıldan evvel toparlanmalarını beklemiyordu, tıpkı bu sene beşiktaş da bulunan dünya sikime minare götüme rahatlığında olduğu gibi.
ama geçen yıl bir futbol mucizesi oldu ve fatih terim sıfırdan bir rüya takım yarattı! defansıyla, orta sahasıyla, forvetiyle, oyun anlayışıyla mis gibi oynadılar, mis gibi şampiyon oldular. üstüne bir de çoktandır unuttuğumuz ve izlemeye hasret kaldığımız yerli bir yıldız parlatarak! selçuk inan! buna semih in, elmander in, zaman zaman engin baytar ın performansları eklenince başarı da geldi.
ve bu başarı ve yeni yönetim ve yeni stad, yerlerde sürünen türk futbolunda bir ışık, bir avangard devrim habercisi idi. cimbom her zaman olduğu gibi türk futbolunda bir lokomotif, bir önderlik, bir başarı çıtası yükseltme görevini devraldı. aslında iyi de oldu, çok da güzel süper de oldu, yoksa gerek klüplerimiz, gerek milli takım, daha senelerce çamurdan başını kaldıramayabilirdi.
beşiktaşın; maddi sorunlarla,
fenerbahçenin; aykut kocaman, aziz yıldırım ve şike lekesi ile,
trabzonsporun; verilmeyen şampiyonlukta feneri, futbolcularını çalmakla da cimbomu suçlamaktan bütün enerjisini kaybetmesiyle
bursasporun; kazandığı onca paraya rağmen küçük düşünmekle ve kadrosuna güçlü transferler yapmamakla
uğraştığı bir sezonda hasbel kader yine ligin ilk yarısını lider tamamladı. şampiyonlar liginde üst düzey mücadele ( bunu lig maçlarında yapamıyorlar) üst düzey konsantrasyon, biraz şans biraz da rakip takımların güçsüzlüğü vesilesiyle de gruptan ite kaka çıktılar.
dany nin pimi çekilmiş bir el bombası olması, riera nın defansif özelliklerinin yetersizliği, melo nun elinde kibrit ve benzinle maça çıkması ayrıca bir lama olması, hamit in sağ çizgide top ezip durması, amrabat ın top ayağına geldiğinde hokus pokus yapması, emre çolağın rüyasında bile birilerine çalım atmaya çalışması, sabrinin sabri olması, engin baytar, yekta ve aydın yılmaz ın formsuz olmaları cimbom u kırılgan yapan etmenler.
üstüne son zamanlarda eklenen fatih terim in, sebebini anlayamadığımız basit hataları tekrarlamaya başlaması, emre çolak, aydın yılmaz, engin baytar, hamit altıntop gibi topçuları kazanmaya çalışırken takımın ilerlemesini engellemesi gibi faktörler de eklenebilir.
ite kaka maç kazanan, dişli ve disiplinli takımlara boyun eğen, henüz işlevsel pas trafiğini ve oyun hakimiyetini elde edememiş, istikrarsız, maç başlamadan nasıl oynayacağını kestiremediğiniz bir takım var şu an elde. biraz karambol, biraz baskı ve mücadele, biraz da forvetlerin becerisi ile maç kazanıyor.
shalke maçları cimbom için kırılma anları. ya yeni transferlerle birlikte uyum içinde ve güzel futbol oynayan bir takıma evrilirler, ya da shalke buldozer gibi cimbomun üstünden geçer ve yeni bir kaotik ortama devrilirler.
tahminim, ikincisi olacak ve galatasarayda çok gürültü patırtı çıkacağı yönünde.
"ne güzeldir insanın insanı övmesi
türk övün çalış güven demesi
ne güzeldir insanın insana yanması ey sevgili
dünyayı övgü kurtaracak
ve bir insanı övmekle başlayacak her şey!"
evrende sarsılmaz bir yasa mevcuttur, o da kaçan kovalanır yasası! pek bilimsel olmadı ama aslında çok bilimsel.
karşı cinsi ağına düşüreceğiniz bir av olarak tasavvur edin. öncelikli olarak dikkatini çekin. çünkü insanların çoğu derin uykudadır ve etrafında olan biteni görmezler. sis ısrarla ben burdayım deyin, hoşuna gidecek bir kaç hareket yapın.
sonra ona çok güzel bir şey verin. bunun ne olduğuna siz karar vereceksiniz, onu mutlu edecek, sefil hayatında yer edinecek bir eylem, atraksiyon. bu çok eğlendiği bir gece çıkması da olabilir, baş başa moda sahilinde martıları ve denizi izleyerek yapılan yumuşak bir sohbet de olabilir, bir iltifat da olabilir. tamam mı, kendisini daha mutlu hissediyor mu?
işte şimdi geri çekilin.
uyuşturucunun ilk dozunu aldı. sizi kaybettiğini düşünsün, mutsuz olsun, kederlensin, gebersin. tam ümidi kestiği anda daha büyük bir çoşku, daha büyük bir mutluluk ve heyecanla karşısına çıkın. tamam, aklı gitti.
kaybedilen bir şeyi yeniden bulmak gibisi yoktur şu hayatta!
sonra yine geri çekilin, eksiklik sendromu yaşasın. geri dönün ve onu hiç olmadığı kadar mutlu edin.
işte size ilişkilerde "köpek" diye tabir edilen yepisyeni bir sevgiliniz oldu. sıkılana kadar tepe tepe kullanın.
en basitinden müzik duyguları ifade eder ve bu duygulara sahip kişi de onu dinleyip duygularını dalgalandırır. karşınızdakinin dinlediği müziklere bakarak onun ruh dünyasının %90 ını analiz edebilirsiniz böyle bir yeteneğiniz varsa tabi.
güzel insanlar, güzel duygulara sahip olan insanlar güzel müzik dinlerler. kime göre neye göreciler şimdi müziğin güzel olduğuna kim karar veriyor peki? diyecekler, desinler ellemeyin.
sakin bir hayatınız belli bir olgunluğunuz, metropol bir yaşam kültürünüz, travmasız bir geçmişiniz biraz da müzik zevkiniz varsa ağırlıklı olarak caz dinlersiniz tabiki de. varoşlardaysanız, günleriniz sobanın üzerinde kıçları karararan çizilmiş kestaneler ya da tencerede kaynayan tavuk gibi geçiyorsa arabesk dinlemek duygularınıza tercüman olacak ve az psikoloji bilgisinden kaynaklı bir çeşit kayış sıyırma, balata yakma durumları engellenecektir.
bir çok kişi murat boz u ya da feridün düzağacı dinler, o müziklerde hallenir, o müziklerde civelekleşirler.
serdar ortaç sevicileri mesela langir lingir adamlardır. hayat hakkında allengirli görüşleri olduğunu sanıp hiç kitap okumamasına film izlememesine rağmen bunun olabilmesini de doğanın bir mucizesine bağlar.
model grubunu dinleyenlerin hepsi kızdır ve 22 yaşındadır, asmalımescide takılıp cihangirde yüksek zemin katta bazen tek bazen en fazla bir kız arkadaşıyla kalır ve bazen kime vereceğini şaşırıp bazen de rahibe gibi takılır.
duman dinleyen kesimin kafası dumanlıdır, efkarlıdır, serzenişlidir. üniversiteye gider ve adam gibi bir ilişki yaşayamamanın hüznünü yaşarlar. barlarda en çok içen, en çok işeyen de yine bunlardır.
unutmayın dostlarım, karşınızdaki insanın hayata baktığı pencereyi size kabak gibi gösterecek bir sır verdim sizlere.
"binlerce kilometrelik bir yol, atılan ilk adımla başlar" demiş japonlardan bir tanesi. akıllı adamlar japonlar, bir bildikleri olmasa bu cümleyi söylemezlerdi.
ilk adımı atmak aslında hiç de o kadar kolay değildir. gidilecek yol her ne ise, ona doğru atılır çünkü o ilk adım. daha önce atılmış binlerce adımdan sadece birisi değildir o. bambaşka bir adımdır. üstelik her şeyi başlatan tek şey değildir o. o adımı atana kadar geçen bir süre de vardır. belki de yıllar sürer o adımı atmak. belki de yıllar boyunca, atılıp atılmaması düşünülmüştür.
ağırıdır o ilk adım. yolu ölçüsünde. yol uzadıkça, adım ağırlaşır. atatürk ün samsuna 19 mayıs günü attığı o ilk adımı hatırlayın. anısına anıtlar dikilen, uğruna efsaneler anlatılan o ilk adım. çok büyüktü.
astronotun ay da attığı o ilk adım, kendisi için küçüktü, ya insanlık için?
bir insana doğru attığınız o ilk adım. o aranızdaki kilometrelerce mesafeyi azaltacak olan adımdır aynı zamanda.
ilk adımı senden bekleyenler vardır. çünkü onlar için o adımı atmak zordur. seni daha güçlü bilirler, ya da öyle olmanı umarlar. ancak o ilk adımı atacak cesareti gösterdiğinde sizi farkedecek olan kişiler vardır. adım atmanın cesaret gerektirdiğini bilenler. kulede yaşayan prensesler.
ilk adımı atmayı prensip haline getirenler vardır. kuralları da onlar koyarlar. ilk kuralı koyan, diğer kuralları da koyar diye bir kural vardır. ilk adımı atan, diğerlerini de atar.
risk; oturduğun koltuğun yanı başında sıralı bira kutularından, rastgele birisine sigara izmariti sokuşturmaktır, yeni açılmış olana denk gelme ve gidip dolaba yenisini alma pahasına..
varoşlarda, anadolu kasabasında ya da langir lingir diğer bazı yerlerde doğdunuz diyelim. kolej yok, bar kültürü yok, taksim yok, okul hayatında renk yok, cinsellik aşk gibi şeyler zaten yok, ama arabesk var işte orada. şefkatli kollarını açmış sizi bekliyor, müslümü, ibosu, orhanı bili mumu.
seyyar satıcının arbasının altındaki bölmeye gizlediği küçük teybinden john base, evlere temizliğe giden karısının vivaldi den 4 mevsim, hayta oğlunun cem adrian dinleyebileceğini tasavvuf pardon tasarruf, taassup, tasavvur heh ! edemiyorum.
arabesk müzik dinleyenleri aşağılamayalım, hakir görmeyelim, cahil diye yaftalamayalım, o alemde de ne duygular, ne güzellikler, ne insansısı! şeyler gizli, müziktir sonuçta, tam tam diye diye zıplayan afrika kabilelerinde bile binlerce ibretlik saçmalıklar dolu. almışlar ellerine iki tane kütük tam da tam sabahtan akşama kadar tam tam dans, tam tam dans, biraz medeni olun be, biraz müzik gündemini takip edin, yeni akımlara karşı duyarlı olun. ondan sonra biz uğraşıyoruz size ekmek getirebilmek için bü sürü yardım kampanyaları falan..arabesk müzik dinleyen zevksiz, kıro, eğitimsiz, cahil, her duyguyu dibine kadar acımtıraklattırıp yaşayan, beğendiği kız ona yüz vermedi diye isyanlardan çıkmayan, hoşlandığı erkek başkasıyla nişanlanınca azer bülbül dinleyen kesime de bir çift lafım var, biraz kitap okuyun yaa, gezin görün, insanları hayatı öğrenin, fabrika ayarlarıyla yaşamayın şunu!
sonuç olarak toparlayacak olursak, arabesk ve tam tam kişilere özgüdür, herkes istediği tür müziği istediği şekilde dinleyebilir. siktir lan dinleyemez.
bazı insanlar var aramızda (hayvan demeye dilim varmıyor) sırf bir festivalde ödül aldı, yönetmeninin daha önceki bir filmini beğendi, ya da karşı cinsten birisi profilinde abuk subuk bir filmi favorilerine ekledi diye oturup saçma sapan bir sinema olayına dakikalarını saatlerini harcıyorlar.
kendi başına ne b.k yerse yesin zerre tasarrufumda değil ama bir ortamda el mecbur film izlenecekse tutup da neden o filmi izlemek, izletmek istenir, insanlar esir alınır anlamak mümkün değil.
evet az önce (ki şu an saat 05:00) entellektüel bir tecavüze uğradım. hayır, öyle filmden anlamayan bir adam da değilim, bu uğurda okul uzatmış, sevgili değiştirmiş, ev arkadaşıyla kavga etmiş birisiyim. bir filmde elle tutulur kısacık bir sahne bile varsa hakkını verir, izlenmeye değer bulurum. ama arkadaşım, fransanın bir küçük kasabasında, bir karı kocanın bitmek bilmeyen düşmanlıklarının, çözümsüz dargınlıklarının, ayrılmaya g.tleri yemeyip hayatı birbirlerine zehir edişinin 2 saat boyunca tekrar tekrar farkına varılması beni ne kadar ilgilendiriyor? elemanın bi de üniversite öğrencisi güzel mi güzel taş gibi bir metresi var. bi akşam yine karısıyla kavga edip metresine gidiyor, bi sevişiyorlar tam 15 dakika. nuri bilge ceylan bile bu kadar saygısız değil izleyiciye. tarkovski olsa neyse diyecem, o tam bir şerefsiz.
tam bir denyo.
hiç mi düşünmez bu yönetmenler, film çekildiği dönem yeni bir şey deniyor olabilirsiniz, çağın ötesinde fikirleriniz olabilir ama bu filmleri yıllar sonra abidik gubidik insanlar alıp izleyecek, onlar için hiç bir şey ifade etmeyecek yaptıklarınız. eline kamera alan film çekmiş arkadaş.
burdan hazır hızımı almışken o filmlere yok jüri özel ödülü, yok gelecek vaat eden genç yönetmen, yok ömür boyu başarı ödülleri gibi anten kunten ödüller verip de afişlere, cd kaplarına bilme nerde bilmem ne ödülü kazandı diye yazdırtrıran jüri üylerine seslenmek istiyorum; amına kodumun şuursuzları!
önemli olan nicelik değil niteliktir. varsın chp %30 alsın, isterse %3 alsın, bu önemli değildir. binlerce maymun arasında kalmış bir kaç insanın ıssız bir adada yapılan seçimde alacağı oy oranı, üstelik adanın en korkulan orangutanına karşın, sadece insan olma vasfı taşıyan birisinin adaylığında.. maymunlar seçimle iktidara gelip adayı yönetebilir lakin, demokrasi doğru olanı gösteren değil, seçmen kitlesinin kalitesini gösteren yönetme şeklidir.
halklar, hak ettikleri şekilde yönetilir.
türkiye halkı dünya sıralamasında ilk 100 de değildir bile. neye göre mi?
gelişmişlik endekslerine göre, insan haklarına göre, basın özgürlüğüne göre, düşüncenin suç sayılmamasına göre, yurttaşların eşit bir şekilde eğitim, sağlık, adalet hizmetlerinden yararlanabilmelerine göre..
garip garip afrika, uzakdoğu ülkelerinin bile çeşitli platformlarda türkiye ye fark attıkları gerçeğini görmezden gelip, yüzdesel rakamlarla bir partinin başarısı, ya da siyasi düşüncelerinin doğruluğu kıyaslanamaz..
yalanlara inanan masum halk!
ilk on ekonomiye girecekmiş türkiye, ona bakarsan hindistan dünyada ilk on büyük ekonomide hali hazırda.. ama hintlilerin yaşantıları reel hayatlarında bunu ortaya koyabiliyor mu?
kendi uçağını helikopterini otomobilini yapacak olan türkiye; tansu çiller her haneye bir ev bir araba anahtarı verirken daha gerçekçiydi..
sevilmemiş, çirkin, kilolu, orantısız yüz hatlı, götü yere yakın, ( belki bi çoğunu evden dışarı salmadıkları için sevemedik)ysnlış adamı sevmiş ve hakkını orda kullandığı için zaman kaybetmiş, kariyer yapmak için gençliğini, iyi sniper kullanabilmek için göğsünü aldırmış kadınların katıldığı matine.
erken yaşta evlenmiş, geç boşanmış, hiç boşalmamış, dikiş dikmiş ama tutturmamış, bir zalimin ocağında sevdası ağlamış, kaybetmiş..
matinede çalacak parçalar, "eller kadir kıymet bilmiyor anne" den "i will survive" a kadar değişebilirse de esas parça; "şeker oğlan" dır.
2 aylık parası kalan ve yakında kirayı bile ödeyemeyecek duruma gelecek olan sevgili yaramaz komuşumuz yunanistan hükümeti ve halkına, ekonomik krizler konusunda yazarlarımızın tavsiyeleri. parlak olanlarını fakir yazarlar kendileri için de uygulayabilirler.
eyy! ehli-keyf yorgi, gördün mü ebeninkini!
şeklinde değil de, daha onur kırmadan, yapıcı tavsiyeler olursa tabi daha şık olacak.
benim tavsiyem; tavernalarda kırdığınız tabakları yapıştırıp, yeniden kullanın, yeni tabak masraf.
dünya kupası olur hemen bir projeyle aday olunur, göt yemiyosa komşu yunanistan da projeye eklenip yine aday olunur.. kış olimpiyatları olur, üniversiad olur, expo olur, hububat ürünlerinin güncel sorunlarıyla ilgili bir kongre olur hiç farketmez!
önemli olan o organizasyonu ülkeye getirmek ve dosta düşmana " ne kadar organize, zengin ve başarılı bir ülke olduğumuzu" göstermektir
;bir de işe ticari yönden bakan bürokratların ya da genel müdürlerin açıklamalarıyla anladığımız bir türkish styla vardır ki o da; yaptığımız şu kadar milyon dolar masrafa karşılık elde edeceğimiz gelir nah! bu kadar dolardır, her türlü kardayız lan! bu ecnebiler harbi gerizekalı, bu kadar karlı bir işi bize kaptırdılar eki eki
bir de buna eklenecek bilmem kaç milyon dolarlık reklam gelirini düşünün vatandaşlar!!
bu organizasyon işi walla, sanayi devrimini ıskalayan osmanlının, teknoloji devrimini ıskalayan genç cumhuriyetin bütün ayıplarını örter be!
yerkürede yapılan bütün organizyonlara biz evsahipliği yapsak, yeminle dünyanın ilk 3 büyük ekonomisine girer, acayip fors atarız davosta falan ..
arkadaşım; sen o badem bıyıklı namazında niyazında adamlarınla evrensel bir arenada rekabetlere giriyor, çeşit çeşit organizasyonları ülkene getiriyorsun ama, bu mızrağın çuvala sığmayıp yırtık dondan fırlar gibi fırlama durumları gerek organizasyona katılan uzun bacaklı sarı gacıların sokakta "heyy yavrum hepsi senin mi!" gibi sarkıntılıklara maruz kalmasına sebeb oluyor, hem de sporu, bilimi, güzel sanatları biz yaptık oldu! ( acaba oldu mu) bönlüğünde dünyanın beğenisine sunma gafletini doğuruyor.
yapmayın, etmeyin, hobi olarak yine yapın ama her türlü organizasyona atlamayın aln, az sakin olun.
kampanyası. sol frame de görmek istemediğimiz başlıkların üstünde bekletince çarpı işareti çıkıyor, iyi hoş güzel ama bunları yok etmek büyük sabır işi. ben kafadan, istemediğim bazı orospu çocuklarının, troll'lerin, yobazların, faşistlerin, mankafaların başlıklarını "bu yazarın başlıklarını sol frame de görmek istemiyorum" seçeneği istiyorum şiddetle. destek çıkın lan bana sayın bayanlar, baylar.
teknik direktörlüğe red kit i (bilinen adıyla rijkaard) getiren gs in, jo nun beklenen etkiyi yapamaması üzerine avarel i de transfer edecek olmasıdır. transferden sorumlu dalton üstünel; "daltonlar benim akrabam olurlar, sırayla monte edecez" dedi.
konuşmanın başında uzun bi şekilde kızılmayacağı sözü alınır.telefon kaydında devam eden diyalog aynen şöyledir:
-bak kızmayacaksın ama?!
+ya ne yaptın kızdıracak.tamam,söyle hadi
-ben hamileyim!..
+yok ananım amı artık ya saçmalama!
-ne diyosun be salak
+tamam dur ,ağlama.sen şimdi hemen eczaneye gidiorsun 2 paket ertesi gün alacaksın.onların hepsini iç bi kerede..
-ee?
+o işte şey yapacak..ee işte iç sen dozajı yüksek olduğu için söktürecek temizleyecek..
aşk ve uyuşturucu beyinde aynı etkiyi yaparlar. sizi olduğunuzdan daha mutlu yaparlar, ama bu sizin yaptığınız ya da elinizde olan bir şey olmadığından dışa bağımlısınızdır.
aşkın sizi mutsuz etmesinin formülü: daha önce hiç aşık olmadıysanız, yaşadığınız ortalama mutluluğunuza 10 birim diyelim. aşık olunca bu 15 oluyor diyelim, arada sanal bir 5 puan kazandınız. sonra diyelim aşk bitti siz tekrar en iyi ihtimalle 10 birime geri dönseniz ( ki bu genelde 4 lere 5 lere düşer) durduk yerde 5 brimlik bir mutluluk kaybınız olacak. böylece mutsuz oldunuz, tebrikler!
yukarıdaki şeyler uyuşturucu için de geçerlidir, çakarsın eroini, vurrusun mutluluğu 40 lara 50 lere, e tabi ondan sonra zor gelir yaşamak 5 lerde 10 larda.
ilk aşık olduğum zaman, kendi halimde, etrafa gülücükler saçarak ortalarda dolanan bir gençtim. mutluydum anlıyacağınız, sonra eros oklarından birini bize denk getirdi, aşık olduk mecburen, 2 sene bulutların üzerinde gezdikten sonra bir akşam paraşütsüz 700 feet den aşağı düştüm. çanağı çömleği kırdım. bitkisel hayatlar, komalar falan derken bir baktım kafa sürekli bulutları istiyo.
bir kere başarısız oldun diye, bir daha olacaksın diye bir kural yok yer yüzünde.
bir daha aşık olursun, onda da diğerinde olmayan şeylere vurulursun, aşkın genişler, büyür kocaman olur, sonra patlar köpük gibi, yine düşersin, deja vu olursun, ben bunu bi yerden biliyorum dersin, kemiklerin yine kırılır.
yok artık aşk maşk dersin, akıllandım artık dersin, aşk zaten kocaman bir yalan dersin, aşksız da yaşanır dersin ( bu konu hakkında hiçbir şarkı olmasa da)
bir süre bakarsın hayatın iyi, acısız geçiyor, gülmeye bile başlayabilirsin, yemeğin uykun düzelir, anlarsın ki sap gibi bir hayata dönmüşüm, saman gibi, ot gibi, yavan, kuru, cansız, renksiz, toprak gibi, sonbaharda solmuş yaprak gibi, hep alacakaranlıkta, gölgelerde, uzaklarda olma duygusu..
yok dersin, ben düşmeye razıyım, yeter ki burdan kurtulayım..
bunu dediğin an bağımlılık başlar, uyuştucuda da aynıdır.
dost gibi davranır, önce sizi düşünce kaldırır, sonra hızla koşarken bir çelme takıverir. üzerinize gelir, yana kaçarsınız, yanda sizi bekliyordur. isterse sevindirir, istemezse güldürmez. ona engel olamazsınız, sadece verdiği kararlara uymak için kıvrılırsınız, esnersiniz, yeni bir forma girer ve bir sonraki perdeye kadar öyle yaşarsınız.
ona sürekli gülümsersiniz, size sinir olur. ne gülüyorsun der, kavga çıkarır. hata yaparsınız size her şeyinizi kaybettirmeye çalışır. acımasızdır, ikinci bir şans vermez, verse de gizli verir siz göremezsiniz.. hayallerinizi yıkmak için emek harcar. bazen sizin hayallerinizi kurmak için harcadığınızdan bile fazladır. hayalleriniz direklerinden üstüne yıkılır.
canınızın nereden yandığını iyi bilir. önce aşık eder sizi, sonra da terkeder. bir de utanmadan "olgunlaştın" der. sana bunu istediğini sormaz. içinde yaşayan her canlıyı öldürmek ister hayat, kirli birer parazit taşıyormuş gibi. kimini erken öldürür kimini geç, kimini yaşarken öldürür, kimini bin kere.
kimini sabırla bekler, tam en mutlu anında, kimini süründüre süründüre, kimini işkenceyle.
okul biter, 657 ye tabi bir memur olursun. olaylar gelişir. kılık kıyafetinden tut da, amirlerine karşı hal ve hareketlerinde kontrollü olmaya kadar bir dolu pranga vurulur ötene berine. fikirler işe yaramaz, siyasi görüşler tehlikeli, en ufak aykırılıklar disiplin soruşturması sebebidir artık. okuduğun kitapları unutmakla başlayabilirsin evkaftaki memuriyetine. orhan veli gibi istifa etme şansın da yoktur. 9-6 yollarında, bir zincir boğazında, sıkar gevşetemezsin.
the others la orada tanışırsın. lost takilere benzemezler. daha kan emici daha suratsızdırlar. birbirlerine benzerler. onlardan olmadığını anladıklarında seni takibe alıp kapına sen uyurken çarpı işareti koyarlar beyaz fırçayla kocaman. düşünmeni, yaratıcı fikirler ortaya atmanı, sisteme dair aksaklıkları tespit etmeni hoş karşılamazlar.
1 ytl alacağını tahsil etmek için 39 ytl harcayan bir organizma (devlet) yı orda tanırsın ve "ama" "fakat" gibi kelimelerle başlayan cümleler kurma isteğini hemen bastırırsın. işin kötüsü bunun emekli olana kadar uzun bir süre sürecek olması ve bu süreç içinde senden götüreceklerini, yeteneklerini birer birer körelteceğini ve sonunda seni de the others yapacağını anlamandır.
az/hiç kitap okuyan, entellektüel açıdan az gelişmiş, zekası seninkinin 3 de biri olan birisi amirindir. hakkında eften püften sebeplerle disiplin soruşturması açabilir, sana ceza verebilir, anandan emdiğin sütü burnundan getirebilir. bu yüzden tehlikelidir, insan ilişkilerinde yeni yeni kavramlar öğrenmek/uydurmak zorunda kalırsın. alttan alma, sesini çıkarmama ( en çok da bu işe yarar), etliye sütlüye karışmama, fikrini beyan etmeme, aykırı bir tip olmadığını göstermek için kamufle olma, "a öyle mi" deyip zorla gülümseme gibi hiç de alışık olmadığın taktikler geliştirirsin, yapmam dediğin şeyleri yapmaya başlar ve kendi içinde başka bir metabolizmaya yer açarak şizofren bir arkadaş edinirsin, beraber takılırsınız sana memuriyeti öğretir.
http://www.beethoven.com/ sürekli klasik müzik çalan kalite gözeten iyi bir sitedir. soğuk kış gecelerinde ve serin yaz akşamlarında iyi gider. tam notalar arasında hayal alemine dalmışken bayık bir sesle bilmem ne dat kam diyen adamlar da olmasa tam süfer olacakmış.
akıllı tasarım anladık, ama ne kadar akıllı? bu soruyu merak eden çilli genç kız sorusu. en zekimiz einstein dı. onun iq su 200 civarı diyorlar, evren ondan daha zeki olduğuna göre, en az bi 300 olmalı gibi geliyor bana. 300 iq ile neler yapılmaz ki, küp değil silindir gelse 2.5 saniyede çözülür walla.
"hepiniz orospu çocuğusunuz" diye bağırmak istenilen ama doğuracağı sonuçlar yüzünden yapılamayan bir ortamda, rahatlıkla yüksek perdeden bağırılabilir bu cümle. daha millet n'oluyo lan! derken içlerinden bir kaç kişi çıkıp "doğru söylüyor ellemeyin" diyecektir mutlaka. kimse itiraz etmeyecek, dünya ya basit bir orgazm sonrası mecburen geldiklerini hatırlayacak, ebeveynleri tarafından yıllarca kandırıldıklarını anlayıp derin bir varoluşsal sorgulamaya girişeceklerdir. o esnada siz de ortamdan tüyebilirsiniz.
kızların %90 ı cinsellik, sex, cinsel ilişki, sevişmek, meme, süper sevişmek, übersex, her gün sevişmek, sürekli pompa ve biraz dinlendikten sonra yine sex konuşan, başlık açan ve bunların altına entrylerini döşeyen abazan güruhtan aslında hoşlanıyor, sözlük yavaş yavaş dağılıp da ortalık tenhalayında birer ikişer bunları kapıp evlerine götürüp gün ağırana kadar sex yapıyorlarmış. hatta, bazı gecelerde sabaha doğru grup sex yaparlarken yakalanmışlar da, moderatör bu olayı örtbas etmiş diye de bir söylentileri de var.
meğer, dur lan herkes yazıyor ne var bunda deyip de elini orasından çekip klavyeye duran cengaverler winner, bu işlerin öyle olmayacağını bildiğini sanan entel dantel tayfası da kocaman birer loosermış.
bundan böyle sözlükte hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, maskeler düştüğü için artık rahatça cinsel devrimi yapabilecek, bunları aşınca da normal insanlar gibi başlık açıp altına gerçekten okunabilecek entry girebileceğiz. en azından bu bile değişim için bir umut, abazalar için bir kurtuluş, mankafalar için ise hiçbir şeydir.
bültenin sonlarına doğru yer verilen bir röportajda sözlüğün en meşhur vericisi olan, ab rh (-) nickli kızın ağzından dökülen şu cümleler çok manidar;
"-evet bu doğru, bu bizim kadınlık doğamızda olan bir duygu, erkekler nasıl ki türlerini devam ettirmek için mümkün sayıda çok kadınla çiftleşmek istiyorlar bu yüzden çok eşliliğe meyilliler, biz kadınlar da etrafta dolanan bu cinsel potansiyelden faydalanıp insanlığı daha güzel yarınlara taşımak arzusundayız."
bu sözler isveçli bilim adamlarının şüpheci davranmasına neden olup birbirlerine " olamaz ne saçmalıyor bu kız" dedirtse de, ulemamız son anda yaptıkları diplomasi ile olayı lehimize çevirmeyi başarmıştır.
not: bu geceki alem 04.00 da başlayacak ve 10 kız 20 erkek toplu sex yapılacaktır.
obama yı iktidara taşıyan (amerikada da iktidar mı deniyor acaba) "yes we can" sloganının türkçesi. herkesi ellerinde türk bayrakları ve " hayır yapamayız" yazılı dövizlerle yarın akşam taksim meydanına davet ediyorum. orada toplanacak yüzbinlerle birlikte bütün dünyaya, antidemokratik, antilaik, faşist ve yobaz ülkemizin sesini duyuralım. cnn de çıkması için de araya bir kaç tane "no we cant" yazılı pankartlar da sıkıştıralım. gelmeyen laiktir, emek hırsızıdır, lopipoptur.
hayallerde beliren, reel hayatta bir türlü karşımıza çıkmayan sevgiliden ayrılmaktır. bunca yıl hayallerimiz süslediği, bizi hiç terketmediği ve her durumda yanımızda olduğu için teşekkür etmek nezaket icabıdır. aslında öyle birisi olmadığı için diğer ayrılıklar gibi çok koymaz. dikkat edilmesi gereken tek husus yeniden ona aşık olmamaktır.
almanya nın hagen kentinde yaşayan adem özdamar adlı türk genci, alman polislerince hem de bir polis istasyonunda komaya sokuldu. kendi vatandaşları için bütün dünyayı ayağa kaldıran, antalya da bir turist kıza tecavüze yeltenen alman genci için psikolojik ve adli baskı yapmaktan çekinmeyen almanya, bakalım bu davada her zaman olduğu gibi iki yüzlü ve onurdan yoksun tavırlarını mı takacak, yoksa o nazi zihniyetinin parçalarını içlerinde taşıyan alman polislere cezalarını mı verecek, önümüzdeki günlerde göreceğiz.