“Erkekler sadece kadınların dünyasına hürmet ve hayret etseler yeter. O da işte erkeklerin kadınlara üflediği nefes olur. Kadınlar, sürekli yıkılan dünyalarını o hürmet ve hayreti gördüklerinde yeniden kurmaya kudret bulurlar. Kadınların bu kudretli büyüsü korkutur erkekleri. ‘Kadınların büyücülüğü’ dedikleri bu. Erkekler, kadınların kendileri orada olmasa da var olabileceğini, o büyüyle var olabileceğini anlayınca... O zaman işte adımız büyücüye çıkar. Öğreneceksiniz. Kendiniz de o büyüden korkmamayı, hayatın o büyüden ibaret olduğunu öğreneceksiniz.”
Önyargıyla yaklaşıp, hiç beğeneceğimi düşünmediğim bir kitaptan güzel bir bölüm.
ilk kez haruki okudum ama umduğumu bulamadım. kitap kesinlikle çok sürükleyici, bir çırpıda biten türden ama içerik olarak bomboş. kitap bitiyor ve ee diyorsunuz. daha fazla detay vermeyeceğim çünkü çekici bir kitap. okuyalım, okutalım. çok da şey yapmayalım.
Acıyı erteleme eşiğinde elleriniz buz keser.
Kelimeleriniz tükenir.
Ağzınızın içi çamur gibidir.
Ya şimdi yaşanılıp sıçacaktır ağzınıza, her ne yaşanacaksa ya da daha sonra daha fena sıçacaktır.
Acıyı ertelemeyi seçmek gibi bir lüksünüz vardır ama ertelenen acı hep daha acıdır.
Durduğunuz yerde ayaklarınız karıncalanır, bacaklarınız bedeninizi taşıyamayacak hale gelir, hem de oturuyor ya da yatıyor olsanız bile hissedersiniz bunu.
Yüreğiniz yırtılır acıyı erteleme eşiğinde.
Gözlerinizdeki damarlar, beyninize tecavüz eder. Beyninizi iki çalı çırpı arası becerir o damarlar.
Bir şeyi ertelemenin güzelliğine kapılıp, o gaflet anında ertelerseniz acıyı, daha sert çarpar yüzünüze yumruğunu.
Tam yüzünüzün ortasına vurup, burnunuzun kemiğini kırar o acı. Sonra da kanayan burnunuzdan terse akar o kanlar ve gözlerinize dolar.
Böyle bir bir noktadır, ertelenmiş acıyla karşılaşma anı.
Eğer bir acıyı ertelemenin eşiğinde duruyorsanız, geçmeyin o eşiği. Atmayın ileri o acıyı. Bırakın olduğunuz yerde alsın götünüzden şırıngayla kanı.
Yoksa hep daha fenadır eşiğin diğer tarafı.
Bugün tesadüfen denk geldiğim, "yaş işler ustası" isimli şiir kitabının yazarıdır.
Birkaç şiirine göz atma şansım olduğu sırada gördüm ki çok samimi ve bizden dizeler dizilmiş.
En yakın zamanda temin edilip kitaplığınızda yer alması dileğiyle.
"altı yaşında geçirdiği bir hastalık neticesinde bir bacağı diğerinden kısa kalıyor. Böylece ömrü boyu yakasını bırakmayacak hastane odaları, formol kokuları, ağrı kesiciler ve hasta yataklarıyla ilk defa minicik bir çocukken tanışıyor frida.
o dönemde 'tahta bacaklı'diye çağırıyor arkadaşları onu.alınıyor elbet ama bileniyor da.o incecik bacağıyla yere sapasağlam basmayı öğreniyor. talihsizliği yenilgiye devşirmeden, uygun adım yürümeye devam ediyor.öyle azimli ki, sadece erkeklerin okuduğu fiyakalı bir okula kabul edilen ilk kız öğrencilerden biri olmayı bile beceriyor. sonraki yıllarda, politikaya bulaşıyor, felsefeye merak salıyor, yanlış verilmiş cevaplara doğru soruları bulmak için elinden geleni ardına koymuyor. "
Nermin yıldırım/ot dergisi.
yani diyor ki,başkalarının kusur diye gördükleri; seni, sen olma yolundan etmesin.
kızıl sakal her zamankinden yorgun uyandı o sabah.
herkesin çareler aradığı uyanma sorununa çözüm olur belki diye,alarmını en sevmediği pop şarkı olarak ayarladı yatmadan önce.
yatağından kalkıp çıplak ayaklarına içine ter kokusu sinmiş terliklerini geçirdi.yerde yığın şeklinde duran kıyafetlerini ayağıyla iterek yolunu açıp banyoya yöneldi. önce aynada bir müddet kendine baktı.kirli yanaklarına,şişmiş gözlerine ve kurumuş incecik dudaklarına küfürler etti,kendini beğenmeyen her insan gibi..
ellerini biraz ıslatıp gözlerine sürdü.bu kadarına yüz yıkamak diyordu kendince.
ayaklarını yerden kaldırmadan mutfağa ilerledi.her zamanki otomatik tavırlarıyla önce su ısıtıcının tuşuna bastı,dolaba yönelip içinde çürümeye yüz tutmuş zeytinlerin olduğu kabı aldı.bir parça küçük ekmek koparıp içine iki zeytin yerleştirdi.ekmeği ve zeytini hep özenli kullanıyordu.ekmek her iki zeytin için de yetmeliydi.çekirdekleri lavaboya tükürürken su ısıtıcının tuşu attı.kupaların asılı olduğu tahta aparattan gelişigüzel bir kupa çekip içine iki ölçek kahve attı.ağır ağır suyu ekleyip tek kişilik masasına oturdu.
o an 'artık işe gitmeyeceğim' dedi kendine ve masanın üzerine önceki geceden dizdiği üç sigaradan,üzerinde ''bugün artık vazgeç'' yazanı alıp yaktı.acı kahvesinden dolu dolu bir yudum alıp ağzının yanmasına aldırmadı.kısa sürede kahvesini ve dostu sigarayı tüketip ayaklandı.
tahta dolaplardaki üç beş tabağı indirip masaya koydu.siyah ,ceset torbası büyüklüğündeki poşete tek hareketle doldurdu tabakları.porselenler birbirine çarparak günün müziğini oluşturdu.sonra telli çalgılar olarak birkaç çatal bıçak ekledi kızıl sakal bu müziğe... bu kadardı işte,bir parça dinlemelik zamanda toplamıştı tek kişilik yemek takımını.poşetin ağzını kapatıp,olduğu yere bıraktı.ayaklarını yerden ayırmadan yatak odasına geçti bu kez.yerdeki yığını kucaklayıp başka bir poşete doldurdu.herşey tamamdı,tüm eşyası bu kadardı işte.
ağır hareketlerle banyoya gitti.klozetin kapağını kaldırmaya gerek duymadan uzun uzun işedi,rahatladı.aynanın önüne yaklaşıp dün gece aldığı yeni tıraş bıçağını eline aldı.yine uzunca baktı kendine,yeşil hareli gözlerinin ta içine baktı ama orada aradığı adam çoktan gitmişti.birden aklına geldi,ikinci sigarasını almayı unutmuştu.tıraş bıçağını elinden bırakmadan,bu kez koşarak mutfağa gidip masanın üzerindeki ''korkuyor musun?'' sigarasını alıp yaktı.banyoya yeniden dönüp aynanın karşısındaki yerini aldı.
uzun ve kirli ,kızıl sakallarını inceledi.'çok uzattım bu kez' diye geçirdi içinden.suya sabuna ihtiyaç duymadan yanaklarındaki yeni çıkmaya başlayan sakallarını kesti.tüm tıraş işlemi bu kadardı.bu onun durumu normalleştirmesi için yapması gereken bir geçiş süreciydi sadece.tıraş bıçağını yana bırakıp,kağıda sarılı jileti çıkardı bu kez.önce biraz boynunda gezdirdi. 'korkuyor musun?' sigarasından derin bir nefes çekti.kızıl sakallarının altında gezdirdi jileti. jilet hemen vücudunun sıcaklığını alıp sanki onun parçası oldu.
sigarasını lavaboya bastırırken,jileti de boynuna bastırdı.ara sıra hala yaşıyor muyum diye kontrol ettiği damarına küçük bir çizik attı.kan çizgi şeklinde vücuduna akmaya başladı;yavaş ve sıcak.önceden hazırladığı atkısını boynuna sardı.kızıl sakallarını atkının üzerinde özenle düzeltti.
bu kez düşünmeden sağ bileğine dikine, ince bir çizgi çekti.üzerine hemen bir sargı bezi sardı.sonra sol bileğine de aynı boyutta bir çizik attı ve onu da sardı.üzerine montunu geçirip,masadan son sigarasını ve çakmağını aldı.her zaman kapının dışında duran ayakkabılarını giymek için kapının önüne çıktı ama son anda plan değişikliği yaparak çıplak ayaklarındaki terliklerle merdivenleri inmeye başladı.
sokağa indiğinde hafif başı dönmeye başlamıştı ama yağan yağmur onu kendinde tutuyordu.ezberlediği yolları adımlamaya başlamıştı bile ayakları.uzak değildi,belki iki dakika sonra ulaşacaktı hedefine.dükkanını açan ex-berberi,uzamış kızıl sakallarına bakarak imalı bir selam verdi,başını hafif eğerek selamını karşıladı adamın kızıl ve 'kapıyı açık mı bıraktım lan ben?' diye sordu kendine. denize ulaşmıştı artık.sabahın erken saati olduğundan ya da çok yağmur yağdığından,uzaktaki birkaç balıkçı dışında kimse yoktu koca sahilde.
Eski iskelenin en ucuna gidip oturdu.bayılmak üzere olduğunu hissediyordu.cebinden ''sahiden hala yaşıyor musun?'' sigarasını çıkardı.elini siper edip,uzun uğraş sonucu sigarasını yaktı.montunu çıkarıp başının altına yastık yaparak uzandı tahta iskeleye.uzun bacakları iskeleden sallanıyordu.
yüzüne yağan yağmuru hissetti ilk kez,esen rüzgarı duyumsadı.iyice halsizleşmişti artık.sigarasından derin bir nefes alırken,boynundan atkıyı çekip çıkardı.ılık kanı hala akıyordu.sonra bileklerini de çözdü ağır ağır. sargılar artık kırmızı olmuştu,gülümsedi.bir nefes daha alırken sigarasından 'çok bile durdum' dedi titrek,güçsüz sesiyle.
sigarası bitmek üzereydi.sadece 'sa' kısmı kalmıştı. dudaklarına götürüp,yazı yok olana kadar çekti dumanı içine ve verirken bir kez daha gülümsedi; 'as'.
izmariti denize atacakken yine,yeni bir fikir geldi aklına.yavaş yavaş ayağa kalkmaya çalıştı ama bileklerinin dermanı yoktu. kıçı ve dirseklerinin yardımıyla sakin sakin kayarak bıraktı kendini denize,sol elinde onu son güldüren şey olan izmaritiyle.
karanlığa bir gölge çizdim,gri tonlarda.olmayan bir şeyin gölgesi olmak hiç koymadı ona,var olmaya çalışmak çok yeterliydi onun için.
geceye renk kattı tüm griliğiyle.
konuştu benimle,dinledi beni.uzun uzun tartışmalara da girdik sonra,hem de hiç birbirimizi kırmadan.
farklı yollardan geçip,birbirimizin ayak izlerine basmışız yüzlerce kez.fark ettik.
kararlar verdik bu dünyadan kimlerin ayak izlerini sileceğimize.
gölgeyle olan oyunlarımız gecelerce sürdü ve bir gün gelmedi gölge.üç gece bekledim onu.
sonra vazgeçtim beklemekten,vazgeçmek için erken olduğunu bilerek.
beşinci gün kendime bir adam çizdim,sepya tonlarda,gölgeyle bir ilgisi olmasın diye.uzun zaman idare ettik birbirimizi,onunla devam etmeye çabaladıkça kendi içime dönüşüm başladı.sepyada gölgeyi aradığım için tat vermez oldu zamanla.
ve bir gün ansızın,hiç düşünmeden,kırılır mı diye irdelemeden, tinerle temizledim hayatımdan sepyayı,tam anlamıyla yok olana kadar.
ellerimde sarı izler bıraktı ama artık var olmaması ve benim onun katili olduğunu bilmem, ihanet duygumu bastırmama yetti.
5 kişilik AquaSonic grubu,dünyanın ilk su altı müzik grubunu oluşturdu.tamamen su altında üretilen ses ile müzik yapan bir grup oluşmuş oldu.biliyorum çok kişiye gereksiz ve saçma gelecek bir oluşum fakat ben çocukluğumdan beri merak ettiğim bu olayla karşılaşınca paylaşmak istedim.kendilerini dinlemek için;
yıllarım boyunca çok güzel insalar tanıdım ben.çocukken tek derdim tasolarımı çalan çocukları dövmek,ayağımdaki topa bodozlama dalana küfürler savurmakken lisede durum değişti.neden değişti bir fikrim yok ama insanları incelemeye başladım.
insanların hareketlerini dikkatlice izleyip çıkarım yapmak gibi bir oyun oluşturdum kendi beynimde.basit çıkarımlardı her zaman.konuşurken eteği ile oynayan kız ya karşısındakinden hoşlanıyordu ya da karşısındaki ile konuşmaktan sıkılmıştı.gömlek kollarını özensizce katlayan çocuğun odası da kesin dağınıktı..kendi kendime oynadığım bu oyun zamanla başıma dertler açmaya başladı.dik dik ve aralıksız bakışlarım insanların canını sıkmaya başladığı için her tenefüs kavga eder olmuştum.çok dayak yedim,çok insanın canını acıtıp vicdan azabı çektim.
kavgalarım yüzünden dört senelik lise hayatımın her yılını başka okullarda geçirmek zorunda kaldım.bu durum benim oyunlarım için mükemmel ortamlar oluşturuyordu ama kimse farkında değildi.bir zaman sonra bakışlarımdan iyi şeyler çıkarmaya başlayanlar olmaya başladı.onları tanıdım.haklı mıyım haksız mıyım oyunu başladı bu kez.çıkarım yapmak yetmedi,doğruluğunu teyit etmek isteğim oluştu.
dik dik baktığım insanlara yaklaştım.hepsi ile tanışamadım ama çoğunu tanıdım.aklımda en çok kalan maşide oldu.bir köy okulunda sürgündüm o zamanlar.maşide'nin yarası her gece ağlamama sebep oldu.maşide'nin derdi bana diğer insanları unutmamı söyledi.ona yardımcı olmak isteğimi bir türlü bastıramadım.onu her gün mutlu etmem gerekiyordu.her gün onu eğlendirdim.ta ki başka bir okula yollanana kadar.
maşide'den sonra değiştim.incelemek,tanımak yetmedi.derdi olanı bulmaya çalışmak acısı başladı içimde.lisede bu durum zordu.kendini gizlemeyi en iyi lisedeyken becerebiliyor insan.acı çeken insanlar bulamayınca herkes aynı görünmeye başladı gözüme.ta ki aycan'a kadar.sorumsuzdu.hem de çok.ona destek olmak zorunda hissettim kendimi.ettim de.bu durum böyle sürüp gitti,lise bitti.
farklı bir şehirde ben de farklı biriydim üniversite ile birlikte.devlet yurduna atandım bu kez ve acısı olan insanlar aramak zahmetinden kurtuldum.çevremde bir tane mutlu insan yoktu.iki yıl boyunca birkaç kez ağlamalarına izin verdim sadece.en azından ben varken mutsuz olmayın dedim.kabullendiler.şimdi yarısı evlendi,çocukları bile var.sonrasındaki iki yılım yapayalnız bir ben ile geçti.kimseye dokunmak istemedim.çok kez rahatsız edildim.kimseyi kıramadım.insanlar büyüttüm,insanlara yardımcı olmak için yaşadım.insanlara insan olmak gerek dedim.
şimdi çevreme bakıyorum.kime yardımcı olabilirim diye çırpınıyorum.çok zor artık.değişen zamanla insanlar mutlu olmamayı meziyet sanmaya başladılar.gerçek acılar yerlerini nutellasızlığa,hızlı biten telefon sarjlarına bıraktı.
çok güzel insanlar tanıdım.insanların yüzüne bakmadıkları insanların ellerinden tuttum.insan olmak bunu gerektirir diye milyonlarca kez geçirdim aklımdan.kullanıldım,çıkarları uğurlarına beni harcadılar,benden alacağını alan çekip gitti.gitmelerine üzülmedim.beni üzen benden giderken de mutsuz olmaları oldu.dokunamadığım hayatlar beni üzdü.ama hepsi çok güzel insanlardı.binlerce güzel insan edindim.yüzlercesini tanıdım.onlarcasının hayatına dokundum.dünyanın yeni şekline alışmaya çalışmak zor.güzel insanların silinip gittiğini görmeye alışmak ise imkansız.
tek gözü görmeyen insanlar derinlik algısına sahip olmadıkları için stereo körlüğe sahiptir.
''2 boyutlu görme ile 3 boyutlu görme arasındaki farkı anlamak biraz zor olabilir. Örneğin elinizle bir gözünüzü tamamen kapatıp çevreye bakınca bir fark olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. O halde bir mini deney yapalım. Elinizle tek gözünüzü kapattıktan sonra masanın üzerinde veya etrafınızda bulunan belli bir noktanın üzerine parmağınızı getirin ve yavaş yavaş aşağı indirmeye başlayın. Parmağınızın indiği yer çoğunlukla asıl hedeflediğiniz yerden farklı olacaktır. Bu da derinlik algınızın kaybolmasından kaynaklanıyor, aynı olayı iki gözle yaptığınızda çok nadir hata yaptığınızı fark edeceksiniz; eğer ikinci durumda da sık sık hata yapıyorsanız muhtemelen stereo körlüğe sahipsiniz demektir...
Yine de iki gözü de gören insanların kısmen de olsa derinlik algısına sahip olduğunu söyleyelim, yani tamamen o algıdan yoksun değiller. Bir gözü görmeyen insanlarda ise derinlik algısı hiç oluşmuyor.''
yıldız hanım mersin'de yaşayan bir güzellik uzmanı.doğayı çok seviyor ve zaman buldukça mersin'in köylerini geziyor.
bu gezileri sırasında mesleğinin getirdiği bir dikkat olacak ki çocukların saçlarını kendisinin dikkatini çekiyor.
o günden sonra her ay kendisine bir köy seçmeye başlıyor ve yola koyuluyor.
gittiği köylerdeki çocukların saçlarını ücretsiz düzeltmeye başlıyor.
bir süre sonra bununla da yetinmeyip huzur evlerini de ziyarete başlıyor ve orada da isteyenlerin saçlarını düzenlenliyor.
insanların hayatlarına dokunabilmek için çok büyük şeyler yapmak gerekmiyor bazen.kendisini canı gönülden tebrik ediyorum.
aklıma uzun uzun listeler gelmemesine rağmen benim severek dinlediğim birkaç kişiyi sıralamak isterim.
jülide özçelik
bülent ortaçgil
birsen tezer
dolunay obruk
ayten alpman
şimdilik aklıma gelenler bu kadar.dinlemenizi tavsiye ederim,beğeneceksiniz.
çok küçük yaşta bıraktım doğum günlerimi kutlamayı.ben bıraktım ama çevreme bu durumu kabullendirmek biraz daha uzun sürdü tabi.küçük sürprizlere maruz kaldım birkaç yıl daha.sürpriz dediğim de evde yapılmış bir pasta,üzerine bir önceki doğum gününden kalmış mumlar,o zamanların üstün fizik bilgileri ile saça sürtülüp tavana yapıştırılmış balonlar.sonra değeri çok kısa sürede unutulacak hediyeler de vardı.biblolar,tarzınız olmayan kitaplar,mumlar..doğum günlerini unuttuğum insanların sitemlerinde benimkini hep unuttukları gerçeğini yakaladım sonra..bu gerçekten anlamsızdı.almasını bilen ama asla vermeyen insanların arasındaydım hep.
dokuz yaşımda çok güvendiğim tarafından terk edilince doğumumun anlamsızlığını farkettim. on yaşında doğum günlerinde kavga eden,evden alabildiğine kaçan biriydim artık.on bir yaşında bana dokunmaya çalışanları fark etmeye başlayınca doğmuş olmak kırdı beni.on ikide kadın olarak doğmuş olmak iyice canımı sıkmaya başlamıştı.on üç yaşımda çok fazla sorumluluğum olduğu için nefret ettim doğum günümden.on dördümde lanetledim nisan ayını.on beşimde nisan ayının on beşini sildim takvimimden.sonra yıl saymayı da bıraktım zamanla.on dokuzumda doğa için işlevsiz hale geldim.yine nefret ettim ama bu sefer tüm doğumlardan.yıllar böyle devrildi gitti hep.yılların dönümü her seferinde daha çok kırdı beni.hala bir izim yok diye düşündüm yirmi ikimde.hala üreten bir insan değilim diye kızdım kendime.gün günden eksilmeye başladıkça 'Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.' (bkz: alper kamu) demeye başladım.büyürken eksilmek ellerime kırışıklıklar,gözlerime hüzün ekledi.artık tek derdim doğumumu unutturmak haline geldi.insan olmayı herkese öğretmek gibi görevler edindim kendime.mutlu edebildiğin herkesi mutlu et dedim uyandığım her sabahta.yani bu yılki doğum günü dileğim;ölümümün hatırlanması.
Seviyorum zeytin gözlü yalnızlığı.Halden anlıyor.insanı hiç kırmıyor.kendini aldatan adama bile ses çıkarmıyor,hep usulca gidiyor.bu aralar benimle zeytin gözlü yalnızlık.çok kişilik dizayn edilmiş evimde, tek başıma otururken,günlerdir sessizliğe alışmış kulaklarım,onun anahtar şıkırtıları ile bölünüyor.evimin yedek anahtarı onda.o zaten hep kapıyı çalmadan girer içeri.her zaman müsait olduğumu bilir.gelir benimle oturur hiç konuşmadan.birlikte bakarız her ayrıntısını ezbere bildiğim duvarlarıma.duvardaki bazı pütürcükler insan yüzlerini andırıyor.biri kardeşime çok benziyor.sıklıkla gözüm o yöne dalıyor.
ben en çok zeytin gözlü yalnızlığın aslında bana ait olmamasını seviyorum.onu bir hikayeden çaldım.öyle benimsedim ki onun tutarlı tavırlarını,kendinden emin adımlarını;benim olsun istedim.kırmadı geld,i benimle yaşamaya başladı.dedim ya halden anlar zeytin gözlü.aslında ona minnettarım;çok sevmem gereken birini hiç yalnız bırakmadığı için.bizim tüm hikayemiz bu kadar.yalnızlık,ben ve çok sevmem gereken.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1030055/+
Ben bu bankı kendimin sanıyorum.gün içinde uğrayanların ruh hallerini analiz etmeyi kendime görev edindim. öyle herkesi de kabul etmek gelmiyor içinden işin açığı. kendi kendine konuşmayanın,parmaklarını sayıp küfür etmeyenin, efendi efendi oturanın işi yok orada.ayrıca bir kişiden fazla da kabul etmiyorum ve sabahtan aksama kadar işgal edemezsiniz de orayı. tam dört kez yenilendi kendisi.boş olduğu zamanlarda canını yakmak isteyen çok oldu. araba ile çarptılar, üzerine kendilerince mühim isimler kazıdılar hatta bazen de yaktılar ama o her seferinde yeniledi kendini.vazgeçmedi mutsuz, yalnız insanlara kucak açmaktan. kim bilir ne anılar biriktirdi diye düşünüyorum bazen. kim bilir kaç kişiyi teselli etti, kaç kişiye hayat güzel diye umutlar verdi.ama en çok kaç kez siktir çekti yükünü taşıdığı arkadaşına onu merak ediyorum.işte böyle bir dertli bank kendisi.
Zülfü Livaneli'nin 2010 yılında yayınlanan derlemesi. Deneme türünde bir kitap.
Bu kitapta çok sevdiğim "belki, kadınlar" diye şöyle bir bölüm var;
--spoiler--
"Savaş bir erkek davranışıdır!" Dersek, pek de haksız olmayız. Bir kadın, erkek gibi yok edici olamaz. Çünkü bir insan doğurmanın ve yetiştirmenin ne demek olduğunu bilir.
Erkek gibi dölleyip yoluna gitmemiştir o. Çocuk doğurmanın acısını, sancısını çekmiş, canından can kopmasının şiddetini yaşamıştır.
Sonra çocuğu emzirmiş, beslemiş, yirmi yıl üstüne titremiştir.
Erkekler çocuğu alır, asker yapar, cepheye gönderirler ve "bum!" ; çocuk artık yok!
Kadınlar, bu yok oluşun ne derece yanlış, vahşi ve doğaya aykırı bir durum olduğunu iliğinde, kemiğinde duyar.
Belki de ileride, bu çıldırmış dünyayı kadınlar düzeltecek.
--spoiler--