An itibari ile Beşiktaş'ım Slaven Bilic ile 2 yıllık anlaşmaya vardı. Beşiktaş yeni teknik direktörünü buldu. Siyah-beyazlı kulüp, Lokomotiv Moskova ile yollarını ayıran Hırvat teknik adam Slaven Bilic ile 2 yıllık anlaşmaya vardı. NTVSPOR
Kimse k.bakmasın, hakettiler böyle bir dalga konusu olmayı o yönetim. Fenerlilerle dalga geçer gibi 3 ocakta transferler bitecek, kampa kesin yetiştireceğiz dedikleri halde, 1 tane bile transfer yapmayıp, üstüne üstelik dalga geçer gibi, weboyu alan yönetimin acizligidir. Nese fenerin yeni 10 numarasını açıklıyorum: Selçuk Şahin
not: Salih Uçan, 100 tane belhanda eder, gelecek sene, böyle oynamaya devam ederse.
Burak Yılmaz sneijder, drogba. bu 3lüyü oynattığın an, yedek kulubesinde, ecel terleri, her daim dökersin, usta. Futbol bu acıması yok, eskide kaldı, artık herkes futbol nasıl oynanır biliyor, karabükspor'a bakın, adamlar kontra atak, manyağı yaptı, dört büyükleri. hepsine 3 salladı.
17 ocak 2013 Kasımpaşa -Galatasaray maçından sonra, soyunma odasında, Hasan Şaş'ın, Hamit Altıntop'a söylediği söz. Bir beşiktaşlı olarak çok kıskandım ayrıca neden böyle bir şey söylemiş, neye dayanarak onu anlamadım. Yani Fener Hamit'i alır gibi yaptı, sonra Gs inat yapıp aldı mı diycem, öyle bir şey yok, gs çok önceden istiyordu. Neyse Hamit süper lig maçlarında çok kötü oynuyor gerçekten;fakat ş. ligi maçlarında da burak ile birlikte açık ara takımın en iyisi, bu nasıl bir adam, çözemedim. Bu arada arkadaşlar lütfen sapıtmayan, gerçeken böyle bir söz söylenmiş. Zaten boy boy gorursunuz gazetelerde.
Zonguldak'taki maden işçilerinin emeklerine ve anılarına saygıyla:
MADENCi ŞAPKASI
Çalışma masamın üstünde günlerdir:
Eski bir madenci lâmbası. Yerdeydi
nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
getirdim bu tuhaf gereci? Bir simge mi
aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair
Lütfi Fikri, -Fikri Lütfi miydi yoksa ?-
armağan getirmişti. Adlar! -Kişi, kent, kitap
fark etmez-; turnusol kağıdıdır belleğin,
onlar da ihtiyarlıyor ve bunuyoruz.
Sürgün kitabımdaki üç dize için
tepilmişti onca mesafe: "Madencinin lâmbası
ve kandili Ozan'ın
aydınlatsın yolu".
Ben de bir şaire ulaşmak üzre
binmedim mi gece otobüslerine?
Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz bir panik.
Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
yanıt, benim bilemeyeceğim.
Yine de tutuk dilimde
söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
herkesin düşlerinden devşirilmiş,
ve karabasanlarından.
Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
bir gelinin gülümseyişi.
Bir madenci lâmbası işte. Sayılar ve tuhaf
harfler üzerinde: 19 ve C 249 D. Bir alt
satırda 24 yazıyor. Gizemli aidiyetler: Kuyu,
ekip, madenci ve lâmba. Kişinin silindiği
yerler. Kuyudan kuyuya dolaşıyorum
en olmaz vakitlerde. Vuruyorum korkuyla
damarlara kazmayı ve kalıyorum
geçmişin göçüklerinin de altında.
Bir lâmba. Nedir onu Keats'in
"Yunan Vazosu"ndan ayıran? Sır
nerde, ölümsüzlük nerde? "Güzellik
gerçek, gerçek de güzelliktir" demişti Keats.
Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
bekliyorum benimle
yoksulluğun kalbi.
Bilmem sordu mu bunları kendine
boğazı düğümlenmiş ve alnı siyah
Zonguldaklı kardeşim;
bekledi mi gerçeğin ve güzelin yanıtını
taşların ve köklerin içinden?
Hasan Kabze'nin kampta, vermiş olduğu demeç. Tamamı: Hasan Kabze: Belhanda bana Aziz Yıldırım'ı sordu. Galatasaray taraftarları kızmasın ama çalışabileceği en büyük başkan olduğunu söyledim.
Kaynak: Cihan Haber Ajansı
Not: Hasan Kabze'nin geçmişine bakın.
tamam not 2 olsun: Beşiktaşlıyım ha, bana ne belhandamıdır nedir, ondan;fakat Gs'li bir futbolcunun FB'li bir başkan için böyle söylemesi, ilginç geldi.
Eksiler gelir çatır çutur şimdi biliyorum;ama Aziz Yıldırım, anasını belledi geçen sene futbolun;ama hala adamı övüyor bu futbolcular. cihan haber ajansınıda hafife alanlar var galiba, sizin akşamları kanal d, show, star gibi kanallarda izlediğiniz bütün olayları, bu kanallar, bu ajanstan satın alıyor.
Çok fazla kişinin bilmediği;fakat araştırılması gereken insanlardır. Ben bunu tanıyorum demeyin, emin olun tanımayan çok kişi vardır. Ben şair ve yazarları yazıyorum, artık futbolcumu olur, siyasetşimi olur, ya da başka biri mi olur, size kalmış.
1. Ah Muhsin Ünlü
2. Ali Lidar
3. Erdoğan Çokduru
4. Birhan Keskin (özellikle kadınların okuması gereken şair)
5. Metin Celal
6. Furuğ Ferruhzad
7. Alper Gencer
8. Arkadaş Zekai Özger.
9. Okan savcı
10.Enis Batur
Benden ayrıldığında
istanbul ağlar.
Önce bağcıları
Sonra
Her yeri sel basar.
Rabbimin izniyle
Bir defalığına
Süleymaniyede sela verilir
Martılar yas tutar.
Bana dokunduğunda
Alt ve üst dudak gibi
iki yakası birleşir.
Boğaz ısınır.
Benden uzaklaştığında
Haydarpaşa ağlar
istasyonlar ayrılık kokar
Belki de yanar.
Sen beni öptüğünde
Marmaranın yanakları kızarır
Yalnızlığınla gururlanan kız kulesi
Yalnızlığından utanır.
Bir kızımız olduğunda
Gülhane parkında ferman verilir
Resmi tatil ilan edilir.
ve
Sen bana direndiğinde
Surlar yeniden canlanır
istanbul kan ağlar.
Belki de en iyisi
istanbulu sen anlatmalısın bana
istanbul olan sensin
Bende Yahya Kemal değilim
O kadar güzel anlatamam seni.
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Kılcal Damarlar Senfonisi (Sadece 00:00'dan sonra okuyun)
Bugün sıvası dökülmeye yüz tutmuş bir evde, jiletlerden zincir yaparak kendimi bileklerimden tavana astım.
Gelsene kadın bu eve , sırnaş hadi yalnızlığımın ortasına.
Suistimal et yine bedenimi , kalabalıklaştır yalnızlığımı , çoğalt yaralarımı , tuz bas hadi acılarıma. Korkma kadın ben öldüm !
Gel hadi oyun oyna cesedimin etrafında; Mesela saklambaç oyna , belki yine bulurum seni , dayanamam bilirsin yalnızlığına
Öldüm işte kadın ! et tırnaktan ayrılmaz , seni kendimden koparmam gerek dedin ve gittin.
Siktir git kadın.
Ben seni ne etime ne tırnağıma vaat ettim .
Ben seni bileklerime hapsettim. Damarlarımda tutulduğun hücrenin tek anahtarı paslı bir jiletti, onu da sana bugün hediye ettim.
Kaçtın işte , bak etrafına her taraf sen kokuyor , senin adınla kaynayan kanlarımın üzerinde duruyorsun , koşuyorlar özgürlüğe , ne mutlu sana kadın !
yüzmeyi biliyor musun ? hiç yüzdün mü ? senin için doldurulmuş bir kan havuzunda.
iyi koku alır mısın kadın ? güllerin papatyaların kokusunu.Peki kan kokusunu bilir misin ? En küçük özüne tomurcuğunda ki zerreye kadar senin kokunu taşıyan kan kokusunu tanır mısın ? Merak etme ölüm bugün hepsini öğretecek sana bilmesen de.
Korkma kadın ! ilk defa ölmüyorum.
Gidişinin yıl dönümünü kutlamak lazımdı , seni buraya getirmemin tek sebebi de bu zaten.
Gözlerimin yas günü bugün senden ayrılalı tam bir yıl oldu .Baktın mı gözlerime ? çürümüşler mi ? hiç baktın mı gözlerime ?
Neyse siktir et. Gözlerimin içinin hep güldüğünü söylerler. Yağmur yağarken de kim bulutu düşünüyor ki zaten.
Peki göz yaşlarım onlarında doğum günü bugün bir yaşına girdiler. Baktın mı cesedime ?
Hiç var mı gördün mü ? bel ki kirpiklerimde asılı kalmışlardır son zamanlarda doğar doğmaz intihara meyilli çok gözyaşım var
Hadi durma yak bir sigara mum niyetine bas yüzüme , kutla doğum günlerini çocuklarının. Sonra onlara eşlik ederek beni bir kefene sarar gibi sar kollarına
Hadi göm beni avuçlarına kadın !
Nasıl deme göm işte. Sen giderken ben sana nasıl gidersin demiş miydim hayır ! nasıl susup dilimde ki tüm damarlar çatlayana kadar dişlerimle bastırmışsam boğazımda ki kelimeleri sende öyle başaracaksın bunu.
Titriyorsun kadın ! dokunma bana !
Bir ölüyü canlandırmak en büyük günahtır.
Sus kadın ! Ağlama. içimde ki israfil suru üflemek üzere uyandırma beni. Bilirsin benim meleğim sensin.
Ağlama kadın siyah sürmen akmasın cesedime,
göz bebeklerin gelir aklıma , sen bilmezsin , üzümün özünden yaratılmış gibidir onlar , baktıkça sana şarap gölünden çıkmış gibi sarhoş olurdum.
Hadi git kadın ne olur.
Nasıl giderim deme bir yıl önce nasıl gittiysen öyle git işte.
Bakma arkana yine , merak/da etme.
aynı ceset , aynı beden , aynı ölü işte.
Git artık ne olur ! kalabalık etme..
Çoğu kişi Balotelli'yi böyle bilir;ama kesinlikle değildir.
Annesiz Babasız Büyüdü,Her günü Irkçılık ile Geçti.
işte Bu Yüzden Ücretinin %60'ını Afrikadaki Fakir Aile ve Çocuklara Veriyor,Onların Daha iyi Bir Çocuklukları Olsun Diye...
Yılbaşını Ailesiz Çocuklarla Geçiriyor Çünkü Onlara Sevgi Vermek istiyor.
M.City'e transfer olduktan sonra ilk 3 aylık maaaşını, direk olarak yardım kuruluşlarına aktardı.
ingiltere'de gece dolaşırken sokakta gördüğü bir yaşlı adama, onun adına ev satın aldı, yeteri miktarda hesap açıp adına para yatırdı, ve daha birçok şey.
Muhabir: Hayatta sana göre en rahat şey gol atmaktır, galiba.
Balotelli: Hayır, ağlamaktır.
ikimizde özel hikayelere sahip değildik. Nesneler ve insanlar arasında nedensiz biçimde dolaşırken rastlamıştık birbirimize.Acılarımız vardı, herkesten sakladığımız yaralarımız ve zamana ihtiyacımız iyileşmek için. Sen beni öptün ben seni, hafifledi sızladıklarımız. Üfleyerek acısını azalttığımız yanıklarımız kısa sürede yok oldu. Sonra bir gün aynı eşyalar ve içinde kaybolduğumuz nesnelerin bir yerlerinde yeniden kaybettik kendimizi. Sen sesinde öfke büyütmeye başladın bana, ben sana hala "seviyorum." Neden bilmiyorum ben son sesini açıp bir Emre Aydın şarkısının önüme bakıp yürüdüm. Sen saçlarını toplayıp içinde hoşçakal geçen bir şarkı oldun..Farklı şarkıları mırıldandık, sıradaki aşklara..
Nesneler ve insanlar içinde kayboluncaya dek..
hastayım dediğinde bir erkek,
kıyamam, kendine dikkat olur mu'dan öteye geçemeyen kısa mesaj budalaları..
artık havalar soğudu, sıkı giyin bak diyen yapmacık ağızları
dişleriyle birlikte asıyorum tutumsuz davranışlar vestiyerine...
gelemeyecek kadar meşgul olan sevgililerin
rol icabı kısa mesajla verdikleri o unutulmaz sadakat sözleri, siktirin gidin..
sonra hastayım dediğinde bir kadın,
aklına neyin var demekten önce regl olma ihtimalini birinci plana koyup
işimiz haftaya kaldı planlarını yapan bacak arası kuklaları..
demişler ki dünya kadar malınız olacağına fındık kadar,
yok küfür yok
yüreğiniz olsun diyecektim...
köpeğinizi gezdirir gibi elini tutup gezdirdiğiniz ve
beni seviyor, ne dersem yapar düşüncesinde seviyorum dediğiniz adamlar
bir haftada kıvama gelir ya da iki birayla dediğiniz kadınlar
ilk günden oldukça yol katedip samimiyetin amına koyanlar
ve siz,
hepiniz...
aynı telefondan aynı mesajları kaç farklı numaraya gönderdiniz kimbilir,
kaç kılığa girdiniz, kaç kez şekil değiştirdiniz,
siktir edin,
nasıl olsa kimse bilmiyor...
panşehir
kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır
çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir
kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek
kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını
biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır.
peki beni kim intihar etti
kim tedavülden kaldırdı böyle erken
inlerken görülmem hoşlarına gitmedi mi
bir içevurum fazla mı geldi bu sığlıkta
nasıl da dijital şimdi yakınlıklar
parlak kanatlarıyla gökyüzüne kaybolurken anka
kimse tanrıyım demesin, hepimiz sarhoş kaldık
varedene duyulan hasret gibi yoksul anda
nerde şimdi Burgonya Beyleri, Kara Şövalye
gölgeye dokunanlar nerde
böyle erken mi kesilecekti sözüm, tam da burada
ciltler dağıldı, dağıldı olmayan ne varsa
güzel sözcüklerim, Mallarme'm, Yahya'm nerde
beni de beni de beni de... intihar ettiler
dosya kapandı katilim nerde.
'Ben adamı gözünden tanırım,
Seni görmüşlüğü varsa...'
Buralarda yine çocuklar var, insanlar var , sokaklar var tanrım.. Lütfettiğin gibi her şey yerli yerinde duruyor, bu aralarda bir yerde aşk var, ve ürkek ve korkak.. Hangi çıkmaz sokağın arkasında bilmiyoruz yalnız..
......
Sokaklar var işte neyse. Kaldırımlar yine hüzün evi, bir eli olsaydı el sallardı gidenlere diyor insanlar. Onun eli var, üzerinde ki sokak lambası sol eli... Sağ eli karşı cadde de ve gündüz gitmeler de kendini pek fark ettiremiyor sadece.. Yağmur yağıyor, kaldırım kenarından akıp gidiyor bulutların zevk suyu mazgallara..
Hava kararınca en çok kaldırımlar ağlıyor değil mi? Kıyısından akıp gidiyor göz yaşları.. Üzerinde bırakılan her bir adımın adı piç. Her bir ayak izi tecavüzün gözle görülmez delili. Bir de gece gitmekler var tanrım, kalanın eli sallansa da pek görülmüyor yine..
Sokaklar buz, yağmur yine aynı telaşında ve koca şehri ıslatıyor.. Ayak izi, kalmasın diye gidenin.. Ve şu yanıp sönen sokak lambaları, ürkütüyor ya adamı.. O ışığın titrediğin de kaldırımların dahi el salladığını, kalan bilir..
Rüzgar koşarak geliyor mesela, yüzüne yüzüne vuruyor gidenin, durduramayınca boynunu büküp, kafasını ağaca çarpıyor sonra.. Ağaç ; sağa sola sallanıyor hazırlıksız yakalanışından.. Sonra yaprak kaçıyor, o bile terk ediyor ağacı ve gidenin kalbe sürttüğü gibi gidiyor , karşı cadde de ki ahşap binanın, duvarına sürte sürte...
Yırttı gömleğini, bütün makyajını sildi zaman... Sağa sola dağılan düğmeler, ve gırtlağa bir bir atılan düğümler.. Zaman , eteğini indiriyor ve üzerinde ilmek ilmek dikilen suratların hüznü eşliğinde sahneye çıkıyor jartiyer.Siktir edin kralı, kraliçe çıplak...
Kraliçe'nin kemeriyle, vurun kahpeye nidaları altında yüzüne vuruluyor yalnızlığın. Oysa bir zaafı yüzüne vurmak, kötü bir şeydir diyor anne. Lütfen, susun anneler... Adam, kemerin demiriyle bileklerini parçalıyor ve öl-mek çıkıyor içinden. Ve masumiyet, ve yalnızlık, ve hüzün ağız birliğiyle karar veriyor, sokaklar yalancı şahit, şehirler tanık...
iki kişiyi biz, kendi ellerimizle ÖL-DÜR-DÜK...
Aşk, suçunu üzerine alan bu şehri, kutsuyor ortada kalanla...
Kalan başlıyor ya sesini rüzgara takıp bağırmaya,
Kalan yine kıskanıyor ya sesini,
Kalan yine kıskanıyor ya yüzünü...
Sen duymuyor musun peki tanrım?
Başka şehirlere sesleniyor adam,
' Ayağını denk al istanbul, sakın..
Sakın onu alma koynuna... '
Ve tanrım...
Ya sen, ya da o..
ikinizden biri giderken buralardan,
Lütfen..
Lütfen ayağınızı denk alın...
Kadın diyor ya giderken 'böyle olmasını istemezdim..'
Ve kopacak diyor düğme gömleğinden..
Ölüyor ya adam;
S.......... gömleği düğmeyi..
Ben seni kemiğime i l i k l e d i m...
Ve şehrin radyosun da Özlem Özdil çalıyor..
"Gideceğim yerler çok uzak gülüm, rüzgarlardan bile dost olmaz..
Hislerimi dizelere yazan,kalemler ağlasın bize..."
Emrah Serbes'in en iyi afili parçasıdır. Sen gittin ve Herkes ölmeye başladı diyerek olaya girer ve sizi darmadağın ederek noktayı koyar.
Sen gittin ve herkes ölmeye başladı.
Birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. Sonra yeşil öldü, benim için sonra kahverengi. Sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbinden bıçakladılar. On iki yıl geçti susmak ne kısaymış. Sen böyle ne güzel sonsuza kadar susalım diyorsun. Sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim bunu da biliyorsun.
Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü, AKSAV (Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı) ile AKSEV (Akdeniz Sanatevi) işbirliğiyle 1997 yılından beri düzenlenen yarışma. ilk yıl iki dereceli verilen ödül, daha sonra tek kitaba verilerek devam etmiştir.
1997 : "Opera 1-4004" adlı yapıtıyla Enis Batur. ikincilik Ödülü: Meğer Söz Gümüş ve Avlu adlı yapıtlarıyla Sina Akyol
1998 : "40 Şiir ve Bir" adlı yapıtıyla Haydar Ergülen,
1999 : "Sessiz Arka Bahçeler" adlı yapıtıyla Gülten Akın,
2000 : "Küflü Şimşek" adlı yapıtıyla Mehmet Taner,
2001 : "Hazer için Birkaç Sarı Gül" adlı yapıtıyla Hüseyin Ferhad,
2002 : "Hayalete Övgü" adlı yapıtıyla Ahmet Oktay,
2003 : "Yavru Aslan'dan Konu Komşuya" adlı yapıtıyla Necmi Zekâ,
2004 : "Cendere" adlı yapıtıyla Güven Turan,
2005 : "Beni Hiç Göremezsin" adlı yapıtıyla Yücel Kayıran,
2006 : "Ba" adlı yapıtıyla Birhan Keskin,
2007 : "Ultra-Zoneda Ultrason" adlı yapıtıyla Lale Müldür,
2008 : "Bana Düşlerini Anlat" adlı yapıtıyla Cevat Çapan,
2009 : "Temmuz için Yaralı Semah" adlı yapıtıyla Kemal Özer,
2010 : "Myndos Geçişi" adlı yapıtıyla Emirhan Oğuz.
2011 : "Nidâ" adlı yapıtıyla Ahmet Telli.
Şehrin Azizleri 2 filminin girişinde söylenen replik. Seslendirilmeside çok iyidir.
Şurası bir gerçek ki; Bu dünyada iki tür insan var: Biri konuşan tür, diğeri de yapan tür. insanların çoğu sadece konuşur, tek yaptıkları budur. Ama sözün bittiği noktada dünyayı değiştiren yapanlardır. Yaparken bizi de değiştirirler, bu yüzden de onları asla unutmayız. Siz hangisisiniz? Sadece konuşuyor musunuz yoksa yerinizden kalkıp bişeyler yapıyor musunuz? Çünkü inanın bana geri kalan ne varsa; kahve dedikodusundan başka bir şey değil!