Anladığım kadarıyla bir süredir kullanmak için davet kodu gerekiyor. Benim olduğum yere 13:00 - 23:00 saatleri arasında teslimat yapıyor. işten dönünce markete gitmekle uğraşamıyorum, sanalmarket de bıktırmıştı. Pek güzel olmuş anlayacağınız..
ateistlerin kafaları bilgiden çok kocaman olduğu için önce kafanın bir tarafının ısırılması gerekir,
sonradan çaya rahatlıkla batırılabilir. aman kucağınıza düşmesin, yumuşak oluyor şey olunca.
kurban bayramında tırnak kesmek, kurban bayramında kısa kesmek vs. gibi mizah temalı ögelerden sıkılan insanın ürettiği daha saçma sapan bir uygulama. zaten tanım da tezek gibi oldu.
dünyaya geldiğinde kapalı gözlerinle, bakarsın çevreye, görmezsin kimseyi!
görmedi kimse, göremez de zaten. meşgulsündür sen, ağlamakla!
ne için ağladığının farkında değilsin, farkında olmamakla meşgulsün, ağlarsın sadece.
en masum, en içten, en anlamsız; ama aynı zamanda hayatının en anlamlı ağlayışıdır belki de.
yakarışın inletir tüm koridorları. senin ağlayışını duyabilmek için bekleyen insanlar varsa eğer,
şanslı sayarsın kendini; ama sen meşgulsün, hiçbir şeyle.
hiçbir şey olarak dünyaya gelirsin. onlar için acı veren bu gerçeği, senin öğrenmene kimse izin vermez.
etrafını sarar bayat bir insan kalabalığı. sanki hayatlarını bu gerçeğin üzerini örtmeye adamışlar,
birşeylerden kaçtıkları yüzlerine yansımış telaşın endişesinden okunan insanlar, çabalarlar.
çabalarlar, senin tüm hayatın boyunca, hiçbir şey olarak dünyaya geldiğini bilmeni engellemek için.
aslında herkesin bildiği; ama hiçkimsenin bilmemesi gereken, utanılacak saf bir gerçek bu.
dünyaya geldiğinde,
ilgilenmezsin, bilmezsin, anne babayı. farkında değilsin, önem vermezsin, yoksan sen,
yoktur onlar senin için. günler döner, bir kadın vardır karşında,
"ben senin annenim! sevmelisin beni" der. bir sevgili bulursun, "sevmeliyim" dersin.
farkında olmadan yaşarsın hayatını, kapılmışsındır müziğin sesine, ebediyete giden bir trene
hoşun beşin tadına varmak için bindiğini sanarsın. sadece kaptırmışsındır kendini.
sen aslında hiçbir şeysin, var olduğun an bilmediğin bu güzellik, sana hiç öğretilmez,
öğrenmene fırsat verilimez..
seni koruduklarını sanan üç beş insan, aslında kendilerinden kaçıyorlardır. birinin kendilerine,
"sen aslında hiçbir şeysin" demesinden, önemsiz olduklarının söylenmesinden korkuyorlardır.
bunun için insanlarla aralarına set çekerler. mevki sahibi olmak için çabalarlar, statü sahibi,
bayat insan tortuları!
sevdim derler! aslında sevilmek, önemsenmek isterler. biri onlar için çabalamalı, onlar için yaşamalı,
kendilerini sevemeyenler, başlarının sevgisiyle beslenirler!
hiç olmak güzeldir.
hiç olduğunu kabullenen insan, kendisini sever, sevmenin gereksiz olduğunu bilerek.
gerçekçidir, cesurdur, farkındadır, yokluğun ve anlamsızlığın.
hiçbir şey olarak dünyaya gelirsin aslında, hiçsindir; varsa etrafında birkaç kişi,
anne, baba, kardeşler, beraber büyüyeceğin insanlar, onlar için değer olursun,
arkadaş olursun, dost olursun, evlat olursun.
çoğu zaman dert olursun, bazen derbeder olursun, bazen keyfe keder olursun,
bazen dosta arkadaş olursun, 'daş' olursun, direk olursun,
bazen neşesiyle şey olurun, yoluna yoldaş olursun, sevgiliye canan olursun,
güle bülbül, aşka azap, şehvete kul olursun...
ama, hepsinin de sonunda, toprağa baş koyar, yolunda son bulursun.
çok yanlış bir eylemdir. kan akar. sonra insanlar üzülür. bence hiç kimse bir birine kafa atmamalı.
sonra, dövüşmemeli. sonra, yumruk da atmamalı. yoksa herkes bir birini döver. insanlar üzülür.
yumruk atabilir, bak orda sonradan şey olmasın da, yumruk atabilir evet. atsın.
tüm insanlar öldüklerinde nereye gidiyorlarsa oraya gideceklerdir. aynıdır, eşittir, herkes gibi,
gözlerini kapayıp, toprağa karışacaklardır. hiç uyanmamacasına, uyuyacaklar, uyuduklarının bile farkına
varmayacaklardır. biteceklerdir, herkes gibi, her canlı gibi...
onların da sonları vardır, sonsuzluğu yaşayacaklarını sanarlar. umut ile aciziyet ile.
"bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı!"
bilmiyorlar işte.
korkuyorlar, titriyorlar, ölümden o denli, bitişten o denli korkuyorlar ki,
öldüklerinde kendilerini bekleyen bir cehennemin varlığına bile razılar.
insan hiç bu kadar aşağılanmamıştı!
30 temmuz 2009 maccabi netanya - galatasaray maçının olduğu bugün, türkiye'nin yurtdışı internet çıkışları sıçmış, belki sıçıttırılmış, belki kapattırılmış ve internet erişimi büyük ölçüde bitirilmiştir.
bunu yapabilen güç, maçların olduğu başka günler de "bunu tekrar deneyebilir mi?" diye aklıma geliyor.
"kapatın lan interneti, zaten ülkede internet az!"
internetin yavaşlaması, birçok sayfanın açılmaması ile kendini göstermiş,
yine yeniden bir ttnet sıçmasıdır.
ayrıca 3g ile ilgili olup olmadığı bilinmemektedir.
genel dilbilgisi kurallarına göre, kelime sonuna bitişik şekilde yazılması gereken noktalama işaretlerinin,
kelime bitiminden sonra bir boşluk bırakarak konulması durumu. sözlükte dikkatimi çeken ise,
bu durumun giderek yaygınlaşıyor olması. istenmeyen adam, v for vahdettin ve şimdi de bluevelve!
yapmayın gençler, ne istiyorsunuz güzelim türkçemizden !
geçenlerde aklıma düşmüş, hipotez niteliğinde ucuz bir fikir beyanı çabası.
aslında bu bir döngü!
insanlığın yaşına bakarsak,
ateizmin insanları saf gerçeğe, korkusuz ve aydınlatıcı bir şekilde yöneltmeye başlamasının üzerinden çok da uzun zaman geçmedi. ateist düşünceler günümüzden iki bin yıl önce de vardı; fakat gerek iletişim eksikliği ve bilgi akrarımındaki eksiklik, gerekse yazının tam anlamıyla tüm toplumlarda kullanılmaya başlanmamasından dolayı, karanlık dönemlerde üretimiş çoğu fikir günümüze ulaşamadı. geçmişin ve şimdiki zamanın birleşimi ile aydınlattığımız günümüz dünyasında yıllar geçtikçe insan düşünsel evrimini daha ilerilere taşıyarak, var olan herşeyin mantıklı ve bilimsel bir açıklamasının olmasını arzuladı. karanlık çağların bugüne gereksiz hediyeleri olan yıllanmış masallar yerini, 'duygusal insan yaratığı'na acı veren, saf gerçeklere bırakıyordu.
insanlar bilinçsiz bir şekilde devletleri ortaya çıkarırken, içlerindeki olunmaz yönetilme arzusuna teslim olup, sorumlulukları bireylerden yani kendilerinden alıp, kitlelere veriyorlardı. kitlesel sürüklenme, 'yalnız insan'ın korkularını, korku duyduğu 'diğerlerinden farklı olma durumunu' biraz olsun giderirken, insana bireysel rahatlama duygusunu tattırıyordu.
tanrıların oluşturulması da devletlerin var edilmesi hikayesine benzer olarak insanlığın ergenlik dönemine rast gelir. korkmuş, cahil ve öğrenme çabası içersindeki genç insanlar, akıllarındaki boşlukları gereksiz ve gerçek olmayan bilgilerle doldurdular!
çünkü, onların anlayabileceği, kendilerine açıklayabileceği evren şekli budur!
onlar için ulaşılamaz olan herşey, ulu bir güçtü! dokunulamaz olan ateş, erişilemez olan gökyüzü,
sonsuz parlaklığı ile güneş, yağmur, gece, ay, bazen hayvanlar bile insanların tanrısı oldular. işi öyle ileri götürdü ki insan, kendine tanrılar yapmaya başladı. (yapılan tanrılar konusuna birazdan tekrar döneceğim.)
evreni kendi küçük boşluklarına yetecek düzeyde az ve anlaşılır bir şekilde açıkladıktan sonra, insanın varlığına, var olma sebebine yönelen insanoğlu, burada da olgunlaşmamış aklı ile kendince birşeyler üretti ve buna inandı. ölümden sonra yaşamın varlığına inanmak onun için en fazla iç rahatlatıcı bireysel kandırmacaydı; fakat bu kandırmacayı o kadar da önemsemediler! bastırılmış korkunun dışarı çıkmasını engellemek için, kendilerine kendilerini sorgulamayı unutturup, yaşamaya ve yeni batıllar üretmeye devam ettiler.
daha çok peygamber!!!
daha çok tanrı!!!
daha çok put!!!
daha çok! daha çok!
insan kendini dünyaya 'gönderilmiş' olarak görmeye başladı. artık kendisine göre, burada olmasının bir gayesi vardı. düşünmeye başladıktan sonra gereksizce, kendisini diğer canlılardan üstün görme çabasına girişti. kendini kutsallaştırdı. artık insanlar tanrılar tarafından dünyaya gönderilmiş, sınanan birer deney faresiydi! tanrılara itaat etmeyenler, tanrı tarafından cezalandırılacaklardı!
itaat şartları ise, zaten geçmişte dedelerinin yazdığı, toplumsal düzenin ve insan ırkının devamı için
toplum huzurunu koruyan kanunlardı! işte var edilmiş tanrılar, yani putlar bu hikayede rol alıyorlar. fikirleri olan akıllı insanlar, diğer insanlar içersinden sıyrılıp kendileri olmayı başarmışlar, fikirlerini diğer insanlara anlatmışlar. ve insan ırkının devamını sağlayabilecek nitelikte olan, ayrıca toplum tarafından kolay kabul görebilen fikirleri benimseyerek genel geçer hale getirmişler. bu korumacı fikirlerin uzun süre insanlık için geçerli olmasını sağlamak amacıyla, fikirler bilinçsizce korunmaya çalışılmış, kutsallaştırılmış, putlaştırılmıştır. tabi çoğu fikrin/putun, çevreye uyum sağlayamayıp yok olduğunu da belirtmem gerekir.
işte bu değişim geçirmiş kanunlar, öfke ile çevreye ve insanlara zarar veren insanları durduramayınca, onlara; onları gelecekte bir gücün kendilerini cezalandıracağı söylendi! bu onları durdurmanın tek yoluydu!
böylece, her toplum kendi dinlerini oluşturarak, tanrının sığınağına çekildi!
insanın olgunluğunu yaşadığını düşündüğün 21.yüzyılda, dinleri reddederek toplumsal düzene ters düşmeyen insanların varlığını bilmek beni mutlu ediyor. artık insan ergen değil, akıllı! ve gerçeklerin farkında olarak, dinleri ve tanrıyı reddedebiliyor.
var olmuşluğu, var edilmişliğe çevirip, ardından var olmuşuğa cesurca dönebilcek kadar korkusuz!
burada, ateizmin gidişatını evrime bağlayacağım yere gelmiş oluyoruz;
evrimin en büyük kurallarından birisi, çevreye uyumdur.
uyum sağlayabilen türler, yaşamlarına devam ederler.
(uzun ağaçların olduğu bir ormanda, kısa zürafaları göremezsiniz.)
ateistin hayat görüşüne göz atarsak;
bir ateist için hayat, var olmuşluktan başka birşey değildir. hayatın onun için çok fazla değeri yoktur.
ölüm, anlamsız başlangıcın, en anlamlı sonu; geri dönmemekle birlikte hayatın bitişidir.
bireysel tatmin duygularından sıyrılmış insan, böylesi anlamsız bir var oluşun parçası olmasını istemediği için, bir insan daha dünyaya getirmek istemez, bu sebeptendir;
ateist oranının fazla olduğu ülkelerde, doğum oranları eksiye doğru giderken, kutsal bir olguya inananların fazla olduğu ve gelişmemiş ülkelerde doğum oranları oldukça fazladır. tabi burada, gelişmemiş ülkelerdeki, aile planlaması eksikliği, korunma eksiklikleri vs.yi de veri olarak almak gerekir.
günümüzde ateist sayısındaki artış, sadece var olan insan sayısındaki bilinçlenmeyi yansıtır.
keza, ateist ailelerdeki bebek doğum oranları bariz bir şekilde eksiye gitmektedir.
işte,
ateizm aslında bu dünyaya ve insanlarına uygun bir düşünce biçimi değildir! insan ve ateizm düşüncesi böylesi bir anlamsızlığa ayak uyduramaz ve bu sebeple, belirsiz bir zamanda ateist insanlar, anlamsızlığa anlamsızlık katmanın gereksizliği düşüncesiyle üremediği için tükenecektir.
burada aklımıza takılan birkaç soru olmalıdır?
"düşünsel evrimin birikerek ilerlediğini bildiğimize göre, her geçen gün daha da bilinçlenen insanoğlu, bilinçlenmiş ve olgunlaşmış insanlarını yitiriyorsa, tüm insanlığın geleceği tehlikede değil midir?"
bu soru, aciziyet içinde sorulacak sorulardan sadece birisidir.
tüm insanlığı, bir insana indirgeyip düşünürsek;
:::insan doğar,
ve doğduğunun bilincinde değildir.
:::bebeklik döneminde, öğrenme aşkı ile yanıp tutuşur,
fakat öğrenebilek kadar aklı olgunlaşmamıştır.
:::çocukluta, her türlü masala inanır, aklına ne koyarsan ona inanır.
:::ergenlikte, kendi düşüncelerini oluşturmaya başlar.
:::gençlikte, ergenlikte oluşturduğu kendi fikirlerine gereksiz bir cesurlukla inanır.
bu, onun için sorgusuzdur, ve kesinlikte reddi kabul edilemezdir.
:::olgunlukta, gençlikte oluşturduğu fikirleri sorgulamaya başlar, gerçeği doğrudan ayırt etmeyi becerir.
:::yaşlılıkta ise, hepsinin gereksiz bir çaba olduğunu fark eder,
sonu ölümle biten bu serüveni, adanmış bir sorgu ile bitirir.
işte insanoğlunun geleceğini de ben bu şekilde görüyorum.
ve insanoğlu, dünya'nın ergenlik sivincelerinden başka birşey değildir, diyorum.
çoğu kişinin... durun bi saniye!
müslümanların, islamı bilen insanların neredeysa tamamına yakınının kaçırdığı davranış.
aslında hiç de zor değil! zihinler doğarken açıktır kapıları, tüm bilgileri sorgusuzca almaya
yönelik programlanmıştır. sonra, insan kendini gereksiz sorgulamalardan uzak eylemek için
kendini kapatır. edindiği bilgilerle geri kalan yaşantısını sürdürmeye çabalar!
hayatın bir bölümü yazı, geri kalanı yorumdur!
yazdıklarınla yaşarsın; ama o yazdıklarının doğruluğunu çoğu zaman sorgulamazsın!
muhammet'i anlamak çok zor değildir!
muhammet'in bir amacı vardı, bu amacı anlatmak için büründü peygamber kılığına!
ama partidekiler, onun fikirlerine değil, elbisesine aldandı!
tepede bir gün öğütler verdi!
"bu fikirler benim, ben fikirlerim!" dedi,
"ben güzelliğim,
güzellik sizsiniz,
güzellik bizleriz!
güzellikle beberiz!"
dedi!
kimse onu dinlemiyordu,
insanlar çoktan büyülenmişti!
artık onun fikirleri değiliz,
aciziyetimiz sarmış her yanımızı!
muhammet'in güzelliği değil bizdeki,
kendi karanlığımız, çirkinliğimi, öfkemiz, kinimiz!
işte bizim için hayatı yaşanabilir kılan duygularınız!
sadece var olmuş insanların çoğu, öyle çoklar ki!
çevremizde, bizle beraberler; belki de bizler, doğmadık hala!
bir kitapta diyordu,
dünyaya gelmiş olmakla, doğmuş olmak arasında çok fark vardır!
yaşamıyorsun, sadece yaşadığını sanıyorsun!
alışıla gelmişlik seninki sadece;
asansörün giriş katta, neden düğmesine basıyorsun!?
herkes birşeyler bulur bu hayatta, doğmuş olduğunu ondan sonra hisseder;
kimisi maneviyatta, kimisi bilimde, kimisi insanlık için birşeylere adar kendini!
fakat aslolan tek şey vardır;
"En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız oldugunu da söyleyebiliz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez." *
bir tercih meselesi olsaydı yaşam,
doğmamış olmayı seçmek isterdim!
23 haziran günü akşam üstü saatlerinde, sözlüğe erişimin durması ile yaşanmış durumdur.
tarihe not düşülsün;
yok grı ekran, yok herkes çikilop yiyip öyle gelsin,
yok bilmemne!
gitti gider bu sözlük, atari gibi! ısınınca adaptörü çekiyorlar!
bir güneş daha devirdim bugün,
bir gün daha bitirdim.
tıpkı binlercesine yürüdüğüm gibi,
bir karanlığa daha usul adımlarla yaklaştım.
her adımım o'na yaklaşıyor,
her nefesim o'nda yankılanıyor sanki...
allahu ekber!!!
diyor, sabah ezanını dillendiren hoca,
allah büyüktür!
kendisi gibi, şerri de büyüktür!
allah korkusu ile içleri kavrulmuş kullarının şerri daha büyüktür.
azabından korkan insanlar, allah'ı üzdü diye öfkelendiler.
öfkeyi akıtmak için taşladılar, yüzlerce insanı,
binlerce insanı... öldürene kadar!
savaşlarda, en öndeki canilerden duydum ben bu sesi...
allah'ın kulları, o'nun askerleri,
cennete gidebilmek için öyle bir hevesla koşuyorlardı ki düşmanın içine,
"işte bu bizim dinimiz! bizim allah'ımız, o en büyüktür ve biz o'nun kulları
canınızı almaya, kanınızı akıtmaya geldik!"
allah yolunda ölünür ve öldürülür! ne güzel şeydir! öyle değil mi peygamber?!
sen öyle dedin milyarlarca insana!
peki, hangi allah söylesene?
en çok dua kabul eden mi? en çok seven mi?
en güçlü olan mı? cenneti en güzel, cehennemi en azap dolu olan mı?
yoksa dünyadaki yaşamı, en acısız, kedersiz, adaletli ve yaşanabilen kılan mı?
senin allah'ın ne yazık ki bunları başaramıyor! beceriksiz!