Barcelona takımıyla özdeşleşen emektar futbolcu iniesta'nın akça pakça, tertemiz, istediği an arabayı ödünç verip her türlü işi için kefil olunası temiz yüzüdür. aynısı brezilya'lı kaka kardeşimizde de gözlenir.
hayatlar: silik yeyip zall a fikirler kurşun geçirmez demek.
evet dostlar, çağımızın vebası silikler her sözlük ferdinin korkulu rüyası. özenerek yazdığınız, açıp tekrar tekrar okuyarak "yav ne güzel yazmışım" diyerek sevmeye doyamadığımız üstüne üstlük seri artılarla karmamızı coşturan entrylerimizi silik kategorisinde görünce hissedilen o acı, herhalde seri eksi oy alınca hissedilene denktir. bu sebeple, moderasyona silik entrylerle ilgili "siz kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum" minvalinde bir yeşilçam atarı yapma konusunda yazarları yüreklendirmek hedeflenmiştir.
efenim öncelikle pek çok sayıda olan tarkan filmlerini birbirinden ayırt edebilmek için kafamızda oluşan, bölümlerin karakteristik özelliklerini göz önünde bulundurarak, tarkan'ı en çok zorlayan rakibi wang yu'lu bölüm deyim siz anlayın.
bölümümzde olaylar şu şekilde gelişir: tarkan ve jimnastik grubu, wang yu ve onun ölüm makinaları tarafından çok fena darp edilirler. daha sonra tarkan'a platonik takılan ablamız alonya* onu babası ulu gökçe'nin* yanına götürür. kendisine burada, dönemin el verdiği en iyi alternatif tıp teknikleri uygulanır ve adeta cehennemden bir köşe olan kaynayan havuzda tarkan tedavi olur. tedavisi tamamlandıktan sonra hızla antrenamanlara başlayan tarkan ve jimnastik grubu, ulu gökçe'nin öğretilerinden de yararlanmaya başlarlar. işte tam da o sırada ulu gökçe gözlerini kaybettiği o anları hatırlar. evet wang yu'nun yaptığı itlikler ne ilk ne de sondur, ulu gökçe'nin gözlerini de o çıkarmıştır. tarkan'a intikamı konusunda daha bir destek olmak ister ve "haydi saldır bana" der. tarkan önce gözleri görmeyen birine saldıramayacağını söylese de, atağının sonucunda malak gibi kalakalır. ama ne nasıl yani triplerine girer. bunun üzerine bilge amcadan beklenen açıklama gelir:
" yıllardır bunu öğrendim, kulaklarımla görmeyi öğrendim, sen de öğreneceksin kulaklarınla görmeyi, öğreneceksin ki arkandan sallanan kılıcı bile görebilesin."
tanım: çoğunluğu ataerkil bir yapıya sahip toplumumuzda, toplumun en küçük yapı taşı olan ailelerin iç sistemleri.
kendi evimden bahsedecek olursam:
babam: tek başına iktidar, maliyeden ve sadece kendisinin arabası olduğu için ulaştırmadan sorumlu.
annem: iç işlerden sorumlu, ehliyeti olduğu için ulaştırmadan da zaman zaman sorumlu olabiliyor. ev temizliği düzeni vs. gibi işleri o kategoride değerlendirecek olursak çevre ve şehircilik bakanlığının görev alanı da kendisine ait.
unknown artist in menajeri: izlediğim filmer, sinema ve tiyatro gibi etkinlikleri sayarsak anca kültür ve turizm bakanlığına tekabül eden bir görev alanı mevcut.
karar alma süreci: efenim, ev içindeki parlamentoyu oluşturan unknown ve anne kişileri, herhangi bir istekleri olduğunda kendi aralarında bunu değerlendirip usulünce babaya iletirler, baba ya olduğu gibi kabul eder ya da değiştirilmesi gereken kısımlar olduğunu öne sürerek tekrar görüşülmesi üzere gönderir, anne ile unknown hiç bir değşiklik yapmadan tekrar kararı iletirse maalesef babanın kabul etme gibi bir durum yok genşler, demokrasiyi tam anlamıyla işletemiyoruz maalesef. bunu dışında baba kişisi tek başına karar alıp uygulayabilir. ancak genellikle anneden görüş alır.
sonuç olarak, sistem tartışması yapmayanı bipledikleri bu günlerde, bir kategoriye koyacak olursak, bizim evdeki sistem sanırım mutlak monarşiye tekabül ediyor.
harf kotası sebebiyle gönlümce açamadığım bir başlık daha orjinali:
bir ortamda iplenmediğini fark eden insanın adım adım sesini kısması.
genelde herkesin başına geldiğini düşündüğüm olaydır. özellikle kalabalık ortamlarda bir şey anlatmaya başlarsınız, bir yandan da göz kontağı kurabilecek birilerini arayıp o bakışlara tutunmak niyetindesinizdir. ancak sırayla süzdüğünüz suratların hepsi başka bir şeyle ilgileniyordur. siz de "ulan bari cümlemi bitireyim ama mal gibi de aynı coşkuyla anlatamam ki" düşüncesiyle git gide daha alçak bir ses tonuyla cümlenin yüklemine adeta koşarsınız.
karakter sınırından dolayı özgürce dile getiremediğim sorunsalın esas hali: insan karşısındakine kendi mi aşık olur yoksa karşı taraf mı kendine aşık eder şeklinde olacaktı.
zaman zaman çeşitli örnekler gördükçe aklıma gelen sorunsaldır bu. konuyu biraz açalım: şöyle ki esas merak edilen, her insanın aşık olabilecek karakterde yaratılıp yaratılmaması. hani "ulen şu adamın bile sevgilisi var" geyiği döner ya ortamda, hah işte o adam mı kendine aşık etmiştir yoksa karşısındaki mi aşık olabilecek bir karaktere sahiptir. örnek verecek olursak herhangi bir kişinin farklı iki ilişkisini inceleyebiliriz. söz gelimi aynı kadın bir erkeğin el pençe divan olabildiği bir kadın olabilirken, diğerinin ayrılmak için bahaneler aradığı bir kadın olabiliyor. mesela adriana lima'nın eski kocasını düşünürsek belki de adamdaki tüm çirkinlik açığını kapatacak kadar kendine de kocasına da yetecek güzelliği olan bir kadın aldatılabiliyor. fakat çok da erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir kadın kendisini el üstünde tutan bir erkekle birlikte oluyor aynı dünyada. velhasıl, benim fikrimce "doğru yer, doğru zaman, doğru insan" denkleminin bu işte önemi büyük. diyeceğim ama ulen adriana örneği her şeyi alt üst ediyor be! adriana'nın yanlış zaman yanlış insan denkelemi mi olurmuş. neyse ben çok da şeyapmayım en iyisi.
hep bu falların yazıldığı platformda çalışmak isterdim. kemal sunal üstadın bir filminde vardı o ortam. akrostiş desen kralını yaparım, anket, günlük defteri manileri master degree. buradan iş verenlere sesleniyorum. ama biliyorum biliyorum siz beni arayacaksınız.
ben hedesine tıklayıp, kişisel bilgilerimizi incelerken denk geldiğimiz bu sekmede, büyük umutlarla açtığınız ancak yazarların olmamış gibi davrandığı ve sol frameden usulca süzülüp giden başlıklarınız bulunur. iç burkma konusunda "henüz coşmamış" ile kapışacak seviyededir.
hababam sınıfı tatilde bölümünde, okula haciz gelir ve okulun boşaltılması gerekir. bu arada her kaldırılan eşyanın altından bir şeyler çıkarken, duvardaki haritanın katlanmasıyla beliren yazıdır. inek şabanımız kim bilir nasıl bir tepki vermiştir bunu görünce. muhtemelen güdük necmi'yi yahut hain domdom'u tokatlamıştır.
hayatını tek bir şey uğruna feda eden ve bu uğurda smeagol'luktan gollum'luğa terfi eden elfimizin,-aynı saplantı ice age serisinde scrat& fındık aşkı olarak da gözlemlenebilir- kendi kıymetlisi sanarak sizin kıymetliniz olan yüzüğü alıp kaçması durumudur. dikkat edilmelidir, direnirseniz yüzükle birlikte parmağınızı da alıp götürmekten hiç çekinmeyecektir.*. eğer becerebilirseniz konuşarak ikna etmeye çalışın, çoğu zaman "neydim ne oldum ulan değer miydi" modunda gezen biri olduğu için belki iyi karakterinin ağır bastığı anına denk gelebilirsiniz.
hiç unutmam lisedeydik o dönem, arkadaşın evinde televizyon açık, biz de muhabbet ediyoruz. derken tarık ve civciv sarısı saç- beyaz pantolon- siyah bluz ve etrafındaki dansçı elemanlar televizyonda belirdi. bayağı bir şaşkınlıkla izledik. tabii o dönem bu minvalde bir galatasaray'daki xavier vardı bir de xavier'e çok benzeyen bir model adam vardı.
merak edilen ya da acil bulunması gereken bir şey için, nasıl bir arama yapacağını bilemeyen yazarların ortaya karışık kelimelerle google'ı canından etmesidir. örneğin dün açacağım bir başlık için zamanında msn'de fake hesaplar için kullanılan bir kızın fotoğrafını bulmak isterken yaptığım aramanın kronolojik sırası buna örnektir:
-fake adres fotosu,
-fake msn fotosu,
-msn avatarı kız,
-msn fotosu kız,
tümden gelim işe yaramayınca bir de tüme varım yöntemi kullanmak istedikten sonra:
trt hd'de yayınlanan bir program. ingiltere'de yayınlanan ve gönüllü olarak programa başvuran ve obsesif kompülsif bozukluk hastalarının oluşturduğu bir grup insanın, yine gönüllü olarak programa katılan ve temizlik yapmayı tercih etmeyen kişilerin evlerini yahut insanların ihmaliyle kirlenen kamu alanlarını temizlemelerini konu alıyor. bir temizlik meraklısı olarak gayet hoşuma gitmiştir.
fotoğraftaki hanım kızımızın fotoğrafıdır. kuvvetle muhtemel internet alemine ilk yüklenen fotoğraflardan biri olması hasebiyle, fake adres açan kişinin google görsellere "kız fotoğrafı" yazmasıyla ilk bu ablamız çıkardı. bazen aynı fotoyla sizi keklemeye çalışanlarla karşılaşıp selamlaşıp geçerdiniz. benim içinde bulunduğum işletme çetesinde bu fotoya söylenmiş aklımda kalan tek cümle:
bir takım yazar kardeşlerimizin, dünya ile ilgili tüm sıkıntıları kenara itip -ya da çözüp- bir sonraki konuya geçmelerinden mütevellit, gece gece uzaylılarla ilgili açtıkları başlıklardır. az sonra gelmesini beklediğim bir kaç başlık ise:
lisenin bittiği yıl başıma gelendir. sene 2007. ben lisedeyken deli divane aşıktım. ama nasıl bir aşık olmak. lise boyunca sevgilisi olduğunu bildiğim halde, gönlümü açabileceğim bir sürü kişi olduğu halde kesinlikle hiç kimseye ne yanaştım ne de yanıma yanaştırdım. varsa yoksa, ona hiç bir zaman vermediğim mektuplar yazmak, her gece ağlamak. kesinlikle abartmıyorum her gece!
(ama ufak bir ayrıntı var lise 1'de kendisiyle çok kısa süreli bir ilişkimiz olmuştu ve o dönem kendini ifade sıkıntısı yaşayan benim bu halim kendisince ilgisizlik olarak adlandırıldığından ilişki tek taraflı feshedilmişti.)
her neyse lise böyle bitti. o dönem de arkadaşımın çakma bir msn adresi var. bende bir arkadaştan sevdiğim kişinin msn adresini buldum. ama yaşayan bilir, platonik aşk öyle bir haldir ki, sanki kalbiniz, tüm hayatınız onun iki dudağı arasında, tek bir bakışında ya da hareketinde gibidir sanki. "ben kesinlikle yazamam" diyorum arkadaşıma. çünkü o ana kadar kafamda öyle güzel bir aşk oluşturmuşum ki, ondan gelecek bir gerçeklikle bunun yıkılma ihtimali öldürüyor beni korkudan.
sen misin böyle yapan diye, arkadaşım çekti klavyeyi önümden ve yazıverdi. ben kenarda deli gibi heyecanlı, kıpkırmızı kesilmiş ve buz gibi bakıyordum sadece. neyse bunlar konuşmaya başladılar filan havadan sudan. derken arkadaşımın annesi aradı acil eve gel diye. bu da "hadi unknown artık sen hallet gerisini..." deyip bastı gitti. ben elimde klavye ekrana bakıyorum. yanılmıyorsam bi 5 dakika daha konuştuktan sonra o kritik soruyu sordum. sevgilinle hala devam ediyor mu ilişkiniz diye. o da kim olduğunu söylersen söylerim dedi. ben de artık yılların verdiği gazmı desem, artık ne olacaksa olsun diyerek tamam dedim ve en net olmayan fotoğrafımı koydum avatar kısmına. zaten de ufak bir kareydi hatırlarsınız. saniyesine "unknown!" dedi. "evet" dedim. ben tabi bekliyorum artık kesin bana "benimle dalga geçer gibi yazıyosun kaç saattir vs" gibi bişeyler söyler diye. adam bildiğiniz soluksuz asılmaya başladı o dakika itibariyle. sevigilimden ayrıldım dedi önce. sonra işte lisede her zaman en çok seni beğendimler mi dersiniz fiziksel olarak ve tamamen somut şeylere odaklı o kadar çok iltifat ediyordu ki, hayalimdeki "mükkemel maşuk" karakterinin her özelliğinin yanına bir çarpı atılıyormuş aslında. tabii ben o anki mutluluğumdan ve heyecanımdan dolayı bunları analiz edecek halde hiç değildim. her neyse yazıştık, yazıştık, derken çok ısrar etti buluştuk, uzun uzun konuştuk. öyle bir bakıyordu, öyle şeyler söylüyordu ki bana, sanki biz yıllardır hayatın bir araya getiremediği iki aşıktık. hala anlayamam bir insan bu kadar değer gördüğü bir insana neden böyle hunharca ve gelişine şeyler söyler. başta da söylediğim gibi lisede ben bu kişinin kaçamak 1 tane bakışını yakalasam 1 hafta mutlu gezerdim. ki bu kişiden aşk sözcükleri duyduğumdaki hali varın siz düşünün.
bir kaç ay bu şekilde görüştükten sonra yine buluşup bana kendimizi "iki aşık" olarak düşündürecek onca hareketin akşamında sadece tek bir sms ile, "sevgilimden ayrılmamıştım. senin boşuna gönlünü çaldım hakkını helal et" şeklinde bir mesaj geldi. sana yemin ediyorum sözlük, şu hayatta hiç fıtratına uygun olmayan bir insanın bile tek yolu intihar olarak görebileceğine ben o an ikna oldum. resmen dibe vurmuştum. nefes alamadım, düşünemedim, sadece titriyordum buz gibi ve "nasıl" diyebiliyordum...
sonrasındaki süreç çok fenaydı be sözlük, vücudumun her yerinde yaralar çıktı.kıpkırmızı ve kocaman yaralar. saçlarım döküldü, dökülmeyenler aşırı derecede beyazladı. çok yanlış kararlar aldım. o kararların bir tanesinin cefasını doldurmam için daha 3 ayım var. vs. vs.
allah kimseye bu şekilde bir olay yaşatmasın. üstünden onca sene geçmesine rağmen yazarken bile elim ayağım titredi yemin ediyorum.
not: buna benzer bir kaç şekilde başlık arattım, çıkmayınca başlık açtım dostlar.
erkeklerine göre daha baskındırlar. tellioğullarının erkekleri, -cesur yürekli küçük enişte hariç- genellikle kavgadan kaçan tiplerden oluşurken, kadınları seferoğulları'nın ne erkekleriyle ne de kadınlarıyla dövüşmekten korkmazlar. tosun paşa şerefine yapılan turnuvalarda da yumurta ve çuval yarışında başarılarını ve hırslarını dibine kadar göstermişlerdir. ayrıca çok güzel tombiş tombiş yaprak sarması yaparlar.
dolmuşçuların gizemli bir şekilde sağa çekerek bi nevi oyuncu değişikliğine gitmeleridir. ne ara haberleşirler, dolmuş tam sağa çektiği anda yedek dolmuşçu olay yerine nasıl o kadar hızlı intikal eder hiç bilemezsiniz. ve dostlarım siz kafanızda bu deli sorularla boğuşurken, size dönüp tek bir açıklama dahi yapmazlar.
en azından yazılarını vs. okuyup ufak çapta karakter analizi yapmış olabilitesi vardır yazmadan evvel. oysa bu gözler mynet oyun odalarında sadece profil adından yola çıkarak "mesen varmı" diyenleri de gördü, adriana lima nın fotosunun altına "çok güzelsiniz adriana hanım" yazanları da. hiç bir şeye oha dememek lazım vesselam.
Arkadaş listenize eklendiği günden beri, mütemadiyen sebepsiz bir hüzün içinde olan arkadaştır. sürekli sitemkar sözler paylaşması, paylaştıklarına yapılan teselli yorumlarına da yine aynı acı içinde cevaplar yazması en belirgin özellikleridir.
izledikten sonra kişide battal gazi filmlerinden birini izlemiş etkisi bırakan, mehter marşlarıyla bezenmiş, hemen gidip marketten edindikten sonra; antuan ın kancık kellesini ödlek bedeninden ayırmak isteği uyandırması işten bile olmayacak olan kakaolu kremadır.*
şu da vidyosu:
sürdürülebilir mimari kavramını hayata geçirmek amacıyla yapılan ilk çalışmanın adıdır. italyan Mimar Paolo Soleri 1970li yıllardan bu yana mimari ve ekolojiyi barıştıran projeler geliştirdi ve Cosanti Vakfı 1970de Arcosanti yerleşkesini inşa etmeye başladı. proje arizona çölünün tam ortasına inşa edilmiş deyim yerindeyse bir şehir prototipidir. teknolojiyle alakalı neredeyse hiç bir şeyin kullanılmadığı, insanların günlük işlerde ve inşa işleriyle alakalı konularda hep beraber çalıştığı yerdir. proje tam olarak tamamlanmamış ve halen yapım aşamasında olan yerleri mevcut ve oradaki insanların diğer şehirlerle ticaret konusundael yapımı metal eşyalar dışında bir şey yoktur. gidip yaşanılası.
malumunuz polifonik telefonların, zengin çocuğu oktay diye tabir ettiğimiz arkadaşların sahibi olduğu dönemlerdi. 100 kontörü 50 mesaj çekerek bitirdiğimiz yıllardı da. o dönem popüler olan dizilerin melodileri, paraya kıyan bir dost tarafından yaklaşık 16 kontöre telefona yükletilirdi. 16 kontöre 8 sms gözüyle bakan uyanık kesimse arkadaşından rica ederek "telefonca" notalarını alıp kendileri de melodiyi edinirdi.
halen 3310 ve türevi kullanan dostlar için konyula ilgili;
bir jenerasyonun yıllarca ve şiddetle merak ettiği ve gizemini koruyan, bir adet güneş gözlüğü ardına özenle saklanan gözlerdir.
yahu sınav öncesi, ders dışında nelere kafa yorsam ayağına mıdır nedir, çocukluktaki şiddetiyle merak ettirendir akşam akşam. akdeniz şarkısının klibinde sevdiceğini oynayan abla çıkarıyordu erhan ağabeyin sırtı bize dönük vaziyette. başka da hiç o kadar yaklaşamadık gerçeğe.* gugıl da aratınca bir kaç görsel çıkmakta fakat işte hiç bilmeyenin paintle bile şop yaptığı ülkemizde gerçekliğine güven olmuyor.