yeni tanıştığım insanların gözlerine bakmaya biraz çekiniyorum. (biraz değil.)
yeni bir okula ya da sınıfa başladığımızda öğretmenlerin hadi tanışalım diyip annen baban ne iş yapıyor sorusunu sormasından hep nefret ettim. ve dünyanın en iğrenç hareketlerinden biri bence.
dolayısıyla böyle tanışma ya da sokakta anket yaptıklarında öldüklerini değil eski işlerini söylüyorum.
yine ilkokuldayken bu tanışma faslını ve ad soyadla yoklama alınmasını sevmememin bir diğer sebebi ise soyadımın meyve olması. yoklama alınırken 'allam nolur sadece adımı okusun' derdim kalbim küt küt atardı. hoca da herkesin sadece adını okurken benim soyadımı da okurdu. şerefsiz.
yürüyen merdivene adım atarken biraz heyecanlanıyorum.
hala gece tuvalete kalkmaya korkuyorum. kalkmak zorunda kalırsam bir şey düşürüp ya da alkış yapıp ses çıkararak birinin uyanmasını sağlıyorum. bazen de uyuyan birini uyandırıp hadi iyi geceler diyorum. biri uyanıksa güvendeymişim gibi geliyor.
kuzenimin geçen yıl antalyadaki evinde kaldığımız yengesi, kilerdeki halıyı ütüyle ben yaktım.
8x4 marka deodorant almak için girdiği mağazadaki görevliye '32 alabilir miyim?' demesi.
okulda giymem için bana komşu mahallelerden farkedilecek kadar parlak, aşırı püsküllü ve kırmızı bir ipten kürk işlemesi. giymeyince neden giymiyorsun ki diye sorması. (evet 1 defa hatırı için giydim)
gürcistan'daki ses yarışmasına izin alarak katılan bir mahkum olan teona kolbaiya'nın sesinin çok beğenilmesi sebebiyle serbest bırakılmasıdır.
kadının suçunu bilmiyorum ki önemli olan bu değil. adalet dediğimiz kavram nasıl oluyor da bu kadar alçalabiliyor? oldu olacak mahkemede hakim değil yetenek sizsiniz jürisi getirilsin. sesi güzelmiş. ben daha güzelim amk.
edit: yaşadığınız ülke adil değilse diğer ülkelerdeki haksızlıkları eleştirme hakkınız yok diye bir kaide olduğunu sanmıyorum.
biraz kübizm ve sanat hakkında düşünmesi gerektiğini düşündüğüm yazar beyanıdır. çünkü eleştirileri teknik ile ilgili bilgi içermiyor. peki müthiş bir sanat ve kübizm anlayışı olsa dahi picassoyu illa beğenecek midir? hayır. herkes beğenmemelidir de zaten. bu da ne picassoyu başarısız ne de onu eleştireni cahil yapar.
olay kadar buna yapılan bazı yorumlar da insanlık dışıdır. tecavüzü bile başka yerlere çekip 'oh olsun, neyse ki türkiyede değil, neyse ki müslüman değil' diyince tecavüz edenden daha mı insan olunuyor ?
cennet sineması filminde alfredo, toto'ya bir hikaye anlatır.
"bir gün bir kral, güzeller güzeli kızı için bir davet düzenler. bu davet esnasında sarayın önünde nöbet tutan bir asker prensese delicesine aşık olur. ilan-ı aşk eder. prenses ona eğer onu 100 gece sarayın bahçesinde bir yere gitmeden beklerse onunla teklifini kabul edebileceğini söyler. asker kabul eder ve beklemeye başlar. günler günleri kovalar... 10 gün... 20 gün... 30 gün... asker bıkmadan beklemektedir. mevsim değişir, yağmur, kar yağar asker vazgeçmez. 70.. 80.. asker beklemekte, prenses ise arada sırada pencereden bakıp gitmektedir. 90.. 95.. asker hala bekliyordur. 97.. 98.. 99. gün geldiğinde ise asker bir anda arkasına bakmadan çekip gider. neden mi? bilmem. anladığında bana da anlatırsın."
yazarların an itibariyle yaşadıkları, ilginç, paylaşmaya değer gördükleri ya da bu ne amk dedikleri olaylardır.
postanedeyim. sağ tarafta ilkokul öğrencileri sıra bekliyor. ellerinde rengarenk zarflara koydukları mektupları var. hepsi birer minnak ve dünya tatlısı.
karşımda ise 25-30 yaşlarında bir salak var. sırasının gelmesine 40 kişi var, boş koltuk olduğu halde ayakta duruyor. bunda bişey yok tabii. kulaklıklarını takmış arada bir dans eder gibi kafa sallıyor. birilerine tip tip sırıtıyor. insanın 'gülmeyecektin şimdi ağzının yerini biliyorum kendini cool zanneden mal' diyip çarpası geliyor.
iki tip insan da yanımda işte. biri tamamen doğalken diğeri ondan büyük olduğu halde yapmacık ve itici. olmayalım böyle. hiç gerek yok. hayat kendimiz olmamak için çok kısa.
eşi öldüğünde teyzem 'uzakta olsaydı bir gün bile yanıma gelmeseydi ama canına bir şey olmasaydı' demişti ağlarken. keşke böyle bir şansımız olsaydı. yaşananlar yerine başka bir seçeneği yaşama şansı. çünkü mutluluklarımızı bedellere bağlamayı öğretmişiz kendimize. insan böyle bir gerizekalı işte. keşke dünyanın tüm yükünü omzuma verselerdi de ailem, arkadaşlarım, sevdiğim adam hep yanımda olsaydı. ne kaybetseydim ne kaybetmekten korksaydım. keşke. ne gücüm kaldı ne başka bir şey.
geç kaldım. ona geç kaldım, bir okula, bir şehre geç kaldım. hayata geç kaldım. hayallerime hem geç hem de az kaldım. onu öpüp koklamaya bile geç kaldım. yıllar sonra öpebildim. şarkı gönderiyor, dinleyemiyorum. sesini duymaya geç kaldım, yanında olmaya geç kaldım. birlikte şarkı yazıp söylemeye, saçlarını okşayıp atlatırız demeye geç kaldım. bir insanın hayatında her şey mi eksik olur lan herşey mi. hep mi yenik olur bir insan. dolduramadığım öyle bir boşluk var ki. benim adım eksik sanki. o eksiği hayatta en sevdiğim iki kişiyle doldurayım dedim, biri gitti çünkü geç kaldım. yeter ulan, artık yeter. değişmeli bu, değiştireceğim. yetişeceğim. ilk defa, belki de son, ama yetişeceğim.
kalbim ağrıyor. çok ama. sıkışıyor ölüyormuşum gibi. o kadar özlüyorum ve o kadar sarılamıyorum ki. o kadar yakın ama o kadar uzak ki. sevmiyorum da demiyor. gelsin otursun yanımda, mutluluklarımız olsun, ikimiz de yaralarımızı saralım istiyorum. neden zor? biz hak etmiyor muyuz mutlu olmayı?
herkesin türbanlı kadının tarafında yer alacağını düşündüğümden dolayı çarşaflı kadınlar yalnız kalmasın onları da sevelim diye geldim ama çarşaflı kadını tutmuş biri. gidiyom.
10-20 yaş arasındaki bütün erkeklerin kadınlardan üstünüz geyiği yapmak için söyledikleri şeydir. üstün kelimesinin anlamını kavrayanlar böyle zavallıca fikirler ortaya atmazlar.
dinin koyduğu kurallar toplumda yerleşmiş ahlak anlayışında, geleneklerin hepsinde köklü bir değişiklik yapmış olsaydı, mesela kölelik tamamen kaldırılsaydı ve her şey o kadar eşit ve adil ilerleseydi ki geriye bir tek bir kadının peygamber olması kalsaydı, oturup buna kafa yorabilirdik. fakat öyle olmamış. yani bazı şeyler tam değilken, kadın hala geri plandayken peygamber olması beklenemezdi. bundan başka bir cevap verilmesi mümkün değil fakat bununla yetinilmesi de mümkün değil aslında. ne bileyim, gidince sorarız.
'günümüzde her ilişkinin sonu yatağa dayandığı için...' diyerek bir cümleye başlamak ise saçmadır. hangi aşkın sonu sevişmeye dayanmıyor? eskiden ilişkinin sonu yatağa gitmiyor muydu? ha pardon önce evliliğe sonra yatağa gidiyordu böylece 'ne kadar da yasal seviştik' diyip birbirimizi alkışlıyorduk değil mi? pardon unutmuşum.
edit: sevginin anlamı sevişmektir demiyoruz da insan duygularına hormonları yön verirken böyle bir şeyi görmezden gelecek ne yaşadınız.
kendisini ben de karizmatik bulmaktayım. fakat kısa veya orta boylu olsaydı kendisini ezel, karadayı gibi dizilerde jön olarak değil de güldür güldür show, yalan dünya gibi komedi dizi ve programlarında görürdük. yüzü de karakteristik ve mimiğe yatkın aslında. * kısacası sözlük bence abarttığımız adamları biraz da boy nedeniyle abartıyoruz. boy karizmaya karizma katan en önemli etkenmiş. yaşasın boy.