Dantelsiz kırık çıkık televizyon, dibine yapışmış siyah makarnalı tencere, ekmek kırıntılı ve çoraplı çok amaçlı elektrikli soba(şöyle ki, öğrenci bir yandan ekmek kızartırken bir yandan da yeni yıkanmış olan çoraplarını ısıtmak ister, başarır da), içinde soğan patates bulunan salon dolabı, sifonu bozuk tuvalet.
Sahip olduğum iki tutam şeydir. Satayım desem olmaz, satılmıyor mübarekler. Bermuda şeytan üçgeni tadındalar biraz. En iyi rahatlama cümlesi olarak: "Marliyn Monroe'nun da kaşları üçgen, yalnız değilsin lan ;)". ÜÇGEN, HANi BAYA BAYA ÜÇGEN. Köşeleri var falan.
Alınsa alınmaz, satılsa satılmaz. Öylece beyninizin bir köşesinde kalır. Bir zararı yoktur, kalsa bir şey olmaz. Dağıtmasın ortalığı yeter. Dağıttığı vakit de kapıyı gösterin, korkutun. Ama sadece korkutun.
Böyle bir şeyin mümkünatı yok arkadaşım, unutulmuyor. Unuttum diyen de yalanın hasını söylüyor bana kalırsa. Oğlum nasıl unutulabilir? Unutulamaz, olamaz böyle bir şey. Ha nolur, sadece acısı hafifletilir, akıla daha az getirilir. Bunu "unutmak" olarak tanımlamak saçmadır. Unutmak, bir şeyi artık hatırlayamamaktır. O şey aklına geldiği an "unutma" eylemini gerçekleştirmiyor sayılırsın.
Unutulmasın da zaten, aklımızın bir köşesinde kalsın. Lazım olur belki bir gün. UNUTMAYIN, UNUTMALIYIM DiYE KASMAYIN KENDiNiZi ULAN. Ama bu "unutmama" ilkesininin suyunu çıkararak psikopatlık derecesine getirmeyin işi, bırakın su birazcık da kendi yolunu kendi bulsun.