entry kasmamak için aklıma gelenleri tek seferde yazacağım.
günümüzde siyasetçiler, komutanlar, sanatçılar, düşünce adamları, ünlüler, televizyoncular genel anlamda toplumda kendini belli etmiş kişiler insanlara insanlığa zerre değer vermezken, sürekli bu insanları konuşmak bunlara değer vermek ya da kendi babası gibi savunmak aptallıktan başka ne ki.
genel olarak insana kendisinden başka kimse değer vermez, insanların en hoşuna giden şeylerden birisi de onu düşünen birilerinin olmasıdır.
toplumun sürekli aşırıya kaçma sevdası, dikkat çekmekten başka bir şey değildir.
insanların sevdiği şeyler genelde toplum algısından başka bir şey değildir. moda ya da yeni adıyla trend bunun sadece giyim kuşama yansımış halidir.
bazı insanlar kitapları toplumdan farklı olmak için, tabi kitap okuyan birisinin bu düşüncesi zamanla değişebilir, ben de öyle oldu.
mutlulukla huzuru karıştırıyoruz.
bir insan yaşarken dikkat çekmemişse ölünce de çekmez, bu amaçla intihar edenler var.
amacı olmayan bir hayat gerçekten de çok uzun, zaten bizim ölümden korkma sebeplerimizden biri de yapmak istediklerimizi yapamayacak olmamız, örneğin genç oğlu ölen teyze "daha mürüvvetini göremediydi" orta yaşta ölen birisi için "çoluk çocuğu yetim kaldı" gibi laflar söylerler.
bir saniye aslında beş saniye olsaydı ortalama 350 yıl yaşardık, o da kısa gelirdi.
arkadaşlar kullanmayan organ körelir, yapılan araştırmalarda geçmişten günümüze insan beyni iki katı bir büyüklüğe ulaşmış olduğu fark edilmiştir.
insanlar doğada ya da şimdiki gibi imkanları olmayan bir zamanda beynini kullanma fırsatı buluyordu, git gide otomatikleşiyoruz. zamanla hesap makinesine döneceğiz. öyle çok uzak bir zamanda değil, belki şu an bile.
kürdistan için arkadaşlar kafkasya da kafkas ülkesi yok ama kafkas ırkı vardır, sırf kürtleri sevmediğiniz için reddediyorsunuz, bir toprak orada yaşayan halka göre isim alır. bu gün türkiye'ye roma toprağı denilemez çünkü hani nerede roma halkı. türkiye'de türk yaşadığı için türkiyedir. kürdistanda da kürt yaşadığı için kürdistandır.
kürt tarihi için ya beyler bu adamlar gökten inmedi kabul edin, dillerinin oluşması da öyle beş on yılda olamaz.
tamam sevmeyebilirsiniz, inkar etmeyin, var olana yok diyorsunuz.
arkadaşlar nedense toplumumuz görülen rüyaları çok abartıyor.
toplumda yaşı ilerlemişlerde görülüyor genelde, bir rüya görse sabah uyanıp hayrola ya, ben böyle bir rüya gördüm anlamı ne diye bir düşünüyor valla ağzınız açık kalır, bir şeyle bir şeyi bağlıyor bir bakıyorsunuz, on numara bir rüya görmüş.
örnekle açıklarsak, adam rüyasında su içmiş, işte anlatıyor su temizdir, sağlıklıdır hıı demek ki helal para kazanacam, işlerim yoluna gidecek, çocuklarımın işleri güzel gidecek, yollarındaki tıkanıklıklar açılacak.
beyler benim söylediğim absürd bir örnek ama anasını satayım nereden nereye bağlıyor, hep güzel bir anlam çıkartıyorlar.
bazıları da benim dedelerimden biri evliya, sahih rüya görürüm diye kasılıyor. sanki dedesi toprak ağası, ölünce evliyalığını ona bırakacak.
son olarak arkadaşlar benim saçma bulduğum şey insanların inançları değil. hayatında adam akıllı hiçbir şeyi irdelememiş birisi, rüya konusunda yılların analizcisi oluyor.
barışlar silah zoruyla yapıldığı için hiçbir zaman barış olmayacaktır. gücü olan güçsüzü ezecek, güçsüz olan silahlanacak "özgürlüğünü" alacak, o da güçsüze vuracak. silahı veren her zaman kazanacak.
bir yerden alış veriş yaptığınızda şunlarla karşılaşıyorsanız, muhtemelen kazıklanıyorsunuzdur:
-satıcı sürekli, abi sen bana inan ben herkese bu malı verdim
-alır yıllarca kullanırsın
-valla abi daha daha aşağı olmaz
-başka yerde bulaman vallahi
gibi laflar kullanıyorsa çok büyük bir ihtimalle yalan söylüyordur. ya da topu sürekli size atıyorsa da yalan söylüyordur, örneğin abi bak ben yılların satıcısıyım yalan mı söylüyorum ya da abi sen şimdi inanmıyon mu bana gibi laflar söylüyorsa iki kere düşünün de alın.
insan her zaman bir şeyi tamamiyle öğrenmek istemez, çünkü ilerledikçe kafası karışır, aşağılamak için söylemiyorum. normal bir şeydir bu, sürekli detay insanın canınını sıkmaya başlar.
Bugün insanların birçoğu dini inançlara sahiptir, insanların bu inançlara bağlanmasının bir sebebi de kendisindeki soru işaretlerini kapatmasıdır. Çocukken hayat bize çok enteresan gelir, bilmediğimiz çok şey vardır, ilk başlarda çok heyecan vericidir hayat. Sürekli bir şeyler öğrenmek isteriz bu nedir, o ne demek diye sürekli sorarız. Bir yerden sonra hayattaki amacımızı sorgularız, tam bulamayınca da hazır olanlara yöneliriz. Ve her yeni öğrenilen düşünce, insana başka bir şeyi düşünmesini sağlar, bilgi bilgiyi doğurur. Katlana katlana devam eder. Ne kadar az öğrenilirse o kadar huzurlu yaşanılır ama öğrenmek de güzel şeydir.
Son olarak amacım insanları küçümsemek değil, ben de inançlı birisiyim.
insalanlara duymak istediklerini söylerseniz her zaman sevilirsiniz arkadaşlar. bunu toplumun her yerinde görebilirsiniz. en çok din adamları ve siyasiler kullanılır bunu. çünkü toplumu istediği gibi hareket ettirmeleri için onların suyuna gitmeleri gerekir.
Aslında insanlar doğruyu değil, duymak istediğini öğrenmek isteğini öğrenir. Diğerleri için kendinizi paralasanız sonuç yine değişmez. Duymak istemediklerini söylerseniz doğru olsa bile yine patavatsız olursunuz.
Birçok yerde karşımıza çıkar bu durum, örneğin: espri yapan arkadaşlar her zaman sevilir, bir film ya da kitap bizi ne kadar anlatırsa, bizim iç dünyamıza ne kadar uygunsa o kadar çok severiz.
Cemal Süreya çok iyi bir şair (eleştirmek benim haddime değil, eleştirmiyorum da) ama Cemal Süreya sürekli ölümü, hüzünlü konuları anlatsaydı bu kadar tanınmazdı. Ya da Kafkanın en bilinen sözleri Milenaya söyledikleridir, çünkü bu sözlerde kendilerin söylemek istediklerini ama istedikleri gibi söyleyemediklerini bulurlar.
Maraş'tan 70'li yıllarda istanbul'a göç eden bir ailenin 9 kardeşten en küçüğüdür. ilk başlarda balıkçılık, restorant(italyan bıyığından) işlerine bulaşmış parayı bulamamıştır. Daha sonra açtığı küçük tezgahta mantar çorbası, mantar kurabiyesi, mantar kebabı satmaya başlamış ve yavaş yavaş zengin olmuştur. 90'lı yıllarda istanbul'a gelen Japonlar bu abimizi görmüş ve ülkelerine gittiklerinde oyununu çıkarmıştır. Oyunu oynayanlar bilir her oyunun amacı prensesi kurtarmaktır bu da bizim milletin karı-kız sevdasından gelir. Ayrıca Kanalizasyon çukuruna inmek filan yine bizim ülkemize has şeylerdir.
18. yüzyılda istanbul'da, Kâğıthane Deresi kıyısında kurulan bir mesire yeri. Bu yıllarda Kâğıthane semti en güzel mesire yerlerinden biriydi. Burada, zamanın ileri gelenlerinin de katıldığı eğlenceler düzenlenirdi. Bu eğlencelere Kanunî Sultan Süleyman ve II. Selim zamanında başlanmış ve III. Ahmet zamanında daha fazla önem verilmiştir. Kâğıthane Deresi'nin ilk akış yönü değiştirilerek kenarlara mermer rıhtımlar, daha sonra otuz sütun üzerine oturtulmuş olan Sadabad Kasrı yaptırıldı. Önünde havuz, çevresinde çağlayanlar ve heykeller vardı. Buradaki eğlenceler 5 Mayıs, yani hıdrellezin ilk günü başlar ve sabahlara dek sürerdi. Zamanın şairleri, bu dönemden söz eden şiirler yazmışlardır. Eğlence günü kasırda ziyafet verilirdi. Osmanlı imparatorluğu'nda Lale Devri diye anılan bu eğlencelere bazı kişiler çeşitli nedenlerden dolayı karşı çıkmaya başladılar. Damat ibrahim Paşa'nın öldürüldüğü ve III. Ahmet'in tahttan indirildiği Patrona Halil isyanı ile birlikte eğlencelerin yapıldığı yerler ve kasır isyancılarca tahrip edildi.