karşısındaki insanın gözlerinin etkisinde kalan kişinin karşı tarafa söyleyebileceği bir hitap sözüdür.
metin kaçan'ın fındık sekiz adlı romanında bir cümle vardı "ben senin gözlerini kendi gözlerime çekmiştim" diye;
işte o hayallerin bile ötesinde kalan andan beri gözlerim gözlerinde esir düştü, mahpus kaldı ferinin hapisliğinde. sen gözlerine çektiğinden beri gözlerimi ruhun ruhuma yoldaş oldu benliğimin bitap düştüğü çaresiz anlarda. sen gözlerine çektin beni, ışığının nârı gözlerimde dalgalandı ve tüm benliğimi dağlarcasına kıpkızıl bir kor düştü kalbime. gözlerim gözlerinde artık, her soluk aldığım zamanda içime çekiyor, hapsediyorum benliğime seni.
hani insan yaşamını devam ettirebilmek için suya muhtaçtır ya, "işte ben bu fani bedene can versin diye gözyaşlarımı içiyorum yokluğunun kuraklığında". artık her yere gözlerinle bakıyor, gözlerinle arıyorum seni belki görürde gizlendiğin kuytu köşeden çıkarsın diye. ey sevgili! nerdesin? gözlerine çektin beni nerdesin? ben sensizlikle yalnız kaldım, donmaya yüz tuttu bedenim, kalbim son demlerini yaşıyor bu soğuk diyarda... ve sen ruhumu çektin gözlerine, sigarandan son bir nefes çekermiş gibi ciğerlerine...
"yorucu aslında kelimelerin peşinde sürüklenir bir yaşamda kendine ait olanları bulmaya ve yaratmaya çalışmak." satırlarıyla başladı kelimelerin o engin deryasındaki keşfim. evet zor biliyorum bir tek kelimenin peşinde sürüklenmek, bir gününü, bir ayını ve hatta bir yılını o tek kelimeyi yakalamayı istercesine geçirmek... başkalarının çağlar öncesinde anlamlandırdığı, tanımladığı kelimelerden yeni bir şeyler yaratmak ve en önemlisi o kelimelerde kendi varlığını bulabilmek. evet çok yorucu olduğunu bilsem de benim belki tek dileğim "kelimelerin gözlerimi kamaştıran büyülü dünyasında yaşamak ve o yaşam içinde kelimelerle sürüp giden kıyasıya bir savaş verebilmektir."
evet evet kesinlikle artık buna inanıyorum, benim bu yaşamdaki tek arzum "kelimelerin büyülü dünyasından hiç çıkmamacasına yaşayabilmek"... belki bu bir çılgınlık biliyorum ama sonucu ne olursa olsun o dünyada yaşlanmak ve son nefesimi o dünyada vermek istiyorum. neden bu çılgınlığı yapıyorsun? neden bu çok zorlu yaşamı seçiyorsun? sorularınızı duyar gibi oluyorum. hatta kulaklarımda sorularınızın sitem dolu sesleri yankılanıyor. ve şimdi satırlarımla o sitem dolu sorularınızı tatmin edebilecek bir cevap vermek istiyorum.
Ben tek bir kelimenin peşinde sürüklendim bu büyülü dünyanın içerisine. günlerimi, aylarımı ve yıllarımı tek bir kelimenin peşinde koşarak geçirdim. gözlerimi kamaştıran, zihnimin tüm kıvrımlarında delicesine dolaşarak aklımı allak bullak eden kelimenin adı "aşk" tı. Baktığında ne kadar küçük değil mi "aşk" sadece 3 harfli. ama o kelimeye yüklemiş olduğum hissin etkisi o kadar büyük ki kalbimde, ruhumda ve bedenimde... yaşıyorum ben satır aralarında ve bir tek kelimenin peşinde sürükleniyorum rotasını kaybetmiş bir gemi misali...
Ve bir gün "aşk" denilen o ulu kelimenin arkasından koşup soluk soluğa kaldığım bir anda yitirdim ben "ruhumu" varlığımın en önemli parçasını. çoşkun bir telaş içerisinde "aşkı" yakalamak isterken kaybettim ruhumu... ve o gün bugündür kayıbım aslında kelimelerin büyük bir yıldızcasına parıldayan ırmağında... ebedî bir güçle arıyorum benliğimi, arıyorum ruhumun son kalıntılarını mısraların misk kokulu bahçelerinde...
aşağıda yazanlar hayat hakkında verilmiş bir dersi içermektedir. yazılanların tamamı alıntı olup yazarı anonimdir.
bir gün bir felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir kavanoz alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;
öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker.
tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.
ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. öğrenciler gülerler!
profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' diyerek;
ben 'bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der.
şöyle ki; bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.
diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
o çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs.
kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.
"şayet kavanoza önce kum doldurursanız..." diye, anlatmaya devam eder, çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.
aynı şey hayatımız için de geçerlidir. vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır . .
dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. çocuklarınızla oynayın. sağlığınıza dikkat edin. eşinizle yemeğe çıkın. evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. öncelikleri,
sıralamayı iyi bilin. gerisi hep kumdur.
bu ara bir öğrenci sorar; "peki, o iki fincan kahve nedir?"
profesör gülerek: "bu soruyu bekliyordum, hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır !"
yarın 14 şubat, 14 şubat sevgililer gününden bir gün önce yazılmış olup yazarın o güne özel hislerini anlatan bir şiirdir.
ay ışık, ay berrak, ay karanlığın içinde yalnızlık
ve ay parıldayan beyazlık, siyahın içindeki beyaz
senin gözlerin saf bir ışık, saf bir güzellik
gözlerinki karanlığı aydınlatan o güzel aydan
bile daha parlak,daha sıcak...
ve yalnızlığımın içinde bir yudum ışık
o ışık sadece gözlerin, gözlerinin aydınlığı
o aydınlık ki beni alev gibi yakan
karanlığımı parlak bir yıldız gibi aydınlatan...
gülümsemen yüzünden gelen güzellik
esen bir karayel gibi, kıyıya vuran bir rüzgar
fırtınalar koparıyor kalbimin derinliklerinde
kalbim senin gülüşünün altında kalan sade bir enkaz...
ve yarın 14 şubat
sadece yanımda olan senin gözlerin ve gülüşün
yalnızlığımı aydınlatan ise senin ışığın
o ışığın oluşturduğu hüzme ise bir demet çiğdem...
13/02/2007
not: bu şiir ty1983 adlı yazarın yaklaşık olarak 2.5 yıl önce yazmış olduğu ilk şiir denemesidir.
aşağıda geçmişten günümüze en iyi 100 yazarın bulunduğu liste yer almaktadır. tamamı şahsım tarafından oluşturulmuş ve kişisel görüşlerimi içeren, edebiyatın roman, öykü ve deneme türlerinde eser veren yazarlarından meydana gelmiş listedir. listede yer alan numaralandırmada derece farkı gözetilmemiştir. (listenin birinci sırası ile yüzüncü sırası arasında herhangi bir değerlendirme farkı mevcut değildir)
1. Lev Nikolayeviç Tolstoy (rusya) en önemli eseri, savaş ve barış (roman-1869)
2. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (rusya) en önemli eseri, suç ve ceza (roman-1866)
3. Victor Hugo (fransa) en önemli eseri, sefiller (roman-1862)
4. ivan Sergeyeviç Turgenyev (rusya) en önemli eseri, babalar ve oğullar (roman-1862)
5. miguel de cervantes (ispanya) en önemli eseri, don kişot (roman-1605)
6. maksim gorki (rusya) en önemli eseri, ana (roman-1906)
7. honore de balzac (fransa) en önemli eseri, vadideki zambak (roman-1836)
8. Johann Wolfgang von Goethe (almanya) en önemli eseri, genç werther'in acıları (roman-1774)
9. Nikolay Vasilyeviç Gogol (rusya) en önemli eseri, ölü canlar (roman-1842)
10. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (rusya) en önemli eseri, yevgeni onegin (roman-1833)
11. Alexandre Dumas (fransa) en önemli eseri, üç silahşörler (roman-1884)
12. Michel de Montaigne (fransa) en önemli eseri, denemeler (roman-1580)
13. Daniel defoe (ingiltere) en önemli eseri, robinson crusoe (roman-1719)
14. gustave flaubert (fransa) en önemli eseri, madam bovary (roman-1857)
15. jules verne (fransa) en önemli eseri, seksen günde devri alem (roman-1872)
16. jack london (abd) en önemli eseri, beyaz diş (roman-1906)
17. john steinbeck (abd) en önemli eseri, fareler ve insanlar (roman-1937)
18. mark twain (Samuel Langhorne Clemens) (abd) en önemli eseri, tom sawyer'ın maceraları (roman-1876)
19. jonathan swift (irlanda) en önemli eseri, gulliver'in gezileri (roman-1726)
20. lewis carroll (Charles Lutwidge Dodgson) (ingiltere) en önemli eseri, alice harikalar ülkesinde (roman-1865)
21. charles dickens (ingiltere) en önemli eseri, oliver twist (roman-1838)
22. ivan Aleksandroviç Gonçarov (rusya) en önemli eseri, oblomov (roman-1859)
23. Harriet Beecher Stowe (abd) en önemli eseri, tom amca'nın kulübesi (roman-1853)
24. Antoine de Saint-Exupéry (fransa) en önemli eseri, küçük prens (roman-1943)
25. Émile Zola (fransa) en önemli eseri, germinal (roman-1885)
26. anton çehov (rusya) en önemli eseri, köpeğiyle dolaşan kadın (kısa öykü-1899)
27. stendhal (Marie-Henri Beyle) (fransa) en önemli eseri, kırmızı ve siyah (roman-1830)
28. voltaire (François-Marie Arouet) (fransa) en önemli eseri, candide (pikaresk roman-1959)
29. herman melville (abd) en önemli eseri, moby-dick (roman-1851)
30. edmondo de amicis (italya) en önemli eseri, çocuk kalbi (roman-1886)
31. ernest hemingway (abd) en önemli eseri, Yaşlı adam ve deniz (novella-1952)
32. vladimir nabokov (rusya) en önemli eseri, lolita (roman-1955)
33. albert camus (fransa) en önemli eseri, yabancı (roman-1942)
34. guy de maupassant (fransa) en önemli eseri, pierre ve jean (roman-1887)
35. george orwell (Eric Arthur Blair) (ingiltere) en önemli eseri, 1984 (roman-1949)
36. oscar wilde (irlanda) en önemli eseri, dorian gray'in portresi (roman-1890)
37. jane austen (ingitere) en önemli eseri, gurur ve önyargı (roman-1813)
38. nikos kazancakis (yunanistan) en önemli eseri, zorba (roman-1946)
39. johanna spyri (isviçre) en önemli eseri, heidi (roman-1880)
40. henry james (ingitere) en önemli eseri, bir kadının portresi (roman-1881)
41. boris pasternak (rusya) en önemli eseri, doktor jivago (roman-1958)
42. franz kafka (avusturya) en önemli eseri, dava (roman-1925)
43. André Gide (fransa) en önemli eseri, kalpazanlar (roman-1925)
44. stefan zweig (avusturya) en önemli eseri, satranç (novella-1942)
45. oliver goldsmith (irlanda) en önemli eseri, wakefield papazı (roman-1766)
46. james fenimore cooper (abd) en önemli eseri, son mohikan (roman-1826)
47. henry fielding (ingiltere) en önemli eseri, tom jones (roman-1749)
48. ivo andriç (sırbistan) en önemli eseri, drina köprüsü (roman-1945)
49. sinclair lewis (abd) en önemli eseri, ana cadde (roman-1920)
50. Heinrich von Kleist (almanya) en önemli eseri, michael kohlhaas (novella-1810)
51. james joyce (irlanda) en önemli eseri, Ulysses (roman-1922)
52. James Matthew Barrie (iskoçya) en önemli eseri, peter pan ve wendy (roman-1911)
53. carlo collodi (carlo lorenzi) (italya) en önemli eseri, pinokyo'nun serüvenleri (roman-1883)
54. Eleanor Hodgman Porter (abd) en önemli eseri, pollyanna (roman-1913)
55. howard pyle (abd) en önemli eseri, robin hood (roman-1883)
56. panait istrati (romanya) en önemli eseri, arkadaş/mihail (roman-1927)
57. virginia woolf (ingiltere) en önemli eseri, mrs. dolloway (roman-1925)
58. robert louis stevenson (iskoçya) en önemli eseri, define adası (roman-1883)
59. pearl s. buck (abd) en önemli eseri, mübarek toprak (roman-1931)
60. emily bronte (ingiltere) en önemli eseri, uğultulu tepeler (roman-1847)
61. charlotte bronte (ingiltere) en önemli eseri, jane eyre (roman-1847)
62. jean paul sartre (fransa) en önemli eseri, bulantı (roman-1938)
63. thomas hardy (ingiltere) en önemli eseri, tess (roman-1891)
64. david herbert lawrence (ingiltere) en önemli eseri, lady chatterley'in sevgilisi (roman-1928)
65. theodore dreiser (abd) en önemli eseri, kızkardeşim carrie (roman-1900)
66. william faulkner (abd) en önemli eseri, ses ve öfke (roman-1929)
67. Pierre Choderlos de Laclos (fransa) en önemli eseri, tehlikeli ilişkiler (roman-1782)
68. sherwood anderson (abd) en önemli eseri, kasabamız (roman-1919)
69. aldous huxley (ingiltere) en önemli eseri, cesur yeni dünya (roman-1932)
70. Francis Scott Key Fitzgerald (abd) en önemli eseri, muhteşem gatsby (roman-1925)
71. Herbert George Wells (ingiltere) en önemli eseri, zaman makinesi (novella-1895)
72. Agatha Christie (ingiltere) en önemli eseri, roger ackroyd cinayeti (roman-1926)
73. John Ronald Reuel Tolkien (ingiltere) en önemli eseri, yüzüklerin efendisi (roman-1956)
74. rudyard kipling (ingiltere) en önemli eseri, kim (roman-1901)
75. selma lagerlöf (isveç) en önemli eseri, Küçük Nils Holgersson'un Yabankazlarıyla Maceraları (roman-1906)
76. thomas mann (almanya) en önemli eseri, Buddenbrook Ailesi (roman-1901)
77. edward morgan forster (ingiltere) en önemli eseri, hindistan'a bir geçit (roman-1924)
78. margaret mitchell (abd) en önemli eseri, rüzgar gibi geçti (roman-1936)
79. anthony burgess (ingiltere) en önemli eseri, otomatik portakal (roman-1962)
80. george eliot (ingiltere) en önemli eseri, middlemarch (roman-1869)
81. aleksandr soljenitsin (rusya) en önemli eseri, ivan denisoviç'in yaşamında bir gün (roman-1962)
82. cengiz aytmatov (kırgızistan) en önemli eseri, gün olur asra bedel (roman-1980)
83. ralph ellison (abd) en önemli eseri, görünmez adam (roman-1953)
84. samuel butler (ingiltere) en önemli eseri, erewhon (roman-1872)
85. joseph conrad (polonya) en önemli eseri, karanlığın yüreği (roman-1902)
86. joseph heller (abd) en önemli eseri, madde 22 (roman-1961)
87. chinua achebe (nijerya) en önemli eseri, ruhum yeniden doğacak (roman-1958)
88. toni morrison (abd) en önemli eseri, sevgili (roman-1987)
89. paulo coelho (brezilya) en önemli eseri, simyacı (roman-1988)
90. gabriel garcia marquez (kolombiya) en önemli eseri, yüzyıllık yalnızlık (roman-1967)
91. stephen king (abd) en önemli eseri, en önemli eseri, medyum (roman-1977)
92. José Saramago (portekiz) en önemli eseri, körlük (roman-1995)
93. paul auster (abd) en önemli eseri, new york üçlemesi (roman-1987)
94. jerome david salinger (abd) en önemli eseri, çavdar tarlasında çocuklar (roman-1951)
95. salman rüşdi (ingiltere) en önemli eseri, geceyarısı çocukları (roman-1980)
96. amin maalouf (lübnan) en önemli eseri, semerkant (roman-1988)
97. john maxwell coetzee (güney afrika) en önemli eseri, utanç (roman-1999)
98. william golding (ingiltere) en önemli eseri, sineklerin tanrısı (roman-1954)
99. günter grass (almanya) en önemli eseri, teneke trampet (roman-1959)
100. khaled hosseini (abd) en önemli eseri, uçurtma avcısı (roman-2003)
ruhum karanlıkta kaldığında zamanın içerisinde bir yerlerde karlı bir tepe görünür beyazların içerisinde. vakit azdır karlı tepelerin ardında bazen birkaç dakika, bazen birkaç aydır. insan bazen beyazların içerisinde biraz siyah arar karanlığı, bazen ise karanlıklar içerisindeki o beyaz tepeyi. bazen sesler yakar insanın kalbini bu bazen ağıttır, bazen kendi iç sesindir. insan dediğin nedir ki bir ateşböceği, ateşböceği ateşin etrafında yanar değil mi?
öyle bir andır ki o, ne ilkindir ne sonundur aslında, hani olur ya dizlerinin bağı çözülür, işte o sihirli anda kelimeler çözülür gönlünden diline doğru sanki bir nehir akarcasına. öyle bir andır ki, ruhun uçup gider aşkın semalarına doğru, işte o an ruhun kendi boyutundan aşkın boyutuna doğru yavaşça ve sessizce bir geçiş yapar. evet işte o an kalbindeki coşkular büyülü bir kelime olur, beyaz güvercinlerin eşliğinde mektup olur, yol alır sevdiğine doğru. ve işte o an ruhun artık başka diyarlardadır ebedî bir vuslata ermişcesine.
new ingilizce bir kelime olup türkçe karşılığı yeni demektir. aşağıda listeli halde new kelimesi ile başlayan ülkeler, eyaletler ve şehirler bulunmaktadır.
Abd
1. Newark (şehir) (New Jersey Eyaletinde)
2. Newark (şehir) (California Eyaletinde)
3. Newark (şehir) (Delaware Eyaletinde)
4. Newark (şehir) (Ohio Eyaletinde)
5. Newport News (şehir) (Virginia Eyaletinde)
6. New Haven (şehir) (Connecticut Eyaletinde)
7. New Haven (şehir) (indiana Eyaletinde)
8. New Orleans (şehir) (Louisiana Eyaletinde)
9. New York City (şehir) (New York Eyaletinde)
10. New Britain (şehir) (Connecticut Eyaletinde)
11. New London (şehir) (Connecticut Eyaletinde)
12. New Port Richey (şehir) (Florida Eyaletinde)
13. New Smyrna Beach (şehir) (Florida Eyaletinde)
14. New Albany (şehir) (indiana Eyaletinde)
15. New Castle (şehir) (indiana Eyaletinde)
16. New Castle (şehir) (Pennsylvania Eyaletinde)
17. Newton (şehir) (iowa Eyaletinde)
18. Newton (şehir) (Kansas Eyaletinde)
19. Newton (şehir) (Massachusetts Eyaletinde)
20. Newton (şehir) (North Carolina Eyaletinde)
21. Newport (şehir) (Kentucky Eyaletinde)
22. Newport (şehir) (Rhode island Eyaletinde)
23. New iberia (şehir) (Louisiana Eyaletinde)
24. New Bedford (şehir) (Massachusetts Eyaletinde)
25. Newburyport (şehir) (Massachusetts Eyaletinde)
26. New Carrolton (şehir) (Maryland Eyaletinde)
27. New Baltimore (şehir) (Michigan Eyaletinde)
28. New Brighton (şehir) (Minnesota Eyaletinde)
29. New Hope (şehir) (Minnesota Eyaletinde)
30. New Ulm (şehir) (Minnesota Eyaletinde)
31. New Brunswick (şehir) (New Jersey Eyaletinde)
32. New Rochelle (şehir) (New York Eyaletinde)
33. New Burgh (şehir) (New York Eyaletinde)
34. New Bern (şehir) (North Carolina Eyaletinde)
35. New Franklin (şehir) (Ohio Eyaletinde)
36. New Philadelphia (şehir) (Ohio Eyaletinde)
37. New Berg (şehir) (Oregon Eyaletinde)
38. New Kensington (şehir) (Pennsylvania Eyaletinde)
39. Newberry (şehir) (South Carolina Eyaletinde)
40. New Braunfels (şehir) (Texas Eyaletinde)
41. New Berlin (şehir) (Wisconsin Eyaletinde)
42. New Hampshire (eyalet)
43. New Jersey (eyalet)
44. New Mexico (eyalet)
45. New York (eyalet)
Avustralya
1. Newcastle (şehir) (New South Wales Eyaletinde)
2. New South Wales (Eyalet)
Bahamalar
1. New Providence (Ada)
Birleşik Krallık
1. Newcastle (şehir) (ingiltere içinde yer alıyor)
2. Newport (şehir) (Galler içinde yer alıyor)
3. Newry (şehir) (Kuzey irlanda içinde yer alıyor)
Guyana
1. New Amsterdam (şehir)
Kanada
1. New Westminster (Şehir) (British Columbia Eyaletinde)
2. Newfoundland and Labrador (Eyalet)
3. New Brunswick (Eyalet)
Papau Yeni Gine
1. New Britain (Ada)
2. New Hanover (Ada-New ireland eyaletinde)
2. New ireland (Eyalet)
Yeni Zelanda
1. New Plymouth (Şehir) (Taranaki Bölgesinde)
Ülkeler
1. New Zealand (Yeni Zelanda-bağımsız ülke)
2. New Caledonia (Yeni Kaledonya-Fransa'ya bağlı ülke)
3. New Guinea [Yeni Gine-içinde Papau Yeni Gine (bağımsız ülke), Papua ve Batı Papua Eyaletleri Bulunmaktadır. (Endonezya'ya ait)
Yarışma programı denilince ülkemizde trt'nin daha fazla izlenildiği zamanlarda "bir kelime bir işlem" gibi bilgiyi sınamaya yönelik, kaliteli yarışmalar akla gelirdi. daha sonraları özel kanalların izlenirliği arttığı 2000'li yılların başlarında özellikle dünyanın bir çok ülkesinde yayınlanan türkiye'de de ismi "kim 500 milyar ister" olan ilk olarak show tv'de kenan ışık'ın sunumuyla gerçekleştirilen yarışma programı sayesinde ülkemizde yeniden bir yarışma furyası başlamıştı. tabi bu program iyi rating oranı tutturunca onun kadar kaliteli olmayan kısa süreli yayın hayatına devam edebilmiş taklitleri de çıkmıştır. fakat bu taklitler "kim 500 milyar ister" kadar kaliteli olmasa da yine de belli bir niteliği olan, bilgiyi sınamaya yönelik programlardı. şimdiye kadar sıralamış olduğum tüm bu yarışma programlarının bir niteliği, belli bir düzeyi vardı. şimdi asıl eleştirmiş olduğum yarışma programlarına gelelim. hiçbir niteliği olmayan bu yarışma programları ilk olarak yurt dışında büyük bir popülarite sağlayan big brothers programının devşirilmesinden oluşmuş bbg (biri bizi gözetliyor) adlı programla ülkemizde başlamıştır. adından da anlaşılabileceği üzre bir eve toplanan kişilerin hayatlarının gözetlenmesinden oluşan garip, hiçbir mânası olmayan, herhangi bir amaç gütmeyen bu programla ülkemizde niteliksiz yarışma programları furyası başlamıştır. bu programın fazlasıyla rating toplamasından ötürü rating iştahı kabaran televizyon yöneticileri farklı konularda ama aynı kalitesizliği! koruyarak çeşitli yarışma programları düzenlemeye başladılar. hatta bu programlar öyle bir boyuta taşındı ki bunların bazılarında hem sabah programlarında, hem öğlen vakti canlı yayınlanmak üzere ayrı bir program halinde, hem de akşamları prime time diliminde ayrı bir program halinde yayınlanmaya başladılar. yani anlaşılacağı üzre bir tv programından üç ayrı program elde etmek gibi bir durumla karşı karşıya kalındı. bu düzeysiz yarışma programlarıyla yapılan tv izleyicisi halkın izleme algısına bombardıman ederek böyle programları kabul edilebilir ve izlenebilir kılmaktır. kimisi yayından kalkmış, kimisi ise hâla yayında olan bu programların bazılarını adlarıyla liste halinde belirtelim.
1. Biri Bizi Gözetliyor: Amacı insanların günlük yaşamlarını canlı yayında vererek adeta izleyiciye televizyon röntgencinliği yaptırmaktı.
2. Dokun Bana: Bir otomobile dokunan yarışmacılardan en uzun süre kesintisiz olarak araca dokunanın o otomobili kazanmasına dayanan bir yarışmaydı. bu programı yarışmacısına işkence yapan yarışmalar listesi yapsak kesinlikle bir numaraya koyabileceğimiz garip bir yarışmaydı.
3. Ben Evleniyorum: 3 kadın ve 12 erkeği bir evde toplayıp bu 3 kadını 12 erkekten seçtikleriyle evlendirmeye kalkan ve yine bbg örneğinde olduğu gibi evin içindeki yaşanılan tüm hayatı canlı yayın veren, yani toplumu röntgencilik yaptırmaya çalışan bir evlilik&yarışma programıydı.
4. Biz Evleniyoruz: Bu programda "Ben Evleniyorum" adlı yarışmanın ad değiştirmiş ve formatında ufak bir değişikliğe gidilmiş haliydi. bu yarışma 3 erkek 12 kadından oluşan bir format şeklinde yapılmıştı. aynı düzeysizlik tıpkı "ben evleniyorum" programında olduğu gibi bu programda da devam etmiştir.
5. Gelinim Olur Musun?: "Ben Evleniyorum", "Biz Evleniyoruz" tarzı programların formatında olan sadece burada potansiyel kaynanaların da bir şekilde programa dahil olduğu rezilliğin diz boyu olup tavan yaptığı gelin&kaynana formatlı bir yarışma programıydı.
6. Size Anne Diyebilir Miyim?: "Gelinim olur musun?" yarışma programının ad ve kanal değiştirmiş halidir. aynı diz boyu rezillik burada da devam etmiştir.
7. Kalplerde ikinci Bahar: "Biz Evleniyoruz" programının orta yaş grubu için yapılmış olanıdır. bu programda da tıpkı diğer evlilik yarışmaları gibi yine rezillik tavan yapmıştır.
8. Güzel ve Dahi: Bu program türk televizyonculuk tarihinin en berbat ve en rezil yarışma programıydı. öyle bir rezillik ki, yarışmanın adı bile aslında bu rezilliği anlatmaya yeter. 8 güzel! (sıradan bir bilgiyi dahi bilemeyecek kadar bilgisiz veya bilgisiz numarasına yatan), 8 dahi! (bu yarışmaya katılarak zaten çok üstün! zekalarını kanıtlamış olan) erkeğin bir evde eşleştirilmesinden oluşan bir yarışma programıydı. bu programın daha ilk haftasından rezilliğe rezillik katarak kızların yarışmacı erkek partneri önünde masa üzeri dans etmiştir. allahtan yapılan bu rezillikler rtük'ün tepkisini çekmiş ve program erken bir finalle kısa sürede bitirilmiştir.
9. Buzda Dans: Buzda Dans ise bu niteliksiz yarışmalara bir yenilik getirilmiş ve ünlülerde yarışmaya dahil edilmiştir. yarışmada 10 ünlü! (asena, tuğba ekinci gibi) ve 10 tane de dünyaca ünlü buz pateni sporcusuyla birlikte eşli olarak yarışmışlardır. bu programda ayrıca rating oranlarına tavan yaptırmak için acayip ve sürekli konuştuklarıyla polemik yaratan bir jüri eklenmiş böylece kalitesizliğe yeni bir boyut kazandırılmıştır.
10. Survivor: Acun Ilıcalı'nın sunmuş olduğu yeni bölümü 2009 yılının ağustos ayından itibaren yayınlanacak olan yarışmacıların ıssız bir adaya götürülerek orada yarıştırılmasıyla oluşan bir programdır. bu yarışma o kadar saçma bir programdır ki türkiye-yunanistan ve galatasaray-fenerbahçe gibi serileride olan ve aşırı rekabet nedenli bir nevi insanları şiddete yönlendiren bir yarışmadır. hatta öyle bir yarışma ki türkiye-yunanistan serisinde programın kanalında dönen reklamında bir yarışmacının şu kelimeleri kullandığı görülmektedir; "yunanlılardan biri ölse var ya, umrumda bile olmaz". böyle ifadeleri olan bir yarışmanın ne kadar kötü ve rezil olduğunu daha fazla anlatmaya lüzum yok sanırım.
11. Fear Factor: Yine Acun Ilıcalı'nun sunduğu bu yarışmanın diğer yarışmalardan bir farkı kalitesizliğinin yanı sıra bir de yarışmanın format olarak da iğrençlikleri barındırmasıdır.
bir örneği için: http://www.internethaber..../news_detail.php?id=69224
sanırım linkte de görülen görüntülerden sonra bu yarışmayla ilgili fazla bir yorum yapmaya gerek yok.
12. Şarkı Söylemek Lazım: Bu yarışmada müzik camiasının içinde yer almayan ünlülerle! (esra ve ceyda ceyhan kardeşler gibi), şarkıcı olan ünlülerin (asuman krause gibi) eşli olarak birlikte yarıştığı bir programdı. bu programda hem jüri üyeleri hem de programa katılan yarışmacıların türlü türlü rezillikleriyle türk televizyonculuk tarihine rezillik abidesi olarak damga vurulmuştur.
13. Yemekteyiz: Bu programda yine yurt dışı formatlı olup türkiye'ye uyarlanmış bir versiyondur. yarışmada 5 tane çeşitli meslek gruplarından amatör aşçının yemek yaparak yarıştığı bir programdır. yarışmada her hafta bir başka yarışmacıya diğer yarışmacılar konuk olup evini açan yarışmacının yaptığı yemekleri tadıp eleştirilerini yapmakta ve bunun sonucunda da puan vermektedirler. yukarıda sayılan diğer yarışmalara göre içerik anlamında biraz daha iyi olmasına rağmen özellikle eleştiri ve puan verme bölümlerinde ciddi seviyesizlikler yaşanılan bir yarışmadır.
14. Var Mısın Yok Musun?: 24 yarışmacının yarışmış olduğu, her hafta bir yarışmacının kutu seçerek tamamen tesadüfi olarak yarışmaya katıldığı ve yarışma esnasında seçtiği kutulara göre büyük miktarlarda (500.000 tl) gibi parayı tamamiyle şansıyla kazandığı bir yarışmadır. bu yarışmanın diğerlerinden farkı kalitesizliği bir yana, insanlara şansınız yardımıyla da para kazanabilirsiniz imajını vermektedir. yani topluma bu yarışma "yarışmamıza katılın hiç çalışmanıza da gerek yok, hiç emek harcamadan bakın insanlar nasıl da para kazanıyorlar" fikrini tv yardımıyla insanların beynine yerleştirerek kolay yoldan para kazanmanın "büyüsünü" izleyiciye vermeye çalışmaktadır. bu programda kalitesizlikten başka sosyolojik olarak da toplumda tahribat yaratan bir durumda söz konusudur.
Sonuç: Hiçbir niteliği olmayan bu yarışma programları izleyici üzerinde ciddi tahribatlara yol açmaktadır. Bu yarışmalar yukarıda da belirtildiği gibi kimi zaman Fear Factor gibi içinde her türlü iğrençliği barındırır şekilde olmakta, kimi zaman ise tıpkı Var Mısın Yok Musun? programında olduğu gibi tamamen şans eseri, kişinin hiçbir niteliğine dayanmadan havadan para kazanmasına yönelik olmaktadır. Yukarıda eleştirilen bu 14 program belirli zaman aralıklarında televizyonlarda yer almış ve ciddi rating oranları toplamıştır. Tabiki bu programların dışında da niteliksiz bazı yarışma programları televizyonlarda yer almış olsa da burada içlerinden en önemlileri seçilip, eleştiri konusu edilmiştir. Aslında en önemli soru şudur, Türk halkı nasıl oluyor da bu kadar seviyesiz yarışma programlarını izleyebiliyor? bu sorunun cevabı aslında çok basit. belli başlı bilinen, büyük televizyon kanallarında prime time denilen insanların en çok televizyon izlediği zaman diliminde yayınlanan tüm tv programları seviyesiz hatta vasat bile denemeyecek kadar kötü olduğu için doğal olarak insanlarda bu kötü programlar arasından seçim yapmak durumunda kalmaktadırlar. yani izleyici o an bu kötü yarışmalardan birisini izlemese dahi belki başka bir büyük! tv kanalında kalitesiz bir diziyi veya seviyesiz bir magazin programını izleyecektir. o yüzden bu programları izliyorlar diye izleyiciyi suçlamaya hakkımız yoktur. burada asıl suçlanması gereken gözleri rating hırsı bürümüş televizyon yöneticileri ve bu programları yeterli düzeyde denetlemeyen rtük'tür.
gözlerin zamansız ayrılıkların sessiz nişaneleri
ümitsizdir yüreğim kelimelerin dile tercüman olduğu yollarda
zevklidir sözlerin uçsuz bucaksız yol aldığı ebruli hayaller
ilktir ve bazen sondur, duyguların birdenbire dile geldiği o anlar
nedeni yoktur, sessiz sedasız ve derinlerde bekleyen aşk kıvılcımlarının
aydınlıktır bazen karanlığa baksa da nâr-ı aşkla dolan ruhun diyarları
bezgin değildir, hiç olmamıştır kalbim, kanasa da tüm yaraları
lafügüzaf değildir, kalbimin derinlerde yankılanan bitap sitemleri
aşkın ta kendisidir, ruhumun bitip tükenmeyen gümüşi çığlıkları
bir kişinin en önemli parçası olan ruhunun bilinmeyen diyarlara gitmesi olarak tanımlanabilecek söz öbeği.
esen ulu rüzgarların eşliğinde sonsuz oldular
kayboldu ruhlarımız umutsuzca bakan bakışların içerisinde
eridiler, aşkın nârında yanıp kül oldular
ruhumuzun içinde taştı volkan oldu nârın sevdası
pembeydi düşler mutluluğun uçsuz bucaksız kol gezdiği diyarlarda
ellerindeydi gözlerin kaybolmuş ruhlarımız ellerindeydi
kelimelerin hapsolduğu o yerde kalbim çaresiz, umutsuz bir esirdi
nedeni yoktu aşkın dallarında kaybolmasının bir nedeni yoktu.
esirdi yalnızlık hapishanesinde karanlıklar içinde
zaferdi istediği yalnızlık prangalarını söküp atabilmenin zaferi
istiyordu sadece kaybolmuş ruhunu bulabilmek istiyordu.
bir kişinin duygusal manada tüm ümidini yitirmiş bir esir gibi hissetmesinden dolayı karşısındaki şahsa söylemiş olabileceği söz öbeğidir.
ben kaybolan ruhumla umutsuz esirinim. ruhum gözlerindeki ışık olmadan yaşar mı sandın? gözlerindeki o ışık hüzmesi olmadan ben var mıyım sanki? sensiz anlamı var mı ki hayallerin, gökyüzündeki yıldızların? ben, umutsuz esirin, bu gece darmadağın kalbimle yaşıyorum umutsuz hayallerde. kelimeler sensiz, yoksun bu gece...
bir kişinin karşısında bulunan şahsa dokunma eylemiyle ilgili olarak hitap etmesidir. aşağıda bu kelime grubu ile ilgili küçük bir yazı bulunmaktadır.
sana dokunmak hayal aleminde gezmek gibi, sana dokunmak hiç gidilmemiş limanlara gitmek gibi, sana dokunmak uzaktan güzelliğini seyretmek gibi, sana bakmak sadece gözlerine bakmak kelimelere dökememek, bakışların kelimelerin bittiği yerde, o yerden geri dönüş yok ki, kaybolan ruhlar geri gelir mi ki, bakışlarının içinden ben de geri gelebileyim.
17 temmuz 2009 tarihinde hürriyet gazetesinde yer alan ve istanbul büyükşehir belediye meclisi tarafından oy çokluğuyla alınan karardır. bu iki kurumun özelleştirme sürecinin başlayabilmesi için istanbul büyükşehir belediye başkanı kadir topbaş'ın onay vermesi gereklidir.
gelişen dünya ekonomisinde tıpkı şirketlerin firma içi kârlılığı ve verimliliği artırmak için bazı departmanlarında outsourcing (dış kaynak kullanımı) e gittikleri gibi ülkeler de bu yönteme benzer olarak hem piyasadaki rekabet gücünün artırılarak özel sektörün piyasada daha fazla yer almasını sağlamak, hem kurumların satışı sayesinde kazanılan sıcak para getirisiyle ekonominin gelişimine katkı sağlamak hem de devletin üzerindeki yüklerin hafiflemesi için çeşitli kurumlarında (tabiki hepsinde değil) özelleştirmeye gitmektedir.
yukarıda üzerinde bahsetmiş olduğum özelleştirme kavramında iyi planlandığı ve uygulandığı sürece devletler için herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. ama malesef ülkemizde sadece bu konu üzerinde ihtisas sahibi özelleştirme idaresi başkanlığı gibi bir kurum bulunmasına rağmen hâla özelleştirmelerde ciddi sıkıntılar ve spekülatif olaylar meydana gelmektedir. daha önce de belirtilmiş olduğu gibi bir devletin bazı kurumlarının özelleştirilmesi doğaldır ama stratejik önemi olan ve kâr getiren kuruluşların özelleştirilmesi ülkeye fayda yerine zarar getirmektedir. malesef ülkemizde de tam da özelleştirmeler bu şekilde gerçekleştirilmektedir. hem kurumsal verimliği olan kârlı kuruluşlar hem de ülke için önemli stratejik yeri olan kuruluşlar özelleştirilmeye tabi tutulmaktadır. ayrıca bunun dışında malesef uzun yıllardır ülkemizde özelleştirilmeler yapılmasına rağmen bunların büyük bir kısmı ya değerinin altında satışla gerçekleşmiş ya da mali yeterliliği olmayan kuruluşlara satış yapıldığından daha sonra bu özelleştirmelerde sıkıntılar meydana gelmiştir (tabiki az da olsa doğru bir şekilde yapılmış özelleştirmeler mevcuttur). tüm bunları belirttikten sonra ido ve igdaş'ın özelleştirme kararını incelemeye başlayalım.
ido (istanbul deniz otobüsleri) a.ş. özellikle geçtiğimiz 2-3 içerisinde ciddi atılımlar ve yatırımlar yapmış bir istanbul belediye kuruluşudur. bu yatırımlara alınan hızlı feribotları, hizmete giren deniz taksisi sistemini ve yeni açılan hatları gösterebiliriz. ve anlaşılacağı üzre bu kadar yatırım yapan bir kuruluşun şirket kârlılığı da bulunmaktadır. keza igdaş (istanbul gaz dağıtım anonim şirketi) da son yıllarda şehir içi ciddi yatırımları olan ve bununla birlikte şirket kârlılığı olan bir kurumdur. 2007 yılı faaliyet raporlarına bakarsak (her iki kuruluşunda en son 2007 yılı faaliyet raporları yayınlanmıştır), ido 2003 yılında 14.525.421,92 ytl zarar yaşayan bir kuruluşken 2007 itibariyle dönem net kârı 37.427.134,86 ytl olmuş ve %8 faaliyet kârı elde edilmiştir. igdaş ise 2007 yılı itibariyle 65.906.125 ytl dönem net kârı elde etmiştir.
yukarıda verilerle de kanıtlandığı gibi bu iki kurum da zarar etmiyorken ve istanbul için hayati önem arzeden kurumlarken neden özelleştirilme kararı alındı? ayrıca tüm büyükşehir belediyeleri arasında en büyük bütçeye sahip belediye olan istanbul büyükşehir belediyesi'nin maddi anlamda bu kurumların satılmasına ihtiyacı var mı?
yukarıdaki iki soruyu değerlendirmek için akp grup başkanvekili ergün turan'ın açıklamalarına bir göz atalım. ergün turan hürriyet'e verdiği demeçte aynen şunları söylemektedir. "bu özelleşme süreci yıllarca sürecek olan bir konu. olsun mu olmasın mı? diye yıllarca konuşulacak. ancak bu özelleşme bir yerde şart. kaynaklar denize atılmayacak veya yenilmeyecek. bu kaynaklar ıstanbul'un kentsel dönüşümünde ve metro sisteminin geliştirilmesi için kullanılacak. biz akp olarak, bu özelleştirmeden yanayız"
istanbul büyükşehir belediye gibi türkiye'nin en büyük bütçesine sahip bir belediyenin kentsel dönüşüm projeleri ve metro sistemi inşaatları için yeterli kaynağı bulamaması gerçekten ilginçtir. daha da ilginci yeterli mali kaynak bulunamadığı iddia edilen bu projelerin finansmanı için istanbul'un en önemli ve istanbul büyükşehir belediyesi'ne kâr getiren ido ve igdaş gibi mali anlamda da çok değerli kuruluşların özelleştirilerek satılmasının göze alınmasıdır. sanırım şirket kârlılığı olan ve istanbul için bu kadar değerli kuruluşların özelleştirilerek satılmasının ne kadar yanlış bir karar ve istanbul'a uzun vadede zarar getirecek bir karar olduğunu anlamak için mali analizci veya planlamacı olmaya gerek yoktur. lafı daha fazla uzatmadan bu konuya biraz da mizahi olarak yaklaşalım.
not: aşağıda yer alan kişi ve kurumların gerçek hayatta yer alan kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi olmayayıp tamamiyle hayal ürünüdür.
bundan tam 3 yıl sonra yani 19 temmuz 2012 tarihinde yer alabilecek hürriyet gazetesi haberine bir göz atalım.
manşet
istanbul büyükşehir belediyesi'ne sponsor olmak için yapılan ihale çok çetin geçti.
haberin ayrıntısı
2013 yılından itibaren istanbul büyükşehir belediyesi'ne sponsor firma olmak için yapılan ihaleyi büyük bir rekabete sahne olunduktan sonra çinli motorsiklet firması shenzheng 50 milyon dolar bedelle kazandı. firmanın ceo'su fang zhu gazetemize vermiş olduğu röportajda ihaleyi kazandıkları için çok mutlu olduklarını ve ihale şartnamesi gereği paranın 10 yılda istanbul büyükşehir belediyesi'ne vadeli olarak ödeneceğini açıkladı. yapılan ihalenin sonucuna göre istanbul'un metro yapılanması ve kentsel dönüşümü için harcanacak bu 50 milyon dolar bedel karşılığında istanbul büyükşehir belediyesi'nin tüm hizmet binalarında, bağlı kuruluşlarda, iskele, park-bahçe gibi bilimum belediyeye ait yerlerde ve belediyeye ait bilboardlarda shenzheng firmasına ait reklamlar 10 yıllık bir süre için yayınlanabilecektir. ayrıca ihale sonucunda shenzheng firmasıyla istanbul büyükşehir belediyesi arasında yapılan özel protokole göre tanıtım için istanbul belediye başkanının firmanın en son çıkarmış olduğu ve kendisine bir adet hediye etmiş olduğu zx 250 model motorsikleti bir yıl boyunca makam aracı olarak kullanması, zx 250 model motorsikletin tanıtımının istanbul büyükşehir belediye binasında yapılması ve başkanın tanıtımda shenzheng amblemli şapka ve t-shirt giymesi, firmanın ülkemizde yayınlanacak reklam filmlerinde başkanın oynaması şeklinde maddeler bulunmaktadır.
sonuç
umarım ido ve igdaş ile başlayan bu özelleştirme süreci yukarıda tamamiyle hayal ürünü olarak oluşturulmuş örneğe benzer bir şekilde vahim ve trajikomik sonuçların yaşanmasına neden olmaz.
sebebi yok cümlesinin anlamı bir şeyin, bir durumun ve bir olayın sebebinin olmaması halidir. bu tanımı yaptıktan sonra aşağıya küçük bir sebepsizler listesi yapalım.
sebebi yok
sebebi yok zamansız ayrılıkların ve sessiz terkedilişlerin, sebebi yok umutsuz bekleyişlerin, sebebi yok kalbimizdeki kırıklıkların ve kanayan yaraların, sebebi yok damla damla gözyaşlarımızla ıslattığımız kırık dökük aşk hikayelerinin, sebebi yok aşkın derinliklerinde kaybolan ruhların, sebebi yok kör kütük sarhoş olmuşçasına aşık olanların, sebebi yok umutsuz aşkların ve bu aşkların denizlerinde yitip giden aşıkların ve sebebi yok "işte gidiyorum" diyenlerin...
aslında yukarıda yazılan hiçbir şeyin bir sebebi yok, her şeyin müsebbibi sadece kendimiz.
kısaltma dediğimiz konu aslında doğru yapıldığı sürece tüm dillerde olan güzel bir kavramdır. örneğin amerika birleşik devletleri'ni abd diye kısaltmak dile rahatlık sağlar. fakat benim başlıkta da görüldüğü gibi eleştirdiğim konu özellikle son yıllarda gelişen teknoloji sayesinde iletişimin daha geniş kitlelere erişmesi sonucu günlük yaşamda sıkça kullanılan kelimelerin anlamsız bir şekilde kısaltılmasıdır. bu kısaltmalar ilk olarak cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla birlikte uzun uzadıya mesajlaşan yurdum insanının fazla cep telefonu faturası gelmemesi veya telefon kontürlüyse kontürünün bitmemesi için kelimeler içinde geçen sesli harfleri kırpmasıyla başlamıştır. daha sonra ise bu ucube bir moda halini almış ve kısa mesajlardan tutunda msn'de, internet chat ortamında kısaca elektronik yazışmanın olduğu her alanda fazlasıyla kullanılmaya başlanmıştır.
bu saçma sapan modanın kısaca tarihini anlattıktan sonra eleştiri kısmına geçersek, bir insan kendi dilini nasıl katleder? sorusuna cevap bulmamız gereklidir. peki soruyorum diyelim ki (bu bir bahane değil ama) cep telefonunda çok para gidiyor diye kelimeleri katlediyorsun, neden tamamiyle bedava olmasına rağmen chatte veya msn'de konuşurken bu saçma sapan olaya devam ediyorsun? günlük yaşantımızda gayet rahat kullandığımız kelimeleri yazışırken neden katlediyoruz? tüm bunların cevabı aslında kolaycılık. kendimizi kolaycılığa alıştırıyoruz. diyoruz ki ben kısaltsam bile nasıl olsa karşımdaki anlar, şimdi ne uğraşıpta o kadar uzun yazacağım. işte bu düşünce ancak bizi tembelliğe itmeye ve dilimizi kendi ellerimizle mahvetmeye yarıyor. hani yurdum gençliği zaten noktalama işaretlerini hiç kullanmıyor, buna alıştık ama ya kardeşim ne yapmaya güzelim kelimelerin içindeki sesli harfleri yok edip kısaltmaya gidiyorsunuz. elinize kıran mı giriyor? genele bakarsak zaten chat yapan veyahut msn kullanan insanoğlu klavyeyi çok hızlı kullanan kişilerdir. madem hızlı kullanıyorsun be kardeşim ne yapmaya güzelim kelimeleri mahvedip kısaltıyorsun. bir de bu iyi bir haltmış gibi sadece gençlik arasında değil belli yaşa ve olgunluğa erişmiş insanlar arasında da artık kullanılmaya başlandı. ben gerçekten merak ediyorum ileride dilimizin durumu ne olacak.
örneğin birisi vefat ettiğinde karşı tarafa allah rahmet eylesin diye yazarken şöyle mi diyeceğiz artık, "lh rhmt ylsn". böyle yapınca cümleyi anlamak mümkün mü bu katli yapan arkadaşlara soruyorum. veyahut bir insana söylenebilecek en güzel cümle olan seni seviyorum derken şöyle mi diyeceğiz, "sn svyrm".
örneklerde de görüldüğü üzre kelimeleri kısaltmanın sonu yok ve böyle yapmaya devam edersek artık ortada gerçekten bir dil kalmayacak. birbirimizle konuşurken sesli harfleri bir güzel kullanıyoruzda neden yazışırken bunları kullanmıyoruz? madem sesli harfi kullanmak yorucu oluyor, o zaman birbirimizle konuşurkende sesli harf kullanmayalım hatta daha da ileri bir boyuta götürelim olayı hiç konuşmayalım (ne gereği var değil mi?) en güzeli eski çağ insanı gibi işaretlerle iletişim kuralım. hatta daha kolay olur hiç yazışmaya da gerek yok dilide ortadan kaldıralım sadece semboller kullanalım. herhalde böyle olması bu kelime katlini yapan arkadaşlar için daha kolay olur diye düşünüyorum.
ha şunu da söyleyebilir bu arkadaşlar bunu sadece biz yapmıyoruz ki başka ülkelerde de yapılıyor. evet amerikalılar böyle aptalca şeylere başvuruyorlar. örneğin "you" yerine "u" kullanmak ya da yine chat dilinde kullanılan asl kısaltması (age/sex/location). fakat allahın amerikalısı yapıyor diye neden benim yurdumun insanı özenipte bu yapılan saçmalığa katılmaya çalışır? yani amerikalılar gidip topluca intihar etse sizde mi intihar edeceksiniz?
konuyu daha fazla uzatmadan arkadaşlar lütfen bu güzide dilimiz için biraz daha özen gösterelim. hepimiz zaten iyi klavye kullanan insanlarız, cnm yazacağımıza canım diye yazmak elimize kramp girmesine neden olmaz. bu yüzden hem dilimize özen gösterip bu tarz saçma modalara uymayalım hem de çevremizde bunları yapan özenti arkadaşlar varsa bu kişileride uyaralım.
dilimizi katleden bu saçma moda tarz için örnekler
1. canım yerine cnm yazmak
2. selam yerine slm yazmak
3. nasıl veya nasılsın yerine nsl yazmak
4. tamam yerine tmm yazmak
5. sağol yerine saol yazmak
6. teşekkürler yerine tşk yazmak
7. merhaba yerine mrb yazmak
8. aleyküm selam yerine a.s. yazmak
9. selamun aleyküm yerine s.a. yazmak
10. nehaber veya naber yerine nbr yazmak
bu saçma dili göstermek için daha da örneklerle uzatabiliriz ama bu örneklerin yeterli olduğunu düşünmekteyim.
bu beş harfli kelimelere kader, yazgı ve nasip kelimelerini örnek verebiliriz. bilindiği gibi kader ve yazgı birbirleriyle eş anlamlı kelimelerdir. şimdi bu beş harfli kelimelerin hayatımıza nasıl yön verdiğini inceleyelim.
nasip kelimesi türk insanı için hayatının hep bir parçası olmuştur. türk insanı aşık olduğunda eğer aşkına cevap alamıyorsa "nasip değilmiş ne yapalım" benzeri cümleler kullanır. bunun nedeni o an için nasip kelimesinin kişinin yaşadığı olayı yadsımasını sağlamasıdır. bu kelime aslında o kişi için bir kurtuluş ve kaçınma sözcüğüdür. çünkü reddedilmiştir ve bu reddedilme olayını kendine yedirememektedir. en azından bu kelimeyi kullanarak kendisiyle yüzleşmekten bir an içinde olsa kurtulmuş olur. tabii ki nasip kelimesi sırf aşk konularında kullanılmaz. mesela eğer kazancımız istediğimiz hayat standartlarına uymuyorsa "nasibimiz bu kadarmış" gibi bir cümle kullanırız. bu konuda da nasip kelimesi kaçış noktamızdır. aslına bakılırsa hep daha iyi bir hayat isteyen insanoğlu için bulunduğu ekonomik durumla yetinebilmesine vesile olan bir kurtuluş ve kaçınma kelimesidir. bu kelimenin son kullanıldığı ifade de artık insan hayata karşı umudunu yitirdiğinde "ne yapalım artık işte nasipsizim bir türlü istediğim gibi olmuyor" benzeri cümleler kurmaya başlar. burda ise nasip kelimesi artık kaçınma ya da kurtuluş kelimesi değil umutsuzluğun ifadesidir.
kader kelimesi türk insanı için aslında nasip kelimesinin bir önceki halidir. kader bizim için daha geniş, daha özel bir kavramdır. mutlu olamadığımızda, hayattan beklediklerimizi alamadığımızda sorumlu hep kaderdir aslında. hep kaderimizi sorumlu tutarız. alınyazımız böyle olmasaydı bu durumda olmazdık diye düşünürüz. aşkta, parada, kariyerde başarısız olduğumuzda hep "kahpe kader" deriz, şarkı sözlerimizde, şiirlerimizde çoğunlukla kader kelimesini kullanırız ve aslına bakılırsa hayatımızda giden tüm olumsuzlukların sorumlusu bizler için kader kelimesinde gizlidir.
sonuç: yazının sonunda bir soruyla bu konuyu noktalamak istiyorum. acaba hayatımıza beş harfli kelimelerle yön vermek ne kadar doğru? öyle düşünüyorumki bu sorunun cevabını bulduğumuzda hayatta çok daha başarılı ve mutlu olacağız.
papalar listesinde tarih sıralamasına göre 12. sırada bulunan 2. yüzyılda yaşamış papadır. latince orjinal adı "soterius, episcopus romanus" dur. ingilizce olarak adı saint soter (aziz soter) olarak geçmektedir. papalık görevini i.s. 166-174 yılları arasında yapmıştır. i.s. 174 yılında vefat etmiştir. doğum tarihi bilinmemektedir, doğum yeri ise italya'da campania bölgesinde, fondi şehridir. soterius'tan önce papalık görevini anicetus, soterius'tan sonra ise bu görevi eleuterus yapmıştır. soter ismi yunanca bir kelime olup anlamı kurtarıcı demektir.