turquoise
180 (hevesli)
birinci nesil yazar 2 takipçi 12.50 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    iş arkadaşından hoşlanmak

    1.
  1. işinizi sevebilmeniz için en iyi etkendir.
    sabahları daha bir özenle hazırlanırsınız. şiş gözlerle karşısına çıkmamak içindir ki kuşluk vakti uyanır, gardırobun önünde onu giyip bunu çıkarırken işe mütemadiyen geç kalır, patronunuzun hain bakışları altında masanızdaki yerinizi alırsınız. şevkle çalışır, akşam olmasın istersiniz. patronunuzu bile seversiniz o derece...
    (bkz: ben bugün bunu gördüm)
    4 ...
  2. katil genc ruhlar

    1.
  3. radikal2'de bugün yayımlanan yıldırım türker yazısıdır.

    TBMM Şiddeti Araştırma Komisyonu Uzmanı Adem Solak, Rahip Santoro'yu öldüren Trabzonlu küçük O.A. ile yaptığı görüşmelerden yola çıkarak bir kitap yazmıştı. O. A., "Sanırım cesaretliyim. Ama gece korkarım" diyordu: "Annesi oğlunun, evin bir odasına girmediğini, bunun da tuhaf bir huy olduğunu önceden söylemişti. Sanık bir şekilde bu konuya geldi ve bunu yapmasının nedeni olarak korktuğunu, eskiye dönmekten kaygı duyduğunu ifade etti. 'Nasıl yani' dedim. Sanık, 'Ben son bir yılda çok bilgi kazandım, kendimde büyük atılımlar gerçekleştirdim. O oda, çocukluk odamdı ve oraya girersem kazandıklarım kaybolur, çocukluk duygularıma dönerim diye korktum' dedi. Ailesine birçok şeyi söylemediğini, örneğin; okuduğu ağır kitapları kitaplığın alt gözünde sakladığını, yazıların da orada olduğunu belirtti." Okuduğu kitapların listesi şöyleydi: Allah'ın Askerleri, Komünist Rusya, Nasyonalizm ve Alman Milliyetçiliği, Bilimde islam, Darwin'in Yalanları, Siyonistlerin Sonu, Peygamber Efendimizin Üstün Ahlakı, Şeriat ve Laiklik, Bilimin Üstünlüğü, Komünizm ve Sosyalizm, Türkiye ve Dış Politika, Atatürk ve Kemalizm, Ülkücülük ve Türk Milliyetçiliği, Darwinizm ve Marksizm, Hitler ve Siyasi Vasiyetim...
    O.A.'ya babasının sahip çıktığını, işlediği cinayetin aile çevresinde besbelli bir gurur vesilesi olduğunu biliyoruz. Babasının, oğlunun boyu kadar bir Türk bayrağına sarılı fotografını evinin baş köşesine asmışlığını okuduk. "Müftüyü öldürse bu kadar ceza almazdı" yakınmasıyla çeşitli din adamlarının ömürlerinin ne kadar ettiğini ölçebileceği bir tartısı olduğunu da göstermişti.
    O.A., işlediği bu cinayetle ailesinin yüzünü kara çıkarmamışa benziyor. Küçük katil. Ama ben onu ille de karanlıktan korkan bir çocuk olarak görüyorum. Kafası karışık, ruhu tarumar.

    Katili anlamak
    Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin yayınladığı 'Geçmişin Yükünden Toplumsal Barış ve Demokrasiye-Geçmişle hesaplaşma: Neden? Ne zaman? Nasıl?' adlı derlemede Monica Borgmann, ünlü Eichmann duruşmasından bir resim hatırlatıyor. Tanık olarak çıktığı duruşmada adını söylemesi istendiğinde bayılan bir adamın resmini. Auschwitz'den hayatta kalan Yehiel De-Nur'u. Otuz yıl sonra Hollanda'da yaşadığı travma tedavisi sırasında kaleme aldıklarından da bir alıntı yaparak:
    "Ve tekerlekli yük arabasındayım, çıplak iskeletler yığınının arasında çıplak bir iskelet, esneyen bir Alman'ın uyanık gözleri altında krematoryuma taşınmış. Ona ve esneyişine bakarak aniden kendime sordum: Benden nefret ediyor mu? Beni tanımıyor bile. Adımı bile bilmiyor. Ona hâlâ gözlerimi dikerek kendime sordum: Ondan nefret ediyor muyum? Onun adını bile bilmiyorum, şu anda krematoryuma götürülen diğerlerinin adlarını bilmediğim gibi. Bu Alman hakkında bildiğim tek şey şu ki, böyle soğuk bir sabahta kesinlikle sıcak yatağının örtüsü altına sokulmayı tercih ederdi... Birdenbire başka bir korku beni ele geçirdi, şimdiye kadar tanımadığım bir korku: eğer böyleyse benim yerimde duruyor olabilirdi, bu yük arabasında çıplak bir iskelet, bu arada ben, onun yerinde orada duruyor olabilirdim. Bunun gibi soğuk bir sabahta onu ve onun gibi milyonlarcasını krematoryuma götürme işini yaparak... Ah Tanrım, Auschwitz cennetlerinin tanrısı... çünkü biliyorsun ki, ikimiz bu anda, gönderen ve gönderilen, senin görüntünde, senin tarafından yaratılan insan evlatlarıyız."
    Borgmmann, "Mağdurlar ve hayatta kalanlar, başlarına ne geldiğini anlamalıdır. Geçmişle mümkün olabildiği kadar- hesaplaşabilmek ve yeni bir hayat kurabilmek için NEDENi anlamaları gerek. Ve hakikati bilmeleri gerek" diyor. Faillerin seslerini de dinlememiz gerektiğinin altını çiziyor. Nasıl bu noktaya gelebildiklerini anlamamızın hayati bir görev olduğunu belirterek.
    Gerçekten de biz de, şu üstünde oturduğumuz bombanın patlamasını önleyeceksek, De-Nur'un Auschwitz'den sağ çıkabilmiş olmasının travmasını atlatabilmek için yazdığı o sabah ayazını hissetmek zorundayız. Çocuk ve genç katillerimizin gözlerinin içine bakmaktan kaçmanın bize hiçbir yararı olmayacak.
    Adem Solak, cezaevlerinde 18 yaşın altındaki gençlerle yaptığı anket çalışmasının sonuçlarını açıkladı. O gençlerin arasında O. A. da, Hrant'ın katili O. S. de var. Türkiye genelinde sokakta şiddete maruz kalan gençlerin yüzdesi 15'ken Trabzon'da bu oranın yüzde 47 olması çok şeyi açıklıyor. Aile içi şiddet düzeyi açısından da Trabzon, memleket ortalamasının çok üzerinde görünüyor. Solak'ın bu çalışmasından öğrendiğimiz en çarpıcı şey ise, "milli değerlere hakaret edildiğinde şiddet uygulanabileceği" görüşüne Türkiye genelinde gençlerin yüzde 78'inin, Trabzon'da ise yüzde 88'inin katılıyor olması.
    Trabzonlu gençlerin önemli bir kısmı, biriyle kavga ettikten sonra ağladığını söylemiş.
    Çocuklar, kendilerine bir sap umut ikram etmemiş hayatlarından bir kan sıçrayışıyla kurtulup kahraman olacaklarına inanıyorlar. Aynı intihar komandoları gibi. Ama bunların hayatla henüz hesapları kapanmamış. Bu çocuklar, zorbalığın ne denli sonuç aldığını iyi biliyor. Bu topraklarda dokunulmazlık edinebilmek için zorbanın zorbası olup bütün sır kasalarının anahtarına ulaşabilir konuma gelmenin şart olduğunu da öğrenmişler. Sitemkârım diye başlayan mektuplarının işaret ettiği de bu.
    Vatanı için katleden, işkence yapan, dini için tuzak kurup öldüren gençler korumaya, yatırım yapmaya değer bir hayatları olmadığı için, ölüme tapıyor. Koskoca Emniyet kurumundan ve koskoca TSK'dan adlarını hayırla anacak, onlara sahip çıkacak çok kişi bulunuyor çünkü. Öldürdükleri hakkında kalemlerin çoktan kırılmış olduğunu, onların cezalarının çoktan kesilmiş olduğunu biliyorlar. Onlara ilan ediliyor. Onlar, evlerinde, okullarında, sokaklarda dayak yiyerek büyümüş, korkularını içlerine gömüp zorbalık kalkanına bürünmüş kavruk delikanlılar çünkü. En azından kimilerinin sınırlarını belirlemiş olduğu 'Türklük âlemi'ne yaranırlarsa şu tükürük hokkasına dönmüş hayatlarından bir fail yaratabilirler. ilk olarak kendi hayatlarının faili olabilirler.
    Ertuğrul Özkök, yine anıyorum, Hrant öldürüldüğünde yazmıştı: "Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız. ikinci Cumhuriyetçi fikirlere sahip birisi, kendisi için 'Vatan haini' ifadesinin kullanılmasından rahatsız oluyorsa, başkalarının da başka ifadelerden rahatsız olabileceğini düşünmelidir.
    Mesela, milliyetçiliğin çok kötü bir şey olduğunun sürekli vurgulanmasından."
    Oysa bu katil gençleri anlamak, onların yarılmış bilinçlerini referans olarak almaktan çok farklı elbet. Özkök'ün önerisi, onların parçalanmış, paralanmış, vahşileşmiş, kan tutmuş çarpık bilinçlerini toplumsal mutabakatımızın bir kefesine yerleştirmek. Özkök, 'Hırsızın da suçu var' diyor. 'Öyle demeseydi.' 'Çocukları kızdırmasaydı.'
    Dışkılanmış duyarlıkları; açlığın, şiddetle emzirilmişliğin, sevgisizliğin, ilgisizliğin birer yaratısı olarak karşımızda duran katili, dilimizin sınırı olarak belirliyor. Böylelikle ölümün hak edilesi olduğunu da belirtmiş oluyor.
    Bu çocukları anlamalıyız elbet. katilleri, işkencecileri, kafatasçı nefret militanlarını anlamalıyız. insanı bekleyen karanlığı tanımak, bir damarın nerede tıkandığını görebilmek için. Bu zehirli ruh halinin, varsa, panzehirini damıtabilmek için.
    Canım Hrant, katili gençleri anlamayı, tanımayı, onların şimdi bize mozaiklenmiş görünen gözlerini çok önemserdi. Dev şefkatiyle kucaklayabilseydi onları, belki daha kan dökmeden ağlarlardı.
    2 ...
  4. f tipinde son durum

    1.
  5. yıldırım türker 'in radikal 2 deki bugünki yazısıdır.

    Zamanında 'devlet zulmünün son mimari zaferi' demiştik, F tipi hücrelere. Baş mimarlardan, o dönemin Adalet Bakanı hırstan gözü dönmüş bir tur operatörü gibi F tipi cezaevlerine toplu geziler düzenliyordu. Beyefendiliği ve zarafetiyle kimi çinko gönüllerde taht kuran Hikmet Sami Türk, gezdirirken 'yüksek güvenlikli lüks hücreler' diye tanıtıyordu onları.
    Yeni hükümette Devlet Bakanlığına terfi eden sonraki Adalet Bakanı Cemil Çiçek de, bir cezaevi ziyareti sırasında kendisine sorulan bir soruya karşılık, "Cezaevi sözü içime dokunuyor. Buralar konukevi" demişti. Her gün şefkatli devletin o konukevlerinden mektuplar geliyordu. O cehennemlerde yaşatılanlar, yılmadan duyurmaya çalışıyorlardı seslerini. Öldüklerinde gazetelerde haber olamayanlar. Öldürüldüklerinde katillerinden hesap sorulamayanlar.
    18 cezaevinde 865 hükümlü ve tutuklu 2000 yılının ekim ayında açlık grevine başladı. Grev, 20 Kasım'da ölüm orucuna dönüştürüldü.
    19 Aralık günü, Cumhuriyet tarihinin en gözü dönmüş katliamlarından biri gerçekleştirildi. Devlet, kaba alaycılığıyla bu operasyona, 'Hayata Dönüş' adını vermişti. 32 kişi öldürülmüştü. Bu kanlı operasyona 'katliam' diyenler, ceza aldıklarıyla kaldı. Sonradan katliamın sorumluları hakkında soruşturma açılacaktı.
    Yedi yıl içinde ölüm orucunda, müdahaleler sonucu, intihar saldırısı, kendini yakma ve tedavi sırasında 122 kişi hayatını kaybetti. 600'e yakın tutuklu ve hükümlü başta Wernice Korsakoff olmak üzere çeşitli hastalıklara yakalandı. Devlet, inadını sürdürüyordu.
    5 Nisan 2006'da, 'Avukatlar Günü'nde avukat Behiç Aşçı, ölüm orucuna yatacağını açıkladı. Onun gün günden eriyen halini görüyorduk artık gazetelerde. Devlet, hâlâ burnundan kıl aldırmıyordu. Sivil toplum kuruluşlarının büyük çabaları sonucu Adalet Bakanlığı yeni bir genelge yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarının raporunda belirtilen önerilerin büyük çoğunluğu kabul edilmişti. Behiç Aşçı'nın simgelediği mücadele sonuç almıştı. Aşçı ve diğer iki eylemci, ölüm orucuna ara verip tedaviyi kabul etti. Tecrit, kaldırılmıştı. Hükümlü ve tutuklular ortak etkinliklere katılabilecek, sohbet amacıyla bir araya gelebileceklerdi.
    Genelgenin yayınlanma tarihi olan 22 Ocak 2007'den bu yana F tipi cezaevlerinde neler oluyor? Adalet Bakanlığı sözlerini tuttu mu?

    Cezaevlerinde durum
    Edirne F Tipi Cezaevi: Eylül 2007 tarihi itibariyle genelge hâlâ uygulanmamıştır.
    Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi: Genelge bu cezaevinde yeni yeni uygulanmaya başlamıştır.
    Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Bu cezaevinde de genelge uygulanmamaktadır.
    Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Eylül ayı itibariyle, Sosyal Hizmet Uzmanı, tutuklu ve hükümlülerle görüşerek 'ortak kullanım alanlarının sınırlı olduğunu, tutuklu ve hükümlü sayısının fazla olduğunu, ancak haftada dört saat ortak alanlara çıkmanın mümkün olacağını' belirtmiştir. Genelgeye aykırı uygulama, tutuklu ve hükümlülerce kabul edilmemiştir.
    Kandıra 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Hiçbir uygulama yapılmadığı gibi herhangi bir görüşme de gerçekleşmemiştir.
    Bolu F Tipi Cezaevi: Haftada on saatlik uygulama devam etmektedir. Ancak sohbet yeri olarak idare ortak alanlara (spor salonu, kütüphane vb.) çıkma yasağı geldiğinde tutuklu ve hükümlüleri sohbete çıkarmamaya başladı.
    Kırıklar 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Cezaevi idaresi, talepte bulunan tutuklu ve hükümlülerin 'disiplin cezaları bulunduğu' iddiasıyla uygulamaya geçmeyi reddetmiştir. Daha sonra sorun çözülmüştür.
    Sincan 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Genelge hâlâ uygulanmamaktadır.
    Sincan 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Hiçbir uygulama yapılmadığı gibi herhangi bir görüşme de gerçekleşmemiştir.
    Haftalık toplamı 10 saatin ve günlük toplamı 2 saatin altına çekmeye çalışan girişimler genelgenin sözüne olduğu kadar amacına da aykırı bulunmakta, hakkın kullanılmasını zorlaştırmakta veya imkânsız hale getirmektedir. Aynı genelge ile açıkça düzenlenen ve "ortak mekân yetersizliği sorunu çözülünceye kadar kapatılma birimleri de dahil
    olmak üzere her türlü kapalı alanın kullanılabilmesine imkân tanıyan düzenleme" hayata geçirilmelidir. Bu yönde bahane üretmek genelge koşullarında maddi ve hukuki anlamdan yoksundur.

    Tecritten eski bir mektup
    " 'Kahvaltı, reçel, çay' bağırtılarıyla uyanıyorum. Daha sabahın 7'si bile olmamış. Hava oldukça soğuk. Kalkılacak gibi değil. Gerçi kalkmamı gerektirecek bir şey de yok. Ölüm orucundayım ve orucun 150. günü.
    Uykum düzenli olmadığı için gece geç yatabiliyorum. Sabahlarıysa uykumu alamamış kalkıyorum. Kaloriferler iyi yanmadığı için içerisi buz gibi. Saat, 7.30. Yüzümü yıkamaya çalışıyorum. Su buz gibi. Tekirdağ'da yaz boyu günde üç kez 15'er dakika su veriliyor, bütün ihtiyaç bu kadar suyla karşılansın isteniyordu. Sıcak suysa 10 dakika. Vaktin yarısı ısınmasını bekle, sonra üç kişi yıkan. Koridorun sonundakilerse tamamıyla susuz yaşıyordu.
    Saat 8'de infaz memurları avaz avaz 'sayım, sayım' diye bağırıyor. Sayıma en az 7-8 kişi geliyor. Bir kısmı kapının ağzında bekliyor. Boş bir plastik su şişesini alıyorlar. "Neden?" diye soruyorum. Cevap, değişmiyor: "Emir böyle." Oysa soğuktan korunmanın bir yolu kantinden satın aldığımız ısıtıcıyla su ısıtıp şişelere doldurup yatağımıza almak. Sabah sayımları, işkence. Üçümüzü de aşağı katta, musluğun önüne diziyorlar. iki gardiyan üst kata çıkıyor, dolapları didik didik edip her şeyi darmadağın bırakıyorlar. Aşağıda defterler açılıyor, fotoğrafların yanındaki isimler okunuyor, 'Buradayım' diye bağıracaksın. Direnen ağır dayak yiyor.
    Gazeteler için yazılıp parasını önceden vermek gerek. Gelecekleri saat hiç belli olmaz. Okuma komisyonu tarafından tek tek sansür edilmeden bize ulaşmaları imkânsız. Okuduğumuzu diğer hücrelerin avlusuna fırlatıyoruz. Değiş tokuş için. Çatıda kalmazsa.
    Sayımdan sonra bir bardak su ve çayımı içiyorum.
    Hücreniz koridora bakıyorsa ziyarete ya da mahkemeye çıkanlara el sallar, içinizi ferahlatırsınız. Hücrenizin havalandırması başka bir hücreninkiyle karşı karşıyaysa, arada sadece yüksek bir duvar varsa, üç kişinin sesi daha katılır hayatınıza. En son sıradaysanız, önünüzdeki duvarın ardında asker vardır.
    Ziyaret günüyse, konuşacaklarını önceden düşünür, hazırlarsın.
    Vakti iyi değerlendirebilmek için. Ziyaretlerin anısı uzun süre seninle
    birlikte kalır.
    Mahkemen varsa, ringde gidiş gelişler sırasında dar zamanda kucaklaşmalar, sözü birbirinin ağzından kaparcasına, tek saniyeyi boşa harcamama kaygısıyla konuşmalar... ve tabii itiş kakış, dayak hakaret. Yine de bunlar birbirini görmenin, kucaklaşıp sarılmanın mutluluğunu gölgeleyemez. Ziyarete ya da revire gittiğinde de arada bir arkadaşınla karşılaşırsın. 'Müdahale timi' ona bakmanı dahi engeller. Ama bazen ellerinden kurtulup arkadaşınla kucaklaşıverirsin. Her şeyi göze alarak.
    Sabah sayımından sonra mahkeme, hastane, ziyaret yoksa hücre kapısı artık açılmaz. Akşam sayımına kadar.
    Saat 9'da merkezi müzik yayını başlar. Radyonun istasyon ayarı onların elindedir. Diyelim memleket türküleri başlamış, sen de özlemle eşlik ediyorsun, fark ettikleri anda değiştirirler. Rahatsız ettiklerini hissederlerse gümbür gümbür arabesk şarkılar çalıp kendi sabırları tükenene kadar dinletirler.
    Yandaki arkadaşımızın kazak, hırka gibi giysilere ihtiyacı var. idareye dilekçe yazıp istiyoruz. 'Yasak' diyorlar.
    Saat 14'de bir arama daha. Ortalığı dağıtıyorlar yine. Dolaplara yapıştırmış olduğumuz, ölüm orucunda kaybettiğimiz arkadaşlarımızın resimlerini yırtıp alıyorlar. Gazetelerden kesmiştik.
    Onlar çıkınca eşyaları toplayıp hücreye bir çekidüzen veriyoruz.
    Saat 16. Gardiyanlar havalandırma kapısını kapatmaya geliyor. Sanki hava ceplerinden çıkıyor. Daha hava kararmadan hücre üstümüze kapanıyor.
    Dünya üstümüze kapanıyor. Gece sayımını yapıyorlar. Hava soğuk. Yataklardan çıkamıyoruz.
    Hücre yaşamını ben biraz Anadolu'da yolu, ulaşımı olmayan, kar altında
    kalıp şehirle bağları kopan, aylarca kendi içine kapanan köylere benzetirim. Aynı blokta, hemen çaprazımıza düşen tek kişilik hücrede kalan 22 yıllık arkadaşımın yüzünü görmeyeli bir buçuk yıl oldu. Havalandırmaya çıktığımda bazen onun da duvarın öte yanında olduğunu düşünürüm. Payımıza düşen on metrekarelik gökyüzü. Hücren güneye bakıyorsa arada bir güneşi
    görmen mümkün. Kuzeye bakanlar hiç görmez. Anlatılacak daha çok şey
    var, ama hepsinden önemlisi şu. Hücre insanlık dışıdır. insan hücreye sığamaz. insan kalabilmektir bütün direnişin, mücadelenin özü."
    4 ...
  6. isyan surgunleri

    ?.
  7. seyhmus dikenin son çıkan kitabının adıdır. şeyh sait hareketinden sonra sürülen ve sürgüne gönderilen aile ve aşiretlerin dramını gözler önüne sermektedir. yerlerinden, yurtlarından olan aileler, yaşlılar, çocuklar, yeni diyarlara doğru uzanan bitmez tükenmez yolculuklar, o yabancı diyarlarda dışlanmış olarak yeni yaşama uyum sağlama çabaları, uyumdan sonra yeniden memlekete dönüş süreci ,yeni ve eski arasında sürekli bölünen, acıyı, hasreti, hüznü aralıksız yaşayan bu insanlarla yazarın yapmış olduğu sohbetlerden oluşmuştur kitap.
    isyan sürgünleri, bugünü anlamak isteyenler için de iyi bir fırsattır. bugün asla, tek başına, bir bugün değildir. dün ile birlikte bir bugün vardır ve dünü bilmeden bugünü anlamak mümkün değildir.
    1 ...
  8. karl marx

    1.
  9. turquoise

    7.
  10. it won't rain all the time
    the sky won't fall forever
    and though the night seems long
    your tears won't fall forever
    1 ...
  11. © 2025 uludağ sözlük