hep bunu söylemek istemiştim. sonunda oldu galiba. bazı vatandaşlarımızın biatçılığı yüzünden geçmişte çok çekmiştik. demokrasinin parlamentoda çoğunluğu sağlamaktan ibaret olmadığını anlatmaya çalıştık. sürekli dalga geçtiler, "biz tek siz hepiniz" dediler. umarım görmüşsünüzdür şimdi sandığın ne olduğunu.
evet, bu memleket koyunluk yapanlara, koyunlarına güvenip vatandaşı ezmeye kalkışanlara ilk ve en önemli tokadı atmış gibi gözüküyor. namusuyla, şerefiyle, en önemlisi de aklıyla oy veren herkese selam olsun. ama buradan bir takım koyunlara selam ediyorum,
büyük oranda haklı ama zaman zaman paranoya haline gelebilen korkudur.
gerçekten de türkiye'de koalisyon hükümetleri genelde halka güven vermeyen, siyasi krizlerle ya da ekonomik krizle sonlanan ve ülkenin geleceğine çok olumlu katkılar yapamayan hükümetler olageldiler.
ancak yine de geçmişte yaşanan bu tecrübelerden yola çıkarak koalisyon demek kriz demektir tarzında peşin hükümlere kapılmamak ve yaşanan ekonomik/siyasi krizleri tamamen koalisyon hükümetlerine bağlamamak gerekir. çünkü gelişmiş parlamenter sistemlerin çoğunda koalisyonlar siyasi hayatın bir parçası olduğu gibi bu ülkelerde görülen uzlaşımcı siyaset kültürü hem bir taraftan demokratik kazanımları artırmakta hem de ülkenin daha geniş kesiminin etkin bir şekilde katılabildiği bir yönetim tarzı oluşturmakta. bu durum da ülkelerin hem sosyal hem ekonomik gelişimine olumlu katkılar sağlayabiliyor.
bizde koalisyon hükümetlerinin felaket getirmesinin asıl sebebi ise siyasi kültürümüzün uzlaşımcı değil çatışmacı olması. bütün siyasi programını rakip siyasi partileri ve hareketleri bastırmak ya da sürklase etmek üzerine kurmuş olan siyasi partiler ve farklı siyasi görüşlerle uzlaşmaya, hele hele koalisyon oluşturmaya pek sıcak bakmayan destekçi kitleler, bu siyasi partilerin birbirleriyle ittifak kurabilmelerini zorlaştırmakta ve onları birbirleriyle bir tür zero-sum game** içerisine sokuyor. böyle bir durumda koalisyon oluşturulduğunda koalisyonun parçası olan partiler, bütün siyasi hamlelerinde koalisyon hükümetinin sıhhatini tesis etmekten çok, kendi partilerinin istikbalini ve ileride tek başına iktidar olabilme ihtimalini düşünerek hareket ediyorlar. bunun en güzel örneği chp-milli selamet partisi koalisyonu. (bkz: 37 nci hükümet) bu koalisyon döneminde başarıyla sonuçlanan kıbrıs harekatı sonrası her iki parti lideri ecevit ve erbakan, bu askeri zaferi siyasi zafere çevirme planları yaptılar ve bunun neticesinde de 37. hükümet, ömrünü 10 ayda tamamladı.
peki uzlaşmacı siyasetin hakim olduğu ülkelerde nasıl oluyor? öncelikle şunu belirtmek gerekir ki koalisyon hükümetleri sadece türkiyede siyasi krizlere sebep olmuyor. ancak yine de koalisyon hükümetlerine bizden çok daha alışık ülkeler var. örneğin kıta avrupasında bu duruma sıklıkla rastlanabiliyor. burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şu, bu ülkelerde siyasi partilerin tüm siyasi başarıları tek başlarına iktidara gelmelerine endekslenmiyor. onun yerine güç paylaşımı esas alınıyor. siyasi partiler bizdekinden daha köklüler ve parti içi demokrasi bizdekinden çok daha fazla. bu durumda, siyasette çok hızlı ve ani dönüşümler olmuyor. şu açıdan avantajlı oluyor bu durum, hiç bir siyasi parti kolay kolay oylarını yüzde 3-5 gibi bir rakamdan yüzde 20lere çıkarma hayali kurmuyor. bizdeki gibi her seçim zamanı mantar gibi yeni partiler türemiyor. (türese bile çok fazla şansı olmuyor, genelde de parodi partiler oluyor bunlar) siyasi partiler politik spektrumda dengeli olarak dağılıyorlar. merkez sağ, radikal sağ, merkez sol, radikal sol gibi... bunun neticesinde de politik anlamda daha bilinçli ve kararlı seçmenler oluşturuyorlar. örneğin yunanistandaki ekonomik kriz sonrası, uzun süredir süregelen merkez koalisyonlar güç kaybettiler. bunun sonucunda da syriza gibi aslında radikal sola yakın görünen bir partiye olan destek arttı. çünkü insanlar konjonktürel sorunlara tepki olarak radikal sola yöneldiler. bunun sonucunda syriza 149 sandalye alırken hükümet kurabilmek için radikal sağ parti bağımsız yunanlar ile koalisyon kurdular.
öte yandan bazı ufak çaplı partiler de daha çok ülke politikasına etki edebilmek üzerine kendilerini şekillendirebiliyorlar. bunun en güzel örneği, sanırım yeşillerdir. pek çok ülkede farklı ya da aynı isimlerle temsil edilen yeşiller, aslında tek başlarına iktidar olmayı hedefleyen partiler değiller genelde. fakat çevreci duyarlılıklarını merkeze alarak yaptıkları siyaset, onlara belli bir destekçi kitlesi sağlıyor. bunun neticesinde de mecliste ciddi bir sandalye sayısına ulaşmış ama tek başına hükümet kuramayan partiler için iyi bir partner olma seçeneği sunuyorlar. anlaşmak nispeten kolay oluyor, özellikle de sol iktidarlarla. temiz enerji, temiz çevre, hayvan haklarına saygı gösterilmesi vs gibi daha kolay bir şekilde uzlaşılabilecek konular masaya yatırılıyor ve neticede hem yeşiller bu isteklerini (aldıkları ufak oy oranlarına rağmen) hükümet ortağı olarak uygulama imkanı buluyorlar, hem de yeterli sandalyeye ulaşamamış büyük partiler daha stabil bir hükümet kurma şansı yakalıyorlar. halkın kazanımı ise gerek demokrasi anlamında, gerek hükümetin denetlenebilirliği ve etkin bir şekilde çalışması anlamında çok daha fazla oluyor. yani kısacası herkes kazanıyor.
türkiyede hem gerçek anlamda bir demokrasi, hem de etkin yönetim istiyorsak, koalisyon fobimizi yenmemiz ve birbirimizle anlaşmayı öğrenmemiz gerekiyor. burası kesin.
tarafsız(!) cumhurreisimiz sayın recep tayip erdoğan'ın da bugün belirttiği üzere "size bir imkan tanınmış, iş verilmiş. nankörlük yapmayın" şeklinde olandır.
kırk bin defa söyledik, yine söyleyelim. işte akp'nin işçiye bakışı bu. kendi zenginleri için ucuz iş gücü. şimdi anlıyor musunuz chp'nin 1500 tl asgari ücret vaadinin haklılığını?
bildiğimiz yeni ak-it'in bildiğimiz, başbakan ahmet davutoğlu'na etyen mahçupyan için, "Böyle bir adamı başdanışman yapmak için, çok mu aradın?" şeklindeki bir soruyla posta koyması durumudur.
nedense içimden gelen bir his, gülen cemaatinin özellikle sadakatine güvenilen bir kaç yüz binlik bir kitleye seçime yakın bir zamanda "bu seçimde hdpye oy verin ama kimseye de bahsetmeyin" diye talimat vereceğini söylüyor.
böyle bir şeye hem şaşırmam, hem de gayet mantıklı görünüyor düşününce. beş yüz bin cemaatçi chpyi ya da mhpyi iktidara getirmez ama hdpyi meclise taşıyabilir, akpnin tek parti iktidarını sonlandırabilir.
mümkün yani.
edit: akpli değilim. ak troll hiç değilim. kafasına göre milleti yaftalayanlar da bıktırdı artık. söyleyecek sözü olmayanlar, kafasında fikir olmayanlar ad homineme bağlıyor direk. bir argüman doğruysa, mantıklıysa veya onu düşündürecek deliller varsa onu söyleyenin neci olduğu ne fark eder?
Güya orada jandarma yaralı halde bırakılmış, onları siviller, kendi mensupları oradan gelip almış. Bunların hepsi kayıtlarla resimlerle zaten elimizde mevcut. Bunların tümü, külliyen yalandır demiş erdoğan.
daha geçtiğimiz aylarda artan yağışları akp'ye bağlayan akp urfa vekil aday adayı murat göktaş'ın akp'yi eleştirmesi ve akp için: "Yalan parti. Beni yalana koyacaklardı. Ben yalana girmek istemiyorum. Delikanlı olacaksın, yalancı olmayacaksın." demesi durumu.
bugün tayyip erdoğana "yeni türkiye marşı"nın okunduğu, binası ankaranın taaa ebesinin damında bulunan, başkanının eski milli eğitim bakanı hasan celal güzel olduğu kuruluş.
konu hakkındaki şahsi kanaatime göre bu yapılan, milli iradeye bir darbedir. bildiğiniz üzere kendisi siirtten bağımsız vekil adaylığını koymuştu. fadıl akgündüzü tanırım, namuslu şerefli ve her şeyden önemlisi 5 vakit namazını kılan bir iş adamıdır. neymiş efendim çalıyormuş. size ne kardeşim, çalıyorsa benim paramı çalıyor. hem ötekiler çalmıyor mu? herkes çalıyor. bu en azından ker... öhömm. çok zeki olmayan vatandaşlarımızdan çalıyor.
hem belki seçilecek siirtten, hatta mevcut cumhur reisimiz gibi ülkeyi barış ve esenlikle yönetecek? allah aşkına, adamda ney eksik? dindarlığı on numara. namazında niyazında. hacca gidiyor. karizma desen her türlü. boy pos yerinde. siyonist uşaklarına, mason localarına boyun eğmememiz lazım. millet olarak jet fadılla jet hızında ekonomimizi büyütmemiz lazım. fadılda o ışığı gördüm ben.
"söz konusu şüpheliler, mit'e ait tırların durdurulmasına ilişkin adana ağır ceza mahkemesi'nde casusluk suçundan yargılanıyor. bu operasyon kapsamında ise aynı şüpheliler hakkında terör örgütüne üye olmak ve türkiye cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından işlem yapılacağı kaydedildi."
ne paralel devletmiş arkadaş yaa. bu kadar büyük paralel devlet mi olur lan? o olsa olsa devletin kendisi olur. maaşallah devletin ordusundan tut polisine, yargısına kadar hükümetin işine gelmeyen herkes paralel. oh ne ala.
tt olmuş hashtag. zavallı la bunlar resmen. iki gün boyunca ağızlarını bıçak açmadı akpdeki iç çekişme hakkında, baktılar reis'ten de akıllı bir laf gelmiyor, akıllarınca "reis" ile "hoca"yı el ele tutuşturmaya çalışıyorlar. hee amk hee, siz öyle dediniz diye ayyuka çıkan bütün anlaşmazlıklarını giderir herifler.
alternatif olarak önerim: reis hocaefendi elele paralel türkiyeye
tam da tahmin edildiği gibi erdoğanın sözlerine atıfta bulunan, birbirinin aynısının tıpkısı olan ve ne hikmetse (!) dün sosyal medyayı ve genel medyayı fazlasıyla meşgul eden arınç-gökçek çatışmasını yok sayan manşetlerdir.
takvim gazetesi: "silahların gölgesinde barış olmaz!"
ciddi bir araştırma konusu bu aslında. fakat maalesef konu türkiyedeki ideolojilerin dünyanın ekseriyetine olan farklılığına geldiğinde çoğu yazar "türkiyede sol sağ, sağ da soldur" demekten öteye geçemiyor.
sosyalizme bakışından tut da milliyetçiliğin gelişimine, kemalizm sol mudur sağ mıdır tartışmalarına kadar pek çok konu var hakkında tartışılabilecek. ve hakikaten de baktığınız zaman türkiyede ideolojiler ve bu ideolojilerin destekçileri, dünyanın geri kalanındakilere göre oldukça farklı.
Demokrasi Denetçilerinin hazırlamış olduğu rapordur. oldukça ilginç bir çalışma olmuş. 2011 genel seçimlerinin analizi yapılmış ve son sıra vekilini kimin kazandığı, hangi partinin yüzde kaç oy oranı daha alarak o sandalyeyi alabileceği gibi hesaplar yapılmış. hangi illerin kritik olduğu belirlenmiş, partilerin olası seçim stratejileri incelenmiş.
ayrıca yapılan analize göre 2014 seçimi genel seçim olsaydı ve hdp seçime yine bağımsızlarla girseydi:
akp: 286 chp:127 mhp: 98 hdp: 39 vekil çıkarabiliyordu.
bu durum hdpnin abarajı geçip geçmemesinin bu seçimde ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. akpnin oyları yerel seçimlerle aynı kalsa ve hdp barajı geçse akpnin tek başına hükümeti kurması zorlaşıyor. öte yandan hdp meclise giremese bile akpnin anayasa değiştirebilecek çoğunluğa ulaşması için oylarını artırması gerekiyor.
12 yazar birden "diliniz kaba vicdanınız taş" başlığı atmış köşe yazılarına. abdülkadir selvi onu da yanlış duymuş olacak ki aynı başlığı atmayı becerememiş "diliniz kaba yüreğiniz taş" başlığı atmış. eheheheh
daha hala türkiyede basın özgürlüğünden bahsedebilecek arkadaşlarımızın verecekleri cevapları büyük bir merakla bekliyoruz.
tüm dünyayı sarsmış olan olaydır. arkasından pis kokular gelmektedir ayrıca.
boris nemtsov putin'in ukrayna politikasını da sert şekilde eleştirmekteydi ve bbcnin haberinde söylenene göre yakın zamanda yaptığı bir röportajda putinin kendisini ukrayna konusunda söylediklerinden dolayı öldürmek istemesinden çekindiğini söylemiş.
altın günlerinden tanıdığımız kerimanımın haber vaktim'deki yazısının başlığıdır.
hadi anlıyorum, gazeteci bulacağız diye kayserinin bağrından kopmuş, elleri buram buram mantı hamuru kokan teyzelerimizi gazeteci diye oturtuyorsunuz da bari en azından paraya kıyın da doğru dürüst editörler alın allahsızlar!
isteseler de istemeseler de yıkılacaktır. yıl olmuş 2014 alooo! isteseniz de istemeseniz de ne demek la? istemediğimiz an, çekip gidersin bu kadar basit. bu millet senden ve icraatlerinden memnun olmadığı zaman nasıl ki yarım asırlık siyasetçi olan demirel gitmişse, nasıl ki halk tansu kızını sandığa gömmüşse, nasıl ki atatürkün partisi meclise girememişse; sen de pılını pırtını toplar gidersin.
tamam, türkiye bir ingiltere değil. ama çok şükür bir arap kabile devleti de değil hala bile. ve hiç bir toplum, kendisinden daha düşük bir medeniyetin tesirine girmez. istesen de istemesen de girmez, giremez.
"bu işin fıtratında ölüm var" demişti bilge bir adam zamanında. sesi ölümün nefesi kadar soğuktu. haklıydı da. bu işin fıtratında vardı ölüm ama yine de madencinin annesi sormadan edemedi "oğlum yüzme de bilmezdi ya, suyun içinde ne yaptı" diye. babası ise oğlunun öldüğüne ikna etmişti çoktan kendisini. "doğru söyleyin, gitti mi şimdi bizim oğlan?" işte bu soruyu soran babaydı recep gökçe.
ajitasyon yapma diyeceksiniz belki. haklısınız da. bakanlığı döneminde yüzlerce işçisini diri diri toprağa gömen bakanların "bir tek simitle" günü geçirmelerinin malzeme yapıldığı bir ülkede hele de.
anlaşılan o ki bir dağ imiş kendisi. kristof kolomb şu an yattığı yerde "yapacağım benzetmeyi sikeyim" diye yakınıyordur herhalde. veya bize bakıp gülüyordur kıs kıs. kim bilir?
tam hali "cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder mustafa kemal atatürk için ayağa kalkmayanların bir gün gelecek kafalarına sıkacağız" şeklinde olan; tehdit içeren haddini bilmez bir şahsın sözü. bir de videoya çekmiş utanmadan.
ulan cidden bu ülkenin toprağında falan mı bir şey var acaba diye düşünmeye başladım artık. her taraftan bir rezillik akıyor. kadının birisi toplu taşıma aracında terör estiriyor, atatürk için ayağa kalkacaksınız yoksa kafanıza sıkarız bilmem ne diye. diğer tarafta da 9u 5 geçe sifon çekin falan diyen tuhaf yaratıklar var. hangisini eleştireceksin, hangisine laf anlatacaksın? resmen iki uç kutuptaki dangalakların arasında esir düşmüş durumdayız. ya atatürke tapacaksınız, ya da söveceksiniz. ortası yok.