Okkamın usturasına çok güzel örnek teşkil eden... Ne der Okkamın usturası? Aynı konudaki iki önermeden daha basit olanı ve daha az bilinmeyen içereninin doğru olma olasılığı daha yüksektir.
Bu kitabın kendi eserlerine derinlik katmak adına kendisi tarafından uydurulduğunu defaatle belirtmiştir lovecraft mektuplarında. Ama gel gör ki birileri çıkar inatla "tabi ki de yalan söyleyecek, adam kesin tarikat falan bağlantılıydı, gerçeği saklıyor" Der. Halbuki böyle bir yorumda bulunmasını gerektiren hiç bir sebep de yoktur.
British museum sürekli gelen maillere ısrarla bu cevabı vermiş, öyle bir kitap yok kardeşim bizde de yok o yüzden demişler ama karşılarındaki şahıslar inatla "var ve siz bizden gizliyorsunuz" diye diretmişler.
Hele müslümanların böyle bir şeyi yutması hepten tuhaf. La Olm abdül el hazret diye isim mi olur lan? Basbayağı Arapça bilmeyen ama bir kaç Arapça kelime bilen birinin uydurması işte. Zaten lovecraft bunu da söylemiş.
Elde iki teori var.
1- lovecraftın mektuplarında bahsettiği üzere yazdıklarına derinlik katmak için uydurduğu bir kitaptır bu. O yüzden zaten orijinali ortada yoktur anca saçma ve uyduruk yazıların bulunduğu kitaplar vardır 5-10 liraya ya da netten bedavaya bulabileceğiniz.
2- Böyle bir kitap gerçekten vardır ve orijinalini görüp de aktarabilen çok az kimse vardır. Lovecraft mektuplarında yalan söylemiştir ve bunu düşünmemizi gerektiren hiç bir sebep olmamasına karşın lovecraft çok büyük bir tarikatın mensubudur. O kadar büyük bir tarikattır ki bu british museuma yalan söyletmektedir.
içinde bol bol kibir barındıran bir üslupla ve ilk entriyle kurulmuş topluluk. pardon ya, şeytan neden kovulmuştu Allah'ın katından?
ayrıca bu arkadaşları entelektüel tartışmalarda görmek isteriz grup kurmalarındansa. zaten islam denilince milletin aklına ne olursa olsun birbirinin arkasını kollayan, çeteleşmiş cemaatler, tarikatlar, örgütlerden başka bir şey gelmez olmuş...
niyet iyiyse bile izlenilen yolu doğru bulmuyorum. ama islam aleminin içine düştüğü bu fikir fukarası vaziyeti değiştirmeye gerçekten niyetli arkadaşlarım varsa onlara da tavsiyem sadece "yolundan gittikleri, kimliklerine tanım ettikleri çizgiyi bozmayanlar" değil her türden yazarı, fikiri, düşünceyi tartışmaları ve çözümler sunmalarıdır. şeytana verecek cevabın yoksa, Allah'a nasıl ulaşabilirsin?
edit: ekleme ihtiyacı hissettim; kibirli üsluptan kastettiğim şey "ben zekiyim, çok müthişim" şeklindeki bir kibir değil. kendini ve kıymeti kendinden menkul argümanlarını diğerlerinin üstünde tutma kibiriydi. yoksa kişileri yargılamak niyetinde değilim.
bu kibri de özel olarak belirtme sebebim yukarıda alıntı yaptığım kısımla ilgili. "yolumuzun büyükleri" tarzındaki sözler bana ister istemez itici geliyor. kendini başka fikirlere kapamak anlamı çağrıştırıyor bende istemsiz olarak. eleştirilerim bunlardan ibaret. maksadını aşmışsa da özür dilerim elbette.
öyle forma satışlarıyla falan maliyeti karşılanamayacak olan transfer. bu iddia da nereden çıktı ortaya, kim salladı, amaç ne bilmiyorum ama bir şeyler dönüyor gibi hissediyorum. aklıma iki tane komplo teorisi geliyor; birincisi taraftarı galeyana getirip ibra olmazsa hayal kırıklığı yaratmak, ikincisi de yönetim üzerinde baskı oluşturarak büyük bir transfer projesi içerisine sokmak. malum fener büyük transferler yaptı.
feneri yaptığı transferlerden dolayı kutlarım. ama ben eğer her sene takımımın şampiyonlar liginde çeyrek final oynayacağına, 40 bin üstü kombine satacağına, ortalama 50 bin taraftara oynayacağına emin değilsem, hiç bir oyuncunun sponsor olmadan yıllık 5 milyon euro garanti para almasını mantıklı bulamam. bu paralar türkiye şartlarında büyük risk. rvpnin takıma katkısı muhakkak büyük olacaktır ama fenerin şampiyonlar ligine katılabilmesi için rvpden çok daha fazlasına ihtiyacı var: çok güçlü bir takım ve kura şansı. birincisi hem maliyetli hem de uzun vadeli bir mesele. ikincisi ise şans zaten. yani şansa yatırım yapmak şu koşullarda bana hiç makul gelmiyor.
o kadar hesap yapılmış ya yok işte forma satışları fırlar, kombineler patlar falan diye; yapmayın bence. hazır yapılmışları var. drogba ve sneijderin geldiği sezon forma satış rakamlarımız 320 binden 405 bine çıkmış. http://www.milliyet.com.t...aray-1708783-skorerhaber/
geçen sene ibranın bulunduğu psg 430 bin forma satmış zaten. real madrid, manu, barcelona gibi tüm dünyada formaları satılan takımlar bile 1-1.5 milyon forma satıyorlar. yani ibra nereye çekebilir tek başına bu rakamları? diyelim ki forma başına 25 euro alalım, diyelim ki tek başına 100 bin forma sattırsın ekstradan. bakın rakamlar gerçekten çok uçuk şu anda. ama o durumda bile bunun katkısı 2.5 milyon eurodur. kaldı ki bu paranın da kaçta kaçı kulübün kasasına girer?
"büyük oyuncu alayım, gelirler artınca zaten karşılarım masrafını." bu işin o kadar kolay olmayacağı çok açık değil mi? o zaman neden 30-40 bin seyirciye oynayan herkes bunu yapmaya kalkışmıyor? neden psg, chelsea, man. city gibi takımlar para babalarının desteğiyle ayakta kalıyorlar? kaldı ki bu daha önce denemediğimiz bir şey de değil. aysal döneminde transfere harcadığımız para ortada. avrupada ve ligde de gayet başarılıydık. neden borçlar azalmadı peki?
ibra gelmesin demiyorum. biz galatasarayız. forvet lazımsa en iyisi alınmalı. savunma lazımsa en üst sınıf oyuncular alınmalı. ama kulübün parası da pervasızca harcanmamalı. kimse kusura bakmasın ama ergen taraftar kitlesi transfer istiyor diye ben takımımın ffp gereği avrupadan men edilmesini hazmedemem. hiç bir aklı başında gs taraftarı da bunu kabul etmez. maçların beleşe yayınlandığı yurt salonunda beş on kişiyle maç izledik sene boyu. sağ olsunlar bazı arkadaşlar sene sonuna doğru şampiyonluğun gelmek üzere olduğunu görünce teşrif etmeye başladılar. kimseyi yargıladığım yok. her taraftar, takımının her maçını izleyecek diye bir şey de yok. ama sezon boyu iki üç maç izlemiş adamlar "ibra gelsin şu kadar kombine satarız" falan deyince tuhafıma gidiyor.
ben de çok azılı bir gs taraftarı değilim. hiç kombine almadım hayatımda. o parayı eğitimime harcarım, başka şeylere harcarım. o kadar zengin değilim. hele hele ne olduğunu bilmediğim bir yöneticiye "al şu dişimden tırnağımdan artırdığım parayı da bok gibi para kazanan insanlara daha da fazla para kazandır" diye vermeyi ahmaklık olarak görüyorum. herkesin fikri de kendine elbet. ama bu kulüp milyonlarca insanı bir araya getiren bir spor kulübüyse, profesyonelce yönetilmeli.
ibra için sponsor bulunacaksa ve bize maliyeti o kadar çok olmayacaksa neden olmasın? ama ince ince hesap yapmalı. mesela şunu düşünmemiz lazım. biz hamza hocayla yola devam kararı verdik mi? verdik. ki ben keşke üçüncü olsaydık da şenol hocayı başımıza getirseydik diyenlerdenim. ama neticede hamza hoca bu takımı şampiyon yaptı çok zor bir dönemde. krediyi hak ediyordu.
peki şimdi emreden, buraktan trip yiyen bir adam ibra ile nasıl anlaşır acaba? ibra gelirse çift forvet mi oynayacağız? burak'ı yedeğe mi çivileyeceğiz? plan nedir? yoksa plan sırf bu ergen taraftar kitlesinin gazını mı almaktır? her türlü illegal işe bulaşmış bir yöneticiyle sidik yarışına mı girmektir? öyleyse, ben buna karşıyım.
hadi hepsini hallettik diyelim. ibra taktiğe uyuyor, burak meselesi çözüldü, hamza ibrayı idare edebilecek*... iyi de ibra geldiği an itibariyle sabri ve taarıktan oluşan bir sağ bekin ortalarını bekleyecek. semih ve chedjoue'dan oluşan savunma göbeğinin işini düzgün yapması için dua edecek. orta sahada melonun dönüp dönmeyeceği belli değil. dönmezse birisi alınır mı meçhul. kanatlarda yasin, podolski ve olcan olacak. belki bir de emre çolak dahil edilebilir. musleraya bir şey olsa, yedek kaleci belli değil daha.
bu tarz yıldız transferlerinin başarılı olması için önce bir taktik oluşturmak ve onu tutturmak gerek. sonra iyi ve üst düzey bir teknik direktör lazım. her ne kadar dalga geçilse de takım içi denge lazım. bu denge sadece bizimkilerin anladığı türden bir maaş dengesi değil ama. aynı zamanda da oyuncu kalitesi dengesi lazım. bizim takımda muslera ve sneijderle birlikte tarıklar, aydınlar oynuyor. bundan nasıl bir denge çıkarabilirsin ki? sneijdere azıcık ayak uydurabilen, dilinden anlayan yasin vardı. gördünüz neler yaptığını. işte dengeden kasıt budur. ibra dediğiniz adam, bütün takımı üstüne kurmanız gereken bir oyuncu. bunu yapabileceksek, ve mali açıdan da dara düşmeyeceksek gelsin elbet. ama tekrar ediyorum, o maliyetler forma satışlarıyla, kombinelerle çıkmaz. kimse de bunu beklemesin.
arapların 22 devleti var da ne oluyor diye sordurandır. kaldı ki arap dediğimiz adamlar da aslında farklı kavimlerin arap tahakkümü altında asimile olması.
haa, ama açık konuşayım söylediği şeyi türkiye açısından önemli bir zafere çevirmek de gayet mümkün. riskli, ama her şey doğru giderse de çok mümkün.
öncelikle demirtaş türkiyede kürdistan kurulsun demiyor orada. suriyedeki kürtlerin devlet kurmasından korkmasın, tersine öncülük etsin diyor. bu ne kadar mantıklı olur bilemiyorum. bence suriye konusunda türkiyenin artık daha fazla risk almaması lazım. ancak şu noktada katılıyorum. türkiye eğer kürt sorununda ciddi aşama kaydeder de kürtleri kucaklamayı becerebilirse, ortadoğudaki kürtlere önderlik ederek hem dünya siyasetindeki itibarını artırabilir, hem ortadoğuda o çok istediği "abilik" rolünü çok iyi oynayabilir, hem de kürt sorununun çözümünde çok ciddi bir adım atabilir.
ama buradaki en büyük sorun şudur, böyle bir şey için hem hdpye hem de pkkya haddinden fazla yetki ve sorumluluk vermek durumunda kalırız. elbette herhangi bir hükümetin bunu yapmak istememesi de anlaşılabilir bir şey.
pek çok şey olabilir. ekonomi hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak olabilir mesela. bir özel şirkette çalışmak da olabilir. akademik kariyer olabilir. ya da belki "iktisattaki hatunlar manyaq qanqaaa" şeklindeki bir muhabbet sonrası bu bölüme gelmiş de olabilir. babasının şirketi vardır, orada yönetici olacaktır mesela. ya da belki siyaset bilimine geçiş yapmayı planlıyordur, iktisat altyapısı kurmaya çalışıyordur. pek çok sebebi olabilir.
şimdi benim asıl merak ettiğim, yazarın bu başlığı açmaktaki amacı" nedir?
toplam 5 kur olan derslerdir. ilk dört kurda past kontinyus cümle nasıl kurulur onu öğreniyorsunuz, son kurda da olabilecek en yanlış şekilde nasıl kullanılacağınızı öğreniyorsunuz.
bu bizim ilahiyatçılarda bir tür "hitabet" takıntısı var. eski yunan filozoflarından gelen bir gelenek bu. anlattıkları şeylerin çoğunun kıymeti kendinden menkul olduğu için, daha inandırıcı bir tonla konuşmaya çalışıyorlar. hatipoğlu da onu yapmaya çalışıyor. görmediği şeyleri, görmüş gibi bir üslupla anlatıyor. sonra biz söyleyince kafir oluyoruz, zındık oluyoruz, deyyus oluyoruz. amaan, neyse. gelsin ramazan, gelsin oteller, yatlar, katlar.
mesele transfer yapamaması olmayan takımım. yapmasınlar da zaten. yani böyle jemleri falan dolduracaklarına transfer yapmasınlar daha iyi. takım olmuş elli kişi, daha hala tribüne transfer yapıyoruz anasını satayım. şu iki, üç sezonda tribüne yaptığımız transferlere harcadığımız paranın yarısına orta sıra takımı kurulur! yabancı sınırı 5e düşürülür, bizimkiler brumayı alır. yabancı sınırı kaldırılır, bizimkiler ingiltere ikinci liginde iki senede 1000 dakika bile oynamamış jemi alır. taşak mı geçiyonuz abi bizimle siz? iki senede bin dakika ney lan?
podolski bence bu ligde iş yapar. bilale de eyvallah. ama bu takımın şöyle bir sıkıntısı var. senelerdir takıma alınan orta saha oyuncularının haddi hesabı yok, ama orta sahanın göbeğinde ilk 11e yazabileceğin oyuncular selçuk ve melodan ibaret. dzemaili, emre çolak, yekta falan hepsi hikaye. hamit desen, ahı gitmiş vahı kalmış. güven vermiyor. selçuk geçen sene başındaki performansı gösterirse eğer, bu sefer şampiyonlar liginde 4le 5le de kurtaramayız. bir bayern çıkar maazallah, rekorlardan rekor beğeniriz.
biz en az 10-15 oyuncu kamptan önce gönderilir diye beklerken bizimkiler bilali aldılar. eyvallah dedik, demek ki yekta gönderiliyor. umut zaten iş yapmadı. ama bu adamlar gönderilmeden bir de jem alındı. melodan hala haber yok. giderse de gitsin, çok problem değil. zaten her sene performansı daha da düşüyor. ama melo gittiği zaman yerine yeni bir melo bulmak zorundasın. bunun da ingiltere ikinci lig takımında bile doğru dürüst forma giyemeyen bir oyuncu ile olmayacağı çok açık değil mi? kadroda derinlik mi yaratmak istiyorsunuz? amk kadrosu nasıl bir kadroysa, elli tane oyuncu alındı daha hala yakalayamadık o derinliği.
bu takım batarsa sneijderden, melodan, podolskiden, musleradan, drogbadan dolayı değil; ontiverolardan, brumalardan, veysel, tarıklardan, jemlerden dolayı batacak haberiniz olsun. yapılmış bir hata, 20 tane mersin idman yurdu futbolcusu yanlışlıkla galatasaray adına kaydedilmiş. peki. artık kurtul şu çöplüklerden de sneijderle sözleşme imzala. melo mu gidiyor? yerine daha iyisini bul. kimse senden rvp'yi istemiyor. burakla yola devam edelim. olmazsa niasse'yi de kiralayabilirsin. ona bile varım. ama orta saha dedin mi orada duracaksın aga. yetti artık ilk 11e giremeyip yedeği süsleyen orta sahalardan gına geldi be! ilk 11e yazabileceğin orta sahan yok, tribüne yolladığın orta sahaların sayısı başakşehir taraftarlarının sayısından fazla.
halen geç değil. kadro derinliğinize sıçtırtmayın. bu takımın ilk 11i eksik. melo kalacak mı gidecek mi belli olsun artık. gidecekse, yeri doldurulsun. savunmada eksiğiz. dany ile falan olacak iş değil bu. korayı kiralık gönderebiliyorsan, taliplisi de yoksa, dany de kalabilir. ama bir tane de adam gibi stopere ihtiyacı var bu takımın. semih-chedjoue ikilisiyle üç kulvarı götüremezsin. hiç mi yok ucuz yollu bir yabancı stoper? git al. bir tane de sağ bek al, kirala, bi şey yap! ne etti? sağ bek, mümkünse stoper, meloya benzer bir orta saha, bir de kiralık ya da ucuz yollu forvet. can çatlasın 7-8 milyon euro maliyetle bu transferleri yapabilirsin. dany güven veriyorsa stoper de alma. ama sağ bek ve orta saha, olmazsa olmaz. hele ki orta saha. üstelik bu 3-5 milyon euroluk maliyet, seni avrupada hezimetten, ligde ıslıklanmalardan kurtaracaktır.
ama böyle kadro derinliği diye diye elli kişilik kadroyu altmışa çıkarırsanız, derinlik derinlikoğlu ocağı görmeden gider, siz de yönetim olarak stres dolu günler yaşarsınız.
bu sefer de ermeni milliyetçisi olacaklardı. atalarının, soydaşlarının kestikleri azerilerle övünecek, youtube'da her fırsatta türklere hakaret edecekler, onlara sataşacaklardı. "türklerle olan savaşımızı bitirelim" diyenlere soysuz köpek diyeceklerdi.
kısacası yaptıkları eylemlerde fazla değişiklik olmayacaktı. sadece kime yaptıkları değişecekti.
ama tabi milliyetçiden milliyetçiye de fark var. kimleri kastettiğimi anlayan anlamıştır herhalde.
felsefeye bakış açımızdır. elbette zibilyon tane sebep sıralamak mümkün ama çoğunun da kaynağı budur. bizde felsefe boş iş olarak görülüyor. asırlardır bu böyle. hatta bakın, türk islam felsefesi altın çağını moğol istilası dönemlerinde yaşadı. o dönemde kurulan islam devletleri ve özellikle de hemen akabinde kurulan osmanlılar, islam dünyasına altın çağını yaşattılar. felsefe siyaset için önemlidir. her büyük medeniyetin kanunlarını, düzenini, sistemini dayandırdığı bir felsefe akımı ya da filozof vardır muhakkak. osmanlı eflatunun islam alimlerinin yorumlanmış varyasyonları üzerine kurmuştu felsefi temelini. klasik çağın sonunda bu felsefe çöktüğünde osmanlılar yeni bir felsefi zemin oturtamadılar. bu da onları basit bir batı taklitçiliği ile buna karşı çıkan irticai akımlar arasında bir çatışmaya sürükledi.
bakın bu lockelar, hobbeslar falan boşuna okutulmuyor siyaset akademilerinde. bunlar önemli çünkü. bizim adalet hakkında doğru dürüst kafa yormuş kaç tane filozofumuz var? kaç tane filozofumuz insanın doğası hakkında aydınlatıcı fikirler sunmuş? kaç tanesi yönetim şekilleri hakkında uzun uzun kafa yormuş?
hadi geçmişi boş verelim. şu anda felsefeye bakış açımız nedir? "aşağıdaki filozoflardan hangisi egzistansiyalist değildir." şeklindeki sorularla öğrencilere öğrettiğimiz(!) felsefe hakkındaki bilgilerini sınıyoruz. platodan bir satır okumamış adamlar, hafıza tekniği saçmalıklarına göre ezberledikleri şeylerden sınava giriyorlar. kim necidir, kaç yılında doğmuştur hep biliyorlar. ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlar. materyalizm nedir, realizm nedir, stoacılık nedir? aydınlanma çağı nasıl bir çağdır? neden buna aydınlanma diyoruz? epistemoloji nedir? neden önemlidir? yok, yok, yok... bizim için felsefe sadece össde bilmem kaç tane soru gelen gereksiz bir alan.
ülkücü camianın "boş olmayan"larından. milliyetçi paradigmayı artık brnimseyemiyorum, okuduğum, gördüğüm şeylerden dolayı. ama lütfü bey son zamanlarda çok tartışılan meclis başkanlığı seçimleri hakkında bir yazı yazmış. şahsen benim fikirlerime ciddi şekilde tesir etti. ben de ana akım medyanın tesirinde kalarak bazı şeyleri gözden kaçırmışım. ilgili yazı için:
şurada yazılanları görünce insanın tavsiye veresi bile gelmiyor yeminle. "iyi bölüm" nedir, "kötü bölüm" nedir? neye göre karar veriyorsunuz bölümün iyi ya da kötü olmasına arkadaşım? iş getirisi midir bahsettiğiniz? iş getirisi anlamında diyorsanız, boğaziçi iktisat, sikik bir anadolu üniversitesinin mühendisliklerinden daha iyi iş olanağı sunar.
bu kafadaki herifler yüzünden her sene tıp okumak istemeyen yüzlerce öğrenci tıp fakültesine giriyor. iki sene sonra bölümü sevmeyip bıraktıkları zaman yine aynı dingiller karşılarına çıkıyor, "o bölüme girebilmek için kıçını yırtan kaç insan var biliyor musun sen?" diye hesap sormaya kalkışıyor.
ülke halkı olarak fanatizmin her türlüsünü taa en doruklarında yaşıyoruz. sütçü imamda bilgisayar mühendisliği okuyan adama sorsan türkiyenin en iyi üniversitesi sütçü imam, bilgisayar mühendisliğini bitiren herkes de microsoftta çalışıyor.
iyi bölüm kötü bölüm diye bir şey yok gençler. seveceğiniz bölümler var, sevemeyeceğiniz bölümler var. sevebileceğiniz bölümler arasında iş getirisi bakımından en avantajlı olduğunu düşündüğünüz bölümü tercih edin. iyi üniversite ise her zaman önemlidir. hele türkiye gibi her ilde en az bir tane sikimsonik üniversitenin bulunduğu bir ülkede, iyi üniversitede okumak çok çok önemlidir. kendinizi kandırmayın. kendini kandıranlara da kanmayın. ben de zamanında bunların aklına uyup, uçuk bir burs karşılığında istanbulda bir özel üniversiteye gidiyordum az kalsın. iyi ki de gitmemişim. en basitinden tbmmde staj yapacak olsanız, genel olarak iki üç tane üniversiteden adam alıyorlar. gerisi göstermelik. iş başvurularında ilk baktıkları kısım mezun olunan üniversite oluyor. "ben kendimi orada da geliştiririm" deyip geçmeyin. istediğin kadar kendini geliştir, iş başvurusu yaptığın yerin insan kaynakları seni karşına alıp uzun uzun muhabbet edecek mi sanıyorsun? bakacak cvne, kıytırık bir anadolu üniversitesi. devamına bakmayacak bile. adamın masasında yüz, iki yüz tane cv varken onunla mı uğraşacak? o yüzden üniversite çok önemli.
bana kalsa büyük metropoller haricindeki üniversiteleri yazmayın bile diyebilirim. var öyle tanıdıklarım. adam istanbuldan kalkmış, gazi osmanpaşa üniversitesinde mühendislik okuyor. dört beş farklı derse bir hoca geliyor, pek bir şey anlayamıyoruz diyor. şimdi baktığın zaman çocuk da haklı. yerleştirme kılavuzunda "üniversite" diyor ama orası lise bile değil! şimdi bu çocuk kandırılmış değilse nedir? beni aradı, bana istanbuldan staj ayarlayabilir misin diye sordu. çocuk çırpınıyor ki en azından stajda bir şeyler öğrenebileyim diye. ama nasıl ayarlayacaksın staj bu çocuğa? hangi aklı başında şirket beş tane dersi aynı hocadan dinleyen bir gop öğrencisine güvenip de iş verir? kim öyle bir stajere "al sen de şu işin ucundan tut" der? ayarlayamadık doğru dürüst bir staj. zaten kaç öğrenci en azından bir şeyler öğrenebileceği bir staj yapabiliyor ki? şimdi mezun oldu çocuk, harıl harıl iş arıyor. neredeyse bir telefon tamircisine gidip "abi beni yanına çırak al" diyecek adam. maalesef türkiyenin gerçeği bu.
üniversiteyi yabana atmayın gençler. her bölümde- alanda belli başlı üniversiteler vardır. iisbf okuyacaksan koç, sabancı, boğaziçi, bilkent, odtü gibi bir kaç tane okul vardır. daha alt tabakada pek fazla mutlu olamazsınız. yılların mülkiyesi bile şimdilerde ne idüğü belirsiz heriflerin hegemonyasına girdi. daha s.ksen düzelmez. hacettepede okuyanlar mutsuz. bakın bu okullar yukarıda saydığım okullardan fazla eksiği olmayan okullar. gerisini varın siz düşünün.
mühendislik okuyacaksanız boğaziçi,bilkent, odtü, itü falan diye gider. koçu sabancıyı çok bilmiyorum ama eminim ki onların da mühendislikleri gayet iyidir. hadi bunların bir altı, ankara üniversitesi, hacettepe üniversitesi falan bir kaç üniversite daha sayalım. geriye kalan üniversitelerde okumak ciddi risk. tercih etmeden önce iyice araştırın. bazen oluyor, cvsi çok parlak bir hoca gidiyor bir aanadolu şehrinin üniversitesinde bölüm başkanı oluyor. arkadaşlarını falan getirip sağlam bir bölüm oluşturabiliyor. puanınız düşükse ve kesin tercih yapmak istiyorsanız bu tarz fırsatları da kaçırmayın.
ama hepsinden önemlisi, seveceğin bölümde ve iyi bir üniversitede okumak. mümkünse büyükşehirlerde yani; istanbulda, ankarada, olmadı izmirde, eskişehirde, kocaelide falan okumak.
aşırı milliyetçi paradigmanın yaptığı bir kısa devredir. belli ki bıyıklı dayıların kafalar kısa devre yapmış.
şimdi başlığı bir daha okumanızı rica edeceğim. neymiş başlık? "çinli diye koreli gruba saldıran ülkücüler". peki şimdi biraz değiştirelim, şöyle olsun. "çinli diye çinli turistlere saldıran ülkücüler." ne oldu? epey bir değişti değil mi? hani neredeyse haber olma değerini kaybetti. neredeyse "ne var lan bunda, gayet normal bir olay" diyesiniz geliyor?
öyle gelmemesi lazım. şimdi bu dayıları bu kadar galeyana getiren şey nedir? çinin uygur türklerine yaptığı zulümler öyle değil mi? ama bunun ülkücü paradigmadaki karşılığı şu: "çinlilerin uygur türklerine zulmetmesi." dolayısıyla çinin hangi bölgesinde yaşadığına bakılmaksızın her çinli, hangisi olduğu fark etmeksizin her uygurluya zulmediyor. aynı paradigma, onları daha başka genellemeler yapmaya da itiyor. mesela, çekik gözlü insanlar çinlidir, çin lokantasında çalışan çekik gözlüler daha da çinlidir, yozgatın insanı mert olur, bursalılar biraz top olur...
bu adamlar genelleme yapma konusunda artık çığır açmışlardır. dikkat edin, ülkücü ağır abilerin bulundukları ortamlarda yeni tanışılan birisiyle girişilen ilk muhabbet, nereli olduğunuzla ilgilidir. ve mutlaka o ağır abinin oradan bir tanıdığı vardır, o tanıdığı üzerinden "oranın insanı ... oluyor" şeklinde bir muhabbet geçer. adamların dünyası bu çünkü. bu adamlara siksen uygurlu bir iş adamının iş yerindeki çinlilere kötü davrandığını anlatamazsın mesela. çünkü bütün uygurlular bir bütündür, tek bir vücuttur ve onlar çinlilerin zulmüne uğramakla meşguldürler.
şimdi bu koreliler aslında çinli olsalar ne fark eder hacı dayı? bunlar mı yapıyor zulmü? belki adam hayatında uygurlu birisi tanımamış? belki ismini bile duymamış? belki kendi ülkesinde yaşananlara üzülüyor, uygur türklerine yapılan zulme karşı çıkıyor? hatta belki türkiyeye de bu konu hakkında yapılan bir konferans için geldi? bunların hiç birisi aklınızın ucundan geçiyor mu? iyi ki korelilere saldırmışlar. bu sayede bu geri zekalı insanlarımız, daha az gerizekalı olanlar tarafından "muhahahah korelilerin naalagası var lan, bari çinli bulaydınız" diye eleştirilebiliyor. aksi halde gidip çinli turist dövselerdi ve biz "ulan o adamların suçu ney?" deseydik biz azınlıkta kalacak bir de soysuz köpek olmakla suçlanacaktık.
milliyetçiliğin belli bir miktara kadar olanını kabul ederim, hatta makul görürüm. neticede bugün en uluslararası kurum olan abde bile yunanistan krizi çıkıyorsa, herkes kimin vatandaşı olduğunu bilmeli. ama milliyetçiliğin fazlası zeka geriliğinin ve bu dünyada bir baltaya sap olamamışlığın belirtisidir.
gerçekten insanın içini acıtan bir uygur türküsü. işine gelince "halkların kardeşliği" diye etrafta caka satıp, ortamlarda kız düşürüp; işine gelmeyince de uygur türklerini yok sayan, onların sorunlarına karşı sağır numarası yapan bazı türk solcularının dinlemesi özellikle tavsiye edilir.
türkiyede sol mu bıraktınız da bir sike yaramasını bekliyorsunuz dediğim gerçek. türkiyede adam akıllı bir sol gelişebilirdi. o tarz bir sol devlet kadrolarına eklemlenerek gerçekten gelişmiş ve normalleşmiş bir türkiye yaratabilirdi. bu şansı ilk olarak köy enstitülerini kapatarak, son olarak da 80 darbesiyle birlikte kaybetti türkiye. öyle sağlam bir solumuz olsaydı, türk sağı da ona cevap vermek ve kendini geliştirmek zorunda kalırdı.
ama ne oldu? onun yerine şu anki sikik sokuk sağ sol muhabbetleri geldi. politik sağ nedir, sol nedir diye sorsan cevap veremeyecekler adam solcu olduğunu varsaydıkları iki üç parti ekseninden sol, sağcı olduklarını varsaydıkları iki üç parti üzerinden sağ eleştirisi yapmaya başladılar. şunu unutmayalım ki biz kenan evren darbesinin meyveleriyiz. siyasetten bir sik anlamadığı halde, siyaset konuşmaya bayılan bir nesil var etrafta. kitap okumak yok, felsefe boş iş, akademiye saygı sıfır ama diller maaşallah pabuç kadar.
türkiyede solculuk; istanbulun, izmirin, ankaranın belli semtlerinde, edirne veya tekirdağda yaşamakla sınırlıdır. atatürk fotoğraflı ya da imzalı rozet takmak, kupa bardak bulundurmaktır. sağcılık ise bunun tam zıttıdır. iç anadolulu olmaktır, karadenizli olmaktır, taşralı olmaktır.
batıda sağın veya solun ya da genel olarak ideolojilerin kaynağı fikirlerdir. nasıl düşündüğüne göre bir ideolojiye yakın hissedersin, onu sahiplenirsin. bizde ise fikirlerin önemi yoktur. kim olduğuna göre, nasıl bir ailenin çocuğu olduğuna göre doğuştan bir siyasi kimliğe sahipsindir zaten. sonra da o siyasi kimliğe göre fikirler geliştirirsin. onlar da senin fikirlerin değildir zaten, senden daha üst seviyedeki birilerinin sana söylediklerini papağan gibi tekrarlarsın.
beşiktaşın sattığı oyunculardan gelen paralarla parmak ısırttığı,
fenerbahçenin adı geçen isimlerle yankı uyandırdığı,
trabzonun ersun yanalı göndererek "ben adam olmam arkadaş" mesajı verdiği,
cimbomumun ise şu ana kadar sessiz kaldığı dönemdir.
beşiktaş gönderdiği oyuncular için rekor düzeyde bir bonservis geliri sağladı. umarım bu başarı, diğer takımlarımız için de örnek olur. ama oyuncu satmaktan daha önemli bir şey varsa, o da o oyuncuların yerlerini doldurabilmektir. yabancı sınırı da genişletilmişken, yönetimin bunu başaramaması için bir sebep göremiyorum.
fenerin ilgilendiği söylenen oyuncular çok üst düzey topçular ama şu ana kadar yapılan transferlere baktığınızda aynı tabloyu göremiyorsunuz. bugün bir kaleciyle stoper almışlar galiba. medyada ismi geçen oyuncular değillerdi bunlar. hadi stoper neyse de, kaleci yabancı. bu da demektir ki başka bir kaleci alınmayacak.
bizim ise önümüzde şampiyonlar ligi olması sebebiyle yönetime karşı olan güvensizlik, beraberinde bir endişeyi de getiriyor. hamza hoca da galatasarayı avrupada istediği başarılara ulaştırma konusunda yeterince güven veremiyor. eğer devler ligine uygun transferler yapılamazsa, taraftar geçen sene avrupada yaşanan hezimetin tekrarlanmasından korkuyor haklı olarak.
her ne kadar hamza hocaya çok güvenmesem de, yönetimin en az bir veya iki "yıldız" transferi yapacağını zannediyorum. ki zaten asıl korkum da o. yönetim hiç bir güven vermiyor, teknik heyet de öyle. ve eğer bunlar bir ay boyunca "biz takımımıza güveniyoruz" açıklamaları yapıp kampın sonuna doğru takımın içler acısı halini görüp sırf taraftarı yatıştırmak için iki tane 30+ yaşlı topçuya üçer yıllık 3-4 milyon euroluk mukaveleler imzalatırlarsa işte o zaman sıçtık demektir. bu ffp olayı çok ciddi görünüyor. ben yönetimin yerinde olsam beşiktaşı örnek alırdım. artık bizim takımların ölü yatırım yapmamaları gerekiyor. hele de parayı savurmaları, felaket getirir. takımda 2 milyon eurodan fazla ücret alanlar: Sneijder (4.5) Musli (3.3) Melo (3.1) burak (2.8) selçuk (2.8) hamit (2.75) chedjoue (2.2) ve dzemaili (2.1) şeklinde. 8 oyuncuya toplamda 23 milyon eurodan fazla para ödüyoruz. üstelik sneijder, muslera, melo haricindekiler elimizden kolayca çıkaramayacağımız oyuncular. beşiktaş yönetimi ise öyle bir takım kurdu ki geçen sene, ellerinden çıkarmakta zorlanacaklarını düşündüğüm, maliyeti yüksek tek oyunu demba ba idi. o da rekor bir ücrete çine gitti. hadi o şanstı diyelim, genç oyuncularına gelen teklifler ortada. üstelik bunu yabancı sınırına rağmen başardılar. artık bizim de maliyeti düşük genç oyuncuları alıp pazarlamayı öğrenmemiz gerekecek. aksi halde 30una dayanmış oyuncuları paraya boğarak ne sürdürülebilir bir başarı sağlayabiliriz, ne de finansal olarak iyiye gidebiliriz.
okulların isimlerine aldanmayın. son yıllarda o kadar çok şey değişti ki türkiyede... eskinin marka okulları, marka bölümleri artık resmen boşaldı, anlamlarını kaybetti. bir okula gitmeye karar vermeden önce mutlaka hakkında bilgi alın. istediğiniz bölümdeki hocaların cvlerini tarayın. anadolu üniversitelerini seyyah gibi gezerek profluk alan hocalara pek aldanmayın. artık türkiyede arkası sağlam olan adamlar rahatlıkla prof oluyorlar. özellikle sosyal bilimlerde okuyacak olanlar buna çok dikkat etsinler. iyi hocaların olmadığı bir okulda iisbf okumak, hukuk okumak, tarih falan okumak size pek bir şey kazandırmaz.
seveceğiniz bölümlere gitmeye çalışın. ama tutup da "haa ben tarih okumayı seviyorum, ilber hocanın hastasıyım, o zaman tarih okuyayım" demeyin sakın. iyi bir tarihçi olabilmek için ilber ortaylı okumak yetmez. kadim dilleri (özellikle üzerine yoğunlaşacağın alanda sana yardımcı olacak dilleri) iyi öğrenmen gerekir. bunu örnek olarak söylüyorum, tarihçi arkadaşlar bu konuda daha ayrıntılı bilgiler verebilirler tabi. siyaset bilimi için konuşacak olursam, sakın ola ki "aa ben bu kılıçdaroğlu, erdoğan kavgalarını çok seviyorum. parti muhabbetlerini seviyorum, o zaman kesin bu bölüme gitmeliyim" demeyin. allah aşkına şu bölümün kalitesini de düşürmeyin! bu bölümde kılıçdaroğlu-erdoğan tartışması yapmıyoruz arkadaşlar. felsefe okuyoruz, sosyal psikoloji okuyoruz, sosyoloji, hukuk, iktisat dersleri alıyoruz falan ama "kılıçdaroğlu vs erdoğan" tarzı derslerimiz yok. gelecekseniz ona göre gelin.
okul okuyoruz diye kendinizi kandırmayın. türkiyede bırakın üniversiteyi, meslek yüksek okulu bile olamayacak kalibredeki yerlere üniversite belgesi veriliyor. ondan sonra da sürüsüyle diplomalı işsiz mezun oluyor oralardan. üniversite, lise gibi bir yer değil. belli bir müfredat var, onu ister evinde öğren, ister okulda diye bir şey yok. gaziosmanpaşa üniversitesinde mekatronik mühendisliği okunmaz arkadaş. boşuna kendinizi kandırmayın. onun yerine ya adam gibi bir okul tutturmaya bakın, ya başka bir bölümü hedefleyin, ya da başka seçenekleri aklınızda bulundurun. illa herkes üniversite okumak zorunda diye bir şey de yok. askeri okula gidip çok güzel maaşla çalışıp, çok da prestijli yerlere gelen arkadaşlarım var, hayatlarından da gayet memnunlar. kıytırık bir üniversiteye gidip, orada çevre edinip, kendi işini (cafe restaurant olur, başka şeyler olur) kuranlar da var. kendinizi iki üç seçenekle sınırlandırmayın. ama şunu bilin ki türkiyede gerçekten üniversite adını hak eden okulların sayısı onu,on beşi pek geçmez. onların da her bölümü iyidir diye bir şey yok. tekrar söylüyorum, okul çok önemli.
gideceğiniz okulun sizin istediğiniz alanlarda size bir şeyler katacağından emin olun. kütüphane önemli, spor salonları vs önemli, bulunduğu şehir çok ama çok önemli. yozgatta siyaset okumanın fazla bir anlamı yok. çünkü her şeyden önce yozgat vs gibi şehirlerde siyaset öğretmenin, çalışmanın bir anlamı yok. gerçekten bir şeyler yapmak, ciddi araştırmalar yapmak isteyen iyi bir hocanın yozgatta ne işi olur? ne çalışacaksın yozgatta? göç mü çalışacaksın? gender politics mi çalışacaksın? globalleşme mi çalışacaksın? öte yandan üniversiteden arta kalan zamanlarında ne yapacaksın? yozgattaki seminerlere mi katılacaksın? tiyatroya mı gideceksin? falanca ülkenin büyük eliçiliğinde verilen bir yemeğe mi davet ettireceksin kendini? yoksa kahvehaneye gidip tavla mı atacaksın, okey mi oynayacaksın?
öss yorucu bir maratondu, artık bir an önce tercihimi yapıp tatile çıkmak istiyorum demeyin. şunu unutmayın ki öss, bundan sonra hayatınızda çok da önemli bir yer kaplamayacak olan, çok fazla anlamı da olmayan, saçma sapan bir sınav. iki defa össye girip ikisinde de ilk 5 bine girmiş birisi olarak söylüyorum bunu. ilk yüze giren arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar. össnin tüm amacı, öğrencileri kapasitelerine göre sıralandırıp adil bir şekilde tercih yapmalarını sağlamak. yani asıl önemli kısım şimdi başlıyor sizin için. isterseniz ilk yüze girmiş olun. doğru tercih yapamazsanız, 10 bininci sıradaki arkadaşlarınızdan daha verimli bir üniversite hayatı geçireceğinizin garantisi yoktur. sevmediğiniz bir bölümde, okulu uzata uzata hayattan bıkabilirsiniz. ya da iki sene sonra başka bir okula/bölüme geçmek zorunda kalabilirsiniz. neyse ki artık bu geçişleri yapmak eskiye oranla daha kolay. ama siz işinizi şansa bırakmayın. istediğiniz veya seveceğiniz bir okulu ve bölümü yazmaya gayret edin. sevmeyeceğiniz yerleri kesinlikle yazmayın.
son olarak, genelleme yapmak istemem ama tercih yaparken birinci sınıf öğrencilerinden pek fazla tüyo almaya kalkışmayın. üniversite hayatına yeni adım atmış olmanın verdiği heyecanla fazla uçuk bilgiler verebiliyorlar. ya da okulda istediği ortamı bulamıyor ve bu sefer de başlıyor bok atmaya. yani verdikleri bilgiler çok doğru olmayabiliyor. elbette herkes için geçerli değil bu, ama yine de böyle bir evre var üniversite hayatında ve çoğumuz bu evreden geçiyoruz. dikkatli olun sadece.
ben dahil hiç kimsenin verdiği bilgiyi kesin doğru olarak almayın. uzmanlarınkini bile. herkesin kendi doğruları yanlışları var. sen çok paragöz birisisindir ve hiç sevmediğin halde tıp okuyup güzel para kazanıp mutlu olabilirsin. ya da bütün amacın karı kız düşürmektir, ya da uygun bir koca bulmaktır. gidersin sütçü imama, hayatının aşkını bulursun, iyi kötü de iş bulursun ve acayip mutlu olursun. kim bilir? biraz da kısmet yani.
siyasi açıdan sağlam temelleri olmayan, bu sayede de kolayca manipüle edilebilen, sınırları ve şekli belirsiz bir çeşit doktrin. doktrin dedim ama tam olarak doktrin de değil, düşünce sistemi desem o da değil pek.
işin dini tarafından ziyade siyasi kısmını irdelemek istiyorum ama şu kısma da değinmeden olmaz. kuranda net olarak belirtilmiş, sınırları güzelce çizilmiş bir devlet yönetim biçimi yoktur. aksini iddia edenler genelde oldukça temelsiz argümanlar kuruyorlar. her şey bir tarafa, hz peygamberin ölümünün hemen akabinde dahi bir hilafet kavgası baş gösteriyor. üstelik sonraki süreçte ehl-i sünnetin cennetle müjdelendiklerine inandıkları büyük insanlar, iki halife ve bir de aişe validemiz; birbirlerine giriyorlar. hem de kanlı bıçaklı.
şimdi işin dini yorumunu herkes kendisi yapmalıdır diye düşünüyorum fakat burada açıkça görüldüğü üzere islam dini, devletin nasıl yönetileceği, kimin neye göre seçileceği ve neye göre ülkeyi yöneteceği mevzusunda kesin kurallar ortaya koymamış. aksi halde cennetle müjdelenmiş bu yüce insanlardan en azından birisi kuran'ın ve dolayısıyla Allah'ın emirlerine açık bir şekilde karşı gelmiş olurdu.
zaten siyasi tarih açısından bakarsanız, siyasal islamcıların kuranın öngördüğü siyasi sistem diye bahsettikleri şeriat devletinin hiç bir zaman "islam devleti" diye adlandırılan devletlerde belirgin biçimde işlemediğini görürsünüz. özellikle türkiyedeki müslümanların siyasal islamdan bahsetmeden önce kırk defa düşünmeleri gerekir. çünkü siyasal islamla yan yana andıkları osmanlıcılık fikirleri aslında birbirleriyle önemli ölçüde ayrışan iki farklı kavram. osmanlı devleti bir islam devleti olduğundan çok daha fazla türk devlet geleneğini ve bizans ve roma geleneğini yansıtmaktaydı. osmanlının klasik döneminde sultanın gücünü sınayabilecek dini bir otorite bulunmuyordu. öte yandan halifelik unvanı da ele geçtiğinden itibaren en baştaki amacına uygun olarak kullanılmadı. osmanlı devleti elbette islam dininden cihad, gaza gibi kavramları almış, ganimet anlayışını da ona göre düzenlemişti. ancak bunların dışında padişahın yönetiminin islam dinine uygunluğunu etkin bir şekilde denetleyip gerektiğinde onu cezalandırabilecek, papa benzeri bir otorite bulunmamaktaydı. şeyhülislam ise daha çok padişah fermanını islami bir kılıfa sokmakla yükümlüydü. ancak kriz dönemlerinde şeyhülislamın rolü önem kazanabiliyordu çünkü o zaman şeyhülislamın fetvaları mevcut hükümdarın tahttan indirilmesini meşrulaştırabilmek için önemli bir araç görevi görüyordu.
zaten arap dünyasında politik islamın ilk öncüllerinin ortaya çıkması, osmanlıların yönetim şekline karşı duyulan hoşnutsuzluktan kaynaklanmaktaydı. selefilik düşüncesi, osmanlıların yönetimi altında şeriatın yozlaştığı, aslını kaybettiği iddialarından güç kazandı. arapların bazıları osmanlıların hilafeti araplardan çaldıklarını ve buna bir ceza olarak da ümmeti müsliminin kafir batı karşısında acz içine düştüğü iddialarında bulundular. bu bakımdan o dönemde siyasal islamcılığın öncüsü olarak görülebilecek bu fikirler, arap milliyetçiliği ile de temas halindeydiler.
siyasal islamcı terör gruplarını görüp onları islamdan soyutlamak isteyen müslümanlar da, "bu da mı gerçek islam değil?" demeye fırsat kollayan gayri-müslimler ya da islama olan inancını yitirmiş kitleler de aynı hatayı yapmaktalar: bu insanların geliştirdikleri islam anlayışı ile anadolunun islam anlayışını bir tutmak. bu kökten dinci islami grupların (gerek el kaide olsun, gerek ışid vb yapılanmalar) islam anlayışları anadolunun islam düşüncesinden çok ama çok farklı. anadoluda gelişmiş olan islam fikirleri, hint ve fars kanallarından etkilenmenin yanında eski türklerin geleneklerini de içinde barındırır. buna ek olarak da zamanın koşullarına göre islamın sınırları içerisinde çözümler üretilmiş, eklemlenmeler yapılmıştır. zira anadolulu müslüman alimlerin ve yöneticilerin, yukarıda saydığım arap düşünürlerin aksine, gerçek hayatla birebir bağlantıları vardı. osmanlıların, örneğin, yönetmeleri gereken milyonlarla ifade edilen nüfusları vardı. bunların içerisinde gayri-müslimler de önemli bir yer teşkil etmekteydi. bu yüzden anadoludaki islam anlayışı, mevzubahis islamcı teröristlerinkinden çok daha farklı. anadolunun islam anlayışında islam dini uyulması gereken ve uzak durulması gereken çekirdek kuralları içerir. bunun haricinde o kuralları çevreleyen kültürel şartlar vardır, gelenekler vardır, kişisel yoruma açık kısımlar vardır, zamanın koşulları vardır... yani bu islam anlayışında uzlaşı ve hoşgörüye ayrılabilecek çok önemli bir kısım vardır. başka deyişle, bu islam anlayışı "senin dinin sana, benim dinim bana" şeklindeki bir islam anlayışıdır.
karşı tarafta ise islamı tüm kurallarıyla bir bütün olarak algılayan, bu yüzden asr-ı saadet diye tanımlanan kısacık dönemde var olanın üzerine en ufak bir eklentide bulunmayı kafirlik olarak addeden, kimi zaman yeryüzünün düz olduğunu iddia eden, kimi zaman domatesi hristiyan meyvesi olarak tanımlayan, müslümanların müslüman olmayan herkese karşı savaş halinde olması gerektiğini iddia eden bir grup var. işte islami terörizmi oluşturan grup bunlardır genel olarak.
bu bakımdan ışid için "onlar gerçek müslüman değil" demek, hele de "israil kurdu zaten onları" şeklinde iddialar ortaya atmak en basit tabirle anlamsız. bugün ışid olmasa, emin olun başka bir islami terör örgütü olacaktır. bu tarz bir siyasal islam anlayışının kökü kurutulmadıkça, sivil toplum daha çok ışidlerle, talibanlarla, el kaidelerle mücadele etmek zorunda kalacaktır.
bizim yapmamız gereken ise bundan bir ders çıkarmak. allah kuranda tam ve net bir "islam devleti" tanımı yapmamışsa, bu devlet için bir çeşit "anayasa" hazırlamamışsa, bunu unuttuğu için değildir muhtemelen! öyle bir anayasanın 6. asırda yaşasa, 21. yüzyılda işlemez hale geleceğini, böyle bir durumda o anayasayı ihlal etmenin sonuçlarının da korkunç olacağını bildiğinden bunun önemli bir kısmının takdirini müslümanlara bırakmış olmasından kaynaklanmakta bu durum. zaten 6-7. asır müslümanlarına önerilen kurallar da bizim bugün hammurabi kanunları olarak bildiğimiz ve o dönemde mezopotamyada halen kullanılmakta olan kanunların düzenlenmiş bir halidir. yoksa kimse kusura bakmasın ama bugünün şartlarıyla çok daha vicdana sığabilecek ceza yöntemleri varken bir hırsızın elini kesmenin mantıklı olduğunu kimse bana anlatamaz.
olmamasını umduğum ve olmayacağını tahmin ettiğim seçimlerdir. eğer siyasi partiler yeterince akıllı davranırlarsa ve kamuoyunun nabzını iyi bir şekilde tutarlarsa böyle bir şeye izin verilmez zaten.
yapılan anketlerde çıkan sonuçlar partilerin oylarının yapılacak bir erken seçimde önemsenecek düzeyde değişmeyeceğini gösteriyor. milletin anlamadığı şey şu. insanların çoğu rasyonel teoriye göre oy kullanmıyorlar. taraflar fazlasıyla politize olmuş durumdalar ve bu politizasyonun ideolojik temelleri de sağlam değil. yani üzerinde tartışabileceğiniz bir fikirler deryası yok ortada.
mesela chp geride bıraktığımız üç-dört yıl içerisinde çizgisini bir çok defa merkez sağ ile merkez sol arasında değiştirdi durdu. ancak bu durum oylara hemen hemen hiç yansımadı. insanlar kendi kimlikleriyle partileri özdeşleştirmiş durumdalar. hal böyle olunca da partiler arası oy geçişlerine çok fazla rastlanamıyor. mhpye oy veren birisi, "şunu şunu yaparlarsa akpye ya da chpye oy veririm" demiyor mesela kolay kolay. çoğu insanın ikinci parti tercihi yok.
akp ise önce liberalleri ve cemaatçileri, sonrasında ise kürtleri küstürdü. bu bakımdan o oyları geri alması çok zor. bu yüzden katılım oranında ciddi değişmeler olmadığı müddetçe partilerin oy oranında çok büyük değişimler beklememek gerek.
bir galatasaraylı olarak taraftarına şenol hoca başta olduğu ve transferler de onun onayına bağlı olarak yapıldığı takdirde endişeye kapılmamalarını tavsiye ettiğim takım.
giden oyuncular yeri dolmayacak oyuncular değil bana göre. zaten kim gitti ki? bir demba ba, bir de ersan gitti herhalde. gökhan için 10 milyon falan diyorlar, öyle bir teklif varsa o da gitsin. toplamda 30 milyon euroya yakın bir meblağ girmiş oluyor takımın kasasına. o paraya şenol hoca koskoca takım kurar. yeter ki kendisine güvenilsin.
şimdiye kadar bu ülkedeki en büyük problem oyuncu göndermekteki başarısızlıktı. çinliler sağ olsun ilk defa beşiktaş, daha transfer sezonunun başında oyuncu satarak ciddi bir gelir elde etmiş oldu. illa bu paranın hepsini kullanmalarına da gerek yok. o paranın yarısına çok güzel bir kadro kurulabilir. yabancı sınırı zaten kalktı. hiç bir şey olmasa kiralık iki üç oyuncu alarak bile eksiksiz bir takım kurarsın. geçmişte sağ beki olmadan, doğru dürüst kalecisi olmadan sezona başlamak zorunda kalan takım için bu, eşi bulunmaz bir fırsat.
ayrıca beşiktaş yönetimi de bu konuda yeterince tecrübeli. alsınlar adam gibi 3-4 ilk 11 oyuncusu, 2-3 tane de rotasyon oyuncusu. şenol hoca sinekten yağ çıkaran bir adam zaten. elindeki malzemeyi en iyi şekilde değerlendirecektir. sonra bir bakmışsınız beşiktaş uefada çeyrek final oynuyor. bunu canı gönülden isterim gerçekten. en çok da şenol hoca için isterim.
eğer hamza hocanın açıklamalarında olduğu gibi davranacaksa ve "kulübün çocukları" diyerek boş beleş adamlara acayip paralar dökecekse, sadece önümüzdeki sezon değil bir kaç sezonu heba etmek üzere olan takımım.
1- fenerbahçe şampiyonlar ligine muhtemelen katılamayacak. yalan yok, bu sene iki takımla yarışmamızı isterdim. ama fenerin olası rakiplerini düşündükçe içim titriyor. çok zor fenerin gruplara kalması. buradan ciddi bir miktar para girecek kasamıza.
2- bazı çöp oyuncuların kontratları doldu, bazı yaşlıların da (meloyu bile dahil edebiliriz buraya) son seneleri. aydından kurtulmak üzereydik. sabriyi ve bilali ise verdiğimiz paranın yarısına ikna edebilirdik. maalesef öyle olmadı. ikisine de dudak uçuklatan paralar verildi, bakalım daha kaç kişiye verilecek bu paralar?
3- yabancı sınırındaki değişim yerli piyasasını düşürecek(ti). ama bizim yönetim tam aksi yönde kürek çekerek yerlilerin bir taraflarını kaldırmaya devam ediyor. taraftar istiyor ki bir daha tarık çamdallar, sercanlar falan yaşanmasın. oyuncuya ederi neyse o teklif edilsin, beğenmiyor mu? alınmasın. tarık için hamle yaptığımızda yabancı sınırı bugünkü gibi olsaydı maliyeti en az yarıya düşerdi. ya da düşmeliydi. ama demek ki bizim yönetimde bu kafa olduğu müddetçe öyle bir şey yaşanmayacak.
4- bonservisi elinde olan pek çok kaliteli ve tecrübeli oyuncu taraftarın heyecanını artırıyor. ama maalesef gelen transfer haberleri, kulübün politikasının pek de öyle olacağını göstermiyor. konoplyankanın bu kadar çok dillendirilmesinin sebeplerinden birisi de bu sanırım. çünkü taraftar da kulübün parasını düşünüyor. o yüzden bonservissiz oyuncular daha fazla iştah kabartıyor.
bütçemiz kısıtlı mı? takım dar boğazda mı? e, tamam o zaman kardeşim. kimse sana git ibrahimovici al demiyor ki. ama bu kulüp galatasaray. sen gidip bu takımı akhisar oyuncularıyla, anadolu takımı transferleriyle dolduramazsın. hele de elimize yabancı serbestisi gibi bir fırsat geçmişken bunu yapamazsın. oyuncularla kafana göre fahiş ücretlerle anlaşamazsın. yediğin para, taraftarın parası, sponsorların parası, kısaca kulübün parası. bunu unutmayacaksın.
eğer ekonomik dar boğaza gireceksek en uygun zamandayız bunun için. bonservisi elinde olan yabancılara göz at. iki tane adam alsan, üçer yıllık anlaşmalar yapsan sana en fazla önümüzdeki yıl için maliyetleri 8-9 milyon euroya gelir. toplam üç yıllık maliyetleri 20 milyon euroya gelir (senelik 3 milyon euro gibi uçuk bir yıllık ücret verdiğimizi varsayıyorum). e senin sadece sabriye verdiğin para 4 milyon euroyu buluyor. bu adamı ilk 11den kesmek için sadece tarıka 10 milyon euro harcamışsın sözleşmelerle birlikte. bir 5 milyon euro kadar veysele harcamışsın. etti mi sana 20 milyon euro. aldığın verim? sıfıra sıfır, elde var sıfır. daha bir de salihi var bu işin.
bu iki oyuncuyu aldın mı? aldın diyelim. artık konoplyanka mı olur, bonservisi elinde olan bir defans ya da orta saha oyuncusu mu olur bilemem. gözlemci ekibin ne güne duruyor? şimdiye kadar çoktan tespit etmiş olmalılar böyle oyuncular. yoksa sporting lizbondan 12 milyon euroya brumayı almak için gözlemciye falan ihtiyaç yok ki. peki, şimdi iki tane de iyi bir şekilde gözlemlediğin, takıma katkı vereceğine inandığın, mümkünse yaşı 30un üstü olmayan, maliyeti de çok yüksek olmayan oyuncu alıyorsun. etti mi sana dört transfer? can çatlasın bunların senden bu yıllık götürüsü 16-17 milyon euro olur. o para zaten şampiyonlar liginden gelecek. üstelik eboue gibi aydın gibi bazı çöplerden de kurtuluyorsun. bunların da takımın maliyetini düşürdüğünü düşünürsek en kötü ihtimalle bile transfer için pek de elini cebine götürmen gerekmiyor aslında. şampiyonlar liginden uefaya kalabilirsek zaten bu harcanan ufacık meblağın lafı bile edilemez. hele ki tekrar şampiyon olabilirsek bir de. ama en kötü ihtimalle bile bu harcamalar takımdan bir şey götürmez. çünkü aldığın oyunculara büyük bonservis bedelleri ödemeyeceksin. burada önemli olan tek şey doğru mevkilere doğru oyuncuları bulmak.
takımın stoper ihtiyacı var. bu çok net. kanat ihtiyacı var. orta sahada melo gidecekse orta sahaya adam lazım. aslına bakarsanız melo gitmese bile bence selçuk, bilal ve melonun haricinde orta sahanın göbeğine direnci yüksek bir adam iyi olur. hadi onu geçtik diyelim. kanatlara, özellikle de sağ beke adam şart. eğer illa transferden kısılmak isteniyorsa amrabat elde tutulabilir. bruma bizde iş yapmayacak belli ki. ben olsam 5-6 milyon euroyu görsem satarım hemen. gelecek satıştan pay maddesi koydurabilirsen hem oyuncu kazanır hem de biz. o yaşta, gelişimini tamamlamamış oyuncuyu bu ülkeye getirmek hataydı zaten en başta. bir tane de santrafor lazım ama önceki yönetimin gider ayak soktuğu kazık sağ olsun, burak yılmaz öyle bir para alıyorken kaldırıp da drogba gibi bir transfer yapmak anlamsız olur. ne yapacaksın, senelik 3 milyon alan burağı yedeğe mi çekeceksin? sonra gelsin tripler. mecburen umuttan iyi, burağa yardımcı, ileride pres yapabilen, topu ayağında tutabilen bir forvet lazım. yani bize yeni bir elmander lazım aslında. yerine göre çift forvet oynatacaksın, yerine göre tek forvet çıkarıp hücum pres yapacaksın falan. artık neyse. ama forvete takviye şart dediğim gibi.
şöyle baktığınız zaman 4 tane nokta atışı transfer bu takıma seviye atlatır. öyle çok fazla maliyeti de olmaz üstelik, yabancı sınırının kalkması sayesinde. takımı mali açıdan sıkıntıya düşürmek istemiyor musunuz? biz de istemiyoruz. o halde aydınlardan yektalardan kurtulun ilk fırsatta! hele şu menajer çetelerine para yedirmeyi bırakın. tefeci anadolu kulüplerine milyon dolarlar saçmayın artık yedek bile duramayan topçular için.
öyle bir soru ki, aklı olan ve o aklı kullanan birisi bu soruyu sormaz. hadi sordu diyelim, iki dakikada yaptığı hatayı anlayıp kendine güler.
"mutlu musunuz chpliler, hdpliler marşı okumadı". ulan chpli birisi genel anlamda hdpyi destekliyorsa o zaten hdplidir. chpli değildir. sorunun kime sorulduğu belli değil, kime kızıldığı belli değil.
sorunun hdplilerle mi arkadaşım? o zaman hdplilere sor sorunu. "hdpliler mutlu musunuz marşın okunmamasından?" diye sor işte. ne karıştırıyorsun chplileri?
ama işte genellemeler yapmaktan, insanları yaftalamaktan arkadaşın beyni yanmış. ona göre hdpyi barajın üstüne taşıyan, hdp barajı geçsin diye hdpye oy veren chpliler. yani "emanet oylar". ama kondanın yaptığı araştırma başta olmak üzere pek çok araştırma şirketi bu iddiayı yalanlıyor. baraj geçilsin diye chp yerine hdpye oy verenlerin çoğunluğu zaten belli bir noktaya kadar hdpyi destekleyen insanlar. bir kısmı da chpye tepkili. ayrıca araştırmalar gösteriyor ki hdpye barajı aştıran asıl güç eski akpli kürtler. yani hdpnin barajı aşmasının, hele de 80 vekil çıkarmasının baş müsebbibi, kürt oylarını koruyamayan akp. doğudaki pek çok ilde hdp sildi süpürdü. hdp chpden ya da mhpden mi oy aldı buralarda? azıcık kafanızı çalıştırın amk. daha düne kadar "doğuda chp, mhp neden yok?" diye soran kimdi?
hdp meclise akpden aldığı oylarla girdi daha çok. chpden hdpye geçen oylar genel olarak sosyalist türklerden oluşuyor. rakam da öyle abartıldığı gibi bir şey değil. peki kürtler neden akpden cayıp hdpye oy verdiler? bence asıl sormanız gereken şey bu. eğer çok rahatsızsanız bu oluşan tablodan, 13 yıldır iktidarda olan ve koyun gibi peşinden gittiğiniz partiden sorun bunun hesabını. 13 yıllık akp iktidarında hdp hep güçlendi. neredeyse her seçimde oylarını artırdı. bu seçimlerdeyse rekor bir oy oranına çıktılar. bu sürede iktidarda mhp mi vardı? chp mi vardı? ne saçmalıyorsunuz siz?
benim beğenmemem. yani beğenmemem derken, nefret etmem anlamında söylemiyorum. yani beğendiğim dizilerden olmaması lazım. neyi az veya çok beğenmişsem bitti. bugüne kadar bir tane dizi yoktur ki ben izlemeye başlayıp çok beğendiğimde yayından kaldırılmamış olsun. gerçi bir iki istisna var south park falan gibi. ama özellikle yerli dizilerde hiç istisna yok neredeyse.
leyla ile mecnunu ilk izlediğimde çok saçma gelmişti. zaten absürd dizi dediğin biraz öyle olur, zamanla alışırsın. dizi ikinci sezonunu bitirdiğinde bir arkadaşın zorlamasıyla başladım ve ilk sezonu acayip beğendim. hayatımda ilk defa beğendiği dizinin esas karakterini taklit ederek yaşamaya çalışan dallamalardan olma yoluna girdim. hayatım mecnun gibi akmaya başlamıştı. neemiş diye ünlemeler, sen ... mı dedin acaba az önce, benim kulaklarım doğru mu işitti acaba onu, diye şaşırmalar, "senin ağzından çıkanla kulağının bir olmadığının fakına sen varamıyor musun acaba?" diye sinirlenmeler... ben daha dizinin ilk sezonunu izlemeyi bitirmemişken dizi yayından kaldırıldı.
üsküdara giderken vardı, beğendim. yaz bitince yayından kaldırıldı. işler güçleri başta beğenmemiştim, çok yapmacık geliyordu. beğenmeye başladım, yayından kaldırıldı. çocukken de böyleydi. neyi çok beğensem yayından kaldırıldı. bir tek tatlı hayat vardır istisna. senelerce devam etti.
ama hangi dizilerin tutup hangilerinin tutmayacağını da biliyorum en azından. eğer aşk dizisiyse mutlaka aşk üçgenleri, anlamsız intikam hevesleri falan olmalı. yıllardır senaryolar üç aşağıbeş yukarı aynı. değişen tek şey karakterlerin özellikleri ve karakter sayısı. amerikalı bir akademisyen bunu incelemişti amerikan dizilerinde. ilk başlarda en fazla 3-4 ana karakter üzerinden dönen hikayeler, bir diziyle birlikte * evrim geçiriyor ve pek çok karakter hikayeye dahil oluyor. bundan sonra da günden güne karakter sayısı ve karakterlerin derinliği artıyor. en basitinden lostu düşünün. kaç tane önemli karakter var? hepsinin hikayesine yer veriliyor, hepsi de önemli parçalar. işin tuhaf tarafı amerikan dizilerinin üç dört karakter etrafında döndüğü sıralarda bu diziler otoriteler tarafından çok eleştiri alıyorlar ve buna karşılık verilen cevap şu: " e iyi tamam da, daha karmaşık hale getirsek bu dizileri, o zaman da izleyiciler anlamaz. izleyiciler bunu istiyorlar. "
sene 2015, türk dizilerinde de aynı eleştiriler yapılıyor. verilen cevaplar da aynı: "bu milletin anlayacağı dizi akasya durağıdır". sanki bu ülkede akıl dolu, hikayesi karmaşık ama orijinal diziler çok çekildi de biz izlemedik amk.
kısa sürede bitmeyecek olan harekettir. eğer bu ülkede bir gram siyasi zeka varsa, eski gücüne de tekrar kavuşamayacaktır. avrupada güçlüymüş. ulan avrupada süleymancılar da güçlü. avrupada avrupaya uyum sağlayamayan türkler, akın akın gitsinler bu örgüte. bakın cemaat falan da demiyorum örgüt diyorum. çünkü kendileri dini bir cemaatten ziyade siyasi bir örgüttürler. bunu kötü anlamda da söylemiyorum. öyle oldukları için söylüyorum.
bu örgütü iki ayrı sınıfta incelemek lazım bence. birincisi cemaat kısmı. bu kısımda gerek türkiye adına gerekse dünya adına bir sıkıntı görmüyorum. ılımlı islam modeli, bazen gerçekten çok iddialı kaçan, kafa karıştıran söylemleri var. beni ilgilendirir mi? kesinlikle hayır. ama barışı ve hoş görüyü temel alan bir yapıları var bu açıdan bakıldığında. anadolunun yardımseverliğini islamın dayanışma kültürüyle harmanlayarak müthiş bir yardımlaşma, dayanışma ağı oluşturuyorlar. senelerce bu cemaate hizmet edip de ayrıldığınız zaman peşinize adamlar salmıyorlar. dolayısıyla bu tam anlamıyla bir sosyal yardımlaşma derneği haline geliyor. hem de tıkır tıkır işleyen bir dernek. elbette arada suistimaller oluyordur ama gerek gülencilerde, gerek süleymancılarda, gerekse diğer nurcu cemaatlerde cemaat içinde kul hakkına riayet, yolsuzluklar için ciddi bir otokontrol mekanizması sunuyor. zaten o kadar alenen yolsuzluklar dönse cemaat içerisinde, bu cemaat şimdiye kadar bu kadar güçlenemezdi. işte bunu sağlayan şey, bu iyi niyetli insanların varlığı ve onların inançlarıdır. bu saygı duyulması gereken ve desteklenmesi gereken bir şey.
üstelik bu "cemaatçi" kesim, diğer nakşibendi cemaatlerle birlikte ve daha başka cemaatlerle birlikte, osmanlıdan ve selçukludan da gelen bir gelenekle*, anadoludaki müslümanlığı diğer müslüman ülkelerdeki radikallikten, aşırılıklardan uzak tutuyor. ışidin her eylemine elinde tuzla koşup "işte gerçek islam" diyen adamları anlamıyorum. bunun dinle falan alakası yok, insan olmakla alakası var. ama bir şehirde bomba patlasa, bunu yapanın gülenci, süleymancı ya da nurcu olduğundan kuşku duymam mesela. çok büyük ihtimalle onlarla bir alakası yoktur derim. bir cinayet falan işlense, onlardan bilmem. çünkü çok açık bir şekilde tüm bunlardan müridlerini men eden bir yapılanmaları var. ama selefilerden beklerim böyle şeyleri. arap dünyasındaki müslümanlardan da beklerim. işte bu cemaatler o "müslümanlara" karşı bir koruma sağlıyorlar bize. bizim yapmamız gereken bu cemaatlerin yasal sınırlar içerisinde özgür hareket etmelerini sağlamak ve onları şeffaflaşmaya zorlamak olmalı. yani bir bakıma, bu cemaatler türkiye için bir şanstır.
ama bir de bu cemaatin ikinci ayağı var ki işte ona "paralel yapı" demekte hiç sakınca duymuyorum. cemaatçi arkadaşlar gücenmesinler, ama bunu belirtmek gerekir. kim olduklarını bilemiyorum, kimlerle nasıl bağlantılara sahip olduklarını da bilmiyorum. ama belli bir grup insan siyasete hakkından ve haddinden fazla müdahil oldu yakın geçmişte. işte cemaat kanadı da o ölçüde kirlendi, lekelendi.
kaset komploları, adam kayırmalar, devlet içerisinde kadrolaşmalar, belli kurumları haksız şekilde doldurmalar, ele geçirmeler falan... bunların hiç birisinin demokratik bir ülkede yeri yoktur. üstelik hiç bir ülke de böylesi bir yapılanmaya müsaade etmez. "batıda reputasyonumuz arttı, bize saygı duyuyorlar artık" derken kendinize şunu sorun: batıda herhangi bir ülkede sizin devlet kadrolarını elinize geçirmenize, cemaatçi karı kocaya kamu personeli sınavında ful çektirmenize izin veriyorlar mı?
dediğim gibi, bunu yapanların kim olduğunu bilmiyorum ama cemaatin içine eklemlenmiş bir grup olduğu ve cemaati yönlendirmekte de sıkıntı çekmediği çok aşikar. allah aşkına şunu hiç sormuyor musunuz kendinize, dini bir cemaatin milli istihbarat teşkilatında ne işi var diye? mit ulan bu mit? ne yapacaksınız siz miti?
işte bu paralel yapıdır ki, eğer türkiye için hukuk devleti demeye devam edeceksek mutlaka çökertilmelidir. iktidarda kimin olduğuna bakılmaksızın. elbette bu iş, hukuk kuralları çerçevesinde yapılmalıdır. bank asyaya haksız biçimde el koyarak değil. cemaatçi medya kanallarına el koyarak değil. bizim derdimiz cemaat değil, içindeki paralel yapı. işte o paralel yapı yok edilmedikçe de ne cemaate ne de türkiyeye gün yüzü yok.
dipnot: osmanlıdan gelen gelenek derken nakşibendiliğin osmanlılık damarından bahsetmiyorum. sanıldığının aksine bu tarikat ve onun alt kolu olan cemaatler ilk başlarda osmanlı topraklarında sessiz ve derinden bir faaliyet yürütmek zorunda kalmışlardı. ancak osmanlının son dönemine doğru konjonktürel değişimlerden ötürü değerleri artmıştır bu cemaatlerin. kaldı ki nakşi cemaatlerin müridlerinin "ulu hakan" dedikleri abdülhamid döneminde said nursinin devlet işlerine müdahil olmak konusundaki ısrarcılığı, kendisinin tımarhaneye tıkılmasıyla sonuçlanmıştı. bu bakımdan dine bakış olarak bahsi geçen cemaatler ve tarikatlar osmanlının islamcılığıyla kesinlikle paralel değildir. bunu da belirtmiş olalım.
böyle giderse çok da iyi yerler olmayacaktır. mhp şu anki söylemleriyle merkez sağın oylarını toplayamaz. yüzde 16-17 gibi bir oy miktarına ulaşmış olmaları kendilerini aldatmasın. diğer partiler için bahsediliyor ya emanet oy falan diye... emanet oyun kralı şu anda mhp'de duruyor. mhp sadece ülkücü oylarla bırakın yüzde 17leri falan, barajı bile geçemez.
şunu unutmamak lazım, mhpye verilen oyların çoğu "alsınlar bu oyu da adam gibi bir hükümet kursunlar" diye verilen oylar değil. bunu nereden anlıyoruz? birincisi eğer öyle olmasaydı, akp'nin yolsuzlukları ayyuka çıkmışken, chpye karşı kin ve nefret de bu kadar artmışken, hdpye de öfke kusulurken ve geriye baraj korkusu olmayan tek parti olarak mhp kalmışken mhpnin rahatlıkla yüzde 20yi geçmesi gerekirdi. ikincisi, eş dost meclisinde akpye değil de mhpye oy vermeye ikna etmeye çalıştığım adamlar genel olarak mhpye ılımlı bakmakla birlikte mhpye oy vermeyeceklerini söylediler. çünkü mhpde ve bahçelide hükümet kuracak olgunluğu görmüyorlarmış. ayrıca laf dönüp dolaşıp koalisyon dönemine, 2001 krizine geliyordu. üçüncüsü, kendini mhpli olarak tanımlamayıp mhpye oy veren bir çok tanıdığım, başta annem ve babam, akp-chp ya da hdpye oy vermek istemediklerinden, baraj altına da oy vermeyi uygun görmediklerinden dolayı mhpye oy verdiler.
peki düşünün ki abdullah gül ya da bir başka ünlü sima merkez sağda yer alan bir parti kurdu. düşünün ki akp dağılma sürecine girdi. düşünün ki anketlerde bu yeni kurulan parti gümbür gümbür geliyorum demeye başladı. mhpnin oylarının kaçta kaçı mhpde kalır sizce?
ya da düşünün ki bu dört partinin olduğu parlamento döneminde ekonomik kriz çıktı. ardından da seçime gidildi. mhp yüzde kaç oy alır? kriz dönemlerinde klişe bir laf vardır: "seçmen siyasi partileri cezalandırdı" diye. çok boş bir laftır bu. kriz döneminde seçmen ceza vermekle uğraşmaz. ama ülkeyi en iyi yöneteceğine inandığı, istikrarı sağlayacağını düşündüğü ana akım partiye kayar. 2002 seçimlerinde olan da buydu. bugün bir kriz çıkarsa yine aynısı olacak. chpde ve akpde iktidar pırıltısı var. onlar oylarını koruyabilir ve artırabilirler. ama mhp o dakikadan sonra ağzıyla kuş tutsa merkez sağ seçmenine yaranamaz. kendi oyları da o nispette düşer, hatta yıkıma uğrar.
şu anda gerek mhpye, gerek hdpye, gerekse chpye önemli bir görev verildi. bu görev akpyi iktidardan indirmektir. ülkedeki hukuksuzlukları, yolsuzlukları, had safhaya ulaşmış adam kayırmaları minimuma indirmek, akpnin iktidar çetesini deşifre etmek, suçluları adil şekilde cezalandırmaktır. kabile devleti görünümünden, tekrar eski hukuk devleti günlerine döndürmektir ülkeyi. mhp bunun bir parçası olmayacaksa, yakın gelecekte de bu sinerjiden pay alamaz. şunu unutmamak gerekir ki şu anda yüzde altmışlık seçme kitlesini birleştiren bir tek şey var: akp karşıtlığı. yüzde 60lık blok olayının özeti de budur. bu blok, bahçeli reddetse de vardır. 13 yıllık akp hükümranlığının, sivil diktasının doğal bir sonucudur bu.
mhp bugünkü rolünü iyi oynayamazsa, gelecekte neden ona daha büyük roller versin seçmen? mhp kendi duruşu olan ve bunu sergileyen bir parti değil ki? kendi vizyonu olan bir parti değil ki. bir sayalım mhpnin ilkelerini:
1- milliyetçi olmak, ülkücü olmak, türkçü olmak. bu bir vizyon değil, bu senin ne olduğundur. kimlik siyasetidir. düşmanlıktan ya da karşıtlıklardan beslenir. yani senin türkçü olabilmen için önce bir türk-olmayana ihtiyacın var. yoksa neden durduk yere tükçü olasın ki?
2- akpye karşıt olmak. gördüğünüz gibi yine karşıtlık var. kendi vizyonu değil bu mhpnin. başka bir vizyona, duruşa karşıtlık bu da. öte yandan eğer olay akp karşıtlığıysa, akpye en zıt partinin mhp olmadığı da aşikar.
3- hdpye karşıt olmak. aynı şey. bu da partinin vizyonu değil.
4- anti komünizm, anti kapitalizm, anti siyonizm bla bla bla... hepsi aynı.
var mı mhp denilince aklınıza gelen bir vizyon? yok. böyle bir parti iktidara gelse nasıl politikalar izleyeceği konusu tam bir muamma. çünkü buna cevap verecek bir doktrini yok. sen iktidara gelince de kendini karşıt olduğun şeyler üzerinden mi tanımlayacaksın? iktidarda bile muhalefete muhalefet rolü mü üstleneceksin? "bir başkadır benim memleketim" şarkıları mı söyleyeceksin? nedir olayın?
mhp bu sorunları çözmeden türk siyasetinde öyle kayda değer bir yer edinemez. pkk diye tanımladıkları hdp bile kendisine bir yer edinmekle meşgulken, mhpnin böyle bir çaba içerisinde bile olmaması gerçekten hayret verici ve üzücü.
her şeyi anlarım da bu adam için ilkelerden falan bahsedilmesini anlayamıyorum. siyaset konuşurken ilkelilikten, dik duruştan falan bahseden kimseyi anlamıyorum zaten. emine ülker tarhan için de aynı şeyler söyleniyordu, gördük ilkelerini. ömrümüz yeterse bahçelinin de ilkeliliğini göreceğiz hep birlikte.
ülke olarak hakikaten çok bir bok anladığımızı zannettiğimiz konularda hiç bir sik bilmiyoruz. işte bu cehalettendir. buna bir örnek futbol mesela. hepimiz futbol otoritesiyiz. memlekette milyonlarca morinyo var ama futbolda başarılarımız ortada. bir başka örnek de siyaset işte.
mhpnin ilkesi şuymuş güya: hırsızlarla masaya oturmazmış. pkk ile de masaya oturmazmış. böyle deyince ne kadar kulağa hoş geliyor değil mi? hoş geldiği kesin, ama bir o kadar da boş.
hdpye pkkdır o deyip kestirip atmak çok kolay. peki tersten bakalım? ne yapmalıydı kürt vatandaş bu seçimlerde? kendilerine içten içe düşmanlık besleyip, arkadaş ortamında alenen kendilerini aşağılayan ülkücülerin partisine mi oy vermeliydiler? "kobane düştü" diye müjde veren adama, bunca senelik "açılım" palavrasının ardından çıkıp dalga geçer gibi "kürt sorunu diye bir şey yoktur" diyen adamın partisine mi oy vermeliydiler? "en iyi kürt, ölü kürttür" diyen dinozorların hala kol gezdiği chpye mi oy vermeliydiler?**
kürtler, kendileri açısından neredeyse tek seçeneğe yöneldiler. şimdi de bu parti tarafından terörist olmakla suçlanıyorlar. ben hdpnin bütün seçmenlerine kefil değilim. olamam da. aralarında bebek katili de olabilir. tecavüzcüler de olabilir. hatta vardır büyük ihtimal. peki siz bütün mhplilere, akplilere ya da chplilere kefil olabilir misiniz? özgecanın katillerinin kurt işareti yaptıkları fotoğraflar vardı en basitinden? http://i.ensonhaber.com/r...er/diger/ozgecan_6814.jpghttp://3.bp.blogspot.com/...gecan-aslanin-katili5.jpg
hadi bunlar partinin adamları değil diyelim. yahu geçmişte nice katillerle, tefecilerle ilişkisi olmadı mı bu partinin? nice mafya bozuntusu zibidi, bu partinin desteğini ve gücünü arkasına alarak kabadayılık taslamadı mı yıllarca? hala bile üniversitelerde bu şekilde prim yapmaya çalışanlar yok mu?
derdim bir oluşumu yerin dibine sokmak değil. haddim de değil. söylediğim şey şu, hiç birimiz pir-ü pak değiliz. siyaset dediğin de lolipop yalayan pıtırcıkların birbirlerinin sırtlarını okşadıkları bir mecra değil. orası, memleketin sorunlarının çözülmesi gereken yer. çok asil bir görev gibi duruyor ama şöyle söylersem daha fazla oturacak: orası memleketin bütün bokunun, püsürünün ince ince denetlendiği, yoğurulduğu ve incelendiği yer. "ben elimi bu pisliğe sokmam" diyen bevliyeciye "ne kadar da ilkeli adammış be" demezsin. "hassiktir oradan" dersin.
pkk bir terör örgütüdür, doğru. bu ne kadar doğruysa, bu örgütü yaratanın türkiye cumhuriyeti devleti ve onun yanlış politikaları olduğu da doğru. aşağı yukarı aynı dönemlerden bahsediyoruz. bu ülkede solcular komünizmi getirmek için, türkiyeyi natonun elinden kurtarmak için ellerine silah aldılar. sizler de ülkeyi "kızıllardan" korumak, kurtarmak için aldınız elinize silahları. binlerce genç öldü. hem de sokak ortasında. nice insanlar yitip gittiler, nice fikir adamları... kısa bir süre sonradır ki pkk illeti çıktı başımıza. kürtçülerin soldan ayrılmasının o dönemin muktedirlerinin de istediği bir şey olduğunu biliyoruz. burayı es geçelim. kürtlere yapılan ayrımcılıklar, ohal bahanesiyle katledilen insanlar... hepsini pas geçtik. peki bir sorar mısınız kendinize, bu insanlar ortada fol yok, yumurta yokken neden hayatlarını tehlikeye atarak dağa çıktılar?
pkkyı bir sorun olarak görüyor musun? evet. bu sorunu çözmek ister misin? muhtemelen. hdpyi pkknın temsilcisi olarak mı görüyorsun? hem de nasıl. e o zaman al sana tarihi fırsat. hdp ile otur masaya. ne diyorlarmış bir dinle. ağızlarından ihanet mi fışkırıyor? o zaman bunları deşifre et. propaganda yap. insanları aydınlat. ama hepsinden önemlisi, senin de bir reçeten olsun. de ki, biz kürtlere şunu şunu vaat ediyoruz. sorunları şu, şu şekilde çözeceğiz.
ne oldu? maçan yemedi mi? tüm bunlar senin siyasi vizyonun için fazla mı büyük? siyaset yapmak, senin işin ve de harcın değil mi? eee, "biz ilkelerimizden taviz vermeyiz" demelere, "ne hırsızla ne de pkk ile aynı masaya oturmayız" goygoyuna devam o halde. nasıl olsa "adamlar hakkaten de ilkeli ve de dürüst" diyenleriniz olacaktır. neticede ülkenin geleceği için hiç bir şey yapmamakta ve hiç bir şey söylememekte oldukça dirençli ve ilkelisiniz! hakkınızı vermek lazım.
kesinlikle destek vermediğim kampanyadır. gördüğüm kadarıyla izmirliler bu alay edilme işini iyi idare ediyorlar. türkiyenin her şehri öyle değil ki. sen sıkıyorsa trabzonu taşağa al bakalım, kan çıkar lan memlekette. diyarbakırı alaya alsan, pkkya katılım artar. hoş değil. konyayla, adıyamanla, erzurumla falan dalga geçsen el kaideye altın çağını yaşatırsın, ışid türkiyeyi istila eder maazallah. izmirle yola devam edelim derim ben. istikrar sürsün, türkiye gülsün.