Tiyatro Eski Yunanistanda doğmuştur. Hayatın, maddi, manevi her davranışını bir masala, bir mitolojiye bağlıyan bu insanlar zevk, eğlence, içki konusunda da, bir tanrı kahraman düşünmüşlerdi. Dionysos adını verdikleri bu tanrıya, hayatın çetin şartları ortasında, kendilerine, zaman zaman da olsa, saadet, neşe imkanı yarattığı için, minnetlerini, şükranlarını ödemek istediler. Yılda bir defa, belli günlerde Dionysos Şenlikleri düzenlediler. Bu eğlenceler sırasında içip keyiflenen bazı kimseler, bulundukları yerden ortaya fırlar, taklitler yapar, güldürücü hikayeler anlatırlardı. Önceleri rasgele kimselerin akıllarına estikçe yaptıkları bu oyunlar, zaman geçtikçe şenliklerin geleneği oldu. Daha sonra bazı kimseler, bu işi kendilerine meslek edindiler. Böylece, oyuncusu tek kişi olan ilk tiyatro doğmuştur..
Allahım, Sen, benim Rabbimsin; Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın; ben, Senin kulunum ve gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağlıyım. işlediğim kötülüklerin şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini itiraf eder; günahlarımı da ikrar ederim. Beni bağışla. Zira günahları bağışlayan ancak sensin. Cumamız Mübarek olsun.
Pandomim (Pandomima) en basit anlatımıyla sözsüz tiyatro oyunudur. Gösteri sanatının dallarından biridir. Kısaca "mim" olarak ifade edilir.
Pandomimde sanatçı, yüz mimiklerini, el-kol ve beden hareketlerini kullanarak temayı anlatmaya çalışır. Bir anlamda pandomim, evrensel bir tiyatro dili olarak kabul edilir. Milattan önceki dönemlerde Mim sanatının uygulandığı görülmüştür.
Mim sözcüğü, "taklit etmek" veya "temsil etmek" anlamına gelen Grekçe "mimeisthai" sözcüğünden gelir. Fransızca pantomime kökenli bir sözcük olan pandomim sanatı, Türk Dil Kurumu tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı amaçlayan oyun, sözsüz oyun."
En ünlü pandomim sanatçılarına örnek olarak Marcel Marceau gösterilebilir. 1975 yılında Marcel Marceau Kalbin Dili (Language of the Heart) olarak adlandırılan pandomim sanatı ve kendi hayat ili ilgili kisa sessiz bir film yaptı.
Charlie Chaplin, Laurel ve Hardy, sessiz sinema döneminde bu türün ilk temsilcilerinden olmuşlardır. Ülkemizde de Taner Barlas Mim Tiyatrosu bu konuda etkinlik göstermiştir.
"Sessiz dil" pandomim, 17. yüzyıldan sonra, bale içinde de yer almaya başlamıştır. Oyunlar, Yeni Çağ ve yeni tiyatroyla beraber mistik konulardan uzaklaşıp gerçekçi dünyaya geçer. Realist akımlar ve akılcılık da bunu etkiler.
Örnek bazı pandomim ifadeleri
Bir elin yürek üzerine konması "aşk" duygusunu ifade eder.
Gözler üzerine yerleştirilen ellerin aşağıya dogru çekilmesi "gözyaşı" izlenimi verir.
Sıkılmış yumrukların baş üzerinde sallanması "öfke"yi anlatır; kolların çapraz olarak aşağıda tutulması "arzu"yu dile getirir.
Ağzını ve gözünü kocaman açmak şaşkınlığı belirtir.
Pandomim sanatının Türkiye'de ki en büyük temsilcilerinden birisi de Ulvi Arı'dır.
1970'lerde mim sanatçısı Erdinç Dinçer, o zamanlar bir tane olan televizyon kanalında, ana haberler öncesi kısa pandomim gösterileriyle mim sanatının Türkiye'de tanınmasına büyük katkı yapmıştır. Bu çalışmalarını Ankara'daki ilkokullarda gosteriler yaparak devam ettirmiştir.
Eğer unutmak 7 harfi yanyana getirmek kadar kolay olsaydı, biz de 5 harfi yanyana getirip mutlu olurduk.. Hayattaki en güzel şeyin çocukluk olduğunu bile bile neden Büyüyünce ne olacaksın? diye sorarlar ? Sırf sevgilinin yüzü gülsün diye, bazen saçmalamayı göze almaktır aşk Eğer bir kadının gerçek aşkı olmayı başarabilmişseniz; Çok şanslısınız, Çünkü sizin için hayat; asla sıradan olmayacak Hayat ne garip..insanın hayatı soruyla başlar ve soruyla biter: Adını ne koydunuz ? Merhumu nasıl bilirdiniz ? Sonunda üzülmemek için aşık olmayanlar, tuvalete gitmemek için yemek yemiyor olmalı. Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir ülkeden ne bekleyebiliriz ki Ne ikna edici bir intihar girişimidir, şimdi seninle göz göze gelmek! iki kadın birleşince dedikodu yapar diyen erkek, başka bir erkekle kafa kafaya verince atom altı parçacıkları mı tartışır ? Yeterince dürüstseniz, fazlasıyla aşık ve gercekten seviyorsanız; Hazırsınız demektir: artık mutsuz olabilirsiniz. iyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkede, hiçbir şey daha ileriye gitmez. . Erkek Adam Ağlamaz Denir Ya, Sakın inanma ! Unutma Ki, Erkek Adam Ağlamayan Değil, Bir Kadını Ağlatmayandır Aslında.. Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir. Aşk erkeğe yakışır, kadın zaten aşktır. Aşk sabırdır belki, ama asla tahammül değil. . Rüyanda görüyorsan onu özlemişsindir,rüyanda görmek için yatıyorsan; sevmişsin demektir.. Sen öylesine, o kadar bensin ki Ah nasıl anlatsam,boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım.. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var sana olan sevdamın iyiyim deriz ya hep, alışkanlık bizimkisi Peki karşındaki kişi de gerçekten nasıl olduğunu merak mı ediyor sanki Kendini yaşamak; başkaları adına yaşamaktan vazgeçmekle başlar.. Seyahatte cam kenarı sanki yalnızların yeridir.. Çünkü aslında orası,başını koyacak omuz bulamayanlar içindir. . Günümüz insanı aşka aşık, aşığa değil! Aşıkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu. Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem! Tamam, beni sevmesin; ama hiç kimse ona dokunmasın Sonunda üzülmemek için aşık olmayanlar, tuvalete gitmemek için yemek yemiyor olmalı.. O yokken hayır sevmiyorum, unuttum deyip, onu görünce elin ayağın birbirine dolanıyorsa; aşıksın işte.. Duymak istediklerini değil, duyman gerekenleri söyleyebilme cesareti olan insanlar olmalı yanında.. Sarhoş şaraptan bıktı, şarap kadehten taştı, inkılâp Marxı aştı. Hayat ne güzel olurdu, insan hem aşık hem de sadık kalmayı becerebilseydi.. Ölmek için doğmuştur ya insan; o yüzden her yağmur sonrasi toprak kokusunu sever . Eskisi gibi olsa aşklar..Kız, sevdiği erkeğin elini tutmaya utansa.. Erkek, sevdiğinin gözlerine bakmaya kıyamasa. Gerçekten Seviyorsan, Mesafeler Anlamını Yitirir! Ne Bakabilirsin Ne De Dokunabilirsin; Ama Hep Hissedersin Bazen Ne Onunla Yapabilirsiniz, Ne De Onsuz. Ne Terkedebilirsiniz, Ne De Yeniden Sevebilirsiniz; Sürünür Gidersiniz . Çocukken Yarın Neler Oynayabiliriz Diye Düşünürdük, Şimdiyse Yarın Hayat Bize Hangi Oyunu Oynayacak Diye Düşünüyoruz. Unuttum Dersin Çevrendekilere; Ama Unutmadığını Birtek Sen Bilirsin. Aşk Öyle Birşey Işte Gitse Bile Unutamıyorsun Yine. Belki Kimse Olmayacak Senin Gibi; Ama Sende Olmayacaksın Eskisi Gibi. Ne Garip.. insanın Hayatı Soruyla Başlayıp, Soruyla Bitiyor: Adını Ne Koydunuz ? Merhumu Nasıl Bilirdiniz ? Hiç Dokunmadığın Birine Aşık Olabiliyorsan, Işte Sen Aşkı Hakediyorsun. Çok Sıkkın.. Bıkkın.. Gergin.. Üzgün.. Yorgun.. Olsak Da Hala Yaşıyoruz, Çok Şükür. Yanında Seni Isıtacak Biri Varsa, Üşümek Gerçekten Güzeldir. Sıcak Bir Ele Ihtiyacın Olduğunda Diğer Elini Tut. Kimseden Fayda Yok Bu Devirde! Seyahatta Cam Kenarı Sanki Yalnızların Yeridir. Çünkü Aslında Orası, Başını Koyacak Omuz Bulamayanlar Içindir. Kadınlar Kendini Güldüren Erkekten Hoşlanır Sözü Yalandır Unutma. Çünkü Kadınlar, Sadece Hoşlandıkları Erkeklere Güler Aslında. Eskiden insanlar Sevilir, Eşyalar ise Kullanılırdı. Gün Geldi Eşyalar Sevilir, insanlar Kullanılır Oldu. Kafasını Çalıştıranların Kafasını Koparırken, Kalçasını Çalıştıranları Baş Tacı Eden Bir Ülkeden Ne Bekleyebiliriz Ki. Gerçekten Seviyorsan Eğer, Mesafeler Anlamını Yitirir. Ne Bakabilirsin Gözlerine Ne De Dokunabilirsin; Ama Hep Hissedersin. Seni Ölene Dek Seveceğim Boş Laf! Ben Seni Sevdikçe Ölmeyeceğim. Tamam, Beni Sevmesin; Ama Hiç Kimse Ona Dokunmasın. Anlık Yaşıyoruz Bir Yerde, Hemencecik Gönülden Seviyoruz ! Anlık Da Olsa Sevmek Güzel De, Yoksa Kendimizi Mi Kandırıyoruz. Bakakaldım Peşinden ; Ne Gözümü Alabildim, Ne Göze Alabildim ! Ve Aşk; O Omzuna Yattığında, Rahatsız Olmasın Diye Kılını Bile Kıpırdatmamaktır. Duymak Istediklerini Değil, Duyman Gerekenleri Söyleyebilme Cesareti Olan Insanlar Olmalı Yanında . Hayat Ne Kadar Güzel Olurdu; insan Hem Aşık, Hem De Sadık Olmayı Becerebilseydi. Erkek Adam Ağlamaz Denir Ya, Sakın Inanma ! Unutma Ki, Erkek Adam Ağlamayan Değil, Bir Kadını Ağlatmayandır Aslında. Hayat Ne Garip Değil Mi ? Birisi Arabamı Hazırlayın Diyebiliyorken, Diğeri Abi 25 Kuruş Eksik Binebilir Miyim ? Diyor. Bazen Insan; Ben Iyiyim Dediğinde Gözlerinin Içine Bakıp Iyi Değilsin Biliyorum Diyecek Birine Çok Ihtiyaç Duyar. Aşk Sevmesini Bilen Için Vardır Ve Karşılıksızdır. Ne Kadar Seversen O Kadar Severim Gibi Düşünmek Aşk Değil, Tüccarlıktır! Eğer Bir Kadının Gerçek Aşkı Olmayı Başarabilmişseniz; Çok Şanslısınız, Çünkü Sizin Için Hayat; Asla Sıradan Olmayacak. Sevgilisinden Ayrılan Bir Erkeğin Suratının Rengi Değişir, Kadının Ise Saçının Rengi. Herkesin Yüzüne Gülersen; Adın Birşeylere Çıkar. Suratını Asarsan; Burnu Havada Kasıntı Olursun. Çünkü Türkiyede Kadınsın. Geçmiş Yaşanmışlıklarınız Hala Canınızı Yakabiliyorsa; Geçmemiş Demektir. Hayattaki En Güzel Şeyin Çocuk Olmak Olduğunu Bile Bile, Neden Büyüyünce Ne Olacaksın Diye Sorulur Ki . Her Seferinde Canını Acıtsa Bile, Hiç Kimse O Olamuyorsa, Ve Canının Yanacağını Bildiğin Halde Yine De Seviyorsan, Aşk Bu Işte. Sevgili Dediğin Güzelliğiyle Seni Kendine Aşık Eden Değil, Sana Kendin Olabilme Şansını Verendir. O Yokken Hayır Sevmiyorum, Unuttum Deyip, Onu Görünce Elin Ayağın Birbirine Dolanıyorsa; Aşıksın Işte. Bu Günlerde Aklıma Gelen Başıma Geliyor Nedense, Birde Gönlümden Geçen Yanımda Olsa Keşke . Bir Babanın, Kızının Sevgili Olayl?rına Kızmasının Tek Sebebi; Erkeklerin Kimyasını Biliyor Olmasıdır Aslında. içine Rastgele Atılmış Eşyalardan Oluşan Çantadaki Telefonu, Tek Eliyle Ve Bakmadan Bulabilen O Muhteşem Kişiye Kadın Denir! Kadınmış Derler Adamı Deli Eden. Sen Ne Dersen De, Yine Kadındır Deliyi De Adam Eden.
Bundan otuz beş,kırk sene öncesine kadar büyük şehirlerimizde,o zamanlar parklar,çocuk bahçeleri,Internet kahveler,evlerde televizyonlar,atariler,play station veya elektrikli oyuncaklar yoktu. Çocuklar kendi oyuncaklarını ve oyunlarını yaratmak zorunda idiler.Genelde sokakta şu oyunlar oynanırdı.
.

TOPAÇ OYUNU:Sert ağaç cinslerinden topaçlar yapılırdı,genelde şimşir ağacı tercih edilir ve topacı yere hızlıca atınca kırılmaması için bu ağaç tercih edilirdi.
Topacın ucuna kabara dediğimiz ve yerde dönmesini sağlıyan çivi çakılırdı,topaçın dengesi önemliydi ve bu denge güzel olursa daha fazla dönerdi. Topaça bal mumu yedirilmiş ip sarılır ve ustalıkla yere atılırdı.
Topaç oyunları iki türlü oynanırdı.
1-Büyükce yere bir daire çizilir ve boş topaçlar bunun içine konurdu,oyuncu topacını bunun içine atarak,yerdeki boş topaçları dairenin dışına çıkarmaya çalışırdı,çıkardığı topaç onun olurdu.
2-Birde zaman yarış yapılırdı,aynı anda döndürülen topaçlardan hangisi daha fazla dönerse o galip sayılırdı.
Yaz akşamlarının vazgeçilmez oyunu tabi ki saklambaçtı. Aileler sıcaktan bahçelerine çıkarlar ve çay faslı başlayınca,mahallenin gençleri kızlı erkekli saklambaç'a koyulurdu ve geç vakitlere kadar sürerdi.
Saklambaçta çanak,çömlek patladı değimi vardı. Ebeyi şaşırtmak ve karanlıkta başkasının ismini ona söyleterek sobelemekten ibaretti ve devamlı kıyafetler değiştirilirdi. Bu herkesin bildiği klasik saklambaçtı.
KUKALI SAKLAMBAÇ :Eski bir teneke ile oynanırdı.Teneke uzağa atılır ebe gidip onu getirinceye kadar,herkes saklanırdı,Yalnız kukayı getirirken geri geri gelmesi oyunun kuralıydı.Ebe saklananları ararken birisi kukayı yine uzağa fırlatırdı.Ebe kimi görürse gidip kukaya basar ve kukaladım derdi.
TAŞLI KUKA: dediğimiz bir oyun oynanırdı.Yine eski bir teneke küçük bir daire çizilir ve onun içine konurdu.
Oyuncuların elinde yassı bir taş herkes var gücü ile çizgiden tenekeye taşını atardı amaç kukayı devirmek ve uzaga göndermekti.
Ebe kukayı almaya gidince de herkes taşını alır çizginin dışına çıkardı.
Eğer ebe çabuk davranıp kuka dikili halde o çizgi sınırları içinde,birisine değerse ebe o olurdu.
YAKAN TOP: Yakan top oyunu en az 4 kişiyle oynanırdı.
Oyuncular ya sayışarak yada eşleşerek iki eşit sayıda grup oluştururlar ve ortaya geçen gurubu belirlemek için sayışma yapılırdı.Atış mesafesi için iki tarafa da çizgi çizilirdi ve bu çizgiyi geçmeden her iki taraftan topla çizginin içindeki oyunculara atış yapılırdı. Top kime değerse o çıkardı. Havadan gelen topu yere düşürmeden tutan bir hak daha kazanmış olurdu.
ZIRZIR ZINBA: denilen bir oyun oynanırdı.Büyük bir daire çizilir içine ebe girerdi ve seksek tek ayak üzerinde,zırzır zımba diye bağırarak birine değmeye çalışırdı.
Yalnız bu oyun sertti,ebenin sırtına yumrukla arkadan vurmak serbesti,ebe can havli içinde yine sekerek dairesine kaçardı..
DONBiK DALYA: Oyunu yası taşlardan veya çanak,çömlek parçalarının üst üste dizilerek,topla oynandığı oyun türüydü.
Bir çizgiden dizili dombik dediğimiz üst üste dizilmiş taşlara top atılır ve amaç onları vurarak yıkmaktı,
Ebe topu almaya gidince oyuncular tarafından taşlar üst üste dizilmeye çalışırdı. Ebede elindeki topu birsine atarak vurmaya çalışırdı,top kime gelmişse ebe o olurdu..
ADAM GÖMMECE:Herkesin bir sağlam sopası olurdu ve yumuşak bir toprakta kendisine bir daire çizer ve kimin ebe olacağını belirlemek için herkes elindeki sopa ile çeliği saydırırdı,kim az saydırırsa o ebe olurdu.
Ebe sıra ile elindeki çeliği kişilere atar eğer o kişi çeliğe vuramazsa yani ıskalarsa ebe o olurdu.
Burada amaç hızlıca çeliğe vurmak ve uzağa göndermekti. Ebe çeliği getirinceye kadar kuyusu kazılırdı ve kuyu belli bir derinliğe gelmişse,kuyunun içine oyuncular tarafından altı okka denilen hareket yapılırdı, yani yaka paça atılırdı.
ÇELiK ÇOMAK:Her yerde farklı oynanan çeşitleri vardı.
Yine herkesin elinde bir sopası olur buna çelik denirdi.çomak ebe tarafından rakiplerine atılırdı.
Birde yerden med denilen parçaya çomağı yerden vurarak havaya kaldırıp küvetlice ileri vurmak,ne kadar uzağa vurursan o kadar rakibinin sırtında medin yanına kadar, binilerek gidilirdi.
BiRDiRBiR:Hala,yeni nesiller tarafında bilinen bir oyunumuz,ama onunda kuralları vardı.
Birdirbiri yöneten başkanın,ebenin üzerinden altlarken yaptığını aynısını,kendisini takip edenler tarafından yapmak zorunda idi oyuncular yapamayan ebe ile yer değiştirilirdi. Her atlamanın değişik sitilleri ve her atlamada ebe yerden biraz daha yükseğe durma kuralı vardı. Amaç yüksekten atlamaktı,atlıya mayan ebe olurdu.
GÜVERCiN TAKLA: Denilen bu oyun, vücudunu iyi kullanmak isteyen şimdiki beden derslerindeki,kasadan atlama gibi bir şeydi.iki guruba ayrılır ve ebe gurup kasayı oluşturur,öbür gurubun oyuncuları koşarak gelip bu insan kümesinin eğilmiş vaziyetteki sırtlarından takla atarak ve öbür tarafa ayak üzerinde düşülecek şekilde geçmekti.
Elin yere değmesi veya takla aşamama yanma sebebi idi.
UZUN EŞEK: iki türlü olanı vardı,birisi ferdi tek eşek olur,öbürü ise eşli oynanırdı. iki gurup halinde oynanan eşli uzun eşek, ,oyunu yöneten bir kişinin ilk baştaki kafasını bacaklarının arsına sokup eğilirdi ve arkadaşları da ardı ardına,onun arkasına dizilirlerdi,bur da amaç eşeği çökertmekti.
Herkes bir kişinin üzerine atlayarak bütün ağırlık ona verilir ve o şahıs üzerindeki yükü çekemeyip,yere düşerdi, buna eşek çöktü denirdi. Oyunu yönetene Üsteki ekip başı,parmakları ile bir sayı gösterirdi ve alttakilere sorardı.
Çattı pattı kaç attı?
Altta ki sözcü bir sayı söylerdi eğer,gösterilmiş rakamı bilmişse,guruplar yer değişirdi. Bu oyunda resmen altta kalanın canı çıkardı ve mızıkçılık çok olurdu.
HARPCiLiK:
Denilen bazılarının komen dediği oyun guruplara bölünerek takım halinde oynanırdı.
Amaç bura da karşı takımdan herkesi vurmaktı ve saklanarak yani siper alınarak oynanırdı.
Vurulmanın kuralı bütün vücudunun görülme pozisyonunda yakalanması idi,sadece kafanın
görülmesi vurulma sayılmazdı;vurulan oyundan çıkar ve bir tarafta kimse kalmayıncaya kadar devam edilirdi
O zamanlar,hazır silah oyuncaklar yoktu,herkes kendi silahını tahtadan yapardı.
LiMON oyunu denilen bir oyun vardı.
Yarım bir limonla oynandığı için bazı yerlerde bu ismi almıştı.
Üç metre çapında bir daire çizilir ve herkes ayağında limonu veya başka bir şeyi top saydırır gibi saydırıldı,en az saydıran ebe olur ve dairenin dışında olurdu.
Dairenin içine belden yukarıya limon havaya doğru atılır ve burada ki amaç limon dairenin içinde yerle buluşmasını önlemekti. dairenin içindeki kişi atılan nesneyi dairenin içine düşmeden,ayak ,diz kafa ile, el kullanmak yasaktı.Dairenin dışına ve uzağa vurmaktı. Ebe nesnenim düştüğü yerden nesneyi veya limonu dairedeki kişiye atmak zorundaydı.
MiSKET OYUNU-Misket oyunun da değişik versiyonları vardı. Baş dediğimiz oyun türü: Misketler yan yana sıra ile dizilir ve elimizde ki en gösterişli ve ağır misketi ona başlık denirdi. tabi önceden yere kaç misket dizileceği konuşulurdu ve herkes yere o kadar misket koyardı veya dizerdi.
Başlık ile herkes dizili olan misketlerden açılır ve en uzağa açılmış olan ilk atışı yapma hakkına sahip olurdu. Herkes yerdeki misketlerden uzaklığına göre atma sırası belirlenirdi. En yakında olan,misketlerin başında kalırdı ve ilk atacak kişi ona şunu sorardı,Hangi baş? Sağ baş veya sol baş denirdi, o taraftan vuran vurduğu kadar misketi alırdı. En başta ve o baş söylenmişse o başı vuran yerdeki misketlerin tamamını alırdı.Tabi kimse vuramamışsa veya baştan itibaren kalan misketlerde,misketlerin başında durana kalırdı. Burada kural dizili misketlerin aynı hizadan çıkması ve tartışmaya mahal vermemesiydi. Misket oyunundan karlı çıkan yüttüm hepsini yüttüm derdi.
Tabii yine Misket ile oynanan Miselles denilen ve yere bir eşit kenar üçgen çizilip,içine misketlerin konması ile oynanan bir tür vardı.
Burada amaç başparmağın ile sıkıştırdığın başlığını tek tek üçgenin içindeki misketleri vurarak çizgilerin dışına çıkarmaktı.
Eğer başlığınız üçgenin içinde kalırsa yanar ve o ana kadar yerden topladığınız,misketlerde tekrar yere bırakırdınız.
Kuyu denilen bir misket oyunu vardı ve bu da iki türlü oynanırdı. Herkes misketin rahatlıkla gireceği bir kuyu açardı ve o kuyudan bir karış mesafeden öbür misketlere atış yapardı veya rakibini kuyusuna misketini sokarsa,oradan oyuna devam ederdi kuyusu ele geçirilmiş oyundan çıkar ve oyunun bitmesini beklerdi.
Burada da yine kural misketi başparmak ile fırlatıp rakibinin misketini vurmaktı.Ortada bir kuyu boş ve sahipsiz olan türü de oynanırdı buna da kaptan denirdi.ileriye bir çizgi çizilir bu çizgiye misketler atılır,çizgiye en yakın misketin sahibi birinci olur ve oradan,misketini kuyuya sokan birinci olarak oynamaya hak kazanırdı. Kuyuyu ele geçiren öbürlerini kuyuya yaklaştırmaz ve burayı savunurdu.
YAĞ SATARIM BAL SATARIM OYUNU:
Bu oyun genellikle,ilkokullarda beden derslerinde öğretmen nezaretinde oynanan bir oyundu. Sınıfta ki kişiler,yere çömelir ve bir daire oluşturulurdu,elinde mendil olan ve mendilin bir ucuna da düğüm atılırdı. Daire olmuş kişilerin etrafında,yağ satarım,bal satarım,ustam ölmüş ben satarım diyerek gezerdi ve birisinin arkasına mendili bırakırdı,arkasında mendil olduğunu fark etmeyen kişi mendil ile dairenin etrafında kovalanır ve yerine oturuncaya kadar,kendisine mendil ile vurulurdu.
MENDiL KAPMACA:Yine bu oyun okularda oynanırdı. Sınıftakiler ikiye ayrılarak, karşılıklı dizilir ve ortada elinde bir mendil tutan,kişinin vermiş olduğu işaretle,guruplardankarşılıklı iki kişi çıkarak mendili rakibine yakalanmadan kendi tarafına getirmeye çalışırdı
CIZ: Bu oyun üç taş ile oynanır ve yere bir kare çizilir,ve tam ortadan kareyi enine ve boyuna bölen artı işareti şeklinde çizgi çekilirdi,amaç üç taşı yan yana getirip cız yapmaktı.
KÖREBE:Genellikle herkesin bildiği bu oyun,ebenin gözlerini bağlayarak,zevkle oynanan oyundu.Gözleri bağlı ebe birisini yakalıyarak ismini söylerdi ve ebelikten kurtulurdu.
BEZiRGANBAŞI: En çok kızlar tarafından tercih edilen bir oyundu. Karşılıklı dizilir ve kollar havada ve ellerle birleşmiş vaziyette,Bezirganbaşı isimli bir şarkı söylenerek oynanırdı.
krank, yatak adı verilen ve hassas şekilde işlenmiş yuvalarda pistonlardan aldığı hareketi debriyaj balatasına iletmekle yükümlü bir aktarma organıdır. bu işlemi ekseni etrafında yüksek basınç, aşırı ısı altında ve yüksek devirde gerçekleştirir. yağlama işlemi de yine kendisine bağlı olan piston kollarının* karter içerisindeki yağa çarpıp, yağı etrafa sıçratması sonucu gerçekleşir. bu çarpmaların şiddeti çok güçlü olduğundan dolayı aracın yağ seviyesi yüksek olduğunda karter kapağında sızdırmazlık sağlayan contayı patlatabilir. conta deforme olduğunda görevini yerine getiremez ve karter içerisindeki yağ dışarı atılır. yağ seviyesinin yüksek olması kimi zaman, vuruntu tabir edilen marazayı da doğurabilir.
gelelim yağ seviyesinin eksik olması halinde zavallı motorun başına neler geleceğine:
içten yanmalı motorlarda soğutma işlemi genellikle sıvı ile gerçekleştirilir ve bu sıvı da çoğunlukla su'dur. yüksek devirli küçük hacimli motorlarda soğutma sıvısı olarak yağ, eski model vw'lerde kullanılan boksör tipi motorlarda sıvısız bir şekilde hava ile de gerçekleştirilmesine rağmen bir çok kişinin bilmediği aslında soğutmanın büyük bölümünün motor yağı tarafından yapıldığıdır. motor yağı hem yağlama hem de soğutma işlevini gerçekleştirir. yani yağ seviyesi korunmamış motorlar çalışırken hem soğutması yeterli olmadığından, hem yeterince yağlama yapmadığı için sürtünmeden dolayı aşırı ısınır. öyle ki, soğutma sıvısı bile bu ısıyı düşürmeye yetmez ve bir noktadan sonra artık geri dönüş yoktur. yüksek ısıdan dolayı pirinçten yapılmış yataklar eriyerek krank miline sarabilir, segmanlar piston gömleğine kaynayabilir, supaplar manifoltlara yapışıp kalabilir.
krank milinin yağlama eksikliği nedeniyle yatakları çizmesi ve devamında eriterek üzerine sarması olayına yatak sarması adı verilir. kol çıkarmak ve yatak sarması motorun başına gelebilecek en kötü hadiselerdendir. kol çıkardığında motoru çöpe atarsınız, yatak sardığında ise motorun iç kısmındaki aksamları çöpe atarsınız. ana materyaller*** hala kullanılabilir durumda olmasına rağmen açılacak masraf oldukça yüksektir.
zaman zaman yağ seviyesini kontrol etmekte fayda vardır. eksikse tamamlamak, fazlaysa da neden arttığını tespit edip arızayı gidermek gerekir.
Uykularda ki sessizlik ve dinginlik gibi huzur ister insanoğlu. Kimisinin uykusu bile cehennemdir bilemez. Şöyle bir durup sakince düşündüğümüzde uyku ve uykunun getirdikleri insana ne denli mutluluk veriyor. Lakin rahat uyku uyuyamayanlara ne demeli. Hadi bir gün, iki gün derdi olur ama her uykuyla karşılaştığında mı korkular içinde kalır ve irkilir. Kimi uykusuzluğu aşk getirir, kimisiniy,se saymakla bitmeyen dünyevi dertler. Bazen insanı bir sinek bile uyutmazken o sinir bozucu vızıltısıyla, bazen de istese de uyuyamaz insan dünyanın en iyi yatağıyla. Ruhani rahatlık önemlidir uyumak için ve kafaların serin, boş olması için. Her ne kadar insanlar düşünmek istemese de maziyi; başından geçen kötü bir olayı. Birden yıldırım gibi düşüverir düşüncelerimizin en ücra köşelerine ve nasıl bir şeydir bilinmez ama o ücra yerlerdeki anılar, kötü düşünceler anında kafamızın her yanını kaplar, ele geçiriverir. Belki de insanı uyutmayan, unutturan ve somurtturan "bir düşüncedir" sadece bence.
dilimden geldiğince açıklamaya çalıştım.
genellikle cinselliğin halkımız tarafından önemsenmesinden kaynaklanan, daha çekici olduğu düşünülen ve diğer entry, lerden daha çok okuma ihtiyacı, duyulduğu içindir.
Doğru konuşmak ve insanların arkasından konuşmamak güzel bir meziyettir.
Güzel olsa bile 'her doğrunun her yerde ve her zaman söylenmesinin doğru olmadığı'dır.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, kimi yoksul ve bağımsızlığına kavuşamamış ülkeleri, Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük devletlere (mandater) verilen vekillik. Manda, bir çeşit rejimdi, Milletler Cemiyeti'nin kontrolü altında uygulanan yeni bir sömürgecilik rejimi. Savaş sonrasında, yenilen devletlerin egemen oldukları topraklar, müttefiklerin eline geçti. Müttefikler de bu ülke topraklarını, kendi sömürgeleri haline getirmek için manda sisteminden yararlandılar.
Mandater devletler, denetimleri altında tuttukları bölgelerin yönetiminden Milletler Cem i yeli'ne karşı sorumluydular. Ancak bu sorumluluğun bir kamuflajdan ibaret olduğu da bir gerçekti.
1919-1920'li yıllarda imzalanan banş antlaşmalarıyla, mağlup olan devletlerin toprakları parçalandı ve manda idareleri konusunda anlaşmalara varıldı. Manda sistemi içine alınan bölgeler, gelişme düzeylerine göre, A, B ve C grubu mandaları olarak Uç gruba ayrıldı. A grubu mandaları, Osmanlı Devleti'nin yönetiminde bulunan Arap bölgeleriydi. Bu bölgelerin manda
idaresine verilmesi, San Remo Konferan-sı'nda karara bağlandı. Manda idareleri geçici olacak ve yerli halka, kendilerini sonunda tam bağımsızlığa götürecek eğitim verilecekti. Bu bölgelerden Filistin, Ürdün ve Irak, ingiliz mandasına bırakıldı. ingiltere'nin Filistin mandasına, Yahudilerin Filistin'de bir vatana sahip olmalarında bir dönüm noktası teşkil eden Balfour Deklarasyonu eklenerek Siyonistlerin istekleri de yerine getirildi. Suriye ve Lübnan Fransız mandasına verilirken, Musul petrollerindeki payı da onaylandı. B grubu mandaları, Baü ve Doğu Afrika'daki Alman sömürgelerinden oluşuyordu. Sömürge olarak yönetilen bu bölgelere uzun sürecek olan bir har zırlık döneminden sonra bağımsızlığın verileceği düşünülüyordu. Togo ile Kamerun Fransız-ingiliz mandasına, Tanganyika ingiliz mandasına, Ruanda ve Urindi Belçika mandasına bırakıldı. C gruba mandaterini ise, Alman Güney Baü Afrikası ve Büyük Okyanus'taki Alman sömürgeleriydi. Bu mandalarda herhangi bir bağımsızlık g*-ramisi olmadan mandater devletlerin yöne* timi hüküm sürecekti.
Güney-Baü Alman Afrika'sı, Güney Afrika B iri iği'n in yönetimine bırakıldı. Yeni Gine'nin Almanya'ya ait olan kısmı ile Sa-lomon'lardaki Alman adaları da Avustralya mandalarına bırakıldı.
Manda sistemi, mandater devletlerce ustalıkla uygulanmıştı. Bölgeler mandalar grubuna ayrılırken, yerli halkların özellikleri, ekonomik düzeyleri, tarihi gelişimleri, dini ve ırki bağlan titizlikle göz önünde bulundurulmuş, bunun için kimi bölgelere kısa, kimi bölgelere de uzun bir zaman sonra bağımsızlık verileceği vadedilmişti. Bazı bölgelerin bağımsızlıkları konusundan ise, hiç söz edilmemişti. Bu mandalardan pek
çoğu, özellikle A grubunda yer alan mandalar herne kadar 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında bağımsızlıklarına kavuşmuş olsalar bile, göründüğü kadarıyla bu ülkeler, ekonomik, siyasi ve askeri bakımlardan, dolaylı da olsa bu mandater devletlere karşı bağımlılıklarını hala sürdürmektedirler.
(SBA)
BUNLARDAN BAŞKA BIRDE DEĞiŞiK BIR AÇIKLAMA YAPILMIŞ BU KONU HAKKINDA
Yapılan araştırmaya göre, kişi başının duruşunu değiştirerek kendisini karşı cinsin gözünde daha çekici kılabiliyor.
Uzmanlara göre, kadınlar başlarını öne doğru eğip hafifçe yukarı baktıklarında daha cazibeli oluyorlar. Buna karşılık erkekler, başlarını hafifçe geriye doğru atıp aşağıya doğru baktıklarında daha erkeksi oluyorlar.
Doktor Darren Burke ve Doktor Danielle Sulikowski tarafından yapılan araştırmaya göre, bu tamamen kadınlar ve erkekler arasındaki boy farkıyla ilgili.
Avustralyadaki Newcastle Üniversitesinden psikoloji uzmanı Burke, insanın evrimsel bir perspektiften gelen yüz çekiciliği yaygın olarak araştırıldı. Fakat, kadın ve erkek yüzlerinin etkisi nispeten iyi bilinse de, yüz hatları hakkında neyin maskülen ve neyin feminen olduğuna dair bilgimizde bir boşluk var diyor.
Araştırma, kişinin baş açısının belli şekillerde oluşunun karşı cinse yönelik cazibesini artırdığını ortaya belirtiyor.
Uzmanlar, şimdi de insanların flört ederken bilinçaltında başlarını belli açılarda eğip eğmediklerini inceleyecek.