bir çerkes olarak hiç tasvip etmesemde çerkeslerin kurmuş olduğu siyasi partidir. bizim meselemiz bizi sürgüne uğratan Rusya'yla iken neden böyle bir siyasi oluşuma girilmiş anlam verememekteyim.
içimi rahatlatmıştır. buradan da anlaşılacağı gibi 1-2 tane maşanın kontrolünde olan hdp'yle ortak girilmiştir.
özellikle bu konuyu ilk olarak yazan biri olmak istedim.
bizim hiçbir zaman bu ülkeye bir derdimiz olmamıştır, olamazda. biz bu ülkenin asla, bazı kanı bozuklar gibi ne toprağına göz diktik, ne polisine taş attık, ne askerine silah doğrulttuk, ne de insanlarına karşı bencilce davrandık. sürgün yıllarımızda bu ülke bize topraklarını açtı, bizde kendi ülkemiz benimsedik, kurtuluş mücadelesinde omuz omuza yer aldık. acısını acımıza kattık, sevinci sevincimiz oldu, şehidi bizim de şehidimiz bildik acısını tüm kalbimizle hissettik. andımızı okurken hiç düşünmedik, biz niye bunu okuyoruz diye. kişisel anlamda kendimize ne kattıysak bu ülkeye faydamız olsun diyedir.
selahattin demirtaş'la boy boy fotoğraf çekileceksin, sonra diyeceksin ki var olma mücadelemiz ve kültürümüzün yok olmaması için siyasallaştık. gücünü terör örgütüne yaslamış, kürt demogolojisi yapan bir siyasi parti ve yöneticileriyle ortak olunmaz!
Osmanlı Viyana'yı kuşatmasında bir türlü Viyana'nın surlarını delemiyor ve içeriye askeri birliklerini sokamıyordu. Daha sonra top mermisi ile surda bir gedik açıldı. Yalnız o gedikten cesaret edip kimse içeri giremedi. Çerkes Dayı ise açılan gedikten güç bela önce atını daha sonra kendisini soktu ve Viyana'nın içerisinde ilerlemeye başladı.
Bunu gören askerlerden bir tanesi Çerkes dayıyı arkasından yaralayarak yere düşürdü ve ölümüne sebep oldu. Kuşatma bittiğinde ve Osmanlı geri çekildiğinde Viyana kralı bu hadiseyi duyup kendi askerine ateş püskürdü. ' Sen nasıl olur da böyle bir yiğidi arkasından vurup öldürürsün. Hayatımda tanıdığım en cesur askeri bu şekilde, adice öldürdüğünden cezan ağır olacak' der ve dediği gibi de olur.
Çerkes Dayı'ya bir türbe yaptırır ve türbenin karşısındaki zindana, onu vuran askeri atarak onu aç susuz ölüme bırakır. Askerin hücresinde tek bir pencere vardır ve o pencereden bakınca yalnızca Çerkes Dayı'nın türbesi görünür. işte bu şekilde onun türbesine bakarak, aç ve susuz, orada ölür Viyana askeri.
Çekes Dayı'nın aynı zamanda heykeli, fotoğrafta gördüğünüz gibi halen Viyana'da durmaktadır;
22 eylül 2013 pazar günü açılan dernektir. Çerkes Kültürü ile ilgili tüm çalışmaları (dil, müzik, halk dansları, tiyatro, resim) bünyesinde barındıran adige kültürünü yaşatmayı amaç edinmiş dernektir.
Rusya'da bir apartman sakini köpeğiyle birlikte asansöre biniyor, asansörün kapısı kapanmadan köpek dışarı çıkıyor. daha sonrası ise korkunç.
geçenlerde rastladığım bu video kanımın donmasına neden olmuştur. bir insan nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyor gerçekten anlamak çok güç.
sözlükte siyaset yasak değil, sözlükte basit dillerle, hiçbir kaynağa dayanmayan, alaycı ve üslubu doğru tayin edilmemiş, hakaret içerikli şekilde siyaset yasaktır. günlük hayatımızda da bu durum aynen geçerli olmalıdır; lakin moderatörler işlerini ne derece doğru yapar orası tartışılır. daha saygın, daha güzel bir dille, herkesin birbirini saygıyla dinlediği bir üslupla yapılan siyaset fayda sağlar. kırıcı, rencide edici söz ve söylemler bir şey kazandırmaz.
evet, bir pazar günü yaşanmıştır. öyle uzak bir zaman diliminde değil, geçtiğimiz pazar herkesin bildiği yer olan metrobüste yaşanmıştır, evet metrobüsler, istanbul'un geçici çözümü olan, boş yer bulmak için kanlı savaşların verildiği, ufacık teyzelerin kapıyı kaplayarak bindiği metrobüsler, bizim insanlık ayıbımız, yokuşları çıkamayan, her gün muhakkak arıza yapmış dörtlüleri yakarak yolda bekleyen metrobüsler, yer bulup oturan gençlerin hemen hemen hepsinin kulağında kulaklıklar, camlara yaslanmış kafaları, uyuma numarası yapılan nadide yerler, metrobüs bizim ülkemizin acı gerçeği. tabi eleştiri yaparken onun bize sağladığı faydaları göz ardı edemeyiz. o lanet istanbul trafiğinde bazen pencereden durmakta olan arabaların izlersiniz ya, işte o zaman şükredersiniz. neyse bu kadar açıklamanın ardından yaşadığım hadiseyi anlatayım sizlere;
şirinevlerden metrobüse binmek için, metrobüs köprüsünde ve metrobüste boş yer bulmak için beklenen 30 dakikanın ardından güç bela bir metrobüste yer bulabilecektim. aynen şöyle bir kalabalık düşünün;
yanımda beyaz tenli kumral saçlı bir kız duruyordu. ilginçtir kulağında kulaklık yoktu. tam önümüzde sıralı bir şekilde üç tane teyze vardı. neyse metrobüs yanaştı, teyzeler zaten büyük bir hışımla kendini metrobüse atmadılar, direk metrobüsle bütünleştirler. ben kırk dakikanın vermiş olduğu sinirle, ben bu metrobüse binecem dedim, kararlıydım, bunun için çok yazılar, taktikler okumuştum, benimde içimde o teyzelerin ruhu vardı, inancım sonsuzdu; lakin korkunç bir kalabalık vardı. metrobüsün kapısı tam 4 kere kapanmakla, kapanmamak arasında kaldı. teyzelerin ı bakışını hiç unutamıyorum. bana bu metrobüse binemeyeceksin diye bakıyorlardı resmen. 3 ü de gülüyordu, tam kapının ağzına sıralanmışlardı. yüzlerde aynı şu ifade;
ve o an yemin ettim. ben bu metrobüse binecektim. kendimi bir atışım vardı o kapıdan içeriye, hala hatırladıkça gülmekten yarılırım. neyse içeri girdim, direk teyzelere arka mı döndüm, önümü dönsem daha iyi miydi. :)
her şey iyiydi hoştu; ama içim cız ediyordu, beyaz tenli kızın yüzünü gördüm, o kadar tatlı ve güzel bakıyordu ki, resmen beni de al yanına diyordu, nolur bensiz gitme der gibi bir bakışı vardı; ama nasıl alacaktım, bir insanı almayı bırakın, vücudumun yarısı bile dışarıda kalmıştı benim. bu hikaye böyle olmamalı dedim, yardım etmeliyim (tabi arkadan ben bindiğim için homurtuları kesilmeyen yaşlı teyzelerin sesleri vardı). ona baktım, önümden küçük bir alan oluşturmaya başladım, hiç utanmadan, evet hiç utanmadan k.çımla teyzeleri ittirmeye başladım. evet, evet bunu yaptım, utanıyorum ama yaptım... çünkü o lanet olası orta alan nedense hep boştur ! bir türlü anlayamadığım boşluktur. kapı ağızları dopdolu, kimse oraya gitmek istemez. neyse önümde küçücük bir alan açtım. kıza döndüm ve, gelin isterseniz dedi; direk atladı önüme, vay arkadaş tamam bu olaylar anlık gelişiyor ama bu kadar da hızlı nasıl gelir bir insanın. kızın göğüsleri göbeğimde, aman yarabbi yapıştık resmen. kapı kapanmaya başladı yine, 5. denemesiydi, artık kapanmalıydı, bütün gözler bizdeydi. ne yazık ki başaramadık, kumral güzelin kalçası dışarıda kalmıştı ! * daha sonra anlayacaktım o kalçanın nasıl bir şey olduğunu...
bana baktı, olmayacak galiba, ineyim dedi, çok sağ ol dedi. bu arada artık benim kalçam arkadaki kısa boylu teyzenin de göğüslerine yumulmuştu *. o görüntüyü bir düşünün. benim kalçam teyzenin göğüslerde, kumralın göğüsler benim karnımda, iğrenç ve güzel bir an anlayacağınız. :) olmaz dedim, bu böyle olmamalı... biraz daha yer açabilirim dedim, bunu der demez kumral arkasını bana dönerek, kapıdan ellerimle kurtulmaya çalışayım dedi ve başardı, kapı kapanmıştı. ciddi bir sorun vardı ama, o kalça direk önümdeydi ve inanır mısınız, gram kımıldayacak yer yok. ne yapacağımı bilemiyordum, inanılmaz bir andı, teyzeyi düşünmemeye çalıştım, önüme bakmalıydım, hayatta her zaman önümüze bakmalıydık. :)
metrobüs ağır ağır kalkmaya başlamıştı, ne yazık ki tek kalkan metrobüs değildi. rezil olmak üzereydim. aman yarabbi, erkektim ama sonuçta, yapabileceğim gerçekten bir şey yoktu. acı dolu, kötü anılarımı aklıma getirmeye çalışıyordum, inmeliydi lanet olası, en azından burada olamazdı, olmamalıydı... hayır elimle de düzeltip, göbeğime yatıramıyordum **. vücudunuzun tek bir uzvunu bile oynatamadığınız bir kalabalık düşünün. şöyle bir kalabalık, yalanım varsa çüküm kalkmasın;
işin ilginci bir de o kadar yavaş ilerliyordu ki metrobüsler, iki durak arası en fazla 3-4 dakika olan mesafe 7-8 dakikaya çıkmıştı, uzun bir kuyruk vardı. tam o sırada final sahne gerçekleşti işte; ** :) telefonum çalmaya başladı. sağ cebimdeki telefonum çalmaya başladı ! kumralın tam sağ kalçasını deli gibi titretiyordu, susmuyordu da, kafasını az bir şey çevirdi kumral, anlamıştı; ama telefonu anlamıştı ! kusura bakmayın dedim, yok önemli değil dedi. hafifçe güldü; ama ben üzüldüm mına koyim, gerçekten üzüldüm, çünkü beni o an farketmişti. lan sabahtır mal dimdik duruyor sen tut telefonu farket. adama koyuyor aga !
bamya mıyım lan ben !
bu da böyle bir anımdı işte, niye anlattım, neden anlattım inanın hiç bilmiyorum; ama boynum bükük bir şekilde metrobüsten inişimi hiç unutamam. o gün bu gündür metrobüse ya ilk binen ya da en son binen kişi olmaya çalışıyorum, ya cama yaslanıyorum, ya da kapıya yaslıyorum. şevkimi kırdınız !
evet bir uludağ sözlük gerçeğidir. ekşisözlükte bir yazarın uludağ sözlük hakkında çok yerinde bir tespiti vardır;
yazarlarının, yazma derdinde olduğu; oylama yapmakla, okumakla kimsenin uğraşmadığı platform.
işte uludağ sözlüğün yapısı genel itibariyle budur. bakın kimseyi neden bu kadar çok yazıyorsun diye eleştirecek bir insan değilim, tabi ki yazmalıyız hatta daha fazla uzun uzun! yazmalıyız, konu veya konular hakkında düşündüğümüz eleştirileri açıkca ifade etmekten, yazmaktan daha güzel ne olabilir; ama kime yazıyoruz kim okuyor, okuyanların okuduklarını belli edecek bir oylama yapmaması o yazıyı yazan şahsın şevkini kırar. burada kastettiğim hadi herkese artı oy verelim değildir elbet, hak edene hakkettiği ölçüde yaklaşılmalıdır.
yapılan oylamanın artması insanları daha da güzel yazmaya iter. yazar oylama aldıkça (eksi ya da artı) düşünür; demek ki birileri benim yazdığımı okuyor, daha dikkatli yazmalıyım diye bir psikolojiye bürünür yazar. kelimelerini seçerken daha özenle davranır, çünkü bilir birilerinin onu okuduğunu. bir de eleştirilmesi gereken diğer bir konu da çok güzel açıklanmış, eleştirilmiş bir yazı hakkında ne yazık ki o yazara bir nevi tebrik mesajı veya o konu hakkında kendi fikirlerinin de iletilmemesi, mesaj atılmamasıdır. tabi bu ileriki bir aşama; yazar yazdıkları hakkında birileriyle tartışmak ve beğenildiğini duymak ister. olumsuz, kötü bir yazıda da üslubunu doğru tayin ederek yazara bu durumu bildirmek bize bir şey kaybettirmez. okunduğunu bilir yazar, eğer saygılı bir insansa sizin yazdığınız dille size dönüş sağlar zaten.
oylama yapmak, önemlidir; lakin aşırısı da doğru değildir. yazmaktan çok oylama yapmak doğru değildir elbet. konuyu nereye getiriyorum; hasmet ibriktarogluna getiriyorum. bir günde 20.000 in üzerinde oylama yapan bir yazar. (çok açıkça söylebilirim ki dün yapılan toplam oylamanın yarısından daha fazlası ona aittir). çok eleştirdik, çok onun hakkında konuştuk, bazıları savundu, bazıları ağır bir dille eleştirdi. peki yapmaya çalıştığı neydi hasmet ibriktaroglu'nun ? adam resmen küfür etti bizlere, sözlüğe, sisteme. kimsenin oylama yapmadığı bir platformda yapmış olduğu bu eylem küfürden başka bir şey değildir. birazda bu yönden bakmak lazım. tamam, kabul ediyorum, günde 20.000 oylama yapmak doğru değil, okundukça oylanmalıdır entry'ler, bunda hemfikiriz; ama bu oylama kıtlığının içinde bir serzenişti onun ki.
yazana hakkını veren, yazdıkları hakkında iki çift sohbet eden yazarlara, güzel insanlara selam olsun.
asgari ücret nedir; kişinin biyolojik varlığını idame ettirebilmesi için ihtiyaç duyacağı minimum miktardır. türkiye'de 5 - 6 milyon civarlarında asgari ücret çalışanı vardır. bu insanların aldığı ücret 2013 itibariyle;
Brüt Ücret
978,60 TL
kesintiler;
Sigorta Primi işçi Payı 137,00 TL
işsizlik Sigortası Primi işçi Payı 9,79 TL
Gelir Vergisi Matrahı 831,81 TL
Gelir Vergisi 124,77 TL
Damga Vergisi 7,43 TL
Kesintiler Toplamı
278,99 TL
Asgari Geçim indirimi
(Bekar ve Çocuksuz)
73,40 TL
size biraz 2013 türkiye'sinde 773 liradan bahsetmek istiyorum. türkiye'nin en büyük şehirlerinden biri olarak istanbul'u ele alarak bu parayla nasıl yaşandığını paylaşacağım. zorakide olsa bu parayla nasıl hayatta kalınabildiğinden bahsetmek istiyorum, hayatta kalmaya çalışan insanlardan. fazla değil 4 kişilik bir aile düşünün. annemiz ev hanımı, babamız asgari çalışan, okula giden iki küçük kardeşimiz. istanbul'da ki hayattan ve ödenen paralardan bahsedecek olursak;
ev kirasına en düşük 250 tl vermesi gerekir.
evin gıda masrafları; her hafta 40 liralık bir pazar alışverişi, ve hafta içi diğer gıda masrafları (ekmek, şeker, tuz vb.) 20 tl, toplamda ayda 240 tl.
2 çocuğa okula giderken toplam 2 lira verse (en azından öğlen bir tane simit yesinler diye) (1 + 1) ayda 60 tl.
evin bütün faturaları (ısınma, elektrik, su, telefon) en az 150 tl.
aylık ulaşıma en az 70 tl.
işte 770 lira oldu. o kadar detayına ve inceliğiyle düşünmesi gerek ki bu babanın, çok iyi hesaplamalar yapması lazım. bu kadar az bir parayla nasıl geçineceğiyle ilgili. bu baba bu parayla başka hiçbir şey yapamaz, sadece yaşamaya ve ailesini yaşatmaya çalışır. mutluluk mu?
asgari ücret alan bir babanın ne kadar mutlu olabileceğine geçecek olursak, sonuçta bu adam da bir insandır, mutlu olmak onun da hakkıdır; kabul ediyorum mutluluk salt para değildir; ama ekonomik bunalımlar yüzünden binlerce insanın boşandığı, binlerce çocuğun ebeveynler tarafından yalnız bırakıldığı, çocuk esirgeme kurumlarına yolladığı da bir ülke gerçeğidir. parayla saadet olmaz derler, fakirlikten sürünerek mutlu olarak kaç insan gördünüz ? birazcık insanın elini vicdanına koyması lazım.
işte bu babayı bir düşünün, bu hayata tutunmaya çalışan bir babayı düşünün, içinde kalan şeyleri düşünün;
karısına bir gün olsun, bir çiçek veya sevdiği bir şey alamamanın acısını yaşıyor, onu mutlu edememenin üzüntüsünü duyuyor. elbetteki karısı böyle bir bekleyiş içinde değil; ama bu baba almak istiyor! alamıyor. oğlu, kızı karşısına çıkıyor okuldan gelince;
"baba herkesin telefonu var niye benim yok veya neden benim telefonum çok kötü."
"ben bisiklete binmek istiyorum baba".
"baba bilgisayar alsana bana".
"baba ayakkabım çok kötü bana yeni ayakkabı alır mısın"
"baba en çok da bir uçurtmam olsun istiyorum, gökyüzüne uzanan, umutlara yolculuk eden".
işte o baba o an, onu almak o kadar çok istiyor ki; ama elden ne gelir, para yok. çocuklarını, karısını mutlu edemediği için tam anlamıyla mutlu olamıyor.. tabi yine aynı baba, yine aynı güzel insan ise şükretmesini biliyor;
buna da şükür allah'ım, dışarıda evsizler var, allah onların da yardımcısı olsun diyor; ama kimse bu durumda yaşayan ailenin mutlu olduğunu söylemesin bana. ne yazık ki iç burkan gerçekler bu.
nitekim azdır asgari ücret, kabul ediyorum asgari en az demektir; ama kime göre neye göre bu kadar azdır.
çıkamayan değil, çıkmayan nesildir. bir nevi teknoloji köleliğidir. tamam teknoloji insan hayatının olmazsa olmazıdır; lakin sosyal hayattan soğuyacak, dışarıya çıkmayacak kadar insan kendini kaptırmamalı ve ihtiyacı olduğu ölçüde kullanmalıdır. fiziki bir rahatsızlığı yoksa bir insanın sokağa çıkmasından herhangi bir engel yoktur. gezin sevgili dostlarım, gezin, eve tıkılıp kalmayın.
eski Adıgeler Tanrı'ya "`Tha" ismini verirler. O kainatın yaratıcısıdır, bütün mukadderat elindedir, kullarına acıyan, bağışlayan, merhamet eden, sağlık veren ve aynı zamanda cezalandırandır. Tha'ya yüklenen bu sıfatlar, tevhid inancının izlerini taşır. Adıge inançlarında Tha'nın dışında başka tanrılar da mevcuttur. ikinci derecedeki tanrı, Tha'nın insanları terbiye vasıtası olan Yıldırım ilahı Şıble'dir. Bu ikisi dışında başka tanrılar da görülür.
Ahiret, cennet, cehennem, ceza, mükafat, ruhun ölümsüzlüğü, yeniden dirilme, melek, şeytan, cin eski Adıge inançları içinde yerini alır.
yakarış ve dua;
Doğan çocuğun geleceğinin nasıl olacağını kimse bilemez. Ancak çocuğun iyi bir geleceğinin olması için Tha'ya yalvarmak yani huahue yapmak.
Aynı belirsizlikler tarlaya ekilen ekin için olduğu gibi, koyunların koç katımında da vardır. Bereketli ürün içinTha'ya yalvarmak. Tha'ya yakarmayı daha güçlü kılmak için ürünlerden veya
pişirilmiş yemeklerden Tha'ya pay ayırmak. Yakarma ile birlikte yemekte sunmak.
islamiyetin gelişi;
islamiyet Kuzey Kafkasya'ya Hz. Ömer dönemi fetihleri sırasında, iran'ın fethinden sonra Dağıstan bölgesinden girmiştir. Hicri 7. asırda Kuzey Kafkasya'ya giren islam orduları Hazarlarla uzun süren savaşlar yapmak zorunda kalmışlardır. Bu dönem içinde Dağıstan ve Çeçenistan bölgeleri ve Orta Kafkaslar\'ın bir kısmı islamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. Sonraki yıllarda toplu olarak müslümanlaşma hız kazanmıştır. Hanefi ve Şafii mezhebi yaygındır. Ayrıca Müridizm hareketi olarak bilinen Nakşibendilik halk tabakalarının islamlaşmasında ve Ruslara karşı yapılan savaşlarda büyük roller üstlenmiştir.
islamiyet Kuzeybatı Kafkasya (Çerkes-ya)'ya doğuya göre biraz daha geç tarihlerde girebilmiştir. Bu bölgede 13.yüzyıllarda başlayan islamlaşma Osmanlı ve Kırımlıların çalışmaları ile ancak 18.yüzyılda tamamlanabilmiştir. Kuzeybatı Kafkasya'nın islamlaşmasında en önemli görevlerden birisini de imam Şamil\'in naibi Muhammed Emin yerine getirmiştir.
islamiyet'in dünyanın en çok etnik unsurunun bir arada yaşadığı Kuzey Kafkasya\'da yerleşmesi bazı önemli sonuçları doğurmuştur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Halk Hıristiyanlık'la karışmış çok tanrılı eski dinlerinden ayrılıp fıtrat dini olan islam'la şereflenmiştir.
2- Kuzey Kafkas halklarının etnik mozayiği, islam kardeşliği çatısı altında pekişmıştir.
3- islamiyet'in bölgeye girmesiyle islam coğrafyası son derece jeopolitik ve stratejik önemi olan bir ülke kazanmıştır.
4- Yüzyıllar boyunca Ruslar'a karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarına islamiyet güç kazandırmış, dirençlerini artırmış ve sıcak denizlere inme politikasını uygulamada Rusları yorgun düşürmüş, böylece islam dünyasının Kuzey cephesinden parçalanıp dağılmasına engel olmuşlardır.
(bkz: çerkes kızı)
(bkz: Seteney Guaşe)
Günümüzde bile Seteney güzelliğin, dürüstlüğün, ileri görüşlülüğün, asaletin ve aklın bir tarifi gibi görülür, bu gün bile Adigeler, Abhazlar, Asetinler kadını yüceltmek ve methetmek istediklerinde \"O Seteneydir, Seteney gibidir\" vb. ifadeler kullanırlar.
kadının önemi;
Yaşlı bir Adıge kadınının savaşta üç oğlu varmış. Bunlardan ikisi savaşta can vermişler ve kadının son kalan oğlunu da kan içinde can çekişirken bir atın sırtında kapıya getirmişler bir gün. Yaralı adam kapısının önüne gelir gelmez bir kelime dahi söyleyemeden boş bir çuval gibi atın üzerinden yuvarlanıp anasının ayakları dibine düşmüş ve oracıkta can vermiş. Kadın hiç bir telaş göstermeden oğlunu getirenlere dönüp sormuş:
oğullarım yiğitçe savaştılar mı?
Diğerleri cevaplamışlar
Evet, kahramanca savaştılar, düşman karşısında asla geriye dönmeksizin yiğitçe mücadele ettiler.
Kadın bu sözü duyduktan sonra ancak ölen oğulları için ağlamaya başlamış. Bir yandan ağlayıp bir yandan "babalarına yakışır şekilde yaşayıp ölen yiğit oğullarım, güzel evlatlarım" diyerek ağıtlar yakıyormuş. Kadın bir an duralamış ağlamasını kesmiş ve şöyle söylemiş: "Hayır ben şanssız, bahtsız bir kadın değilim, yüreğim rahat oğullarımın akibetlerini bilerek, yiğitçe kahramanca öldüklerinden emin olarak evlatlarım için ağlayıp yas tutacağım, ama şanssız ve bahtsız değilim."
Adıgelerde erkeğin kadına el kaldırdığı, küfrettiği veya aşağılayıcı sözler söylediği duyulmuş görülmüş değildir Ve bu tür hareketler çok büyük bir ayıp olarak karşılanır toplum tarafından. Dolayısıyla da Adıgelerin kadına bakışlarını Müslüman doğu toplumlarının bakış açısı ile değerlendirdiğini söylemek doğru değildir.
Şorten Askerbiy \"Kadının üstünlüğünü ve değerini gösteren bu destanın bir benzerinin dünya kültürlerinde ve mitolojilerinde olmadığını\" söyler bir yazısında.
Adıge töresinde kadına saygı sadece namus kavramı ile açıklanamaz. Erkek için öngörülmeyen pek çok hak kadına verilmiş ve saygı bu ilişkilerin temeline olmazsa olmaz koşul olarak konulmuştur.
Bir kadının hatırını kırmak, onu incitmek ve ona karşı saygısızca davranmak en ayıp işlerden biri olarak görülür.
Bir atlı yolda bir kadın ile karşılaştığında, atından iner ve atını kadın\'a verir binmesi için; eğer kadın bunu kabul etmezse adam atının gemini tutarak kadına gideceği yere kadar yaya olarak eşlik eder.
Bir atlı yolda bir erkekle karşılaştığında eğerinin üzerinde hafifçe doğrulup onu selamlaması yeterli idi, fakat eğer bir kadınla karşılaşmışsa atından inip onu selamlamak ve ona bir süre eşlik ettikten sonra yoluna devam etmek gerekirdi.
Bir gurup erkeğin oturduğu bir odaya kadın davet edildiğinde veya öyle bir ortama kadın geldiğinde kadın en iyi yere oturtulur ve erkekler ayağa kalkarak ona güzel sözler söylerler gönlünü alırlardı. Sofrada olanın iyisi kadına ikram edilirdi, odada bir kadın olduğu sürece sert bir ifade ile konuşulmaz. Kötü söz ve küfür benzeri kelimeler kullanılmaz, bu tür konuşmalar kadına duyurulmazdı.
Kadının gözü önünde hayvanlar kamçılanmaz, onlara vurulmaz, bir yolculuğa çıkılacaksa, kadınlar sürücünün at\'ı(veya öküzü) kamçıladığını görmeyecek şekilde oturtulurlardı.
Çeşmelerde veya derelerde kadın suyunu doldurup işini bitirmedikçe atlılar oraya atlarını sulamak için girmezlerdi.
Dörtnala giden atlı eğer kadınların olduğu bir yerden geçiyorsa yavaşlardı, silahını göstererek tutmaz, kadının olduğu yerde silah çıkmazdı.
Eğer erkek bir kapı önünden geçerken bir kadının odun kırdığını veya benzer ağır bir iş yaptığını görürse yanına gider o işi kadının elinden alıp kendisi yapar ve sonra yoluna giderdi.
Yolculukta kadının rahat etmesi için azami özen gösterilir, eğer dağda, ormanda veya yolda yemek yenecekse kadına yemek yaptırılmaz bu iş erkekler tarafından yapılırdı.
Yemeği ağır yemek, lokmaları orta büyüklükte bulundurmak, kibarca almak, başı sofra üzerine çok eğmemek, lokma ağza yanaşmadan ağzı açmamak, bir lokmayı çiğneyip mideye indirmeden diğer lokmayı almamak, avurdu şişirmemek, sofra üzerine aksırmamak, ekmek ve börek gibi şeyleri ısırmamak, lokmayı el ile koparmak, az yemek, fakat kibarlık edeceğim diye aç kalmamak, Çerkeslerin \"Zi ahe zefemishirer Femif\" yani \"hakkını yemeyen hamdır\" tabiriyle kastettikleri duruma düşmemek, haddini aşıp kendine \"psıç\" yani manda yada bir yemeğe lüzumundan fazla iştah gösterip \"Hiç görmemiş\" dedirtmemek, yemekleri medhetmek gibi inceliklere dikkat etmek gerekir.
Şayet bir misafir varsa yemeğe başlamadan önce ev sahibi güzel bir konuşma yaparak iltifat eder. Yemekten sonra da misafir bir teşekkür konuşması yapar. Küçükler büyüklerle birlikte sofraya oturmazlar.
çerkeslerin ayıpladıkları şeyler;
Vatanını ve milletini sevmemek, hor görmek
Vatanı ve milleti için gayret etmemek, çalışmamak
Tarihini ve geçmişini bilmemek, öğrenmemek
Halkını beğenmemek, kötülemek
Akraba evliliği (amca, teyze vs. akraba çocuklarıyla ve wunekoş çocuklarıyla evlenmek)
Geçmişini kötülemek
Büyüklerin yolunu kesmek, onlarla oturmak
Büyüklerin, yaşlıların değerini bilmemek, onların isteklerini yerine getirmemek
Yaşlılara yardım etmemek, onları tehlikeden korumamak
Yaşlıları tek başına bir odada yatırmak
Baba, amca, ağabey gibi büyüklerin yanında sofraya oturmak
Senden büyük birinin yanında sigara içmek
Anneyi üzmek, babayı dinlememek
Kadınlarla tartışmak, onları üzmek
Kadınlara gereken saygı ve önemi vermemek
Yaşıtlarını eleştirmek, onların aleyhine konuşmalarla onları üzmek
Hangi milletten olursa olsun kadın ve çocukları düşman kabul etmek
Zorda ve darda kalan kadına yardım etmemek Kadınlara ait hal ve sırları başkalarına anlatmak
Kadınların ricasını yerine getirmemek
Erkeğin öncelik edip kadınla kucaklaşması, ona sarılması (sokakta tanışma, selamlaşma sırasında)
Kadının arkasından seslenmek, ona dokunarak durdurmak
Elinde sigarayla kadınla konuşmak, yanında durmak
Erkek kardeşin ablasından önce evlenmesi,kız kardeşin ablasından önce evlenmesi
Kadının yanında at ve sığır gibi hayvanlara vurmak
Gelinine kötü davranmak
Çocukları güzel eğitmemek
Çocuklara kötü davranmak
Çocukları sokakta azarlamak
Çocukların bulunduğu odada sigara içmek
Yemek konusunda aç gözlü olmak, cimri olmak, yemekleri beğenmemek
Sokakta caddede bir şeyler yemek, içmek, sakız çiğnemek
Kadınların ve yaşlıların yanında bacak bacak üstüne atmak
içkiye düşkün olmak, sarhoş olmak, bu halde insanlara gözükmek
Su ve yiyeceklerle oynamak, sofrada sağı solu karıştırmak Sofraya sırtını dönmek, yiyecekleri ayak altı etmek
Çok aç vaziyette davete katılmak (aç gözlü gözükmemek için yarı tok olmak gerek)
Misafiri memnun etmemek
Misafiri herhangi bir konuda gücendirmek, onla tartışmak
Misafirlikte edep dışı davranışlarda bulunmak
Misafirlikte ev sahibine karışmak, ona emir vermek
Misafirlikte yemek beğenmemek, yemek seçmek Misafirlikte münakaşa çıkarmak, kavga etmek
Misafirlikte gereksiz yere çok konuşmak
Misafirin yanında ondan daha şık, daha pahalı elbiselerle bulunmak Misafirle düğünü başlatmak, bitirmek, misafir oynarken mızıkayı durdurmak
Misafire beğendiği bir şeyi hediye etmemek
Misafirin ev sahibini değiştirmesi Misafiri yolcu ederken uğurlamamak, belli bir mesafeye kadar eşlik etmemek
Arkadaşlığı dostluğu unutmak, önemsememek
Yalan söylemek, verdiği sözde durmamak
Mert davranmamak, kendini methetmek
Başkalarının yanında çocuklarını methetmek
Yaptığın bir işten, bir iyilikten bahsetmek
Dedikodu yapmak
Kimse görmüyor diye edep dışı davranmak
Birine yaptığın iyiliği yüzüne vurmak
Hırsızlık yapmak, kıskanç olmak, aç gözlü olmak
Birinin aleyhine arkasından konuşmak
Bilmediği konuda fikir yürütmek
Kendinden zayıf birine baskı uygulamak
Silahsız birine silah çekmek
Bir insan yanına geldiğinde ayağa kalkmamak
Başka bir halkın insanını hor görmek
Caddede kucaklaşmak, birine sarılmak
Haksız bir durum karşısında görmezden gelmek
Uygunsuz ev içi kıyafetle sokağa çıkmak
Sokakta, caddede yüksek sesle konuşmak, gülmek
Bir toplantıya geç kalmak
Konuşurken başkalarına fırsat vermemek
Güçsüz, muhtaç olana yardım etmemek
Kayınlarını düşman tutmak
Akli dengesi yerinde olmayanla tartışmak, dalga geçmek
Çağrıldığında yardıma gitmemek
Yetişkin insanın küsmesi (Çerkes küsmez, sadece kızar)
Abisini ve ablasını bırakıp ondan önce kardeşin evlenmesi
Düğüne davet edilen kızlara gereken ilginin gösterilmemesi
Misafir kızlara düğünde oynama fırsatı verilmemesi
Komşuyu gücendirmek, onla küs kalmak
Sopayla herhangi bir insana vurmak
Tembellik yapmak, uygun olmayan bir işte çalışmak
Yatan bir insanın üzerinden geçmek
Cenazenin önünü kesmek, cenaze geçerken oturmak, ayağa kalmamak
Başsağlığına gelenleri yolcu etmek, başsağlığı ziyaretini uzatmak
Çalışma gelince kaytarıp, yemek zamanı yemek istemek
Hastalara yardım etmemek, onları ziyaret etmemek
Dar ve dekolte kıyafetlerle toplum içine çıkmak
Büyüklerin yanında cep telefonuyla konuşmak
Bir toplantıda cep telefonuyla konuşmak
Birilerini rahatsız edecek kadar yüksek sesle cep telefonuyla konuşmak
Aldığı lüks arabasıyla hava atmak
Zenginliğiyle övünmek
Evi ve eşyalarıyla hava atmak, övünme
Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz.
Gençlerin her toplantıda farklı kaşeni olabildiği için bir Çerkez kızının ya da erkeğinin evleninceye kadar çok fazla kaşeni olabilmektedir. Toplantıda amaç tanışmak, eğlenmek ve kendine uygun bir eş seçmek olduğu için kaşenlik bazen ciddi bazen de şaka halinde ortaya çıkmaktadır. Sayısı fazla olan şaka kaşenliğinin çok fazla bir ciddiyeti yoktur. Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.
Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar dahi sırf o geceye ya da bir kaç geceye mahsus olarak kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş vakit geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi methedici ve övücü sözler söyler. Kaşenliğin bir de ciddi boyutu vardır. Bu durumda birbirlerini beğenen kız ya da erkek evlenmek için arkadaşlık kurmak isterler.
Eğer karşı taraf kabul etmişse diğer toplantılarda da görüşerek bu ilişkiyi devam ettirirler. Fakat ciddi kaşenlikte daha ziyade pisehluk ile başlamaktadır. Erkek bir kaç arkadaşını alarak kızın veya onun herhangi bir akrabasının evine gider. Kızın da mutlaka yanında bir ya da bir kaç arkadaşı bulunmak durumundadır. Burada kıza kaşenlik teklifini sunar. Bu durumda kız ve erkek arkadaşlarının yanında teklifi değerlendirirler. Birbirlerinden beklentilerini ve isteklerini söylerler. Kaşenliğin her iki boyutunun da kendine has kuralları vardır. Kaşenlik eğer ciddi ise ve sonuçta evlilik düşüncesi ile kişiler birbirlerini tanımaya çalışıyorsa bu durumda meclislerde şaka kaşenliği gibi ulu orta gündeme getirilmez. Bu durumda bir çok muhabbette bir araya gelebilirler, bir çok konudan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalışırlar. Fakat ilişkileri diğer kaşenliğe nazaran resmiyet kazanır. Diğeri kadar serbest değildir. Her ne kadar bu kişiler evlilik kararıyla birbirlerini tanımaya çalışsalar da mutlaka evlenecekler diye bir şart yoktur. Eğer bir engel söz konusu ise her iki taraf bu durumdan vazgeçebilir.
çerkes geleneklerinin bir parçasıdır. gençlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak için tertip edilen toplantılara verilen isimdir. türlü vesilelerle düzenlenebilir: düğün, bir misafiri ağırlamak vb.. sosyalliğin oldukça önemli olduğu çerkesler\'de geleneğin en önemli unsurlarındandır. kendi içinde kaşenlik muhabbetleri de barındırır, günlük havadan sudan sohbetleri de. ama herşey sonsuz bir saygı çerçevesinde gerçekleştirilir.
Adige xabze toplumunda thamadelik hem kavram olarak, hem de kurumsal olarak oluşmuş ve toplumsal düzenimizde bir statü olarak yerini almıştır. Ayrıca bu kavramın toplumsal yapıda yer alması öyle yakın bir zamanda olmamıştır. Daha avcılık ve toplayıcılık dönemlerinde, görevin başarılması ve paylaşımın adil ve eşit olması için eşitler arasında thamade seçilmeye ve görevlendirilmeye başlanmıştır. Geçen uzun tarihsel süreç içerisinde thamadelik kavramı gelişerek daha çok toplumda saygı kazanarak bir kurum biçimine dönüşmüştür.
Kimler thamade olabilir?
1) Akıl ve anlayış sahibi olmalıdır.
2) Fiziksel ve zihinsel engeli bulunmamalıdır.
3) Üzerine almış olduğu görevin bilincinde ve bilgisinde olmalıdır.
4) Kişisel olarak yeterli deneyim birikimine sahip olmalıdır.
5) Üzerine almış olduğu görevi (thamadelik görevini) başarabilecek kadar yetenekli olmalıdır.
6) Duygu ve düşüncelerini ifade edebilme ve ikna edebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
7) Suçlu ve toplumsal yaşama ters düşen bir aileden gelmemelidir.
8) Kendisi toplumun gözünde davranışları ve sözleri ile güvenilir ve inanılır bir kimse olmalıdır.
Rus-Kafkas savaşlarının devam ettiği dönemde, 1779 yılının ilkbaharında Kabardey Pşı ve Work'larından oluşan 3 bin kişilik bir birlik, Rus askerleri tarafından kuşatıldı. Bütün Çerkes boylarından elçilerin de bulunduğu bu birlik düşmanın ancak onda biri kadardı ve modern silahlardan yoksundu. Ruslar, Çerkes birliğine teslim olmaları yönünde çağrıda bulundu. Ancak Çerkesler, gerek onurları gerekse yaşam tarzlarından dolayı teslim olmadı. Ve o gece 3 bin Çerkes'in bir daha güneşin doğuşunu göremeyeceği kanlı bir savaş yaşandı. Jeşteyvue (Gece Baskını), bu savaşı koreografize eden bir danstır.
saat 23.00 da koşulacak olan bayrak yarışıdır. Amerika 37.38 koşarak ülke rekorunu kırmıştır. Jameika ise 37.04 ile dünya rekoru sahibidir. Güzel bir final bizi bekliyor olacak. Tahminen Jameika 37.00 altında koşarak, dünya rekoru kırarak olimpiyat şampiyonu olacaktır. merakla bekleniyor.