şerhirler arası ya da şehir içi yolculuk yaparken yanınızda oturan kişinin siz mesaj yazarken gözünü telefonunuzdan ayırmamasıdır.
telefonu onun görmeyeceği açılarda tutmaya çalışırsınız ama işe yaramayınca sinirlenirsiniz ve olay çıkarmak istemediğiniz için 'pardon, gönderiyorum, eklemek istediğiniz bir şey var mı ' diyerek biraz da olsa utanmasını sağlarsınız.
eğer dışarıda gayet havadar kalabalık bir ortamda ya da havadar veya kalabalık ya da kalabalık olmayan bir ortamda * iki lafı bir araya getirememek sosyallikse, sözlükte takılıp asosyal olmak daha iyidir diye düşünmek daha manalıdır.
zekı enes akkan'ın daha nasıl anlatılabılırdı kı dedırten ''teşekkürler, iyi çalışmalar'' adlı müthış yazısıdır.
--spoiler--
Bir zamanlar köylüler varmış. Hayatta kalmak için çalışmak zorundalarmış. Vururmuşsun enselerine, alırmışsın mahsulü. Bundan şikayetçi olmak da pek akıllarına gelmezmiş. Elle gelen düğün bayrammış çünkü.
Sonra adamın biri su kaynatmış, buharıyla bir şeyleri hareket ettirmiş. 'Aha,'demış bunun adı buhar makinesi olsun. Bunun büyüğünü yapayım, tarlalara su pompalayayım; o iş için köylülere gerek kalmasın.; Aydınlanmış adam birden.Aa demiş.Bu bı devrim lan? O zaman adını sanayi devrimi koydum.
Hakikaten, uzunca bir süre bayağı bir nümayiş olmuş. Köylüler ;işsiz kalacağızdiye karşı çıkmış; derebeyler;feodalite elden gidiyor; demiş karşı çıkmış. Ama sonunda buhar makinesi kazanmış. O kadar ki, başta su pomplamaktan başka bir işe yaramayan makine, sonraları demir dövmeye, dövdüğü demirden demiryolu yapmaya, sonra kendisini baştan yaratarak lokomotif üretmeye kadar vardırmış işi.
Köylüler şaşıp kalmış tabii. Çoğu, işsiz kalmayı beklerken, kendilerini bir buhar makinesinin valflerini açıp kapatır, kazana kürekle kömür atar halde bulmuş. Hatta meslekteki yirminci yıllarına ulaştıklarında, çıraklarına valf açıp kapatmanın, kazana kömür atmanın inceliklerini anlatır olmuşlar. Halbuki çok basit işlermiş bunlar ama, incelikleri varmış. Kazana mesela, ne zaman kömür atacaksın? Ne kadar ve nasıl atacaksın? Ateş söner gibi olursa ne yapacaksın? Kömür kızılsa ne anlayacaksın, turuncuysa ne?
Sonra kazancının bilmek zorunda olduğu bu inceliklerin sayısı o kadar artmış ki, yanıbaşındaki valfçi bile lüzumu halinde kazancının işini devralamaz olmuş. Bilmiyormuş çünkü tüm bunları. Kazancı da valfçinin yerini alamazmış ama. ikisi de belli vasıflar gerektiren birer ;profesyon; imiş artık.
Eski köylü-yeni profesyoneller bir süre afallamış. Köylüyken tarlada hastalandıklarında veya canları sıkkın olduğunda, yüz kişi onar saniye daha fazla çalışıp onların işini de halledebiliyormuş çünkü. Oysa şimdi, tek bir yedekleri bile yokmuş. Hastalarsa dayanmak, üzgünlerse unutmak zorundalarmış. Yoksa tren dururmuş. Tren bazen çok da umurlarında olmuyormuş ama, köylülük döneminden beri değişmeyen tek kural olan ;hayatta kalmak için çalışmak zorunda olmak; kuralı onları her koşulda çalışmaya zorluyormuş.
Bazı istisnalar da olmuyor değilmiş tabii. Mesela hastalanan bazıları hastalığın ızdırabına dayanamıyor, ilk istasyonda iniyormuş. Veya mutsuz bazıları firar edip aşklarına koşuyormuş. Yerlerine hemen yenileri bulunuyormuş onların. Kalanlarsa, böylece, profesyonlarının; o çok hayati inceliklerinin aslında o kadar da seçkin vasıflar gerektiren şeyler olmadığını fark ediyormuş.
işte o kalanlar bir gün gizli bir toplantı yapmışlar ve bu gerçeği sonsuza dek saklamaya, kendilerine bile itiraf etmemeye ant içmişler. O günden sonra her profesyonel, pek mühim bir halt yediğini, bulunmaz hint kumaşı olduğunu düşünegelmiş. Bu 'bir parça narsisist' düşüncelerinin bir işsiz kalma durumuyla baltalanmaması için de, hastalıklarını, kederlerini, mutluluklarını, kararsızlıklarını, zayıflıklarını, kısacası insani olan her şeylerini kendilerine saklamaya karar vermişler. insani olan her şeylerini kendilerine saklayınca da dışarıdan birer hayvan gibi görünür olmuşlar.
çocuk ders çalışmaz öğretmen suçlu olur.
çocuk konuşamaz öğretmen suçlu olur.
çocuk kitap okumaz öğretmen suçlu olur.
çocuk camdan bakar öğretmen suçlu olur.
çocuk altına sıçar yine öğretmen suçlu olur.
.
.
.
.
.
.
verdiğim örnekler kadar absürd sadece öğretmeni suçlamak. sen çocuğuna, kardeşine, yeğenine vs. evde gereken terbiyeyi eğitimi verme, ondan sonra işte sizin yetiştirdiğiniz yeni nesil böyle olur.
sokakta yürümeyi blmiyorlar yok bilmem ne. bakınız, eğitim sadece bir kişiyle olacak bir şey değildir. eğitimin bitiş süresi yoktur yaşam boyu devam eder. doğumdan başlar, aile ve yakın çevresi de dahil herkesi kapsar. bunlar yeni bilgiler değil taaa ibni sina'dan, farabi'den gelir bu bilgiler. aç oku hiç olmazsa. bunları tanımıyorsan sigmund freud da olur günümüze daha yakın, belki daha çok yardımcı olur.
özel sektörde emir almaktan başı dönenlere diyecek bi lafım yok tabi. elbet onların da boş bi günü olur okuyup öğrenirler bunları. valla bak.
1970'li yıllarda üç aylık öğretmen yetiştirme programlarıyla öğretmen olmuş, günümüzde hala vatana millete hayırlı öğretmenler yetiştirmek için yaz kış çaba gösteren, efendime söyleyeyim bilgileri sürekli güncellemekten bahseden ama bırakın ayağa kalkıp metod uygulamayı yerinde oturmaktan bile yorulan, daha sınavda oturma planlarını yapamayan ve hatta imza kağıtlarından tutun gözetmenlere kadar, kendi elleriyle hazırladığı sorulardan tutun verdiği ödevlere kadar her şeyi birbirine karıştıran, hocanın mesleği gereği yapması gereken şeyi (ders anlatmak)doğrudan ya da dolaylı yoldan da olsa bir türlü yapamayan ve her fakültede bir tane de olsa bulunduğuna inandığım bir hoca türü hakkında yapılan duyduğum bir yorum.
Gitmek cesaret ister ufaklık
Gidecegin yer neresi olursa olsun
Sevdiklerinle arana mesefe girince
Varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz.
Vedalaşmak da zor iştir biliyo musun ?
Oturursun geminin kıçına.
Bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar ufalırlar kaybolurlar
O zaman anlarsın işte
Vedalaşmak asıl kalana değil gidene koyar.
100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle.
Bak şarabımla beraberim.
Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum
Şarabımdan Ayrılmadan hemde.
Ben şarabımdan Ayrılmıyorum.
O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor.
Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa?
Hayallerimizi satmadık ya ?