sevgilimle gece yarısı gençlik parkındayız. öyle güzel geçiyor ki muhabbet, soluk almayı unutuyoruz. güzel derken, içeriği güzel değil. ağlıyor. inşaat mühendisliği okuyor. ama hiç sevmiyor. annesi babsı ayrı, bir an önce para kazanmaya başlaması için baskı yapıyorlar, tutturduğu ilk yere gidiyor. ikinci senesi okulda. ama hayalinde hep konservatuvar okumak var. harika bir tenor. böyle ses duymadınız ama. arada bir arya söyletiyorum. utangaç da bir çocuk. neyse ki çevremizde kimse yok.
dert dert üstüne. bense okulu bıraktırmaya ve konservatuvar okumaya ikna etmeye çalışıyorum uzun süredir yaptığım gibi. "sen kutu gibi evler tasarlayacak, hatta tasarlamayacak, elde hesap makinesi çimento-demir hesabı yapacak adam değilsin!" diyorum, "sen [caps]ufuk[/caps]sun. kalk ve bir arya söyle. ve seneye bu zaman buraya geleceğiz tekrar, yine aynı aryayı söyleyeceksin. ama bu kez mühendislik değil, konservatuvar öğrencisi olarak." söylüyor, sesine doyamıyorum. libiamo ne lieti calici'yi söylüyor. öyle güçlü ki, kelimeler yetmiyor.
yıllar sonra sözlerinin anlamına bakıyorum. ne kadar o anla uyumlu olduğunu görüyorum.
"içelim kardeşlerim! haydi mutluluğa, hayallerin kısıtlanmadığı, herkesin kendi mutluluğunu kovaladığı güzel bir dünyaya içelim! özgürlüğe içelim!"
p.s. o sene değil ama sonraki sene okulu bıraktı, şu an anadolu üni ya da osmangazi'de konservatuvar okuyor. 2 sene önceki son görüşmemizde erken kalkmak zorunda kaldı, mozart requiem çalışıcam diye. çok sevindim, halen heyecanını içimde taşırım.
çaylak dönemi entry'lerinde tanımlayıcı girilmez biliyorum ama nick'imi aldığım öykü olduğundan yazayım istedim.
trifon'un öyküsü, stelyanos hrisopulos gemisi. trifon 12 yaşında bir çocuk. okula gitmiyor, arkadaşı yok, ailesi yok. dedesiyle birlikte yaşıyor. stelyanos hrisopulos. trifon sıradışı bir çocuk. sıradışı derecede sıradan bir hayat yaşıyor. tek eğlencesi, büyük eğlencesi gemiler yapıp onları yüzdürmek. günlerce uğraşıyor, güzel gemiler yapıyor.
trifon büyük bir gemi yapmaya karar veriyor. uzun süre üzerine uğraşıyor. yelkenini beyazlatmak bile günlerini alıyor. ve kocaman bir gemi yapıyor, denize girince kendi boyunda. dedesi soruyor. "adını ne koyacaksın?" "stelyanos hrisopulos koyacağım." diyor trifon. ve gemisinin adını stelyanos hrisopulos gemisi koyuyor. haftalarca onunla oynuyor. sürekli onu denizde yüzdürüyor.
mahallenin 16 çocuğu plan yapıyorlar. aralarında japon mağazalarından alınmış mükemmel gemileri olanlar da var. ama karar veriyorlar. trifon'un gemisini batıracaklar. ve gemiyi taşlayarak batırıyorlar.
trifon'un öyküsü bambaşka bir öykü. trifon'u anlatıyor abasıyanık:
"trifon toprağı sevmez, ona hürmet ederdi. çünkü birçok sevdikleri orda, onun altında, aklın durduğu bir yerde yaşıyorlardı. onun üstündeyse insanlar, beş-on para kazanmak kaygısıyla dönüp duruyorlardı. bu insanlar ne tuhaf varlıklardı. durup denize bir dakika bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar... ne zevksiz mahluklardı. ve mektebe giden bu ufak çocuklar, mektebi unutup, deniz karşısında, bir gün bir gece düşünceli kalamazlardı. dersler deniz kadar güzel, deniz kadar öğretici miydi acaba? trifon, denize girmeyenlerle arkadaşlık bile etmek istemezdi." (kitabı bulamadım hatırladığım kadarıyla yazdım. hatalı yazdıysam affola.)