trifonun gemisi
0 (düz adam)
on birinci nesil yazar 0 takipçi 1.30 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    ada

    90.
  1. bazılarının hayallerini süsler, rüyalarına girer.

    çoğunun korkacağı, çekineceği, istemeyeceği bir yalnızlığı özlemle anar insan.

    80 bin nüfuslu bir kıyı kenti seçer kendine mümkünse uzaklardan, değilse ülkesinin içinden. şöyle adası da olmalı ama. adada mümkün olduğunca az yerleşim, az insan trafiği olmalı. adalar gibi değil, gerçek bir ada gibi. "az eşya, az insan." küçük bir kulübe kurmalı adanın üstüne, insanların gözünden uzak. orda yaşamalı işte.

    kalabalıktan sıkılmaktan değil ama. yalnızlıktan sıkılmaktan yalnızlığı ister bu insan. hep içerde sanarken kendini, aslında hep dışarda olmaktan bıkmıştır. sanmaktan bıkar, vazgeçer zannetmekten. "yalnızsam, hakkını vereyim" der. içerde hissetmek istemez, sahte mutluluğa toktur. madem hep dışarda kalacak, öyleyse dışarda bir hayat kurmak ister kendine. hiç içeri girmeye çabalamadan. kim bilir belki de kendini avutacaktır "ben seçtim bu yalnızlığı" diye. yani dışarı itilmeyecek, dışarda var edecektir kendini.

    minecraft oynarken her binasını adaya kurar. ada yaratır, ada yoksa yakınlarda. sonra küçük bir ev. arada kıyıya gider, tarım yapar orda. hayvan yetiştirir. bir de şelale kurdu mu tamamdır. minecraft'ta devasa saraylar yapan insandan çok farklıdır. o saraylara onlarca villager koyar onu yapanlar. ama adada yaşam rüyasında olan insan koymaz. bolca inek koyar, kuzu koyar. mümkün olduğunca geniş tutar çitleri. hatta belki de onlar için de bir ada yapar.

    adada bir yaşam rüyalarına giren insan, aslında çok yakınımızdadır. çok yakınımızda olduğu için yalnızlık ister belki de. gündelik hakaretlerimiz, küfürlerimizdir o insanı içerde hissettirmeyen. 10 yıllık dostunun yanında birine "ibne" dersin, yoldan geçerken sesli şekilde "kürt gibi" dersin, yan masanın duyacağı gibi "otistik misin oğlum" diye sorarsın. dostun eşcinseldir belki de, yanından geçtiğin insan kürttür kimliğini ortaya söyleyemeyen, otistik çocuğu vardır karşı masada oturan, tek başına sigarasını içen adamın. ve işte senin umarsızca söylediğin her söz dışarı iter o duyan insanı. "before you echo amen in your home or place of worship, think and remember. a child is listening."

    derler ya yumruk yesen 2 günde geçer ama bir laf duyarsın ömür boyu aklında kalır. işte öyle.
    0 ...
  2. eşcinsellik

    266.
  3. zorlu yol.

    eşcinselliğimin farkına varmıştım. internet alemlerine dalmıştım. annem kızardı "çok bilgisayarın başında duruyorsun!" diye. söyleyemezdim, saklardım. eşcinsel olduğumu bilen kimse yoktu, ama hiç kimse. sadece internet üzerinde. 3 yıllık sevgilim vardı mesela, yüzünü hiç görmesem de. 15 yaşımızdan 18 yaşımıza kadar sevgili dedik birbirimize.

    internet.. internet benim için özgür olabildiğim tek yerdi! biricik yerdi. daha sonraları anneme açıldığımda dedim "annem orası özgür olabildiğim tek yerdi, çok vakit geçirmem bu yüzdendi." annem ağladı.

    peki şimdi? şimdi internet ne benim için? açık bir eşcinselim, herkes bilir eşcinsel olduğumu az çok. insanlar eşcinsel olduğunu bildiğinde ona göre davranıyor, ona göre yaklaşıyor veya yaklaşmıyor. en yakın arkadaşın da olsa esprilerini tartarak yapıyor mesela. ya da aynı yatakta yatmak istemiyor. ne bilim.. sen "sen" değilsin, ilk sıfatın "eşcinsel"sin, sonra "sen"sin. internet benim için yine çok güzel. eşcinsel olduğumu gizleyip muhabbet edebiliyorum insanlarla. şimdi diyorum ki, internette çok özgürüm. kimsenin bana karşı önyargısı yok. onlardan gibi "normal" olarak yaşıyorum.

    internet iyidir, güzeldir. kişiliğinin önündeki perdeleri kaldırırsın orda, ya da en arkasına saklanırsın bir anda. bir şekilde, ama bir şekilde özgürlüğü vermese de tattırır sana.
    2 ...
  4. stelyanos hrisopulos gemisi

    1.
  5. bir sait faik abasiyanik öyküsü.

    çaylak dönemi entry'lerinde tanımlayıcı girilmez biliyorum ama nick'imi aldığım öykü olduğundan yazayım istedim.

    trifon'un öyküsü, stelyanos hrisopulos gemisi. trifon 12 yaşında bir çocuk. okula gitmiyor, arkadaşı yok, ailesi yok. dedesiyle birlikte yaşıyor. stelyanos hrisopulos. trifon sıradışı bir çocuk. sıradışı derecede sıradan bir hayat yaşıyor. tek eğlencesi, büyük eğlencesi gemiler yapıp onları yüzdürmek. günlerce uğraşıyor, güzel gemiler yapıyor.

    trifon büyük bir gemi yapmaya karar veriyor. uzun süre üzerine uğraşıyor. yelkenini beyazlatmak bile günlerini alıyor. ve kocaman bir gemi yapıyor, denize girince kendi boyunda. dedesi soruyor. "adını ne koyacaksın?" "stelyanos hrisopulos koyacağım." diyor trifon. ve gemisinin adını stelyanos hrisopulos gemisi koyuyor. haftalarca onunla oynuyor. sürekli onu denizde yüzdürüyor.

    mahallenin 16 çocuğu plan yapıyorlar. aralarında japon mağazalarından alınmış mükemmel gemileri olanlar da var. ama karar veriyorlar. trifon'un gemisini batıracaklar. ve gemiyi taşlayarak batırıyorlar.

    trifon'un öyküsü bambaşka bir öykü. trifon'u anlatıyor abasıyanık:

    "trifon toprağı sevmez, ona hürmet ederdi. çünkü birçok sevdikleri orda, onun altında, aklın durduğu bir yerde yaşıyorlardı. onun üstündeyse insanlar, beş-on para kazanmak kaygısıyla dönüp duruyorlardı. bu insanlar ne tuhaf varlıklardı. durup denize bir dakika bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar... ne zevksiz mahluklardı. ve mektebe giden bu ufak çocuklar, mektebi unutup, deniz karşısında, bir gün bir gece düşünceli kalamazlardı. dersler deniz kadar güzel, deniz kadar öğretici miydi acaba? trifon, denize girmeyenlerle arkadaşlık bile etmek istemezdi." (kitabı bulamadım hatırladığım kadarıyla yazdım. hatalı yazdıysam affola.)
    1 ...
  6. klasik müzik

    196.
  7. uzunluğu 4 dk, ömrü 4 yıl olan parçalara inat; uzunluğu 4-40 dk, ömrü 400 yıl olabilen müzik türü. ya da müzik. the music.

    benim için tanımadığım bir müziğin ömrü 10 saniyedir. 200 yaşında da olsa 10 saniye. benim için iyi bir klasik parça beni 10 saniyede kendine bağlamalıdır. sert vuruşlar, orkestra hit'lerle değil ama. genelde (%99) minor seven insanım. ancak o naifliğiyle otoriterliğini birlikte görmek isterim. öyle naif girecek ki, 10 saniye bitmeden bana diyecek ki "hiçbir yere gitmiyorsun. 40 dakika da olsam beni dinleyeceksin. otur oturduğun yerde, bırak elindeki işi ve kulağını kabart, bak ben yüzyıllar öncesinden sesleniyorum sana."

    işte "iyi" müzik benim için budur. bebek gibi düşünün. doğdu, ve en kısa sürede nefes alması gerek. alıp "dur bakalım dünya, ben geldim." demesi gerek. 10 sn içinde parça nefes alıp, bana meydan okumuyorsa, çok çok zor şans veririm ona. şimdi ne demek istediğimi birkaç parçayla anlatayım.

    sadece ilk 10'ar saniyelerini dinleyin.

    beethoven - sonata for piano no 17 op 31 no 2: https://www.youtube.com/watch?v=ZYdv5jk09XQ

    lamento di maria stuarda: https://www.youtube.com/watch?v=yw7oGdMLrjU

    brahms - hungarian dances no 1: https://www.youtube.com/watch?v=bsbm7Wa3bBo

    en azından birini ilk 10 saniyede kapatamadınız değil mi? işte anlatmak istediğim buydu.

    farklı beğenileri aşağılasam da, pek rasyonel temeli olmadığını bilirim. ancak gelin görün ki, bu konuda fazlaca sertim. aynı 3 notanın aynı oktavdaki tekrarı, iki bilgisayar efektiyle 4 saat içerisinde yazılmış ve tek kişi tarafından söylenen ucuz "pop" denilen müzik türü aşağılanmayı hak ediyor bence. bu taraftaysa aylarca üzerinde uğraşılarak yazılmış, yüzyıllar öncesinden bugüne nefes almayı sürdürmüş, bazıları muhtemelen onlarca yıldır 24 saat boyunca dünyanın farklı köşelerinde çalınıyor olan, 120 kişilik ve onlarca farklı enstrüman barındıran bir orkestranın en az bir hafta çalışmasıyla ortaya çıkan klasik müzik var. (bazı aryalar tek kişi tarafından ve tek enstrüman eşliğinde hatta enstrümansız söylenir. aryaları özellikle belirttim zira aşırı emek istemesi sufficient veya necessary condition değil bir müziğin iyi olması için. ama yine de olasılığını çok artırıyor.)

    dinleyiniz, dinletiniz efendim.
    3 ...
  8. terk edilmek

    374.
  9. eksiltir bazen dirhem dirhem..

    yalnızım şimdi. hastaneye tek başıma gidiyorum. koluna gireceğim biri yok, korkuluklara yaslanıyorum. bu kez omzunda ağlayabileceğim sen yok, koltukta hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. değişmeyen tek şey var, her gün biraz daha ölüyorum..
    1 ...
  10. çok sevmek

    164.
  11. katlanmaktır çok sevmek. kavgaya, gürültüye, yalanlara, belki aldatılmaya..

    yeminler etmektir, sözler vermektir. bazılarını tutamayacağını bile bile. affetmektir yeminini bozanı. tekrar tekrar güvenmektir ona. çok sevmek, hem cesurluk ve hem korkaklıktır.

    ezilmektir. seni azarlamasına katlanmak, herkesin ortasında küçük düşürse bile unutmaktır. bazen bu konuda kızsan ve onu kırsan da, bir saat sonra pişman olmaktır.

    güvenememektir çok sevmek. hep gitmesinden korkmaktır. kaybetme korkusuyla yanıp tutuşmaktır.

    çok sevmek, güvenmektir. ölesiye güvenmek... seni aldatmış olsa da, çok acı çektirmiş olsa da onun gözlerine inanmak, tekrar yapmayacağını bilmektir. aşkın ateşinin her kötü anıyı yakmasını beklemektir.

    affetmektir. defalarca sözünü bozsa da, seni üzse, çok kırsa da "git" diyememektir.

    "kal" diyebilmektir çok sevmek. içten içe gitmeni istediğini bilsen de, ona muhtaç olduğunu gösterebilmektir.

    çok sevmek, çok pişman olmaktır. ayrılmayı, ona dair eşyaları yok etmeyi düşünmekten utanmaktır. söylediğin sözlerden pişman olmak, zamanı geri çevirebilmek için anlamsızca tanrı'ya yakarmaktır.

    çok sevmek, iliklerine kadar hissettiğin bir duygu, gözlerinden akan tane tane yaşlardır...
    1 ...
  12. iyelik eki

    9.
  13. önemlidir. sana ait hissettirir o kelimeyi.

    ingilizce düşün.

    95 aldığın sınavda hocanın karşısına çıkıp

    -where is my 5 points?

    dersen fazla sade durmuyor mu?

    -there is no 5 points.

    dediği an bitiyor iş. sana ait değil. insanın içinden

    -where is my 5 pointsim?

    demek gelmiyor mu? hoca da mecburen

    -5 points"in" şurdan şurdan gitti."

    diyecek. senin olduğunu o da kabullenmiş olacak.

    özet: iyelik eki candır.
    1 ...
  14. güzellik

    152.
  15. benim için çok değerli bir kavram. olması gerekenden fazla belki.

    sanat güzeli arar. ve tarihten bu yana sanat hep var olmuştur. düşünsene, ilk kıyafeti bile giyerken görüntü önemliydi. daha iyi durması için kapattılar. sonrasında binlerce yıllık çizimler ve müzik aletleri görüyoruz. dünya tarihinde devletler kurulur, devletler yıkılır. dinler doğar, birçoğu ölür, bazıları yaşar. ama biliriz ki edebiyat, örneğin, hepsinin üstünde başından beri vardır. bunu da insan güzele meyillidir, sözüyle özetleyebiliriz. tarihimiz boyunca güzeli aramışız.

    gelelim insan güzelliğine. işte bu olması gerekenden fazla bende.

    güzel bir yüz beni kendine çeker. fazla fazla çeker. çirkin bir yüzse fazlaca iter. bir kitap okuyor olsam ve karakter çirkin tasvir edilmişse o karakterden de romandan da soğurum. moralim bozulur, aynı çekicilikte gelmez o hikaye bana. ama çok güzel bir çocuk tarih edilmişse mesela, o kitap benim hayatımın kitabı olabilir. güzeli düşünmek, hakkında kafa yormak, sıradan hikayesi bile olsa onu okumak beni mutlu ediyor. ilişkilerimde de hep yanımdakiler birbirinden güzel olagelmiştir. ortalamanın üstünde olacak bir kere. eğer çok güzel değilse de bir şekilde bunu telafi etmeli ve çok zeki, başarılı, içten vs. farklı bir özelliğe sahip olmalı.

    öyle işte..
    0 ...
  16. libiamo ne lieti calici

    1.
  17. "haaaaa o muuuuuu?" tepkisi vereceğiniz müziğin adı.

    https://www.youtube.com/watch?v=G3YuDSl9lik

    benim için yeri ayrı eser.

    yıl 2011. yer ankara.

    sevgilimle gece yarısı gençlik parkındayız. öyle güzel geçiyor ki muhabbet, soluk almayı unutuyoruz. güzel derken, içeriği güzel değil. ağlıyor. inşaat mühendisliği okuyor. ama hiç sevmiyor. annesi babsı ayrı, bir an önce para kazanmaya başlaması için baskı yapıyorlar, tutturduğu ilk yere gidiyor. ikinci senesi okulda. ama hayalinde hep konservatuvar okumak var. harika bir tenor. böyle ses duymadınız ama. arada bir arya söyletiyorum. utangaç da bir çocuk. neyse ki çevremizde kimse yok.

    dert dert üstüne. bense okulu bıraktırmaya ve konservatuvar okumaya ikna etmeye çalışıyorum uzun süredir yaptığım gibi. "sen kutu gibi evler tasarlayacak, hatta tasarlamayacak, elde hesap makinesi çimento-demir hesabı yapacak adam değilsin!" diyorum, "sen [caps]ufuk[/caps]sun. kalk ve bir arya söyle. ve seneye bu zaman buraya geleceğiz tekrar, yine aynı aryayı söyleyeceksin. ama bu kez mühendislik değil, konservatuvar öğrencisi olarak." söylüyor, sesine doyamıyorum. libiamo ne lieti calici'yi söylüyor. öyle güçlü ki, kelimeler yetmiyor.

    yıllar sonra sözlerinin anlamına bakıyorum. ne kadar o anla uyumlu olduğunu görüyorum.

    "içelim kardeşlerim! haydi mutluluğa, hayallerin kısıtlanmadığı, herkesin kendi mutluluğunu kovaladığı güzel bir dünyaya içelim! özgürlüğe içelim!"

    p.s. o sene değil ama sonraki sene okulu bıraktı, şu an anadolu üni ya da osmangazi'de konservatuvar okuyor. 2 sene önceki son görüşmemizde erken kalkmak zorunda kaldı, mozart requiem çalışıcam diye. çok sevindim, halen heyecanını içimde taşırım.
    1 ...
  18. © 2025 uludağ sözlük