karaköy'de yolumu kaybettiğim bir ara önüne çıkmamla şok etkisi yaratmış deneyimimsi. en fazla bu kadar yaklaşabildim yalan yok. mavi demir bir kapısı, kapısında da bekçi niyetine dikilen pezevenk görünümlü, pala bıyıklı bir amca vardı. koşarak uzaklaştım.
yayınlarını gümüşsuyu itü.mak.müh.fak. sırasındaki yapıkredi bankasının 2 üst katından yapan iki ''yalnız''ın ** bir nevi radyo programıydı. aralarındaki kimseyi takmayan sohbeti dinlemek o zamanlar yapılabilecek en keyifli şeydi. bu program, ayar vereceklerini bile bile yayını arayıp programa katılmak, o an kaset çalarda ne var acaba diye düşünmeden kaydetmek ve yıllar sonra bu kaydı oturup dinlerken gülme krizine girmek demekti. kendi yalnızlıklarıyla bile dalga geçen bu ikiliyi dinlerken herkes kendi yalnızlığından bir parça bulup, o parçayla bile eğlenmenin yönlerini keşfedebiliyordu.
- çok yalnızım be abi...
- sen ne diyosun yaa... ben geçen gün ölüyodum yalnızlıktan!
hem değişik hem de yaratıcı espri anlayışları resmen radyoya kitlenme sebebimdi. bittiğinde üzüldüğüm tek programdı.
18 mart 2011 anıları tazeleme vakti. yiğit özşener'den ne kadar mete, nejat işler'den ne kadar kaan olacak görmeyi iple çekiyorum.
b vitamini içerikli bemiks kullanıyordur ve onun mide bulandırıcı kokusudur. çiş kırmızıya yakın turuncu olur ve aynen bemiks gibi kokar. sadece sevgilide değil her insanda aynı şekilde kokar ayrıca tabi.
orjinali düriye'min güğümleri olan, ancak dizi isminin dürüye'min güğümleri olması gerçekten çok dikkat çekicidir. o nasıl güzel, nasıl akıcı, nasıl bağlayıcı bir dizidir yareppim. hafta geçse de bir an önce günü gelse diye beklediğimdir. oyuncuların her biri ayrı yetenekli, her biri ağız canavarı. hani muğla'da çekilince, gari mari, aboooovv filan deyince gerçekten ege ağzı oluyor. 'dondurmam kaymak' filminde en azından yöre insanları vardı ve eh azıcık ucundan oluyordu ama bu gerçekten aşmış. bilmiyorum ironi konusunda ne kadar başarılıyım!!
olmayan psikoloji. aşık insan psikolojisi olsaydı gerçi yine olmayan derdim çünkü insanda psikoloji, mantık ve sağlık bırakmıyor. git-geller, saçmalamalar, hata yapmaya meyletme, yemeden içmeden kesilme gibi insanın normalde yapmayacağı şeylerin vuku bulmasına neden oluyor. yine de eksik olmamalı. aşkın olmadığı bir hayat daha beter.
imladan bihaber bir yığın insanın toplaşıp yazdığı sözlük. ne dahi anlamına gelen -da -de'lerden haberleri var, ne 'şu an' yazmasını biliyorlar, ne de başlık açarken özeniyorlar. içinde 'bişey' geçen başlık bile gördüm. 'her şey' ayrı yazılır ayrıca. türkçe karakterleri geçtim bari bunlara dikkat edilse keşke.
zırt pırt arayıp üyeliğinizi bir üst kademeye taşımanızı öneren pahalı platform. kutuları da sürekli sorun çıkarıyor üstelik. evde değilim ve hiçbir yayını, filmi izleyemiyorum zaten, bu yüzden en bana uygun paketi aldığım halde hala bık bık edip 'bakın şöyle de bi güzelliğimiz var ister misiniz' diye sorduklarında, 2 ayda bir açıklama yapmak zorunda kalıyorum. iz le mi yo rum ve is te mi yo rum.
1990 yılında david lynch'in dizilere yeni bir soluk getirmesiyle izlemeye doyamadığımız twin peakssoundtrackinin en güzel eserlerinden biri. yumuşacık bir şarkı. julee cruise'un yorumladığı şarkının sözleri ise şöyle;
don't let yourself be hurt this time
don't let yourself be hurt this time
then i saw your face
then i saw your smile
the sky is still blue
the clouds come and go
yet something is different
are we falling in love?
don't let yourself be hurt this time
don't let yourself be hurt this time
then your kiss so soft
then your touch so warm
the stars still shine bright
the mountains still high
yet something is different
are we falling in love?
bir yerden sonra denek hayatım başlayacak hissi uyandırıyor şarkı ama kıvırıp başka bir melodiye dönüşüyor tam o esnada. o dönüşmese de ben şarkıyı dinledikten sonra denek hayatım şarkısını söylerken buluyorum kendimi. ilginç bir çağrışım.
çalışan annelerin gün boyu hissettiği duygu.
sabah evden çıkarken 'gitme anne' diyen sesi, yüzünün o düşmüş hali akşama kadar aklımdan çıkmıyor. çıkmış gibi yapıyorum ama çok özlüyorum. akşam eve gittiğimde, onun beni kapıda karşıladığı hali ise bambaşka. yüzündeki sevinç, beni saran minik kolları ve yüzüme kondurduğu kocaman öpücükler... sadece 1 saat daha sürecek mutlu anlar. sonra uyku vakti. zor.
tam da gitmemesini isterken hayatıma giren şarkı. oysa 'sen zaten hiç gelmemişsin', yine de gidişin acı acı oturdu göğüs kafesime.
'meğer hiç tanımamışım ne kendimi ne seni, görünenle yetinmişim'. bu büyük bir yanılgı; birilerini tanıdığınızı sandığınız an, şoke eden gerçeklerle karşılaşma anı, kendinizi de hiç tanımadığınızı fark ettiğiniz andır. durup düşünme zamanınızın geldiğini yüzünüze vuran gerçekler.
kendi kendinize gelin güvey olup ona yüce anlamlar yüklediğinizi anladığınızda, aslında asla var olmamış birine bağladığınız umutlarınızın ipini salma vakti gelmiştir.
çünkü 'biliyorum dönmezsin'
eğitimin zorunlu olduğu bağırsak sorunu. götünüze kitap okuyun demiyoruz burada (ki bunu da yapabilirsiniz) ama eğitilmesi en az sınava girecek bir öğrencininki kadar sabır ve istikrarlı çalışma gerektiren zorlu bir süreç. bu süreçte, dışkılama isteği ister gelsin ister gelmesin gün içinde seçtiğiniz yarım saatlik bir zaman dilimini götünüze ayırmalısınız. sabah kalkar kalkmaz olur, akşam saatleri uygunum diyorsanız akşam yatmadan önce de olur. ama sabah seansları daha verimlidir. hem gün içinde şişkinliği azaltır hem de geri kalan zamanınızı kaliteli geçirmenizi sağlar. bok deyip geçmeyin, yaşam kaliteniz onun gidişiyle gerçekten artıyor zira. günde yarım saatlik eğitimin size getireceği mutluluk paha biçilemez. eğitim aşamasından sonra zaten eğitilen götünüz her gün aynı saatte sizi uyarıp rahatlamınızı sağlayacaktır.
kabızlık sorunu çeken arkadaşların şeftali ve muzu minimum düzeyde tüketmeleri; kayısı (kuru yaş farketmez), keten tohumu (kavrulmuş, günde bir kaşık), zeytinyağı gibi bağırsakları harekete geçiren gıdaları tercih etmeleri önerilir.
kim ister sıradan olmayı, herkesten biri olmayı?
birileri için, en azından biri için özel ve önemli olmak ister herkes.
farklı olma çabası hiç sonlanmazmış; ben sonlanacağını sanırdım, kendi adıma son verdiğimi düşünürdüm ama aslında hala bir şekilde çabaladığım farkettirildi. farklı olma çabası gerçekte birileri için özel olma çabasıyla eşdeğer değil mi? ''farklı olursam beni daha çok severler'' düşüncesi değil mi? sevilmeye, şefkate olan açlık yüzünden değil mi?
biraz da tehlikeli bu insanlar ama tehlikeleri kendilerine. ne zaman sevildiğini, önemsendiğini sansa elinde avucunda ne var ne yoksa dökülür. i̇çinin kapısını ardına kadar açar ama kapıdan içeri giren ille bir kez içeri sıçar. pişmanlık duyar mı kapıyı açan? üzülür, hırpalanır ama aynı şeyi tekrar tekrar yapar. çünkü bir sona inanır, mutlaka bunun bir sonu olduğuna, bir gün verdiklerinin değerini anlayacak birinin olabileceğine inanır. her tökezde inancını kaybedip, ayağa kalkarken daha güçlü bir inançla devam eder hayatına.
çoğu zaman gerçeğin farkındadır da fısıltıyla bile söylemez kendine. yüzü daima gülen, kahkasını herkese duyurmak istercesine yüksek atan, ''o kadar keyfim yerinde ki hiçkimse bunu bozamaz'' edasıyla herkesi ama başta kendini kandırır. kanmaya gönüllüdür o. her şekilde kanmaya hazırdır; sevildiğini hissedebileceği her söze ellerini uzatmak için her zaman tetikte bekler. ayna karşısına nadir geçer, geçtiği zaman da kendine güzel şeyler söyler; kendini seviyor gibi yapar ki kendini de kandırsın. insanın kendi sevgisine bile ihtiyaç duyduğunu biliyor musunuz?
hep kendine zararı. kendini sevse o farklılığı yaratmak için çabalamasına gerek de kalmayacak.
ve kendini özel sandıkça zarar görecek, günün birinde bir sinek kadar bile değerinin olmamasıyla yüzleşecek. her şey o zaman başlayacak. ya da bitecek!
mikail'in bokunu çıkardığı sıcakların bir an önce sonunun gelmesini dilediğimiz, terin yatak yastık bırakmadığı bunalımlı hava. ayrıca kurduğun cümleye saplasınlar, 2010 yazı sıcakları filan olsa bağlayabileceğim ama olmadı bağlayamadım işte.
kıyamet kopmadan çaylaklıktan çıkmak için yaptığım şey. oysa ne hayallerim vardı yarım kaldı.
ancak haberler iyi, konuştum bu gece kopmayacakmış kıyamet.
5 yaşına kadar sürüyor sanırım. bu nasıl inattır ben çözemedim. çözdüğüm tek şey yaptırılmak istenilen şeyin tersini söylemek işe yarıyor.
- yemeyeceksin bunu
- yicaaaağğmmmm
- ağla oğlum, daha çok bağır
- aaalamicaaaağğmm işteee
- uyumak yok, oturuyoruz
- uyyyycaaağğmm yeaaaa
- içmeyeceksin o sütü
- iççicaaağğmm
derhal kabul edeceğim teklif ve parası hiç mühim değil. ferrari almak için bir yerden başlamam gerek. hem spastik rolü de zordur ha her baba yiğidin harcı değildir ama hakkını vereceğime inanıyorum. tekliflere açığım yönetmenlere duyrulur.
bugün doğmuş güzel insan ve sözlük yazarı. ömrüm yeterse, bir 10 sene kadar tahammül etmeyi planlıyorum. gerçi o hiç eksik olmasın ya 10 değil 50 sene sazanlarım ben mühim değil. bir de doğumgünü hediyesi olsun kistini sigortasız alıcaz inşallah. bütün yaşanmışlıklarımla kutluyorum onu. 'keşke'leri olmayasıca, asla 'kanamayasıca'...!
fistanından ayakkabısına bu renge dair her eşyayı satın alabilirim. o kadar da sevdiğim bir renk. bir diğeri de kırmızıdır ama günlük kullanım bilgilerinize bir halt katmaz bunlar.
her yerinden bunaldığım ama yine de gün batımını izlemekten bıkmadığım yer. güneş bu kadar mı güzel batar, denizi yaka yaka bu kadar mı güzel ufka dalar? ölmeden bir kere gidip görün derim.
gereksiz girişim. hiç sigara içmemiş birine sigaranın tadını, verdiği keyfi ve sonra mide bulandırıcı bir hal aldığını anlatmaya benzer. ayrıca bağımlılık yapıyor. neden durduk yere günahına giresiniz masum köylünün? bilmesin, anlamasın, takılmasın.
gelir gelmez ayağımın tozuyla ilk cümlelerimi kendisine ithaf etmek istediğim sözlük. alışır mıyım sever miyim zamanla göreceğim. hazır kıyamet öncesi hayırlı uğurlu olsun.