yorgunum. hem de çok.
kırgınlığım hat safhada.
kırgınlığımı belli etmemem gerekiyor.
susmam gerekiyor.
öfkeliyim.
sinirliyim.
kendime. ona. dünyaya.
herkese. herşeye.
iki haftadan sonrası fazla olan eylem. yok, herşeyi tadında bırakmak lazım.
beklentiler konusunda aile fertleri iyice aşarlar kendilerini;
şöyle ki;
baba: kızım, senin ta oralarda ne işin var? sanki burada okusan olmazdı.
anne: kızım, bizim arkadaşlar kahvaltıya çağırdılar, birlikte gideriz.
erkek kardeş 1 (24 yaş): ablam evdeyken, ben neden şirketin işiyle uğraşayım ki? zaten ayda yılda bir geliyor. o yapsın.
erkek kardeş 2 ( 10 yaş): ablam da herşeyi çok biliyor!
yani, benim zaten hiç tatile ihtiyacım yok, hayır o kadar mesaj veriyorum, bayramdan sonra tatil yapacağım 2 hafta diye, hiç tatil yapamadım, çok bunaldım diyorum, biri de, " bu kızın tatile ihtiyacı var, rahat bırakalım" demiyor. tam bir stres topu oldum.
beklentilerin yoğunlaştığı dönemdir.
baba: kızım, ihale teklifini hazırlayalım.
anne: kızım, buzluğa mantı, sarma.
erkek kardeş 1 (24 yaş): abla, şu tezimi bi kontrol et, bir de ofisi toplasan, benim hiç vaktim yok.
erkek kardeş 2 ( 10 yaşında): abla, bu haftasonu havuza, gelecek hafta eğlence parkına, diğer hafta da hayvanat bahçesine gideriz, değil mi?
tabii, benim zaten hiç arkadaşlarımla buluşmaya, vakit geçirmeye ihtiyacım yok. neden olsun ki? *
kızıyorum sözlük. kendime. neden bu kadar insancıl olduğuma kızıyorum. hiç kimseyi kıramıyor olmam beni sinir ediyor. hayır, sana ne, kırdıysan, kırmışsındır, dünyada ilk kalbi kıran kişi sen değilsin nasıl olsa, karşı taraf da ölmez, bu kadar iyilik modunda olmasak keşke!...
bazen imkansız olduğunu düşünmekte olduğum, sonra polyanna moduna girip, yok, o kadar da değil dedirten olay.
annelerini severler gerçekten, kızlarını en içten severler, ama başka bir kadını gerçekten "olduğu" gibi sevebilirler mi? hiç emin değilim.
mutluluk nedenidir. yeni çift ayakkabınızla ilk evden çıktığınızda yüzünüzde tebessüm eksik olmaz. ne kadar da yakışıyor diye kendinize telkinlerde bulunursunuz, zira bir yığın para vermişsinizdir. vicdanı rahatlatmak lazımdır. tamam, son 4 gün içinde cidden yüklü bir miktar vermiş olabilirsiniz ayakkabı sektörüne ama neticede sabahtan akşama kadar ayakta duran sizsiniz, yazık size.
dedim ya, nedensiz, mantıksız mutluluk sebebidir, sanki millet sadece ayakkabına bakarak seni ciddiye alacak veya almayacak... ama yine de kendini çok mutlu hisseder, mutlu olursun.
anlatılacak kelime: gariban
anlatan: biz neyiz?
-öğrenci.
anlatan: yani, öğrenci olduğumuz için nasılız?
-sefil, fakir, mazlum.
anlatan: aynen öyle, bu durumu anlatabilecek başka bir kelime.
-BULDUM: Gariban.
ve hep birlikte kopulur. Biz neyiz? GARIBAN. *
tarihi eserlerini gezmek, iki günde mümkün olmayan şehir.
bir mevsim gezersen, ancak biter tarihi eserleri, muhakkak görülmesi gereken yerleri.
her mevsimde farklıdır bu Tuna nehrinin inci gibi süzüldüğü şehir.
dolayısıyla, gezmekten usanılamayan nadide, tarihi bir şehirdir.
şehir içi ulaşımı, gerek metro, gerek tramvay ve otobüs gibi vasıtalarla harika olan, ama bunları kullandığınızda ciddi manada pis kokularla içli dışlı olmak zorunda olabileceğiniz bir şehir.
not: Prater denilen lunaparkına çok geç saatte gidilmemesi tavsiye edilir.
yarın senin doğumgünün, 10 yaşına giriyorsun.
10 yıl olmuş... yarı dönem karnesini almış, eve gelmiştim, babamdan alacağım karne hediyelerinin, daha doğrusu parasının hesabını yapa, yapa çıkmıştım merdivenleri. içeriye girdiğimde, kimsenin bana hoşgeldin dememesini tuhaf buldum, ama herhalde annem üst katta diye düşündüm. seslendim, tık yok. şimşekler çaktı beynimde, babamı aradım, babam meşgule aldı, ev telefonuna sarıldım, en son arananlara baktım, acil aranmıştı. endişelendim, oturdum dua etmeye başladım....
20-30 dak. sonra haber geldi, sen dünyaya çok acele ederek gelmiştin, anne karnından yeryüzüne tam 7 dakikalık jet bir yolculuk yapmıştın. annem de, sen de sağlıklıydınız.
hızından hiç bir şey kaybetmedin, biliyor musun? daha dün gibi...
sen hangi ara 10 yaşına girdin, koskoca 10 sene hangi ara akıp geçti? keşke zamanı geriye çevirmek mümkün olsa, be küçük delikanlı. ben tekrar senin ve annemin sağlığı için bildiğim ne kadar dua varsa, onları kalöriferin dibinde okusam... her ilkinde, yanında olsam. kendi derdime düşmesem. kendi derdime düşmek zorunda kalmasam.
hayat tekrar gülümseyerek göz kırpsa bana, ben o hala içimde bir yerlerde saklı olan yaramaz, muzip çocuktan hiç vazgeçmesem...
senin gözlerini okuyabilecek kadar seni iyi tanısam, moralin bozuk olduğunda nedenini hemen bulsam, canın anneme-babama, ya da okuldan birine sıkıldığında, başvurduğun ilk kişi, kapısını çaldığın ilk kişi ben olsam.
ben seni gerçekten çok seviyorum, seninle aynı evi paylaşamadık biz, sadece 6 ay aynı çatı altındaydık, sonra rüzgar, aslında rüzgar değil, bir fırtına beni öyle bir yerlere savurdu ki, küçük delikanlı, ben kendi yaralarımı sarmaktan senin o masum dünyanda ne oldu, ne bitti, kaçırdım.
beni affet, olur mu?
bu, senin benim için çok değerli ve önemli olduğun gerçeğini asla değiştirmez. sen benim tatlı, tombik yanaklı, asabi, şımarık kardeşimsin. kaç yaşına gelirsen gel, hep de öyle kalacaksın.
asla unutma, olur mu? sana daima kapısı açık olan, gecenin kaçı olursa olsun, daima dertleşebileceğin, yanında istediğin kadar sınırsız saçmalayabileceğin bir ablan var.
Seni çok seviyorum,
iyi ki varsın.