kumar oynamak için kitap yazdığını söylesem yalan olmaz. yeteneği, kendisine durduk yerde müthiş acılar çektirebilmesinden gelir. bu da içindeki o inanılmaz manevi boşluktan ötedir.
hayalgücüyle herhangi bir acı tanımlanamaz. bugün gerçek bir karakteri sahnede canlandırmak için oyuncular kilolar verip almakta, akıl hastanelerinde vakit geçirmekteyken bir adamın oturduğu masada zihin oyunlarıyla yazdığı kitabı gerçek olarak algılamak yanlış bir düşüncedir.
bu yüzdendir ki, dostoyevski hiçbir zaman bir pessoa bir O. atay olamayacaktır.
hafızam beni yanıltmıyorsa bir keresinde gördüğüm futbolcu.
fenerbahçe'nin bir avrupa maçıydı sanırım. sahanın ortasına oturmustu bir oyuncu; "çıkmam" diyordu.
spikerin şu sözleri aklımda: "piyerr 'ben çıkmam!' diyorr..."
bu olaydan sonra çoğu er kişi bilinçsizce sağa sola koşar, hoplayıp zıplar, yerde yuvarlanır, "şunu yap, bunu yap" diyenlerin hepsinin dediklerini yapacak kadar komutla çalışan bir insan olur.
iddia ediyorum, penise top çarptıktan sonra 3-5 dakikalığına er kişiyi bi türbin ya da bobin gibi bir şeye bağlasan keban barajı kadar enerji üretir.
inşaat işçileri ve çingenelerden ayrı ayrı; en az 20'şerli gruplardan 3-4 arkadaş olarak tekme, sopa, kazma, kürek, daş, ısırık ve tükürük olmak üzere bilimum anadolu dovüş tekniklerini tattığım kavgalara dayanarak söylüyorum ki en iyi ipucu, kendini kavganın gelişimine bırakmaktır. doğaçlama diye tabir edilen taktikle inanın hiçbir yeriniz acımıyor.
sinema izleyicilerinin vazgeçilmez sitesi.
top 250 siteye üye olanların oylarıyla olusturulsa da birinci sıradaki bir film tüm sinemaseverlerin en sevdiği film anlamına gelmiyor. yani şöyle; biri çıkıp da, "12 angry men benim en sevdiğim filmdir" yahut "tüm zamanların en iyisi taxi driver'dır" dese kendine göre haklıdır. listedeki her bir film, başkalarının favorisidir. kimse de bir şey diyemez bence.
5 ve 7 lira olan 2 aylık faturayı ödemediğinizde sayaca kilit vurulmaktadır. bu kilidi açtırmanın bedeli ise 17 liradır. böyle de ibnelikleri mevcuttur gerek faturaların gerekse açma-kapama dalgasının.
hicbir sey yazamiyorum bari duygusal yazayim mantığıyla hareket eden kitlelerin; içinde türlü anlamlar barındıran fakat duygu şerbetinden tatmayanların idrak etmekte zorlandığı bir de şiirleri vardır:
seviyorum birisini... en tatlı en güzelini... nasıl anlatsam sana... ilk harflere baksana...
anonim mi sandınız siz yoksa?
teey yavrum teey, el gider aya...
çocukluğumdan beri çekiyorum bu ağrıyı, dişinol'den incir sütüne, zeytin ekmek ezmesinden rakıya kadar herşeyi kullandım sürdüm lakin etkili olmadı.
amcanın biri hidrolik yağı sürersen geçer demişti. garajdaki arabanın hidrolik yağını pamuğa batırıp içercesine sürdüm, yine geçmedi.
bir yaz akşamı uyumaya çalıştım, mutfagın balkonunda uyandım. uyku da çare değil.
bir tanker içtim, yeni eve cıkan arkadaslara belediyenin çöp kovalarını çalıp hediye ettim, içmek de etkili değil.
yanağıma mengeneyle baskı yaptım, geçer gibi oldu ama geçmedi, yanağı acıyor insanın.
yastığa dayandım, yine yok!
bu meretin ağrısının geçmesi için tek bir yöntem var: hareket etmek, devamlı ve şuursuzca yeri geldiğinde.
vucüttaki sinirlerin bir çoğu diş köklerine yakın yerlerden geçtiği için o sinirlerin çalışması gerekiyormuş. hareket halinde kan dolaşımı hızlandığı için ağrı geçiyor. şimdi ağrının geçtiği bir kaç etkinlik söyleyeceğim:
gece yarısı bastırırsa eğer, anahtarı bileğinize bağlayıp sokağa köpeklerini tahrik edin, peşinize takılsınlar. köpek yoksa bulana kadar avare gibi koşun zıplayın. ben 25 dakika köpekler arkamda koştum, inanın geçiyor ağrı.
top oynayın, evin ortasında güreşin, arkadaşınızla bir mesafe belirleyip koşun oraya kadar.
bunların yanında dişimi çektirmeyi hiç düşünmedim ve çektirmedim. bir diş kolay kolay cıkmıyor bu devirde.
akli ehliyeti olan ve ortalama 25 yıl yaşamış bir insan hayatında en az bir kere aşık olup sevdiğiyle mutlu olmuş, sevdiğine hiç ulaşamamış ya da güzel bir birlikteliğin ardından götüne baka baka evine dönmüştür.
birine değer vermek sevgiyle dogru orantılıdır. ne kadar seversen o kadar değerlidir. kimse kimseyi bir limit göstererek "ben şunu x birim kadar seviyorum" diyemeyeceğinden mütevellit verilen değerin de bir ölçüsü yoktur. bu kavramların farkına ancak birilerini kaybedınce varır insan.
kayıptan kastım, bildiğin götüne baka baka geri dönmek.
insan ne zaman ki döner bakar arkasına ve üzerinde ayak izi bulunan bir götü oldugunu görür, o zaman verdiği değerin o organdan daha büyük olduğunu ve bu dünyada hiç bir şeye götünden daha fazla değer vermemesi gerektiğini anlar.
tabi kıçının varlıgından haberdar insanlar hayatlarına kaldıkları yerden devam edebılırler.
hezarfen ahmed çelebi "bismillah" diyerek kendini galata kulesi'nden aşağı saldıgı vakit istanbul halkı denizin kıyısında mahşeri bir kalabalık olusturmuslardır. 4. murat ise sadrazam ve vezirleriyle birlikte sarayburnu'ndaki sinanpaşa köşkünden olan biteni temaşa etmekte imiş. lodosla beraber hezarfen bogazı geçip üsküdar dogancılara bir iniş yapmıstır.
4. murat bunu begenmiş ve kendisini bir miktar altınla ödüllendirmiştir. malesef bu ihsanına rağmen "bun gibilerin bekası caiz değüldür" diyerekten cezayir'e sürdürmüştür. cezayir'De vefat ettiği evliya çelebi'nin kayıtlarında mevcuttur.
yani idam edilmemiş, deryaya atılmamıstır. zaten 70 milyon onu izlerken böyle bir infazda bulunmak toplumsal travmaya neden olabilirdi.
kot taşlayan ve yakın zamanda öleceği işverenler tarafından bilinen bu yüzden de sigorta edilmeyen insanların bu işleri icra ederlerken akciğerlerine soludugu element. nitekim 2-3 yıl arasında hayatlarını kaybetmektedırler..