Adam gibi bilgi. Neden bahşiş verilir, verilmelidir? Tarihi, gelmişi, geçmişi ve bahşiş hakkındaki tüm geyikleri anlatmış kız.
Çok eğlendim.
Bir garsonun itirafları diye de bir videosu var:
Kendisiyle ilgili proje başlattığım üniversite. 2013 şenliklerinde bir fotoğraf projesi başlattım. Başlangıç noktasını da Uludağ Üniversitesi olarak belirledim. Üniversitelerin karizmatik insanlarını çektiğim proje de Türk öğrenci profilini görüntülemek istedim. Paylaşımlara bugün başladım. Devamı gelecek. Sevgiler. fotoğrafları bu adresten bulabilirsiniz: http://tipografikinsan.bl...om/2013/05/blog-post.html
Küçüklüğümden beri yazmaya takık biriyim.
Günlük tutmadım hiç, kınadım günlük tutanları. insan kendi hayatından daha değerli şeyleri keşfetmeli ve onlar üzerine düşünüp, yazmalıydı. Günlük bencilceydi.
Tabi ki yanılıyordum, bunları düşünürken on yaşındaydım ve salaktım. Şimdi büyüdüm(!) ve hala yazıyorum.
Bazen deli ilham gelir mesela, yazdıklarıma ben bile şaşarım, bazense üşendiğimden adımı bile yazamam. ama yazıyorum işte ya. öyle yada böyle tutuyorum kalemin ucundan. Ama yazmak bencilce bir şey değil. içinde her zaman paylaşma güdüsünü de beraberinde getiriyor. Aslında paylaşmakta bencilcedir. Yazılarının okunulmasını ve senin gibi düşünmelerini istersin. aynı müzik gibi. Pasif bir liderlik etme içgüdüsü de yatıyordur belki içinde.
Yazmaktan daha da zor olan yazılarını okuyan birilerini bulabilmektir. Ben bulamadım. Bir blogum var, yazıyorum ama boşuna gibi. Sözlükte paylaşmasam, reklam yapmasam kimse okumaz. Şimdi bunları buraya yazıyorum belki siz acırda okursunuz diye. Yazmak zor iş,bunu hayat amacın ilan edersen o zaman hayatın da zor.
Reklam yazarı olmak istemiyorum, anlayın beni. Ofis köşelerinde tuvalet kağıtları için slogan bulmak istemiyorum. Ben yazmak istiyorum, gezerken yazmak, yazarken okunmak istiyorum. Ama olmuyor işte, olacak elbet, olur elbet.
daha bir kaç gün önce oradaydım. Havasını işittim, güneşine dokundum. Ayrı bir memleket. anlatılacak çok şeyi, yaşanılacak, konuşulacak çok insanı var. girmediğim sokağı, yüzmediğim koyu olmasın istiyor insan. Bütün şaraplarının tadına bakayım, tüm insanlarına selam edeyim istiyorsun. Korkan, kaçan, ürken birini gördüklerinde; burası bozcaada, istanbul değil, diyorlar. Rumlarından, Türklerine, pilavoğullarından nicesine tarih taşıyan güzel ada. Fotoğraflarını çektim, bir de yol hikayesi yazdım. sevgiler. http://tipografikinsan.bl...com/2013/05/bozcaada.html
Simyacı, Paulo Coelhonun 1988 yılında çıkardığı kitaptır.
Yani kişisel takvimime göre ben doğmadan tam 2 yıl önce çıkmış ve ortalığı kasıp kavuran bir kitap haline gelmiştir.
Bunların hepsini kendinden emin bir şekilde yazıyor gibi görünsem de, fenomen haline dönüşmüş kitaplara karşı bir büyük antipatim vardı.
Hatta bu kitapları (şeker portalı, simyacı vb) toplu taşıma araçlarında, kafelerde dahi okumaya utanırdım.
Tabi yıllar önce, zavallı bir ergenken.
Şeker Portakalına daha başlamamış olsam da Simyacıyı bugün bitirdim.
Üzerinde 25 yıl geçmiş bir kitabı, şimdi, şuan da, şu yüzyılda okursan sana çok sıradan gelir, yani gelirmiş.
Hala basılan, Türkiyedeki basım sayısı üç haneli sayılara ulaşmış bir kitap için sıradan demek haksızlık olabilir ve kabul ediyorum ki, suç tamamen benim.
Kitapta yazılan hikayelere benzer çok hikaye okuduk, duyduk.
Secretlar okuduk, Kayıp Gül diye kitaplar çıktı, onlara bir göz gezdirdik.
Evrenin gücü adına filmler yaptılar, kitaplar yazdılar, hatta dünyaları dolaştılar, hepsini tanıdık, anlamaya çalıştık.
Her tarafımız Doğu felsefesi oldu. Ceplerimizden felsefe taşları fırlıyor artık hatta yaşamlarımız felsefe taşı oldu.
Bütün bunları yaşayıp gördükten sonra Simyacı okursan her şey çok yavan gelir, anlayın beni.
Ve bir fenomen böylece paramparça olur ellerimde.
Yani benim durumumun çözümü ya da durum değerlendirmesi şöyle olmalı sanırım; ilk yapacağın işi sona bırakma, hadi bıraktın diyelim o zaman hiç yapma.
Hiç dokunmamalıydım Simyacıyı, okumadığım ve merak ettiğim kitaplar arasında kalmalıydı, ama olmadı.
Kitap iyidir, öğretiler hayatımızı değiştirir nitelikte olabilir ama benim için tam bir klişeydi. Tam bir zamanlama hatası, üzgünüm.
Osman sınav bu sene iki film sokmuştur vizyona. birincisi, Uzun hikaye, ikincisi, aşk kırmızı'dır. uzun hikaye kötüdür, çok kötüdür, bundan daha da kötüsünü nasıl yaparım diye düşünen Osman, Aşk Kırmızı'yı yapmıştır.
Ve filmden Çıktığım, daha doğrusu terk ettiğim andan itibaren; bunu bize neden yaptın Osman, bunu bize neden yapıyorsun Osman, diye sayıklamama sebep olmuştur.
Osman sınav film çekmesin diye kampanya başlatıyorum. Bunu ciddi ciddi yapıyorum. bu kararı Osman Sınav'ın Aşk Kırmızı isimli filminden sonra vermiş bulunuyorum. Ahir ömrümde ilk defa bir filmi yarıda bırakıp çıktım ve arkama bile bakmadım. Ve filmleri 2 bölümde izlediğimiz için bizi kınayan bütün entellere sesleniyorum: böyle filmler dört parçaya ayrılmalı, kendine işkence etmek isteyenler oturup izlemeli.Yada üniversitelerin sinema televizyon bölümlerinde kötü film böyle yapılır diye mutlak suretle gösterilmeli.
aşk gibi yüzyıllardır anlatılan, ve daha dibi görülmemiş bir madenin içine etmiş, bırakmışlardır bu filmle. ilk defa, ahir ömrümde ilk defa, filmin yarısında çıktım. Dayanamadım bu işkenceyi. Başrol oyuncularının, başta Nurgül Yeşilçay olmak
üzere çok büyük paralar karşılığı oynadıklarını düşündüğüm, ama buna rağmen, neden bu filmdeyiz, neden bu replikleri söylüyoruz, kurtarın bizi bu filmden diye bağırdıklarını her sahnede hissettiren filmdir. Bize bunu neden yaptın Osman Sınav?
Acımasız bir Hakan Günday hikayesidir Piç. Hiçbir roman kahramanına davranmadığı kadar zalim davranmıştır bu dört karaktere; Barbaros, Afgan, Hakan ve Cenk. Hiç acımamıştır onlara, tam üzüleceği anda vazgeçmiştir, tıpkı Piçlerin yaptığı gibi. http://tipografikinsan.blogspot.com/2013/03/pic.html
bir şair tarafından yazılan filmdir. Bütün cümleler bir şiirin parçası gibi dökülür ağızlardan. Bildiğimiz ama unuttuğumuz bir şiiri hatırlatır gibi yazılmış bütün cümleleri filmin. görüntüler de şiirin bir parçası olmuş. Görüntülerle bir şiir anlatan filmi izler olmuşuz ilk defa.
Filmden geriye üç isim kalmış: Yılmaz Erdoğan, Gökhan Tiryaki ve KIvanç Tatlıtuğ.
Biri şairlere, biri fotoğrafçılara, biri de oyunculara ilham vermiş.
Bir de şu replik unutulmazlar arasına girmiş ve her sevdalı birgün kullanmak üzere kafasına kazımış bu sözleri:
-Sen çok güzelsin, sebepsiz de gülebilirsin. http://tipografikinsan.blogspot.com/# !/2013/02/kelebegin-ruyasi.html
Kimilerinin Pierre Loti, kimilerinin mezarlık dediği bir yer yaşatır içinde Eyüp. Ölüm, din, yaşam üçlemesini de yaşatır içinde. işte fotoğraflar: http://tipografikinsan.blogspot.com/# !/2013/03/eyupistanbul.html
Ve kitabın sonlarına yaklaşınca şu cümleleri duyacaksın: " öldürseler bile seni, yansa kül olsa da, bir evin olsun istiyorsun. Hrant haklıydı. Ev senı bıraksa bile sen evi bırakamıyorsun. Dönüp dönüp yine kalbini, o kalbi kül edecek anadolu'ya vermek istiyorsun. Kederli bir mecburiyet bu. Ülkeni seviyorsun." http://tipografikinsan.bl...03/agrinin-derinligi.html
Sivas anadolunun tam ortasında, gerçekten kocaman, yaralar taşıyan, türküler bağıran, bekleyen bir anadolu kentidir. Uzakta olan için farklı, yakında olan için farklı, hiç gelemeyen için farklı anlam ifade eder.
okuduğum en sonu kitabı: Ağrının Derinliğidir. Kitap 2009'da çıkmıştır ve yıl 2013'dür. Neden bu kadar geç kaldığımı anlamadım. ama kitabı ve konusunu düşününce, kitabın rafların arkasına saklandığını düşündüm. ince bir meseleden bahsediyordu, aslında konuşmak da istiyordu bu meseleyi, Ermeni meselesini. Korkuyordu belki kitapta, belki kaçıyordu, belki her şey ve herkes gibi zamanını bekliyordu.
Ve kitaptan :
"Anlıyorum ki kendim gibi gülebileceğim bir şehir olmayacak Erivan. Kendimden önce bir Türk olacağım burada. Benim Türk olduğumu anladıkları anda onla da Ermeni olacaklar. Tıpkı bir Alman'ın bir israillinin yanında kendisi değil de bir Alman olması gibi... Tıpkı bir Yahudi'nin şakalarının Ramallah'ta pek komik bulunmayacağı gibi... Tıpkı beyazın yanında siyahın daha koyu görünmesi gibi. Olduğunu düşünmediğin bir şeyi olmaya zorlamak gibi..." http://tipografikinsan.bl...03/agrinin-derinligi.html
Her izleyenin başka bir şeyler çıkardığı birilerinin salt komedi olarak gördüğü biraz amatörce, biraz mesaj kaygılı, biraz komik, izlenebilir bir filmdi. bir de buradan bakmalı tabi: http://tipografikinsan.blogspot.com/# !/2013/03/hukumet-kadin.html
ilk tanıdığım yazardı. daha okumaya bile bilmezdim. her şeyi yazabilen ve okutturan adamdır. hem güldürüp hem düşündürür derler ya onun için, bunu hiç kasmadan, yormadan yapar. bak burada çok ağır eleştiri yapıyorum dikkat et demez. Yaşar ne yaşar ne yaşamaz kitabı baş yapıttır. Dünyanın her yerinde yaratıcı yazarlık derslerinde okutulmalıdır. bir de çok iyi şiir yazar ya: