iç anadolu veya batı anadolu köyleri taşınmak zorunda bırakıldı mı? ama doğu ve güneydoğu köyleri PKK’yla güvenlik güçleri arasında yaşanan silahlı çatışma sürecinde yerinden yurdundan edildi.insanların içine düştüğü kötü durum yıllarca görmezden gelindi. üstelik pkk yüzünden Evleri bombalanan, ormanları, bağları ,bahçeleri yakılan, on binlerce evladını yitiren, faili meçhul cinayetlere kurban giden, Kürtlerden başkası değildir.
belkide '' hırsızın hiç mi suçu yok '' diye sorgulamanın zamanı gelmiştir.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Bosna Hersek dönüşü uçakta gazetecilere, Hem bireysel hak ve özgürlükleri koruyacak, hem de milletimize, devletimize yönelecek sistematik dezenformasyon ve yalan terörüne karşı
''milli güvenliğimizi koruyacak bir yasal zeminin ortaya konmasına katkı vereceğiz. Bedel ödeyecekler. Başka çaresi yok bu işlerin.”
bunu demekle ne demek istiyor?
AKP’nin söylemediklerini söyleyen onların aksine konuşan, fikir beyan eden herkes suçlu olacak ...
bu yasa çıkarsa bundan sonra,Sıkıysa saray iktidarının aleyhine sosyal medyada bir laf söyleyin o zaman görürsünüz silivri sıcak mı, soğuk mu?
ileri demokrasi diye geldiler, elimizdeki demokrasiyi de elimizden alıp çöpe attılar...
Dünyanın konuştuğu Afgan gazeteci Nazira Karimi, ülkesindeki Taliban rejimine değinerek
"Keşke burada Atatürk'ü daha çok dinleseydi liderlerimiz. Dinleselerdi ülkem şu an bu pozisyonda olmazdı"
Umarım ilerleyen günlerde aynı cümleyi ülkemiz için kurmayız.
16 ekim 2019 türk hava kurumuna kayyum atandı, atanan kayyumlardan bir tanesi akp hükümetinde gümrük ve ticaret bakanı olan cenap ahçı. kamu yönetimi mezunu, havacılık konusunda bilgisi hiç yok. kayyumlar önce türk hava kurumunun sekiz ildeki gayrimenkullerini satışa çıkardı. thk ya ait bazı uçaklar satıldı,pilotlar ve teknisyenler işten atıldı, ormanlar yanıyor yangın söndürme uçakları hangarda çürüyor. kurumun başkanı ise düğünde geziyor.
Yangın söndürme uçağı olmayan ülkemizin Orman Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Özkaya;
bizim hakikaten hava gücümüz iyi ama destek vermek isteyen ülkeleri kıramıyoruz. demiş.
Kuyruğu hep dik tutuyorlar. Ağzından kan gelse kızılcık şerbeti içtim derler. Her şey yanmış bitmiş kül olmuş toki 20 yıl geri ödemeli konut yapacak evi eski olanlar keşke benimde evim yansaydı diyecekler diyorlar.
burunlarından kıl aldırmıyorlar...
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
ilaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.
Başka doktorlar çağrılır…Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi istanbul’a götürmeye karar verirler.
istanbul’da en iyi doktorlar seferber olur.
Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve
gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran
Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.
O devirde Amerika değil isviçre moda, Zürih’e gidilir.
Haftalarca hastanede kalınır,
onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç olarak:
Osman Efendiye teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan
Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir,
ülkesine dönüp “dinlenmesi”,
daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye,
Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,
adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der,
“Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın”
Bir bakar, “Hah işte der.“Kıl dönmüş.”
Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın
çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran
çığlığıyla odaya koşar.
Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve
cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,
kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.
Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir
uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz
ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.
Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
(aziz nesin)
BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLARIN
BAŞI ÇOK AĞRIYABiLiR .
Tarihler 1 Temmuz 1993 idi. 4. Pir Sultan Abdal Şenlikleri sivas'da düzenlenecekti. etkinliğe katılacakların arasında aziz nesin'de vardı.
aziz nesin yaşadığı toplumdan biraz farklı bir yapıdaydı. Açık sözlü biriydi, düşündüğünü söylerdi. Bundandır ki, ömrünün uzun bir süresini ya hapishanelerde geçirdi ya ölümle burun buruna geldi. Ancak bir olay var ki yarası kapanmaz, kapanamaz.
Evet ben bir ateistim. inananlara, inançlara saygı duyuyorum. ”Ben genelde 400 yıl önce ne olursa olsun, en doğru sözler olsun, bugün aynen onların yürürlükte kalmasından yana değilim. 700 yıl önce, 750 yıl önceki Mevlana da öyle, tabii bunların içinde ölümsüz değerde sözler elbette vardır. Ama o felsefe bütünüyle bugüne ait uygulanamaz ve o yüzden ben Müslüman değilim, yoksa Kuran’da da güzel sözler var. 1300-1400 yıl önceki sözlerin, kimin sözü olursa olsun, eskimeyeceğine inanmıyorum. Eskimiştir”, demişti.
bu yüzden hedef gösteriliyordu.
1 temmuz 1993'de Yerel basın, özellikle Aziz Nesin’i hedef gösteren manşetler atmıştı. Örneğin olayların yaşanmasında büyük payı olan Hakikat Gazetesi “Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar” manşetini atmıştı.
MÜSLÜMAN KAMUOYUNA
“Bismillâhirrahmânirrahim”
”Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:”
islâm’ın Peygamberi’ni ve Kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.
Gün; Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.
Gün; Allah (C.C)’ın vahyi Kur’ân-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (S.A.V)’e, O’nun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür.
“iman edenler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler de tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa : 76)
“Galip gelecek olanlar, şüphesiz ki Allah taraftarı olanlardır.”
Yukarıdaki eylem parolası bildiri, 30 Mayıs 1993 günüRefah Partisi islamcı yerel yayın organı Bizim Sivas adlı gazetede yayınlanmıştır.
bu manşetlerden sonra 2 temmuz 1993 de olanlardan'da yarın bahsederiz.
Jack her gece evdeki gaz lambasını bir önceki güne göre giderek daha fazla kısar.
Karısı Bella ışığı onun kıstığını bilmez ve devamlı kocasına sorar:
“Gaz lambası giderek daha mı az ışık veriyor?”
Jack ona sinirlenir “Sana öyle geliyor” der.
Bella ne olduğunu anlayamaz.
Işığın her gün biraz daha azaldığından emindir ama kocasının tepkisi yüzünden ışığın azalmadığına inanır.
Kendisinden şüphe duymaya başlar.
Bu şekilde karısını delirtmeye çalışan Jack’in uyguladığı bu yöntemi Gaslight isimli bir tiyatro oyununda izleriz. Oradan bir filme aktarılır. Ve nihayetinde psikiyatride bir terime evrilir. Gaslighting, ikili ilişkilerde bir tarafın diğer tarafa uyguladığı psikolojik şiddeti tarif eden bir terim. Karşısındakini çeşitli hileli tavırlar ve ithamlarla güçsüz, muhtaç, sorunlu ve hatalı olduğuna inandıran taraf, onu bu yöntemle yönetir, özgüvenini zedeler ve kendine bağımlı hale getirir.
Aslen bir egemen ve mağdur ilişkisinin tanımıdır.
Kadın erkek ilişkisinde sıkça rastlanır.
Aynı zamanda dini ve sivil tüm iktidarların en güçlü silahı da budur.
Devletler de halklara gaslighting uygular.
En iyi devlet de en kötü devlet de bu yöntemi sever.
Otoritelerin hepsi, karşılarındaki bireyleri tek başlarına değersiz, hatalı, tehlikeli, günahkâr olduklarına ve başlarında güçlü bir kontrol mekanizması olmazsa felakete sürükleneceklerine inandırırlar.
Kendinden şüphe duyan insan, o yüzden devlete kayıtsız şartsız güvenir ve güçlü olmakla kötü olmak arasındaki ayrımı yapamaz hale gelir.
Mevcut devletten memnun olmadığı durumlarda bile bir benzerinin daha iyi olabileceğine ikna olur. O yüzden yıkar, yıkar ve yerine hep bir benzerini kurar.
insanlar devletsiz bir toplum hayal edemezler. Lidersiz bir hareket, babasız bir aile, kırbaçsız bir mutluluk... düşünemezler.
Otoritenin toplumda düzeni sağladığına, dünyayı daha yaşanır kıldığına ve olmadığı takdirde büyük bir kaosun ortasında bir başına kalacağına kanarlar.
Böylece babadan devlete, iktidarların baskıcılığını sorgulamaz, saldırganlığından şüphelenmez, yargılama ve cezalandırma yöntemlerini eleştirmezler.
Devlet ya da baba şiddetiyle yüzleşmek bile onları uyandırmaz.
Işığı, otorite kısar onlar ışığın kısıldığını zannettiklerini sanırlar.
insanlar, iktidarların zulmünde bile suçu hep kendilerinde ararlar.
ikili ilişkilerden toplumsal ilişkilere kadar irili ufaklı iktidarların çeşitli manipülasyonlarına kolayca kurban giden insan aklı;
Korkularla ve çaresizlikle donatıldığı bireysel hapishanesinden kurtulmak için, ya hırçınlaşıp büyük bir savaşı ölümüne göze alması gerektiğini ya da her şeyden vazgeçip erkenden kendi mezarına kendi kendine girmesi gerektiğini zannedecek kadar aklını kaybeder.
Oysa yapması gereken tek şey vardır.
Oturduğu yerden kalkması...
Gaz lambasının düğmesini yoklaması...
Gerçekten kısılmış mı yoksa tamamen açık mı bakması.
Hepsi bu kadar.
Şiddete başvurmadan, büyük savaşlara girmeden, dünyayı yakıp yıkmadan sadece sorunun merkezine odaklanıp, gerçeği görebileceği hamleyi yaparak kendi kaderini de dünyanın kaderini de değiştirebilecek olan insan...
Her seçim döneminde kendi iradesiyle seçtiğini zannettiği ama aslen ona dayatılan korkularının ve özgüvensizliğin rehberliğinde tercih ettiği iktidarların baskısı ve zulmü karşısında yaşadığı kısırdöngüden çıktığı gün gerçeği görecek.
Halklar delirmez, devletler delirtir.
Ayasofya’da AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı programda Atatürk'e lanet okuyan imam Mustafa Demirkan'ı sanırım hatırlarsınız. Bilecik Bozüyük Belediye Meclisi bu kansız için bir kınama bildirisi okumak istiyor.bu kınama bildirisine MHP’liler de destek verince AKP’liler salonu terk ediyor.
Denize dökülen Yunanlıları göremedik ama Atatürk’e yönelik saldırıları kınama bildirisine katılmayan AKP’li Bozüyük Belediye Meclis üyelerinin salonu terk ettiğini gördük.
Bunlar “Keşke Yunan kazansaydı” diyenler, bunlar kansızlar, bunlar hainler!
Rahmetli Uğur MUMCU'nun eşi Güldal MUMCU:
"Uğur'un ölümünden sonra Mehmet AĞAR faili meçhül cinayetler konusunda bana, Bir tuğla çeksek duvar yıkılır demiş ancak ısrarıma rağmen o tuğlayı çekmeye yanaşmamıştı."
Çekin tuğlaları yıkılsın duvar altında kim kalırsa kalsın..
ANKARA'DA GARiP ŞEYLER OLUYOR.
Son üç haftadır aynı anda bir mahalle bakkalın da veresiye defteri ödenip semt bakkalının camına "Buraya kimsenin borcu yoktur" yazısı astırılıyor...
Bakkal "Sen kimsin?" dediğinde,
"BEN MANSUR YAVAŞ'ım, Ankara belediye başkanı" diyor...
Mamak'ta ödüyor...
Altındağ, Pursaklar, Çankaya, Bala, Güdül, Polatlı'da...
Bir bakmışsın Kalecikte, Akyurt'ta, Sincan'da, Haymana Kızılcahamam'da...
Ve aynı zamanda gerçekleşiyor bütün bu olanlar...
Bi bakmışsın, Mansur Yavaş kısa boylu şişman biri...
"Ben Mansur Yavaş Ankara Belediye Başkanı..."
Bi bakmışsın, Mansur Yavaş sarışın uzun topuklu bir kadın...
Bi bakmışsın, Mansur Yavaş hipi kılıklı bir genç...
Bi bakmışsın Mansur Yavaş başörtülü tonton bir teyze...
Ve hepsinin ağzından aynı cümleler dökülüyor...
"Ben Mansur Yavaş Ankara Belediye Başkanı..."
Getirene bakıyorsun, Erzurum şivesi ile konuşuyor...
Ege...
Doğu...
Karadeniz şivesiyle konuşuyor...
Ankara'da akla hayale gelmeyecek şeyler oluyor hanımefendiler, beyefendiler...
Yaklaşık on bin tane MANSUR YAVAŞ var ortalıkta dolanıp duruyor...
Yarınlar çok iyi olacak...
“Gerçekten var olan bir sinek, bir ihtimal var olan bir melekten daha önemlidir.”
RALPH WALDO EMERSON
“Dinsel düşünce, çıkış kapısının olmadığı yeri bulmak için yapılan bir girişimdir.”
ALBERT EINSTEIN
“insanlık din için didişecek, yazacak, savaşacak, ölecek, her şeyi yapacak, ama asla onun için yaşamayacak.”
CHARLES CALEB COLTON
“Komşumun, bir sürü tanrı olduğunu ya da hiç tanrı olmadığını söylemesinin bana hiçbir zararı yok ki. Ne cebimi deler ne de bacağımı kırar.”
THOMAS JEFFERSON
“inançlı birinin kuşkucu birine oranla daha mutlu olduğunu söylemek, sarhoş birinin ayık birinden daha mutlu olduğunu söylemekten daha dolaysız bir söylemdir.”
GEORGE BERNARD SHAW
“Herhangi bir şeye inanan birisini ikna edemezsiniz, çünkü inançları kanıta değil, inanmaya duydukları köklü ihtiyaca dayanır.”
CARL SAGAN
“insanlardan sürekli “Ah, Tanrı korusun” diyen mektuplar alıyorum. Geçmişte hiç yapmamıştı, gelecekte yapacağına nasıl olur da inanıyorlar bilemiyorum.”
BERTRAND RUSSELL
“Bütün dinler, insanlara, nefsin ya da kalbin faziletleri için öbür dünyada sonsuza kadar ödüllendirilecekleri sözünü verir, aklın ve anlayışın faziletleri için değil.”
ARTHUR SCHOPENHAUER
“Bilim, Batı uygarlığının gelişimi için, Hıristiyanlığın on sekiz yüzyıldır yaptığından çok daha fazlasını yüz yıl içinde yaptı.”
JOHN BURROUGHS
“içinde, konuşan hayvanların, büyücülerin, cadıların, yılanlara dönüşen sopaların, gökten düşen yiyeceklerin, suyun üstünde yürüyen insanların ve her türlü sihirli, tuhaf ve ilkel öykülerin yer aldığı bir kitaba inanıyorsunuz, sonra da bana, akıl sağlığın bozuk mu diyorsunuz?”
DAN BARKER
“Din sokaktaki insanlar tarafından doğru, filozoflar tarafından yanlış ve siyasetçiler tarafından da gerekli olarak görülür.”
GENÇ SENECA
“En az bilinen şeye inanıldığı kadar başka hiçbir şeye bu denli sıkıca inanılmaz.”
MICHEL EYQUEM DE MONTAIGNE
Thodex’in sahibi Fatih Faruk Özer’le birlikte Süleyman Soylu’nun makamında fotoğrafı çıkan ve Soylu’nun yeğeni olduğu öğrenilen Hasan Berk Işık’ın 1 milyon TL’lik Chevrolet Camaro ile çektiği video.
ekmek bedir'in, su hıdır'ın, yiyin kudurun için kudurun.
Kapanma tedbirleri bu tip bir salgının kontrolünde hiçbir işe yaramaz.
Nerede ise son bir buçuk yıldır içinde yaşadığımız pandemi sürecinde değişik zamanlarda, birbirinden farklı coğrafyalarda ülkeler Covid-19 salgınına karşı defalarca kapanma önlemleri aldılar.
Bu önlemlerin hiçbiri işe yaramadı.
Ne salgının hızını azalttı. Ne de bulaşma yoğunluğunda azalma sağlayabildi.
Karantina: Hastalık tespit edilmiş veya hastalık bulaşmış insanların ve hatta hastalığı bulaştırma ihtimali olan insan dışı her tür canlı ve maddenin sağlıklı toplumdan kesif bir şekilde izole edilmesi demektir.
Ayrıca geride kalan sağlıklı toplum sıkı ve sık bir şekilde taranmalıdır.
Karantina uygulamaları gerçekten de bu salgının hızını kesebilirdi.
Ancak, Covid-19 için ve hele günümüz şartlarında bu uygulama yapılamaz.
Hiçbir ülkede de yapılamadı zaten.
Peki ülke yöneticileri karantina yapamayacaklarını anladıklarında onun yerine ne yaptı?
Levent Gültekin Halk Tv önünde 25 kişilik grup tarafından saldırıya uğradı.
Ülke öyle bir hale geldi ki Bunlar 5 cm Bıyık bırakıp 5'i bir araya geldi mi mafyacılık oynayan kendini bir BOK sanan mahlukatlar.
bunların sosyal medya profillerine girin bakın profil resimlerine Ömer Halis Demir,Fethi sekin veya ellerinde makineli Tüfek ile çekilmiş profil resimleri hepsi aynı tornadan çıkmış gibidir.Ama kaçmaya gelince bunlar kadar hızlı sprinter bulamazsınız.
Sadece Kocaeli’de 5 günde 4 genç ekonomik sıkıntılar nedeniyle intihar etti.
28 yaşındaki işsiz T.Adak ve 25 yaşındaki inşaat işçisi Ünal Çetinkaya yükselten atlayarak, işten çıkarılan 26 yaşındaki A. Tarı ve 32 yaşındaki S.Özer de kendilerini asarak intihar etti.
iktidar Ay'a gitme masalları anlatırken halkın büyük çoğunluğu işsizlik, düşük ücret, ücretsiz izin uygulaması ile markete bile gidemez oldu.Bir yanda her yıl büyüyen şirketlere verilen ödüller, teşvikler, krediler, yandaş şirketlere yüksek bedeller ile verilen ihaleler, lüks uçaklar, saraylar, yazlıklar; öte yanda tüm bu değerleri elleriyle, alın terleriyle hatta canları pahasına üreten emekçilerin inanılmaz yoksulluğu.
tek isteğimiz,insanca yaşayacak bir düzenli gelir ve geleceğe dair umut.
Fethullahçı yapının 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından kurulan Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) Kara Harp Okulu’na Haziran 2020’de dekan olarak atanan Gültekin Yıldız’ın, askerliğini bedelli olarak yaptığı ortaya çıkmış.
Hepsi şahsına münhasır, özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil
-Kim bunlar?
1950 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş, en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında.
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış Höllük üzerinde yatmış, şeker çuvalından pantolon, Canikli lastikten ayakkabı giymiş Evde inek beslemiş,bir garip nesil
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış Hatta hiç bebeklik, çocukluk resmi olmamış Hiçbiri kreş, dershane, özel okul görmemiş.
Harp görmüş, darp görmüş Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş
Karakolda Filistin askısı ile cezaevinde isyanla tanışmış ihaneti ve kalleşliği görmüş; işkencede insanın hayvan yüzünü görmeyeni kalmamış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış, en azı 10 ekonomik krizden nasibini almış, tecrübe abidesi, yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil
öyle bir nesil ki, sanki dünyaya çile çekmeye gelmiş.
bu nesil şimdi de emekli maaşı ile çile çekiyor.
şöyle ki;
Asgari ücret geçen yıla göre 500 lira artarak yüzde 21,56 oranında yükselirken, devletin emekliye yaptığı maaş artışı yüzde 7.33 oranında kalıyor. üstelik pandemiden dolayı en düşük emekli maaşı 1500 tl yapılan emeklilerimiz bu maaş artışından muaf tutuluyor.
1500 tl emekli maaşı alan bir kişi bu parayla bir ay nasıl geçinir?
üstelik bir çoğu 65 yaş üzeri olan bu nesile birde toplu taşıma yasağı getiriliyor.
ABD’de yaşyan köse, 31 Mart 2015'te, internette chat yaparken bir çocukla tanışır ve cinsel içerikli konuşmalar yapar.
cinsel birliktelik amacıyla çocuğun evine giden Köse, orada çocukla değil, bir polisle karşılaşır Çünkü, aslında Köse’nin konuştuğu kişi küçük yaştaki çocuklarla tanışıp cinsel ilişkiye girenleri yakalamak için çalışan gizli bir polistir.
operasyon sonucunda tutuklanır ve bölge hapishanesine gönderilir.
bir süre cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olan Köse’nin ABD’deki ruhsatı iptal edilir ve Türkiye’ye döner.
Abdüssamed Köse geçmişindeki “cinsel istismar” suçunu örtmek için adını Samet Köse olarak kısaltır ve tanınmamak için saçlarını uzatır.
akademisyen Köse,türkiye'ye döndükten sonra Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne bağlı psikoloji bölümüne başkan olarak getirilir.
bakın farkındaysanız getirilir dedim. liyakat hak getire!!!
işin ilginç yanı, Bugün bir konfeksiyon atölyesine bile girerken sabıka kaydı isteniyor, koca üniversite "Aaaa amariga görmüş adam " diye sorgusuz sualsiz akademisyen almış galiba?
sosyal medyada haber olarak çıkınca,apar topar istifa ediyor bu Pedofili herif. ama hiçbir şekilde hakkında soruşturma açılmıyor. eğer sosyal medya olmasaydı bu iğrenç herif hala görevine devam ediyor olacaktı. bu pisliği oraya kabul eden de, referans veren de, bölüm başkanı yapan da hesap vermeli, bu rezaletin sorumlusu kimler varsa soruşturma açılmalıdır.
Yıl 1855,Manisa'da Sefarad Yahudilerinden fakir bir ailenin bir oğlu olur,ismini Morris koyarlar..
Morris, 9 yaşında kuşpalazı hastalığına yakalanınca ölümle burun buruna gelir.
Şinasi isimli bir doktorun tedavisi neticesinde iyileşince,
ailesi ona Şinasi ismini de verirler..
Bu bir vefa borcudur.Bu vefa anlayışı Morris'in ruhuna da işleyecektir..
Derken Morris 15 yaşına gelince fakir olan ailesine yardım etmek için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer..
Okuma yazması olmadığından işten atılır..
Sebebi ise,dışardan bir Yahudi ailesi gelir ve mezarlıktaki yakınlarının mezarını görmek isterler..
Fakat mezarın yerini bilmiyorlar,Morris ise okuma bilmediğinden mezarın yerini gösteremez..
Bu aile durumu bölgenin Yahudilerine bildirerek Morris'i işten attırırlar..
iş arayan Şinasi 1870 yılında henüz 15 yaşlarında yine bir Yahudi olan Garofolo isimli bir tütün tüccarının yanında işe girer..
Kısa zaman da patronunun gözüne giren Morris,gösterdiği başarıdan dolayı patronu tarafından Mısır'a götürülür.
Orda da gösterdiği başarılardan dolayı artık patronuyla iyice dost olmuştur..
Morris 1890 yılında Amerika'ya gitmeye karar verir..
Patronundan aldığı 25 bin dolarla yeni dünyaya geçer..
Orada Chicago Beynelmilel Fuarında kendi icadı olan bir sigara yapıştırma makinası sergiler.. Makina oldukça ilgi görür..
Buradan kazandığı parayla hem Garofolo'ya
olan borcunu öder,hem de bir iş kurma imkânı bulur..
Yıl 1903'e geldiğinde ABD Devleti Akdeniz'de ticaret yapabilmek ve gemilerini geçirebilmek için Sultan Abdülhamit'e başvurur..
Sultan bu teklifi Osmanlı'ya haraç vermesi karşılığı kabul eder.. Yanlız bir şart daha koşar ve
"Bizden tütün de alacaksınız" der..
Amerika bunu da kabul eder ve tarihinde ilk ve tek olarak Osmanlı'ya haraç verir..
işte bu tütün anlaşması Morris'in yolunu açar.
Ege tütününü iyi tanır ve bağlantıları da vardır ve bu avantajını iyi kullanır..
Kısa sürede önünde geniş
ufuklar açılan Morris, erkek kardeşi Salomon'uda Manisadan getirterek iş alanını iyice geliştirir..
New York 'ta Brodway 120 Sokakta SCHiNASi BROTHERS COMPANY Isimli bir sigara fabrikası kurar.(Bu bina hâlâ ayakta kalmayı başarmıştır.)
Kurduğu bu fabrikada Türkiye'den
götürdüğü tütünleri kullanan Morris,kısa zamanda Türk tipi sigaralarla üne kavuşur.
Türkiye'den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri,yine bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle yüksek kalite mamuller elde etmeyi başarır..
1903 yılında, Selanik'te iş arkadaşı olan Jozef Ben Rubi'nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir.3 kız ve 1 oğlu olur..
Hatta Yunan Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli bir malikâne yaptırır..
Malikânenin 52 odalı olduğu rivayet edilir..
Morris,Yunanistan'da bir basın açıklaması yapar.Bir gazeteci bir kâğıda bir soru yazar ve Morris'e verir..
Morris kâğıdı yanındakine verir ve "Ben okuma bilmem,sen oku" der..
Ardından başka bir gazeteci;
"Okuma yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz.. Birde tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz?" der..
Morris şöyle yanıtlar;"iyi bir mezar bekçisi olurdum!!"
1916 yılında şirketin tüm haklarını Amerikan Tabacco Company'e satar ve iş hayatından çekilir..
Bu arada çocuklarını kurduğu ve Morris'in arkadaşı Philip'in de ortak olduğu
Morris bizzat kurmuştur ve şu an dünya tütün devi olan Philip Morris Company doğmuştur..
Gerisini bilirsiniz..
Peki hâlâ Manisa'da hizmet veren Şinasi Morris hastanesinin hikâyesi nedir?
Morris 1928 yılında memleketi olan,doğup büyüdüğü yer olan Manisa'yı hiç unutmadı..
Okadar ki,yaptırdığı evi Türk stili yaptırır ve içini de yine Türk Şark tarzı ile döşer..
Çocukluğunda çektiği hastalığı ve gördüğü vefayı da unutmaz..
Bu amaçla bir milyon dolarlık bir bütçe ayırır.
Bunun 800 bin doları ile bir hastane yaptırır.Bu hastane çocuk hastanesidir..
Çok geniş arazisi vardır ve burada inek,koyun,keçi ve tavuk gibi hayvanlar beslenir ve sebze,meyve yetiştirilir ki,çocukları taze besinlerle beslesinler diye..
Yine bu hastanenin faytondan ambulansı ve başhekimin faytondan makam aracı vardır..
Bütün bu ayrıntılar bizzat
Morris tarafından düşünülmüştür..
Geriye kalan 200 bin dolarla da devlet tahvili alarak,bu tahvillerin getirisi olan 33 bin dolar her yıl 2 taksit halinde,Morris Şinasi Çocuk Hastanesine gönderilir..
Morris Şinasi kurduğu bu vakıfla hastanenin geleceğini de düşünmüştür..
Chemical Bank Of New York'u da mutemet tayin etmiştir.
3 yılda bir kurduğu vakfın mütevelli heyeti Türkiye'ye gelerek,Manisa'da hastaneyi ziyaret etmekte ve yapılan işleri yerinde denetlemekteydiler taaa ki bu yıla dek..
Bu yıl Sağlıkta devrim yapan Hükümetimiz meşhur hasta garantili şehir hastanelerinden birini de Manisa’ya yapar ve Morris Şinasi Çocuk Hastanesi kapatılır.!
Arazisi mi?
Şimdilik atıl durumda..
Akibetini tahmin etmek zor olmasa gerek..
Çin'den Türkiye'ye gönderilen aşılarla ilgili açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Pekin'de görülen koronavirüs vakalarından dolayı sevkiyatın gecikeceğini duyurdu.
burası çokamelli;
çin aşısı gerçekten güvenilir ise niye pekin' de hala koranairüs vakası var?
niye, çin'den aşı alan sadece beş ülke var?
aynı zamanda çin,
neden, Alman firması BioNTech aşısından 100 milyon doz sipariş ediyor?
ve niçin, biz çin aşısının yanı sıra BioNTech den 30 milyon doz aşı siparişi veriyoruz?
Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, yaşanan kuraklığın gerekçesi olarak büyükşehir belediyelerini CHP'nin kazanmasını gösterdi.
üstelik bu şarlatana göre hafta sonu yağan yağmur cuma namazından sonra edilen duadan dolayı imiş.