sanırım artık yok ya da hiç olmadı... veya ya ben çok yaşlandım ya da herkes üniversite öğrencisi diğer açıdan bakıldığında.
tamam genç olun, 20'li yaşların güzelliğini yaşayın ama rencide edecek kadar da genç olmanın bir alemi yok... ulan ben ne diyorum be, resmen orta yaşlı amcalar gibi olmuşum ya lan şaka maka.
neyse, sanırım olmayandır.
edit: oraya kadın nereden geldi, sadece yazar olması gerekiyordu ciddi ciddi.
bursa F.s.m bulvarında 2-3 ay önce açılan yeni mekanlardan biri... kendileri dürümcü bekir usta'ya komşu olmakla beraber hem iç dekorasyon hem de konsept olarak bulvar'da üst üste açılan mekanlara göre farklı bir yerdeler kanımca. benim açımdan mekanda dart olması ayrı bir avantaj ama bunun dışında konsept partileri ve canlı performansları da farklılık yaratıyor. fiyatlarda benim kıstaslarıma göre oldukça uygun. yanlış hatırlamıyorsam hafta içi saat 21.00'a kadar tekila 5 ya da 6 lira, bira 5 tl, votka 7 tl idi. bu arada bildiğim kadarıyla görükle'den de servis kaldırma gibi bir durumları vardı. geçen hafta bir minübüs öğrenci arkadaş içeri hücum edince anlamış oldum.
valla ben fırsat buldukça gidiyorum ve gayet memnunum. içiyorum, müzik ve kafa dinliyorum.
uzun zamandır dikkat ediyorum nerede olduğunu, ne giydiğini ve o an etrafında kimlerin olduğunu düşünmeden rahat rahat eğilen, domalan kadınlar dolu sokakta. tamam benim için problem yok hatta bundan hiçbir erkeğin rahatsız olacağını da düşünmüyorum ama yine de dikkat etmeleri lazım.
tamam anladık fütursuzca araklıyorsun ama, bari metni değiştirseydin de çok belli etmeseydin dedirtir insana bu tip başlıklar...
ulan resmen copy/paste olayında çığır açılmış... ama linki vermeyi unutmuşsun, bir dahaki sefere atlama lütfen.
`derinin altına yerleştirilen bir takım cihazlar sayesinde şekilden şekile giren veyahut isteğe göre kan şekeri, nabız, tansiyon gibi değerleri gösteren philipsin geliştirdiği teknoloji.
erken boşalma sorunu olan ya da normalden daha iyi bir performans isteyen er kişilerin mutlaka denemeleri gereken doğal bir yöntemdir...
tarafımca tesadüfen de olsa birkaç defa denenmiş ve sonucuna hayret edilmiştir... ortalama sürenin (aralıksız 4-5 dakika) çok üzerine çıkarak bana bir ara boşalamayacağımı bile düşündüren bu durum, insana kendini tanrı gibi bile hissettirir sözlük, o derece yani... ayrıca genelde önerilen ''rezil şeyler düşünerek boşalmayı geciktirme'' ritüeli, alkol alarak sevişmekten kesinlikle daha iyi değildir, asla da olamayacaktır.
aslında anlamak çok zor değil... alkol aldıktan sonra insanın kafasının rahatlaması ve bünyenin yavşaması seks sırasında kişiye hayvani bir performans sağlıyor... evet bu doğru ama aynı zamanda da müthiş bir gerçek arkadaşlar... belki de maharet içtiklerimde diyerek size son olarak içki listemi de açıklıyorum, daha ne olsun...
kızların, özellikle de tiki olan versiyonlarının olmazsa olmazlarından olan duygudur, hatta artık bir ritüeldir...
ibne olan ya da ibne olma yolunda sadece birkaç durağı kalmış olan bu canlılar, kızlara kah arkadaş, kah evcil hayvan olarak hizmet verirler... kızlarımızı güldürüp eğlendirmelerinin yanında her zaman iyi birer sır ortağı olmaları da en büyük özelliklerinin başında gelir bunların. genelde modayı yakın takip ederler ve bir şekilde maddi durumları da fena olmadığından dolayı iyi giyinirler. aksesuar olarak yazın büyük çerçeve gözlük, kışın ise marka şal ve atkılar vazgeçilmezleri arasındadır... bir kızdan pek farkı olmadan yaşayarak da, hem ait oldukları kız grubunda yer almış olurlar, hem de erkeklerle tanışabilmek için imkan yaratmış olurlar böylece... kısacası kızların ibne erkek arkadaş sevdası nın bu nedenlerden dolayı oluşmuş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
olaya bir de erkek tarafından bakacak olursak, bu ibnelerle arkadaş olmanın sağlıklı olan bir erkeğe her daim yarar getireceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok sevgili sözlük erkekleri... zaten asıl amaçları erkek avı olduğundan sizi rahatlıkla kabul edeceklerdir hayatlarına. beklentileri de çok fazla olmadığından sadece birkaç espri yapıp konuşarak bile rahatlıkla onlardan nemalanabilirsiniz... böylece yanlarındaki fıstıklara her zaman bir adım ya da bir telefon uzakta olma şansını da elde etmiş olursunuz doğal olarak.
''ben utanırım gezemem öyle ibnelerle dışarıda mal gibi'' diyenlere de biraz sabır göstermeleri gerektiğini ısrarla hatırlatırım. maksat hedefi vurmaksa, katlanın ibnelere birazcık arkadaşlar... hem yüzüne ibne deyipte karşılığında yumruk yerine size gülücükler atan bir insan da bulamazsınız laf aramızda... her açıdan eğlenceli anlayacağınız...
teşekkürler ibne erkek seven güzel kızlar... iyi ki varsınız.
Karakter sınırlaması sorunuyla karşılaşılmasaydı orijinal halinin ''kendisini dolandıran dolandırıcıyla zamanla arkadaş olan saf adam'' olacağı, belki de hayatının tek hatasını yaparak salaklığına kurban giden zavallı acınası adamdır kendileri...
Yaş olarak belli bir mertebeye ulaşmış, unutmak istediği o kara gün dışında hayatında yaptığı önemli bir salaklık bulunmayan, hatta dolandırılan eşi dostuyla yeri geldiğinde taşak geçmesiyle de ün yapmış kahramanımızın, bir anlık saflığına kurban giderek dolandırılması başına gelmiş en büyük dertlerden biridir. Bu dertlerin en büyüğü ise kaptırdığı parayı kurtarmak için o dolandırıcıyla arasını iyi tutmak, hatta arkadaş olmak zorunda kalmasıdır...
Evet... yaptığı büyük hataya ek olarak, dolandırıldığını ispat edeceği bir belgeye ya da kanıta da sahip olamayacak kadar sağlam dolandırılan bu acınası bünye, hakkını hukuksal olarak da arayamadığından dolayı sevgili dolandırıcısının peşinde koşup kah yalaklanarak, kah yalvararak günlerini geçirecektir. buna mecburdur artık... böylece ya arasını iyi tutarak parasını taksit taksit de olsa alma ihtimaliyle yaşayacak ya da hergün gördüğü ama yıllardır konuşmadığından dolayı ne bok olduğunu anlayamadığı üçkağıtçıya dalarak zaten az olan şansını imkansız hale getirecektir...
yani, ''kendisini dolandıran dolandırıcıyla zamanla arkadaş olan saf adam'' olmak çok zordur sözlük... allah kimseye yaşatmasındır...
kadınların da azabileceği gerçeğini otobüste değil, bizzat olay mahalinde hem de defalarca test etmiş ve onaylamış bir erkeğin dile getirdiği gerçekliktir...
niye kız sen azamıyor musun yoksa? niye içerledin bu kadar...
hayat macerasına sabah ereksiyonu ile başlamış, sonrasında da bir türlü indirmeyi başaramadığı aletiyle erekte olmanın kitabını yazmış er kişidir...
yıllardır sevişme anı ve sabahları hariç, genelde seksi olarak algıladığı bir hatunu kesme ya da görme sırasında erekte olan erkeklerin bir üst modeli olan bu yeni nesil cengaver erkekleri hafif kıllandıracak olsa da, hatunlardan aldığı muazzam destek sayesinde korunması gereken sikine sahip çıkması gerektiğini de geç olmadan kavrayacaktır... burada çıkıpta, ''ne biçim konuşuyorsun sen, ayıp ulan bir kız böyle birşeye destek olur mu'' diye çemkiren kız ve erkek yazarlara şimdiden diyeceğim o ki, türk dişisi her ne kadar bu tip bir durumu baştan ayıp olarak karşılasa da, aradan zaman geçtikten ve bunun bulunmaz bir mucize olduğuna karar verdikten sonra gerekeni düşünmeden yapacaktır...
artık ilk olarak bu mucizenin nasıl olduğunu öğrenmeye mi çalışırlar yoksa direkt olarak olaya mı girmek isterler orasını bilemem ama ağızlarının suyunun akacağı kesindir bana göre... (bkz: kadınların da azabileceği gerçeği)
eee bundan sonrasını da, bu mucizeye inanmayan erkekler düşünsün artık... yol belli yordam belli olacaklar belli.
şu hayatta bazı insanlar fakir doğar, sonradan şans da gülmez yüzlerine ve hayatlarının sonuna kadar köpek gibi çalışmak zorunda kalırlar... bazı insanlar, nasıl doğarlarsa doğsunlar tırnaklarıyla kazıyıp üniversite bitirirler ve hayatlarının sonuna kadar ortalama ama gururlu bir hayat sürdürürler... bazı insanlar ise zengin doğarlar, iyi bir üniversite de okurlar ve rahatlığın vermiş olduğu o muhteşem duyguyla hareketli ve güzel bir yaşam sürerler...
işte bu son saymış olduğum insan grubundan çıkan bazı ibneler ise, kafayı çalıştırarak açmış oldukları popüler mekanlarında ölene kadar yaptıkları taşak keyfiyle müthiş bir şekilde yaşarlar...
ölünceye dek eli sikinde yaşayacak kadar çok parası olmasına rağmen bir mekan işletme kararı alan insan, öncelikle akıllı insandır efenim... çünkü o bu işi sırf vakit geçirmek için yapacağından, bir yığın borç içinde tırsa tırsa mekan açan bir işletmecinin yaşadığı stresi asla yaşamayacaktır. sırf bu muhteşem fırsatı kaçırmaması bile, mekan açmak istemesinin ne kadar doğru olduğunu ispatlar adeta... şimdi sırasıyla popüler bir mekanın zengin işletmecisi olmanın dayanılmaz güzelliklerine bir bakalım...
- en az güzel kızlar cumhuriyetinin başbakanı olmak kadar mükemmel bir his olması...
- yapılacak işlerin hemen hemen en iyilerinden birine sahip olunması ve bu durumun vermiş olduğu muhteşem haz...
- zaten zengin ve rahat olan bünyenin, mutlulukta iyice zirve yapması...
- zengin erkek işletmecinin farklı çevrelerden farklı tatlar alabilme şansı...
- zengin kadın işletmecinin farklı çevrelere farklı tatlar verebilme şansı...
- popüler olan mekanın, popüler olan işletmecisiyle olan kusursuz birleşmesinin cemiyette süper reklam yapması...
görüldüğü gibi bu durum insana dünyada cenneti yaşatır, zevkten de öldürür adeta...
''sabah editi-1: yazar orada okuyucuların herkesine seslenmiş '' gibi bir cümle kurarak dilbilgisinin anasını siken aptal kadınlar nedeniyle başlığımı revize ediyorum sözlük...
birlikte olmaya gerek yok... konuşmak bile yeterli hayattan soğumak için...
ayrıca;
sözlüğe yazar alırken az biraz orasına burasına bakmak, doğru bir cümle kurabiliyor mu acaba diye kontrol etmek çok zor herhalde. başka izahı yok çünkü bu rezaletin...
sözlükte yazılan uzun soluklu başlıklara alerjisi olan, geçmişte yaşadığı kötü anıların çoğunun okumayla ilgili olduğunu düşündüğüm değişik insan modelidir.
ya arkadaşlar bırakın yazsın insanlar... sen anlamazsın, o anlamaz ama illaki anlayan birileri çıkar koskoca platformda. hani ironiden anlayabilen, geyik ile ciddi yazıyı ayırt edebilen insanlardan...
eğer 50 karakter sınırlaması olmasaydı başlık ''sayı sıfatı olan bir in yanında çoğul kelime kullanmak'' olacaktı. neyse gelelim asıl mevzuya...
Gündelik hayatta dikkatimi çeken anlam bozukluklarının beni benden alan öncülerindendir... işaret sıfatı olan bir in yanında fütursuzca kullanılan çoğul kelimeler, herkez rezilliğinden sonra beni en çok kıllandıran dilbilgisi hatası hem de açık ara... hemen örnekler geliyor;
burada bir olaylar oluyor...
bu sene bu takımdan bir şeyler beklemiyorum...
buradan bir adamlar geçti az önce...
ulan hadi fazla okumuyorsun, yazmıyorsun doğal olarak dilbilgisi yerlerde de, peki kulaklarında mı duymuyor diye sormazlar mı adama? hiç mi anlamıyorsun kurduğun cümlede bir gariplik olduğunu? bak gerildim gece gece...
bazı sözlük yazarlarının açacak konu bulamamalarından ötürü sana, bana, ona, buna sarmalarıdır...
yazarımızın aklına konu gelmez, gelde de daha önceden açılmış olduğunu fark ederek hevesi kırılır, morali bozulur hatta hayata küser. sonrası malum... can sıkıntısından kendi çapında küçük çaplı sataşmalar falan...
ayrıca gerekli ya da gereksiz konu yoktur. popüler ve popüler olmayan konular vardır sözlük jargonunda... nice güzel tasarlanmış ama altına yazı yazılmadığından dolayı sol frame den sessizce ayrılmak zorunda kalan başlık var sözlükte...
morali bozup bozup millete bok atmayalım. yazmaya çalışalım, olmuyorsa da bırakalım bu işleri...
insan soyunun büyük annesi havva'nın, yasak elmayı çalıp afiyetle yemesiyle üzerine kalan sıfat... yaptığı hareket pek şık olmasa da, kendisi bizzat tüm insanlığın yaratılış sebebi olup, acısıyla tatlısıyla yaşadığımız hayatımızın bir bakıma yaratıcılarındandır.
uzun süreli gözlemlerime dayanan iç burkan bir gerçektir...
90'lı yılların ortalarında başlayıp, 2000'li yılların başlarında sona eren ''faal heavy metal'' dinleyiciliği günlerimde yaşadıklarımı hala zaman zaman özlerim... bunun en büyük nedeni, tabii ki başta kalabalık ama esaslı olan arkadaş çevrem ve dinlediğim müziğin bana yaşattığı heyecandı.
o yıllarda heavy metal in underground çevrelerde popüler olması, hem müziği evinde dinleyen insanların sokaklara çıkmasına hem de türkiye'de çok fazla bileni olmayan ''metalci'' kavramının ortaya konmasına vesile olmuştu. ben de o insanlardan biri olarak günlerimi çoğu metalci arkadaşım gibi günde 8 saat sıkılmadan müzik muhabbeti yaparak, boş kaset alıp arşivi geniş olan arkadaşa sevilen grubun albümünü çektirerek, gotik kız avına çıkarak, grup kurarak, grup dağıtarak, ilk içkimi içerek, babamdan gizli kulağımı deldirerek, underground bar konserlerine giderek geçiriyordum... sokaktaki amcaların, teyzelerin hatta yaşıtlarımızın pis bakışları bile hayattan azami haz alarak yaşamamızı değiştirmiyordu...
tüm bunların nedeni doyasıya yaşadığımız özgürlük hissiydi. hepimiz kendimizi birer piç gibi hissediyor, tek kelimeyle hayatla taşak geçiyorduk...
günümüzde ise üzerlerinde yeni metal gruplarının t-shirt leri olan mutsuz çocuklar görüyor, üzülüyorum... metalci olmanın eskisi kadar haz vermemesinden mi, kasetlerin cd'ye, bar konserlerinin büyük stüdyo konserlerine dönmesinden mi, yoksa babaların artık kulak hatta dil deldirmeye karşı çıkmamalarından mı bilinmez, bu çocuklar bizim gibi değiller...
biz hakikaten başkaydık galiba sözlük. evet evet öyleydik...
şu an vizyonda olan karanlıktakiler filmini ve çağan ırmak ın türk sinemasında geldiği noktayı görünce kendimi yazmak zorunda hissettiğim bir konu oldu çağan ırmak vs çağdaş türk sineması... aslında olması gereken başlık ''çağan ırmak üzerinden bir çağdaş türk sineması yorumu'' idi ama malum karakter sınırlaması ve sözlük kuralları... neyse fazla uzatmadan başlamak istiyorum.
bana göre çağan ırmak filmografisinde yer alan altı filmden sadece mustafa hakkında herşey yönetmenin oluşturmak istediği sinema tarzına en uygun filmdi... aslında sonrasında da yapmak istediği buydu ama birçok sinemaseverin ve eleştirmenin de olumlu eleştirilerle yaklaştığı filminin devamını getirmek yerine ''gişe yapacak film'' sektörüne girmek istedi. nedeni ise çok basit...
siz olsanız gişeden gelecek yüzbinlerce dolara ek olarak gün geçtikçe insanların aklına daha çok kazınma şansını ve her yeni filminiz için bir beklenti oluşturmayı mı seçersiniz yoksa daha kurgu aşamasında gurur duymaya başlayacağınız ama bir adım sonrasını kestiremediğiniz sinema yolculuğunuzun nerede sonlanacağını merak ederek günlerinizi geçirmeyi mi?
idealizm'i hayat felsefesi olarak belirlemiş kişiler dışında herkesin cevabı tabii ki para ve kariyer garantisi olacaktır... çağan ırmak'ta doğal olarak bu yolu seçip daha önce televizyona yapmış olduğu dizilerin de yardımıyla yakından tanımış olduğu ''genel türk sinema seyircisi imajına'' uygun bir nevi ''sömürü'' filmleri yaparak sinema kariyerini ve kazancını garantileme yolunu, yani kolay olan yolu seçmiştir.
tüm bu gerçekleri gözden kaçırmayan biri olarak daha hala neyi eleştiriyorsun o zaman diyenlere cevap kısmına geldi sıra. evet daha önce de belirttiğim gibi, yapmak istediği sinema ve acımasız piyasa gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalan bir sinemacının bu zor karar aşamasında kolay yolu seçmesini acımasızca eleştirmek çok mantıklı değil. benim tek derdim her sinema yönetmeninin bu yolu seçmesi halinde bana göre hala doğmayı başaramamış ''çağdaş türk sineması''nın düşük yapma olasılığıdır...
bu problemi çözebilmenin tek yolu da, çağan ırmak gibi aslında farklı bir sinema yaratabilme umuduyla yola çıkıp, bir şekilde geri adım atan popüler sinemacıların kendilerini ispatlamalarından ve banka hesaplarına yüklü bir miktar katkı yaptıktan hemen sonra zamanında sırtlarını döndükleri noktaya geri dönmeleri ve bıraktıkları yerden eskiye nazaran çok daha güçlü ellerle devam etmeleridir... ancak bu şekilde türk sinemasına katkı yapabilirler ve yapmalılar.
o kadar da zor değil. hele bu kadar sağlam koltuklara oturduktan sonra, hiç değil...
çok fazla paniğe kapılıp normalde en fazla kalp atışının hızlanması gerekirken bununla yetinmeyip gördüğü ilk camdan kendini atan insandır...
sonuç bir felakettir...
+hatice abla noldu ya salladı epey di mi?
-yok çok fazla sürmedi 5 saniye fa... aaa bizim nermin değil mi kız o yerde yatan?
+vallahi o anammm... nermin abla kız n'oldu buna...
-yetişin komşular nermin abla kendini intihar etmiş!?!
dün, her zaman alışveriş yaptığım biberci amcadaki biberlerin tükenmesi sonucu hiç tanımadığım bir pazarcıya evet diyip tatlı olarak lanse edilen biberlere talip olmak zorunda kaldım... ve fakat bugün anladım ki, büyük bir yalan ile karşı karşıyayım... bu yüzden doğru pazar alişverişi için yeni bir püf noktası geliyor...
eğer o hafta rutin esnafınızda almak istediğiniz meyve/sebze erken bittiyse bir hafta boyunca ondan ayrı kalmayı göze alın ve tanımadığınız bir tezgahtan alıp, tezgaha gelmeyin... muhtemelen yalan çıkıyor.
çarşı'nın 26 senelik mazisinde gördüğüm en etkili, en anlamlı aforizmalardan...
sanılanın aksine aslında çarşı'nın sadece rahmetli optik başkan 'dan, alen'den, ayhan'dan, kutudan ibaret olmadığını, çarşı'yı hissedebilen herkesin bir çarşı üyesi olduğunu anlatır...
bu durum çok zordur efenim... her sabah ayaklar geri gider, bünye gün boyunca somurtur, hayata küser... belli bir süreden sonra sırf işini sevmediği için iş arkadaşlarında da nefret etmeye başlar. sonu istifa ya da kovulmadır.
tarafımdan birçok defa tespit edilmiş ve bu tepki özürlü insanlara karşı kısa süreli bir nefret oluştuğu gözlenmiştir. 5-6 saniye sonra da ''bok vardı da selam verdim, bi daha verirsem ibneyim'' gibi iç konuşmalara dönüşmüştür...