evet efendim. sözlükte olması gereken, lakin henüz olmayan başlık. bu motorumuzu o an anlık bir şekilde bisiklet sürmek isteyen bireyleri buluşturmak için kullanırız belki. mesela şu an bakırköydeyim. bir saat sonra yolculuğa başlıyorum. eğer gelecek olan varsa, ona göre yol planı yapabiliriz. saygılar.
tuvalı müzik grubudur. throat singing olayında bir kongar ol ondar değildir ama çok sevimli ve başarılıdırlar. dinlerken insanı farklı diyarlara uçururlar.
Bugün kilyosta suma beachte gerçekleşecektir. ne sözlükte ne de arkadaş çevremde kimse gitmiyor sanırım. neyse yle ya da böyle gidilecek oraya. gelmek isteyenlerin bir dm kadar uzağındayım.
http://bangwithfriends.com/ adresinden ulaşılabilen facebooku fuckbuddy bulma kurumu için kullanmayı sağlayan bir site. düşünce güzel. gizlilik konusunda kaygılar tabi ki var.
Ankara adliye sarayında saat 9da başlayacak olan duruşmadır.
Ara edit: blogumda yazdığım yazıdan alıntıdır kalan kısımlar:
öğrenci değilsen, ya da kendini öğrencilikten çok uzak olarak görüyorsan, bunu okuma. hayatının yegâne amacı, o çok sevdiğin şirkete girmekse ve bunun dışında bir şey seni ilgilendirmiyorsa okuma. daha 20li yaşlarında 40 yaşında gibi davranmak senin sitilinse hiç okuma. olayları partizan bir şekilde karşılıyorsan, ideolojik görüşün gözlerinin önüne perde olmaktan çok öteye geçip, artık at gözlüğü olmuşsa hiç ama hiç okuma.
bu yazıyı hiçbir sıfatı göz önünde bulundurmayarak, sadece öğrenci olarak yazıyorum.
sen! hayatının politikleştiği tek anın öğrenci konseyi seçimleri olduğunun farkında olmayan sen! 500 arkadaşımız, bizimle birlikte öğrenci sıfatını taşıyan arkadaşlarımız, şu anda içerideler. çoğunun iddianameleri komik olarak tanımlanabilecek şekilde. bir kısmı için iddianame bile hazırlanmamış.
öğrencisin, bir haksızlık başına geldiğinde tek başına karşı koyamayacağının da farkındasın. bunun içindir ki, sevgilinden ayrıldığında derdini anlatmak için, bana, ahmete, buseye ihtiyaç duyarsın. bugün de benim sana ihtiyacım var.
kendim için değil. aslında bir nevi kendim için de. hatta senin için de.
9 aralıkta hopa olayları sonrasındaki ilk yargılanma gerçekleşecek. ankara adliyesinde
bak güzel kardeşim. bazı haksızlıklar vardır ki, tepki koymazsan unutulur gider. tersane işçilerini düşün mesela. ölmezlerse haber dahi olmazlar. bazı haksızlıklar ise tepki konulduğu sürece bir davaya dönüşür. madımak olayını, darbeyi, tekel direnişini, kürt sorununu hatırla.
işte ben bu yargılanan arkadaşların, tepki konulan bir davaya sahip olmalarını istiyorum. neredeyse hepsi thkp/c üyesi olmaktan yargılanıyorlar. delilleri bu yüzden deniz gezmişten, mahir çayandan, ertuğrul kürkçüden bulmaya çalışıyor devlet. çünkü öyle bir örgüt yok. asıl suçlarını birileri göz önüne sürüyor: muhalefet ediyorlar. düzene, sömürüye baş kaldırıyorlar. bunu 40 yaşında adammış gibi düşünen bir gençlik kolları üyesi gibi değil, bir genç gibi sokakta yapıyorlar.
karşı koy! karşı koy ki, senin bir inekten farkın olsun. sürüsünden bir ineği başka bir topluluğun çıkarı için mezbahaya götürùrlerken önüne konulan otunu yeme.
karşı koy kardeşim! karşı koy ki, bu içeri alınan kişilere karşı konulmadı diye iyice rahatlamasınlar. sonra beni ve diğer arkadaşlarımı rahat rahat götürmesinler.
en önemlisi! karşı koy ki, günün birinde sen dara düştüğùnde biz de senin için karşı koyabilelim. yoksa seni de savunacak kimse kalmayacak.
hem de o kadar kolay ki mesaj verebilmen. 9 aralıkta o adliyede, o duruşmayı sen de izle. orada bulun. aklına iki fotoğraf gelsin:
birinde kimse olmadan o dava görülüyor. herkes rahat.
birinde orası hınca hınç dolu. en azından o kişileri yaşama bağlarsın. boşuna muhalif olmadığını görür. hem sen orada olursan basın da gelir belki. birileri de az da olsa mesajını alır.
sen! hayatın boyunca facebooktan iletiler yazdın. neyine yaradı. bir kere de amacın insanlardan like beklemek olmasın. git o duruşmaya, bu sefer kendi kendini like et. bir işe yaramış ol!
9 aralık aslında senin için bir test. orada olmazsan, kendi içinde bulunduğun ortamdaki haksızlığa karşı gelmezsen, bitkisel hayatını yaşamaya devam etmeni saygıyla karşılayacağım.
lütfen orada ol. haksızlıklar, adaletsizlikler, korku imparatorluğu bir kere de senin karşında olsun. belki ne kadar fazla olduğumuzu görürler bu sefer onlar korkarlar
garip bir toplumda yaşıyoruz. bir yandan porno film çekmenin özgürlük olup olmadığını tartışırken, bir yandan dizide görünen bacakları sakıncalı bulabiliyoruz.
kaç haftadır rtükün yeni türk toplumu ahlak ve kültürüne zararlı dizilerini öğreniyoruz. en son yahşi cazibe dizisi rtükün gazabına uğradı, çok fazla erotik çağrışımların içinde yer aldığı gerekçesiyle. açıkçası, diziyi bir kere kahvaltıda-evet öğleden sonra uyanan birinin kahvaltı saatinde- zaman geçirmek için izledim ve o kadar da sevdiğimi söyleyemem. fakat gördüğüm kadarıyla, çocukların beynine kalıcı zarar vermek gibi yan etkisi olan bir diziye de benzemiyordu. fakat, rtük için kadının metalaşmasını sağlayan ve çocukları sapkın duygulara iten bir yayınmış-mış.
sayın rtük yetkilileri, merak etmeyin. bu ülkenin çocukları, her gün-her dakika o kadar fazla zararlı unsura maruz kalıyorlar ki, sizin bu derdiniz onların gözünde bile devede kulak kalıyor. her gün sokaklarda kavgalarla büyüyorlar bu çocuklar: annesiyle babasının, mahallede en sevdiği abisinin, bindiği servisin şoförünün yumruklarının ne sertlikte çalıştığını görüyorlar. dahası, kadının bu çocukların gözünde metalaşmasını, zaten toplumsal hayatta canlı canlı örneklerle izliyorlar. mahallede hafif açık!-ki kime göre neye göre- gezen kadın orospu oluyor, altın gününden geç gelip yemeği geç yapan kadın dayak yiyor, kızları kardeş sayısının içine bile almıyorlar. kadının çabuk elde edilip bırakılması gereken obje olması, çocuğun babasının aldatmalarıyla meşrulaşıyor.
ama rtük yine de şöyle bir savunmayla gelebilir: daha fazla artmaması, normalleşmesi için yapıyoruz biz bunu: peki, ey sevgili rtük; sence yahşi cazibe mi bu bağlamda çocuklara daha zararlı oluyor, yoksa bu ülkenin başbakanının severek izlediği ve sanırım bu yüzden çok da yararlı görünen kurtlar vadisi mi. israile öfke tomurcuklarını çocukların beynine serpiştiren, tarikatçılığı iyi bir şeymiş gibi gösteren, kadınların erkeklerin kulu kölesi olduğunu gösteren, kan şiddet dolu bir çok dizi, rtükün topuna maruz kalmadan yayınını devam ettirebiliyor bu ülkede.
işin en ilginç yanı, aynı ülkenin pornoyu yasaklamış olması. sanırım, bu işin başında olanlar, o kadar sapkın düşmüşler ve porno dediklerinde o kadar şartlanmışlar ki, sadece cinsel objelerin görünmesini porno olarak görüyorlar. oysa ki, umberto eco-ki pornonun tanımı kendisinden gelir- şöyle tanımlamıştır pornoyu:
olayları, insanları tüm çıplaklığıyla, sanatsal ya da düşünsel hiçbir değer katmadan olduğu gibi aktarmak ve üstelik bunu bir duygusal tepki uyandırmak amacıyla yapmak pornografidir.
bugün televizyonda durmadan gördüğümüz kan gösterileri eğer bir sanatsal değer taşıyorsa, haksızım. fakat, sizce bir değer taşıyor mu?
toplumu şiddete yönlendiren bu yayınların durdurulmamasına rağmen, erotik olduğu gerekçesiyle dizilere uyarılar geliyorsa; bunun arkasında tek bir neden aranır: muhafazakar düşünce yapı sisteminin bilinçaltına sokulmaya çalışılması. eğer halkın ruh sağlığını ön plana alan bir yönetim olunsaydı, o zaman eminim ki, önceliği toplumdaki cinsel ayrımcılığı engellemekle birlikte toplumdaki şiddetin azalmasına da verirdi. fakat, görüyoruz ki, muhafazakarlığa karşı olan her şey uyarı nedeni olurken, diğer zararlı fiiller için pek de çalışmıyor rtük.
bir diğer haber ise, porno destekçisi rtükün artık yeni bir rakibi olduğunu gösterdi. artık sayın 1. recep tayyip erdoğan ve bazı bakanlarının yayın yasaklama cezası vermesi yetkisi olacak. bu konuyla ilgili basın özgürlüğü noktasında uzun uzun yazıyor olacağım. yasakçı zihniyetin nereye kadar gidebileceği gerçekten merak konusu. ama nasıl olsa bunlar küçücük yasaklar değil mi ey halkım. sıkıntı yok!
her zaman demokrasiyi savunan yüce devletimizin yeni uygulamasını bugün görmüş bulunmaktayız hepimiz manşetlerde. üniversitelerde özgürlük için adeta savaşan bir çok gencimize ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek akla gelen en insani ve mantıklı nedenmiş gibi geliyor, bu uygulama için. olayı bilmeyenler için kısa bir özet geçelim:
istanbul üniversitesinin kampüsü ve çevresinde polisler için çıkarılmış 1(yazıyla bir) yıllık bir arama izni mevzu-bahis bugünlerde. hala rektör görmemiş; fakat tüm türkiye bunun farkında ve rektörün o görmediği kağıt, kampusun içinde asılı bir durumda.
başta, öğrencilerinin ve kampüsün hükümdarı rektör hakkında küçük varsayımlarda bulunup, onu bir aklayalım. yazının kalan kısmında bu mükemmel uygulamanın nasıl da mantıklı! ve nedenselleştirilmiş! olduğuna bir bakalım. evet, ne yazık ki rektörümüze, böyle bir uygulamadan haberi yokmuş: yalan! sizce bir rektörün, üniversitesi hakkında çıkarılan böyle önemli bir karar hakkında bilgilendirilmemesi imkanlı mı? tabii ki değil. eğer yalan değilse daha da kötü demektir, demek ki bu rektör bir aydır kampusun içine girmiyordur; çünkü kampuse giren herkesin görebileceği bir yere asılmış bir yazıdan ancak ve ancak böyle haberdar olmayabilir. en iyi ihtimal ise, kendisini başka bir üniversitenin rektörü sanabilir, yazık uzun zamandır başka bir üniversiteye gidiyordur uzun zamandır.
bu olayın rektörle bir bağlantı içinde olduğu bal gibi ortadadır. şimdi bir üniversite yönetimi ve devlet işbirliğiyle, öğrencilerin haklarını hiçe sayan bir uygulamanın neden yanlış olduğuna ve nasıl sonuçlar çıkarabileceğine bir bakalım:
bu karar, aslında usulen yanlıştır. 1 yıl boyunca arama izni vermek gibi bir olay, benim bildiğim kadarıyla benzeri olmayan bir örnektir. bugüne kadar, arama izni keyfi nedenlerden dolayı değil, tamamen yeteceğine inanılan süre kadar verilmiş oluyordu. istanbul üniversitesindeki arama iznine bakacak olursak; yeterince diye görülen sürenin kabulü için ancak, devletin içindeki bir kahine birşeylerin malum olması gerekmekte. bir yıl sonrasında arama durumunu doğuracak bir durumun olmasını ancak ve ancak böyle bir nedenle açıklayabiliriz.
burada yapılan; devletin, öğrenciyi potansiyel suçlu görmesinden başka birşey değildir. eğer gerçekten yıl boyunca sürekli bir illegal olay olacağı öngörüsü, belli kanıtlarla belirlenmemişse, buradaki tek neden: öğrencilerin her an suç işleme potansiyeli olan devlet düşmanları olduğunu kabul etmekten başka bir durum değildir. bu da insanların adil ve adilin içindeki en önemli tanımlardan biri olan ön yargısız adalet süreçlerini geçirme hakkını ellerinden alan bir durum oluyor. devlet, nasıl anamurda yaşayan herkes suçlu olabilir genellemesi yapıp, bu tür uygulamalara giremiyorsa; o halde aynısını istanbul üniversitesindeki öğrencilere yapması pek meşru görünmüyor.
ayrıca bunu, şu andaki hükümetin kolluk kuvvetlerinin yapıyor olması da ayrıca sakıncalı. bugün öğrenciler farkında ki, şu andaki ortamda zaten hükümetin ve onun kolluk güçlerinin duruşları, onların pek de yanında değil. akp hükümeti, üniversitede özgürlükler adına girilen girişimlere karşı sıfır tolerans noktasında. bu durumda öğrencilerin birçoğunun bu uygulamayı, kendi güvenliklerinin daha iyi sağlanması olduğu için yapıldığı yalanına inanmayacaktır.
peki, bu uygulama ne gibi sonuçlar yaratır:
1. keyfi tutuklamaların önünü açabilir. bugüne kadar gördüğümüz arama kararlarında genellikle polisin misyonu bellidir. bir çeteyi çökertmek için ev baskını yaparlar, uyuşturucu trafiğini caydırmak için, özellikle uyuşturucu satılan bölgelerin etrafında uyuşturucu için aramalar yaparlar, ya da genel güvenlik açısından geçici ve kısa bir süreliğine gbt arama noktaları kurarlardı. fakat bu uygulama şüpheli görülen kişinin(belli bir nedeni olmasa da oluyor) aranmasına yol açan bir durum yaratıyor. üniversiteler gibi fikirlerin özgürce söylenmesi gereken yerlerde, bir çok etnik, muhalif ya da hükümete göre illegal olan propaganda unsurunu insanların üzerinde bulabilirsiniz. bu konuda bir objektiflik de bulunmadığı için, örneğin yanyana marxın ideolojisini savunup, bakış açısı bu yönde olan kişileri örgüt kurmaktan suçlamaya kalkabilirsiniz.(çok komplo teorisine girdin diyenlere: burhan kuzunun gözünde, yumurta atanlar ergenekoncuydu, polis için niye olmasın.) kürtçe gazete ya da mecmua okuyan birisi, sizin gözünüzde hem örgüt üyesi, hem de bölücü düşünceye sahip olabilir. ülkücüler, örgütlenmiş bir terör örgütü olarak görülebilir.
diyelim ki, bunların hepsi komplo teorisi ve hiçbiri olmayacak. yine de böyle bir durumun var olması, insanların içinde böyle bir korkuyu yaratabilir. devletin öncelikle insanların güvenini sağlarken, vatandaşlarına böyle bir korkuyu yaymak gibi bir hakkı yoktur. ikincisi, bunu üniversitelerde yapmak, üniversitelerin temel mantığına tamamen aykırıdır. özgürlüğün temel olarak alındığı eğitim kurumlarında böyle bir uygulama, eğitimi yıpratan bir uygulamadan daha öteye gidemez.
bir diğer nokta ise, bu tür uygulamalar benim gibi başka üniversitelerde okuyan insanlara da negatif yönde bir etki yaratır. devlet ya da herhangi bir güç kaynağının, bir kere yanlış bir uygulamayı yürürlüğe koyması, aynı uygulamaları ya da benzerlerini başka alanlarda yapmasını kolaylaştırır; çünkü ilk uygulama, ikinci uygulama için bir meşruiyet kaynağıdır. bu durumda benim, üniversitemin de giriş çıkışlarının polisler tarafında gbt merkezi olması riski, bu uygulama sayesinde daha fazla artacak ve beni de rahatsız edecektir. hele bir de i.üde keyfi bir uygulama ortaya çıkarsa bu korkular daha da fazla artacaktır.
hükümet açısından ise, bu öğrenci olaylarının gerilimini asla ve asla düşürmez. aksine daha fazla arttırır. her haksız uygulama, kendi başkaldırıcını arttırır ya da zaten muhalif olan kişileri daha da cesaretlendirir. yani, halihazırda bu tür olayların önünü kesmeye çalışan devlet, aslında burada kendi amacıyla ters düşer ve gerilimli bir ortamı da beraberinde getirir.
kısacası; bu yapılanın devletin adaletsiz bir uygulaması; ya da devlet faşizminden başka bir tanımı yoktur. halkın belli bir kısmını potansiyel suçlu gören devlet, aslında bu uygulamayla insanların büyük bir çoğunluğunu tedirgin bir duruma getiriyor. izmitteki olayları destekleyenlere gelecek son sözüm: sizin o olayı normal bir şey olarak görmeniz, bugün bu ortamı yarattı. bunu da normal görüp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ya da döven birisi varsa bizden olsun anlayışında devam ederseniz; bir gün her şey için geç olabilir. sizinkiler yaptığında meşruysa sıkıntı yok! gün geldiğinde bir bakmışsınız, sizinkiler, başkalarının bizimkileri olmuştur
bir devlet, halkına karşı yaptığı zulümlerle yüzleşmezse, itibarını yitirir. adalet duygusu yoktur o devlette. halkın devletinden tek temennisi adil olmasıdır oysa. bunun için ihtiyacı vardır devletine: onu korusun, adaletli davransın diye.
arjantin ile ilgili haberleri hafta boyunca her yerde okuduk. okudukça da hepimiz içimizden, biz niye bunu yapamıyoruz? diye geçirdik. birbirine çok benziyordu oysa ki hikayeler. arjantin de, türkiyede cuntanın yönetiminde faili meçhullere, haksızlıklara, adaletsizliklere uğramıştı. iki ülkenin eski cuntacıları da, rahat rahat; ellerini kollarını sallayarak dolaşıyordu. geçen haftaki haberlerde gözümüze sokulan olay ise şuydu: bu statüko artık sadece türkiye için geçerli, arjantin için değil.
bunun arkasından, basında dönen kara mizah ise olan her şeyi gözümüzün içine sokuyor. öyle ya, bu ülkenin başbakanından, bakanlarına, müsteşarlarına herkesin ağzından tek bir söz çıkıyordu: bu ülke arjantin olmayacak!. sanırım bu sözü fazla abartmışız. evet kriz zamanında haklı bir sözdü; fakat bu hayatımızın hiç bir alanında arjantini örnek almayacağız manasına gelmiyor.
bugün arjantinde darbe sonrası işkence çekmişlerin yüzünün gülmesi kadar hakkıdır, türkiyedeki mağdurların yüzlerinin güldürülmesi. fakat, olmuyor. dün, cumartesi annelerinin 300. oturma eylemi yapıldı galatasaray lisesinin önünde. oradaki insanlar, artık suçluların bulunmasını geçmiş, ölmüş yakınlarının bari mezarları olsun; arada bir çiçek koyalım, sulayalım mezarlarını diye bağırıyorlardı sessizce. kimisinin 13 yaşındaki oğlu kaybolmuştu yıllar önce, kimisi yan yana, birlikte girdiği işkenceden çıkamamıştı bir arada.
oysa, bir insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir, ölmüş yakınlarını ziyaret edebilmek, onun çürümüş vücudunun nerede olduğunu bilebilmek. aileye yeni gelen bireyleri, o mezar başına götürüp, bak oğlum bu senin amcandı diyebilmek. en azından ruhlarına bir el-fatiha okutabilmek.
sadece cumartesi anneleri seslerini çıkarmaya devam ediyor gibi görünüyor olsa da, aslında hepimiz(evet biz görmemiş olmamamıza rağmen) bu darbeden ve askeri rejimden etkilenmedik mi? ne yapacağı belli olmayan bir askeri rejim, hepimizin aile büyüklerinin üzerine korku imparatorluğu kurmadı mı? kurdu.
bu kadar acı çekmiş bir milletin bugün devletinden tek beklentisi var, geçmişte yaşanmış bu olayların sorumlularının bodrumda değil, f tipinde hayatlarının geri kalanını geçirmeleri. şimdi, eminim, her şey bitmiş, olan olmuş; tutuklansalar ne olacak diyenler vardır. onlara cevabım cezanın temel mantığından geliyor. cezanın üç temel unsuru vardır:
1. rehabilite etmek
2.toplumun intikam duygusunu sağlamak.
3. yeni suçlara karşı caydırıcı olması.
ben de biliyorum ki, bu insanlar tutuklanırsa rehabilite olmayacaklar. fakat yine de, toplumun intikam duygusunu tatmin etmesi ve yeni cuntacılara karşı caydırıcı olması için bu cezalar verilmelidir.
bu ceza, yetmez ama evet derken, darbeciler yargılanacak diyerek bas bas bağırmakla değil, bir inisiyatif yaratıp; bir baskı unsuru oluşturarak gerçekleşir tabii ki. bu olay şilide de, arjantinde de böyle gerçekleşti.
fakat korkarım ki, türkiye arjantin olamayacak. bizde darbecilerin yargılanması, sadece seçim öncesi söylenen bir beylik lafken, orada bunun için büyük protestolar düzenleniyor; bizse içimizde gerçekten böyle bir istek olsa bile; seçim kampanyalarının oyuncağı olmaktan bir adım ileri gidemiyoruz. yargılansa ne olacak diyenler: kamu vicdanı umrunuzda değilse, ileride başınıza gelince kızmayacaksanız, sıkıntı yok!
daha doğrusu, bir inancın inanç olduğunu kim belirler?
siz mi? yoksa inanan kişi mi?
inancınızın kabul görmesi için bir cemaat olmanız gerekiyor mu? alt-kültürlerin inancı, inanç olarak kabul görmüyor mu?
daha da basit olanı, devletin inanç belirleme gibi bir lüksü var mıdır?
aslında konunun içinde alevilik olmaz ise, bir çok yetmiş ve üzeri iq sahibi insan; burada inancın, kişinin kendi özelinde olduğunu ve devletin inanç belirleme gibi bir lüksü olmadığını söyler. fakat, söz konusu aleviler olunca bu durum biraz daha tahammülsüz karşılanacak bir boyuta taşınıyor yıllardır. üstelik; her seçim öncesi, neredeyse her siyasi parti lideri alevi derneklerine aynı sözü verirken oluyor tüm bunlar.
bugün bir alevi derneği daha kapatıldı. suçu, amaçları arasında, aleviliğin bir inanç olarak kabul edilmesini sağlamak ve cemevi kurmak için ödenekler oluşturmak olmasıydı. gerekçe ise, tc kanunlarına ve yönetmeliklerine göre aleviliğin bir inanç olmamasıydı.
şimdi başladığımız noktaya geri dönelim: inanç nedir?
inanç, kişinin kendi inisiyatifinde bulunan ve başkasına zarar vermediği sürece, başkalarına hesap verme zorunluluğu da bulunmayan; kişilerin gerek bu dünya, gerekse ve de varsa diğer dünya hakkında kabul ettiği kavramlar için inandığı ve izlediği yoldur. bu bağlamda baktığımız zaman, bir inancın inanç olarak kabul edilmesi için iki önemli faktör ortaya çıkacaktır: başkasına zarar vermemek ve kişinin kendi tasarrufları. buradan çıkarılacak sonuç ise, zararsız olan bir inancın, inanç olarak kabul edilmesi için, bir tek kişinin o inanca inanıyor olması, o kavramı bir inanca dönüştürür.
aleviliğin, bir inanç olmadığı, yıllarca devlet tarafından bize dayatılmış bir gerçek olarak algılanıyor türkiyede. onlar da müslüman, o zaman neden onları farklı bir dinmiş gibi tanıyalım ki? gibi bir çok dış dayatmayla karşı karşılar türkiyedeki alevi toplulukları. bu görüşün arkasında ise domine güç olarak, resmi olmasa da devletin sünni müslüman bakış açının durduğu aşikar.
benim bugüne kadar gördüğüm kadarıyla, alevilerin kimseye bir zararı olmadı ya da olmuşsa da bu zararın alevilikle doğrudan bir bağlantısı olmadı. öte yandan, hali hazırda azımsanamayacak sayıda insan bugün bu inancı savunuyor; camilere değil, cem evlerine gidiyorlar. kısacası, bu insanlar, sünni müslümanlardan farklı olduğu aşikar bir ibadeti kendilerinde buluyorlar.
tüm bunlara rağmen, devlet ve diyanet bu kurumları bir kültür merkezi, aleviliği ise bir inanç değil de bir kültür olarak görüyor. burada aslında söylenecek bir tek şey var: ne hakla?
siz insanların özgürce, hiçbir baskı altında vermedikleri ve gönülden inandıkları bir kavramın doğru ya da yanlış olduğuna ne hakla karar verebilirsiniz? sırf sünni çoğunluğun müslümanlık anlayışına çok ters diye bunu yapma şansını nasıl elinizde tutabilirsiniz? hele hele, resmi bir dinin olmadığını gözümüze sokan bir anayasanın varlığını devam ettirdiği bir ülkede bu ayrımcılığı nasıl yapabilirsiniz?
devletin kurulma amacı, baskın olan bir düşüncenin ya da inancın zarar görmemesini kapsar tabii ki. fakat, devletin temel görevi, güçsüz ve korunmaya muhtaç olanı, güçlü olana karşı korumak değil midir? bizim mağaralardan çıkıp, toplu yaşamaya geçmemizin temel nedeni, güçlü tiranların zulmünden kaçıp adaletin hüküm sürdüğü bir dünya yaratmak değil midir? bu durumda bu devletin sünni müslüman anlayışından önce, azınlıkta ve baskı altında bulunan alevileri koruyup kollaması gerekmiyor mu?
bir de işin garip olan bir tarafı var. laik bir devlet, insanların inancının, inanç olup olmadığına karar veriyor. din ile devletin ayrılmadığını zaten biliyoruz bu ülkede, tamam ama bari insanların özeline de bu kadar girilmesin bari.
sözün kısası, alevilik bir inançtır; hristiyanlığın inanç olduğu gibi bir inançtır. protestanların protestan kilisesi kurması kadar hakkıdır, alevilerin cem evleri kurmaları. devlet ise, din ve inanç özgürlüğünü koruyandır; kendi isteğine göre kriterler belirleyen ve buna göre insanlara neye inanıp neye inanamayacağını söyleyen değil.
hepimiz gördük, okuduk diyeceğim ama maalesef medyada çok göstermediler orantısız ve manasız güç hadisesini. olay şöyle gerçekleşti:
yüce insan, haşmetli başbakan rtenin istanbuldaki toplantısını protesto etmeye giden bir takım kendini bilmez gençler daha protesto alanına gelmeden, hatta ve hatta şehre bile girmeden durduruldu ve hoş geldin! hediyesi olarak biber gazlarıyla karşılandı.
öncelikle yasalarımızı yıllardır yanlış anladığımızı fark ettim bu mevzuyla: meğer ki, insanlar adli bir tutanak olmaksızın şehirlere sokulmayıp, serbest dolaşım hakkı ellerinden alınabiliyormuş. daha yapılmamış bir eylem yüzünden polis, korumakla yükümlü olduğu vatandaşlarına biber gazıyla copla karşılık verebiliyormuş. anlamamışız, bizim suçumuz.
bir ülkenin başbakanına protesto yapmak bu kadar kolay olmamalıymış. öhöm, şimdi kendi sesimize dönelim:
bu ülkede başbakana protesto yapmak, özellikle öğrenciler için hiç o kadar da kolay değil. bu insanlar 15 ay hapis cezasına çarptırılma, işkencelere(evet istanbul girişindeki olay bir işkencedir) maruz kalma pahasına bu protestoya gidiyorlar. hadi diyelim ki protesto hakkını yasal, ılımlı karşılanması gereken bir hak olarak görmüyorsunuz. nedeni ne olursa olsun(sonuçta bu çocuklar bomba taşımıyor) onların i̇stanbula girme hakkına devletin böyle bir şekilde müdahale etmesi ne yasal sınırlarla, ne de insaniyetle açıklanabilir.
açıkça söylemek gerekirse tgbyi desteklemem, sevmem de. fakat; burada adı ne olursa olsun, insanların sıkı sıkıya bağlandığı bir davadan bahsediyoruz. bu davaya inananların suçu ne peki? seslerini duyurmak için bir araya gelip protestoya kalkışması.
olayın bir diğer yanı ise medyanın bu konudaki vurdumduymazlığı. her zaman doğruyu söyleme inancı altında yazdığını düşündüğümüz bir kaç yazar dışındakileri okursanız sanki bu olay kanarya adalarında gerçekleşmiş gibi. kimse yazmıyor.
bu nasıl bir topluluk bilincidir. bugün onlara olanların yarın sizin başınıza gelmeyeceği ne malum. polisin haksız kuvvet kullanmasını nasıl sindirebiliyoruz halk olarak kendimize. bu ülkede başbakanı eleştirmenin, devletin politikalarını protesto etmenin suç olması hangi demokratik prensiplerle açıklanabilir. onlara, anarşist öğrenci diyenler: ileride siz ya da çocuğunuz hak arayışına girdiğinde aynı şey başınıza gelirse tgblilerin size destek vermemesi kadar doğal bir durum yok mu?
bir de karşıt fikirlerin görüşlerine bakalım son olarak yazı da:
1. ülkenin başbakanı o, böyle eleştirilemez: peki ya kimi eleştireceğiz haspam. şu an yaşadığımız zorlukların müsebbibi türkiye kanarya sevenler konfederasyonu mu?
2. bunlar ortalığı bulandırmak için yapılan hareketler: madem öyle, o zaman seni protesto edenleri hapse attırmasaydın, onların seyehat özgürlüğünü bile ellerinden almasaydın da bu provokasyona alet olmasaydın.
3. hiçbir şeyin hakkını aramıyorlar ki bunlar: şimdi davası görülen ya da görülmüş olan 10larca rte protestocusu varken, sence hiçbir şeyin hakkını aramıyorlar mı ki?
kısaca: burada kimse polisin bu yaptığını haklı çıkarmaya çalışmasın. bence sorumlular kimlerse özrünü dilesin ve mahkemelere gönderilsin.
umursamayanlar: bugün onlara, yarın size.
hala umursamıyorsanız, sıkıntı yok. gün gelir siz de umursanmazsınız
efendim thelughun politika üzerine günlük kısa yazılarını yazdığı yeni blogudur. ayrıca knedisi çok yakında radikalde de çıkmaya başlayacaktır. sitenin asıl adı çok kullandığım Sıkıntı Yok! dan geldiyse de ingilizce karakterler sitenin ismini değiştirmiştir. reklam kokan hareket ise: http://sikintiyok.wordpress.com/
hazır bülent arınç trt ile ilgili bütçeleri açıklamışken aklıma geldi. türkiyenin böyle bir kanala ihtiyacı yok! nedenlerini biraz sonra açıklayacağım. sizleri rakamlarla boğmak istemiyorum fakat; birçok yere para harcanmış, buna rağmen de hatırı sayılır bir gelir elde etmiş trt.
şimdi öncelikle bu yazıyı okuyup tersini düşünenlere önceden cevabımızı verelim. bbc nin olması doğruyken neden trt olmasın denilecektir. burada akla karayı karıştırmamak gerekiyor. olayları, olayların geçtiği ülkelerden bağımsız olarak kullanamayız. ingiltere ile türkiyenin bugünkü durumu arasında dağlar kadar fark var. birisi demokrasiyi özümsemiş bir halk ve bunun bilincindeki insaların yönettiği bir ülkeyken, türkiye için aynı şeyleri söylememiz pek de doğru olmayacaktır. ayrıca, bbcnin de iktidarın bir parçası olduğunu düşünenler olursa, o zaman ingiliz bir arkadaşın bu konuyu dile getirmesi gerekiyor. kısacası bir kötü örnek, diğer kötü örneği meşru kılamaz beyler.
öncelikli olarak trtnin bir haksız rekabet yarattığını düşünüyorum.öncelikle basının görevine biraz tezat oluşturuyor bu durum. bir televizyon-radyo kuruluşunu düşünün ki, içerisindeki herkesi o anda iktidarda olan kişiler atıyor. yani o kişilerin maaş alıp almaması hükümete bağlı. sizce bu insanların hükümete ses çıkarabilme, hadi onu da geçtim; hükümetin istediği haberi yayınlamama şansı bulunuyor mu? tabii ki de hayır. bugün trtdeki haberlerin akpnin politikasının tamamen aynısını savunması da buradan kaynaklanıyor.
ayrıca bu sadece akpnin ideolojisini yansıtıyor diye de değil. şundan eminim ki bugün chp başa geçse, trt bu sefer de chp nin medyası haline gelecek. bu da büyük bir sorun yaratıyor: muhalif partiye haksız rekabet!
medyanın gücünün farkında olmayanımız yoktur herhalde. o yüzden uzun uzun medya şöyle güçlü, böyle güçlü diye anlatmayacağım. işte bu medya gücünün örneklemlerinden birisi olan bir kanalın(ki özellikle yurtdışında yaşayan halkın en rahat izleyebildiği, ülkede uydu almadan izleyebildiğiniz-dinleyebildiğiniz; yani en rahat ulaşılabilen) iktidarın baskısının altında olması büyük bir sorun yaratıyor. zaten oyları iktidar partisine göre daha az olan muhalefet partilerinin, iktidara göre on birim daha fazla çalışıp oylarını yükseltemeye çalışma durumu varken, bir de bunun üstüne koşulsuz medya desteğiyle muhalefete daha fazla zorluk çıkarıyor diye düşünüyorum bu durum. bu noktada iktidarın diğer özel kuruluşları bastırma politikalarını es geçiyorum.
ikinci nokta ise; bu durumun iktidar yandaşı prodüksiyonların ekmeği manasına gelmesi. düşünün ki bu ülkede akp ideolojisini desteklemeyen yüzde 50 civarında vatandaşımız var. bunlar vergilerini veriyor; bu vergilerin getirdiği getiriyle, akp ideolojisinin propagandası yapılıyor. hangi vatandaş, kendi desteklemediği bir propagandanın zoraki maşası olmak ister ki? bugün trtnin prodüksiyonlarına baktığımız zaman cemaatçi ya da neo-akp li kurum ve kuruluşlar tarafından domine ediliyor.(hatta nerdeyse tamamı). bunlara ödenen toplam ödenek ise: 1milyon 596 bin 600 tl. şimdi şunu düşünelim, chpli, mhpli ya da en azından türkiye cumhuriyeti vatandaşlığı bilincine sahip hangi insan bu paranın sosyal politikalara harcanmak yerine iktidar politikalarına alet olmasını ister ki?
bir diğer anlayamadığımız nokta ise, herşeyi özelleştiren akp hükümetinin, ısrarla trtyi özelleştirmeyip, yatırımlarını artırması. bugün milliyetçilik unsuruyla bu durumu çözemeyiz. eğer milliyetçilik gibi bir durum çok da önemli olsaydı; ne tüpraş, ne telekom en azından köprüler ve otoyollar özelleştirme kapsamına girmezdi. sırf özelleştirmeden para kazanmak için değil, halkın vergisinin doğru yönlendirilmesi için özelleştirilmesi gereken trt bugün hala hükümetin en önemli kurumlarından birisi halini alıyor.
yararları var mı? tabii ki var. yurtdışındaki vatandaşlarımızın ülkeyle bağının devam etmesi için vs. trt ye ihtiyaç var. fakat burada iki durum ortaya çıkıyor.
1. belki trt olmasaydı başşka bir kurum-kuruluş bu alanda uzmanlaşacaktı.
2. özelleştirme olunca o yayınlar devam ediyor olacak.
oktay ekşi olayındaki duruşuyla, deniz fenerindeki duruşuyla(ki o sıralar şüphelerin başını o zamanki başkanı çekiyordu) ve bunun gibi bir çok olaydaki duruşuyla; iktidara 30 dakika ayırıp muhalefetin toplamına 5 dakika ayırmasıyla, bugün muhalif düşünenlere çektirilen eziyettir trt. işte bu nedenlerden dolayı da özelleştirilmeli
(blogumdan sikintiyok.wordpress.com)
http://www.ilk-kursun.com...0%9d-diyecegini-acikladi/
adresinde bilgileri görebilirsiniz. mitinglerde "hayır cephesinde pkk ile aynı saftalar" diyenlere güzel bir cevaptır.
edit: evet bazıları şimdi arka arkaya 20-30 kere eksilemeye başlıyor gibi, eksileyin, karmayı bu kadar önemsiyorsanız eksileyin, ama unutmayın ki karma s.kimde değil. bunu niye mi yazıyorum: gördükçe bol bol eksile diye.
yaklaşık 3 saat oldu haberi okuyalı ama hala etkisi geçmedi üzerimden. bildiğiniz gibi basketbolun olmazsa olmazlarından birisidir ponpon kızlar (ya da dans ekipleri). izlerken titreyerek boşalan ya da hemen tuvalete koşan kişilerle de tanışmadım bugüne kadar. zaten o bayanların orada bulunma nedeni de o değildir. evet güzel kadınlar dans eder o gösterilerde fakat bunun nedeni, erkeklerin estetik olarak pek de iyi bulunmamasıdır. demiştim ya bugüne kadar titreyerek boşalan görmedim diye; meğer öyle bir tehlikesi olan birileri varmış; mesela başbakanımız. ondan olacaktır ki, bu kızların türkiye-rusya maçında gösteri yapmalarına izin vermemiştir. peki bunu yapanın en büyük söylemi nedir? demokrasi.
yalan 1:hoşgörü ve demokrasi:
yukarıda söylediğim örnek cebimizde dursun. bunun dışında taraf olmayanların bertaraf olmasının gerektiği, yarsavın taraf olmasının suçlu bulunması, içki hakkındaki üzüm suyu için, o da üzümden dalgası. soy sop gibi bir insanın kutsalı olabilecek noktadan ona saldırması... ve daha akla gelmeyen örnekler.
akp nin demokrasi ve hoşgörü anlayışı sadece kendinin hoşgörü gösterebileceği durumlardan ibarettir bugüne kadar. evet kürt açılımını başlatmaya çalışmıştır. ama oy kazanma amacından daha ileri değildir. (tersi olsaydı bu kadar ortalığı ayaklandırmazlardı ve kimse bu kadar tepki göstermezdi.) diğer yandan, akp için homoseksüeller hala kötüdür. içki içenlerin, açık havada içki içmesi belediyeler aracılığıyla yasaktır. işlerini yapan dansçı kızların yüce insan rtenin önünde dans etmesi namussuzluktur. kaldıramaz başbakanımız bu tür şeyleri.
yalan 2: dış borçlarımız düzeliyor, imfden kurtulduk.
akp iktidara gelmeden önce dış borcumuz ne kadar: 13 milyar dolar. şimdi ne kadar 7 milyar dolar. ne güzel değil mi? 6 milyar dolar kurtarmışız.
peki olaya bir de ters açıdan bakalım: iktidar olduktan sonra toplam özelleştirmeler ne kadar tuttu: 18 milyar dolar. 6 milyar dolar düzeltmiştik değil mi? kaynağını bulmuş olduk en azından. peki kalan 12 milyar dolara ne oldu? hepsi yatırım için kullanılmıştır "eminim"
burada önemli olan şey bu ekonomi bu iktidar boyunca 12 milyar doları bir yerlere harcamış, peki bir daha bu 12 milyar doları bir daha alabilecek mi hayır? peki bir daha bu 12 milyar doları nereden bulacak ve kalan 7 milyar dış borcu nereden ödeyecek? çok dua etmemiz lazım çoook. yoksa imf daha zor şartlarla kapımıza dayanacak.
yalan 3:ak partiyiz biz.
aslında bu en önemli yalanları. öyle ak ve temiz parti(!) ki akp iktidara geldiklerinden beri neler oldu bakalım(kronolojik sıraya bakamayacağım, aklıma gelenleri, inception sırasıyla vereceğim)
* en sonuncudan başlayalım kpss skandalı, artık sadece önünüze bir kaç engel değil, bir de karşı tarafı üstün kılacak özellikler katıyorlar ama hala aklar.
* milli eğitim bakanının çocuğunu sırf dışarıdan yanlış anlaşılmasın diye hakettiği yerlere yollamadığı zamanlardan, maliye bakanının oğluna tesisi kurması için, yasalarla ve her türlü yardımla detek verdiği zamanlara geldik(unakıtan) ama hala aklar.
*başbakan kirada oturabilir, ama kirada oturan başbakanın oğlu gemicik alabiliyor. fakat hala akız.
* suriye sınırıx50 km yaklaşık olarak diyarbakırın arazisinden daha büyük bir yer ediyor. işte bu arazi, hsyk reddetmeseydi bugün 49 yıl boyunca israilli bir firmaya verilecekti(güvenliğini de onlar sağlayacaktı) ama merak etmeyin hala akız.
* bence en önemlilerinden biri de, bugün filistinin savunucusu iktidar, sudanda ölen milyonların sesini duymayıp ömer el beşiri devlet konuğu olarak çağırabiliyordu.ama hala akız. tabii el-kiadeliye de kefil olmuştu.
*orman arazileri, tapulaştırıldı. tapulaştırılmaa devam ediyor. ama hala aklar.
*özelleştirmelerle ilgili bir kaç örnek:
tekel içki: satıldı, bir yıl sonra yarı hissesi satıldığının 20 katına gitti(pardon 19)
telekom: satıldı. şu anda lübnanlı sahipleri, hiç borca girmeden ödemeye devam ediyor. ama hala çok becerikli ve ak bir hükümetimiz var.
* seçim barajını kaldırmak bir yana, seçimlerde yuzde 7nin altında oy alan partilerin mali yardımdan yararlanmaması konusunda yasa tasarısını geçirdiler. ama tabii ki demokrat ve aklar.
* rüzgar enerji kanununu çıkardılar, fakat çıkardıkları kanundan yararlananların isimlerini açıklamadılar neden. çünkü lisansı alanlar sadece o lisanslarını sattılar, büyük meblağlara. alanlar tabii ki akpye yakın kesimlerdi(itirazı olan varsa listeyi versin). ama hala tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirtmez ak bir hükümetimiz var.
daha söylenecek bir çok şey var ve tabii ki daha bizim hiç bilmediğimiz birçok şey de vardır.
hala akp demokratik, hala akp aksa yazın 3 buçuk satıra kapkara puntolarla
biz vatan hainiyiz. biz gericiyiz. biz bu ülkenin kötülüğünü düşünüyoruz
edit: gece5te yazıldığı için bir kaç yanlış vardır: suriye sınırı olayını tabii ki anayasa mahkemesi iptal etmiştir.
ikincisi de borçlar kısmı IMF e olan borçlardır.
ya hiç hatırlanmazsam?
bir gün gelir de sadece bir mezar taşına dönüşürsem,
gelenlerin, geçenlerin yanımdaki tüm mezar taşlarıyla birlikte ruhuma el-fatiha çektiği.
dünyaya gelip, sürekli erteleyenlerden olursam,
büyük planlar kurup, hayatını bir gece uykusunda kimse duymaksızın terkettiği.
bir gün bir üniversite yeniyetmesinin anlamsız bakışlarının,
sadece eski bir fotoğraf olduğu için baktığı, bir suret olursam?
yakınlarımdan başka kimsenin bilmediği.
bugünkü açıklamalar iyice dinlenmiş olsaydı anlanması gereken durumdur.
--spoiler--
... araştırılması böyle bir durumun gerçek olduğunu göstermese de biz tsk olarak bize getirilen her durumu araştırmakla mükellefiz...
--spoiler--
masasında oturmuş, rakısını yudumluyordu. anılar yavaş yavaş gözlerinin önünden geçiyordu:
-küçük bir anadolu kasabasında doğmuştu. küçüklükten beri polis kıyafetleri onun için kralların giydiği kıyafetlerden daha çekici geliyordu. hep hayali vardı. insanlara yardımcı olacak, onları koruyacaktı.
zorla dükkanın başına geçmesini istediler ondan. hiç sesini çıkarmadı. bir de evlendi. hiç güzel değildi kız, zaten güzel olsa da içinde bir şeyler her ilişkiye girdiğinde onu zorluyordu: ilişki sırasında yumuşamalar, geç boşalmalar.
bir gece her şeye lanet edesi gelmişti. sevmediği bir işte çalıştığı yetmiyormuş gibi babası bugün ucuza sattığı ayakkabılar için azarlamıştı.
-senden bi adam olmaz *mına koduumun pezevengi!!!!
gece boyunca içtiii içti. sabah bankın kenarında uyandığında bağırdı kendi kendine:
-ne duruyosun lan burda!!!, hayallerin, herşeyin elinden alınmış, ne duruyorsun burda?
sonrası malum:
evden kaçtı, bir yandan garsonluk bir yandan polis sınavlarına hazırlık derken ilk tayini istanbula çıktı. tabii aldığı eğitimler onun hayatını değiştirmişti.
rüşvet alma eğitimi.
mazlumu sıkıştırma eğitimi.
vatandaşı düşman görme eğitimi.
hiç farkına da varamamıştı hayallerinin onun kabusu haline geldiğini. yüzüne küfür edilesice bir tipti artık o...
... derken bir gün kel kafalı, sakallı, alnında uzun yara çizgisi olan o adam gelmişti kapısına:
biraz tehdit, biraz da parayla onu uyuşturucu ve kadın ticareti şebekesinin içine almıştı. artık parası çoktu. ama yaşamıyordu. adeta bir açgözlülükle tek düğşündüğü para kazanmaktı. bu arada adının sonradan adnan olduğunu öğrendiği adamla cinsel ilişkiye giriyor, geceleri damardan uyuşturucu almadan yapamıyordu.
... ve bir gün kapısı çaldı, dışarda polis memurları.
uzun hapis günleri bittiğinde gidecek hiçbir yeri yoktu. adnanı buldu. adnan ona son bir görev verdi:
birisini öldürecekti.
genç çocuğun yanına yaklaştı. yüzünü bile görmek istemiyordu. biliyordu ki görse; yapamayacaktı.
vurdu.
gece karında yanmalar, pişmanlıklar...
vurduğu kapının önüne geldi ve gördüğü suret ağlayan eski karısıydı.
sabah uyandı, sahil kenarında bir rakı açtırdı. anılarıyla biraz yüzleşti ve iki el silah sesi.
biraz da biz onların reklamını yapalım, verdikleri paranın hakkını alsınlar diye açılmış bir başlıktır.
bir kere reklamlarında şafak sezer gibi bir itici tipi oynatan bir firmadır bu vodafone ve o selim reklamları gayet sıkıcıdır.
bulduğu her fırsatta türkcell e laf sokmaya çalışır fakat hala türkiyenin en çok abone sayısına sahip ve en iyi çekim gücü olan firma vodafone değildir.
uluslararası bir firmadır, yani alınan her abonelik ingiliz gayri safi milli hasılasına gidecek demektir.
sözlükte bir kaç kendini bilmezin durumudur. şimdi olaya farklı bir yandan bakalım: şıhın elini ayağını öpmek, fethullah gülen dinleyip ahlamak puta tapmak değildir. fakat bu devletin kurucusunun huzuruna çıkmak, onun için dua etmek(dua kime? allaha) ya da büstünü koyup insanlara bu ülkenin kurucusunun kim olduğunu ve onun çizgisini göstermek puta tapmaktır.
puta tapmak nedir?
gizli güçlerinin olduğuna inanılan bir maddeye ya da cisme yapılan dini ritüeldir.
fakat bu kişiler her büste put gözüyle bakarlar. onlara göre davut heykeli de puttur, özgürlük anıtı da.
bunun altında yatan durum nedir?
laik cumhuriyet devrimlerini hazmedemeyip, teokrasiyi getirme amacıdır. fakat şunu da bilmezler ki: cumhuriyet, teokratik ya da başka bir düşünce içinde yaşayabileni içinde barındırabilir(ki siz bunun en güzel örneğisiniz) fakat diğer düşünceler hep bir başkasını susturur. o yüzden:
(bkz: sus, otur yerine notun 0)
eğlenin siz puta tapmak diye klavye delikanlıları.