sözlük tıpkı pantolon fermuarım gibi, malumunuz olduğu üzere; kış aylarında vücut daha az su kaybettiği için ve yaz, kış düzenli olarak su tüketimi aynı olduğundan daha fazla çişimiz geliyor.
etek giymediğimiz için mecburen pantolonun fermuarını daha çok aç kapa yapıyoruz.
sözlükte tıpkı pantolonun fermuarı gibi aç kapa oluyor. en son 4 günlük falan sözlüğün kapanması ve yeniden açılması durumunda son 2 haftalık entryler silinmiş.
bir yandan sözlükte kalitesizlik, bir yandan yazarların seviyesizliği, bir yandan moderator takımının idrak yolları enfeksiyonu, saldım çayıra mevlam kayıra ortamında inanın yazmak bile gelmiyor insanın içinden...
neyse, artık esas yurdumuz anavatana (ekşi sözlüğe) dönüp orada daha fazla takılalım da biraz kafa dinleyelim.
ediüdü: sözlük hala düzelmemiş. sorunlar devam ediyor...
Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangınında hayatını kaybedenlerin cenazeleri, morg kapasitesinin dolması nedeniyle bir piliç firmasına ait soğuk hava depolu TIR'a konuldu.
TIR üzerindeki kızarmış tavuk görselleri tepki çekince, brandayla kapatıldı.
yangında ölenleri kızarmış piliç reklamı olan soğutuculu tırlara (Frigofirik Araçlara) koymak...
yanlış anlaşılmasın, aciliyette ve imkansızlıkta tabi ki böyle bir uygulama yapılır. ölülerin kokmaması (vücut bütünlüğü açısından - ölülerin şişmesi, bakterilerle bulaşıya neden olacak istenmeyen durumlara, koku-çürümeye karşı vb) defin işlemi ile kimlik bilgileri belirlenip vasiylerin ölüsünü alması, ölüm raporları vb süreçler-durumlarda morglar yetersizse tabi ki piliç arabası veya dondurma arabası ya da gerekirse etrafta olan dondurma ve dondurulmuş yiyecek satan esnafın derin dondurucuları alınır ve sorun giderilir.
benim için asıl korkulan şey hiç kimsenin çıkıp "ya kardeşim, kızarmış piliç reklamı olan frigofirik araca yangında ölen insanı koymayalım. kapatalım bu reklamı da insanlar tepki göstermesin" diye kimse düşünememiş.
sosyal medyada tepkilerden sonra lütfetmişler de yangında ölen insanların cesedini koydukları araçların üzerinde kızarmış piliç reklamını kapatmışlar.
nasıl bir aymazlık ve liyakatsizlik, sorumsuzluk, düşüncesizlik içinde olduğumuzu görüyor musunuz?
istanbul depreminde neler yaşayacağınızı bu yaşanan depremler, seller, yangınlar vb afetlerde (aslında cinayetlerde) bakıp görün.
neler yaşayacağınızı hayal bile edemezsiniz.
sahi yaaa!
yangın için önlem almıyorsunuz anladık. itfaiye hizmeti verecek yapılanmaları da kurmuyorsunuz, onu da anladık. bari "bu kadar insan ölür" diyerek "ne olur ne olmaz canlıyı boşver, ölüleri düşünelim" diyerek bari morg hizmeti verecek bir hizmet düşünseydiniz.
yok yani, biz muz yiyoruz diye ibne mi olduk? lan oğlum biz onu ağzımıza sokuyoruz kıçımıza değil.
akla gelen fıkra...
denizci yeni aldığı maymunuyla sefer dönüşü bara girer ve bira ister. denizcinin maymunu adamın omuzundan yan tarafta bilardo oynayanların masasına atlar ve bilardo topunu yutar.
denizcinin arkadaşları "maymun oyunumuzu bozdu, dikkat et, onu bağla" vs. diye isyan ederler.
denizci birasını içer ve bardan çıkar.
1 ay sonra sefer dönüşü yine bara gelir ve bira ister. bu sefer maymunun belinde bir kayışla denizcinin bileğine bağlıdır. denizci maymunu barın üzerine oturtur.
denizci birasını yudumlarken maymun barda duran fıstıkları alıp önce kıçına sokar sonra yer.
oradan biri maymuna bir üzüm tanesi verir. maymun üzüm tanesini alır kıçına sokar sonra ağzına atıp yer.
arkadaşları denizciyle dalga geçerler "senin maymun gay mi yoksa kafayı mı yedi?" derler.
denizci gayet sakin ve ciddi "geçen sefer yuttuğu bilardo topundan sonra böyle oldu. bir şeyi yemeden yutmadan önce çıkartabiliyorum mu diye kontrol ediyor" der.
aslında herkesin ne kadar haklı ise o kadar da haksız olduğu bir konu.
inanç/tanrı olgusu bir ruhsal tetikleme mi yoksa genetik mi (The God Gene tartışmaları - hipotezi) tanrı-din inancı yaşayanlar için var olan bir gerçeklik mi yoksa tanrı-din inancı taşımayanlar için sanal bir olgu, yaşamın doğanın yansıması-yanılsaması mı?
herkesin her konuda haklı olduğu bir tartışma, çünkü herkes tıpkı suyun şeklini silindir bir kaba koyup "suyun şekli yuvarlak" dörtkenar bir kaba koyup "su kare" demesi gibi din-tanrı olgusunu tartışıyor.
tıpkı bir eskimo cennet tasviri yaparken kendini cennette görürken ekvator bölgesi gibi cenneti tasvir etmesi, aynı şekilde ekvator bölgesinde yaşayıp sıcak ılıman iklimde biri cehennemi tasvir ederken insan yaşamının imkansız olduğu kutup bölgesi gibi görmesi...
fırının önünde yüksek sıcaklıkta çalışanın cehennem tasvirinin gerçekleşmesinde etken yanan ateş ise çölde yaşayan birinin, yeterli yemeği suyu olmayanın cennet tasviri de çeşit çeşit meyveler yemişler yemekler, gürül gürül akan ırmaklar olur.
oysa insanların en büyük genetik zaafı olan aptallığı ve bencilliği din tartışmalarında ortaya apaçık çıkıyor.
ufacık çocuklara tecavüz eden-edilen yere bakıp din adamı-din baronu-din temelli bir kurum olduğu için din suçlanıyor "islam budur" deniyor.
hristiyanlık ve yahudilikte de aynı insanlık suçları işleniyor. kalkıp hristiyanlık yahudilik islamiyet bu demek...
dinsiz olan bir din değil de ideoloji eksenli rejimler sistemlerde de bu insanlık suçları oluyor. buna göre dinsizlik olduğundan oluyor, din inançları olsa bu rezaletler olmaz diyebilir misiniz?
ben sarhoş arabaya binsem, trafik kurallarına uymasam, aracın bakımlarını yaptırmasam ve aracımla kaza yapsam "işte volvo böyle, insanları öldürüyor" mu diyeceksiniz?
üzümü şarap yapıp içtiğim için asıl suçlu üzümü yaratan ve bana bu üzümden şarap yapma aklını veren yaratıcıyı mı suçlayacaksınız?
elime tüfek alıp birini öldürdüğümde bu tüfeği yapan fabrika mı sorumlu?
bizde de olan tarımda kullanılan azot'lu gübreleri alıp bir kamyon dolusu azotu bombaya çevirip gidip bir binayı havaya uçarsam suçlu olarak azot fabbrikaları kapatılsın mı diyeceksiniz?
dikkat ediniz, din diyen ve dini ön plana çıkaran insanların davranışlarına bakınız. her kim olursa olsun din diyen ve davranan o insanın yaratıcı tasviri din inancı tamamen ahlak ve etik değerlerine göre biçimlenmiş olup öyle yaşanmakta.
bunun için birey olma kişilik edinmeye çalışın.
bir insanın yaptığını dine değil karakterine bağlayın.
yaşadığınız bir kötülüğü-yaşatılan bir kötülüğün kaynağı yaratıcı-din değildir. emin olun hırsız çaldığını din kisvesine sokup tanrı diyorsa yarın dinsiz olsa bunu ateizme bağlayacak.
ister bir din, ister bir idare ne olursa olsun "tanrı ve kral'ı yaratan insandır. insan değilseniz tanrı ve kral anlamsızdır" diye tercüme edebileceğimiz deyim akla gelirse; günümüzde din kötülüklerin ya gizlenme ya kutsanma aracı olmuş diyenler haksız mı?
sorun tanrının varlığı-yokluğu, inanmak-ret etmek değil. yaratıcı binlinci evrende olsa ne olacak olmasa ne olacak?
biz insan olamadık ve insanlık son 200 senedir her anlamda ve alanda gerileme döneminde.
18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır - samsun müftüsü hayrettin öztürk.
camiler ve din görevlileri etkinliğinde yapılan konuşmada geçen söz.
7 aylık bebeğe tecavüz edilmesine isyan edenler ikiyüzlü, bunlar laf söylemeye bile hakları yokmuş. 18 yaşında gelmiş insanlar gençler kalkıp nikahlı olmadan sevişmeleri-sex yapmaları (zina) ile 7 aylık bebeğe tecavüz etmek aynı şeymiş.
ben kalkıp 18 yaşında bir kızla sex yapmamla 7 aylık bebeğe tecavüz etmem aynı şeymiş. benim 18 yaşında kızla birlikte olmam - sex yapmam nasıl kimsyi ilgilendirmezse 7 aylık bebeğe tecavüz etmem de kimseyi ilgilendirmez.
bırakın aklı, zekayı, ahlakı, etik değerleri, vicdanı, utanma duyusunu... insanların koyduğu beşeri hukuk, allah'ın koyduğu islam hukukuna göre bir şeyler yazacağım da...
kalkıp dine saldırıyor diyecek o kadar çok embesil (zeka yetersizliği) var ki...
bilgisi kültürü eğitimi tecrübesi muhakeme yeteneği anca x/twitter muhabbetine yeten kişilerin...
aman canım diktiret diyerek boşverrmiş, doğru-yanlış önemsemeyen, değer vermeyen, yaşanılanı-yaşadığının ne olduğunu fark etmeyen; fark etse bile ciddiye almayan...
aptallarla tartışmak istemeyen ki malumunuz, aptallarla muhatap oluyorsanız lafın tamamını söylemeniz - yazmanız gerekir; dangalakların zeka seviyesine inip anlayacağı dilde bili içeriği paylaşmak istemeyen, söylediği - yazdığı bir sözü 2-3 satırda bitireceğini 10 satır yazmaya katlanamayan biri...
vb nedenlerle olabilir.
biliyorsunuz, aklı zekası yeterli düzeye erişmemiş insanlarda evrensel veya lokal olarak ahlak ve etik değerleri tam oluşmaz.
bir insan eğer evrensel bir ahlak ile etik değere ulaşmamışsa yapılan her eleştiri, karşı görüşü, ret etme-kabul etmemeyi küfür olarak görür.
eğer akıl ve zeka olarak yetersizlik toplum geneline sirayet etmiş da tercihli bir cehalet yaşanıyorsa artık her eleştiri hakaret olarak görülüp cehalet kanunlarla yasalarla korunur.
yasalar öyle bir hale elir ki...
artık çalana hırsız, sadakatsize orospu, insanların bilerek ölmesine neden olana katil, aklı inkar edene cahil, liyakatsize iş bilmez, yalan söyleyene yalancı, sözünde durmayana dönek, insanlığa sığmaz davranış söylemlerde bulunana namussuz (namus kavramı insanlara özel bir olgudur) diyemezsiniz. derseniz "hakaret etti" diye yargılanırsınız - insanlar yargılanmıştır da...
örn: ortaçağ Avrupa'sına bakın.
bir din adamının yaptığı kötülüğü söylemek tanrının buyruğuna karşı gelmek, bir kralın zulmüne haksızlığını dillendirmek krala karşı gelmek olarak görülüp her türlü eleştiri tanrı ve krala karşı küfür hakaret deniliyordu.
o zamanlar din ve kabile kültürüyle oluşan düşünme bir kalıp içinde cereyan ettiğinden bu kalıp dışına çıkan her söylem eylem tanrı ve kralın mutlak hakimiyeti, doğruluğuna karşı yapılan düşmanca bir eylem-inkar-isyan olarak görülmüş insanlar engizisyon mahkemelerinde tanrı yasası denilen (şeriat) hukukla veya kral'ın kanunlarıyla yargılanıp kelleri celladın baltası altında veya vücudu bir direğe bağlı ateştin içinde yanarken ya da zindanlarda çürürken insan kendini bulmuştur.
tüm felaketler kötülükler tanrının takdiri kutsal ceza olarak görülüp sorumlular kendini tanrılaştırdığı için hesap vermemiştir.
neyse ki günümüzde artık bu cehalet, akılsızlık yok.
akıl ve zeka olarak yeterliliğimizle insanlık artık evrensel bir ahlak ile etik değere ulaşmış durumda.
o kadar yayılmış ki... allah için kullandığımız sıfatı insan için kullanıyoruz.
unutmadan, böyle din inancına sahip olmaktansa dinsiz olmayı tercih ederim. neden dinsiz olduğumu mevlam anlayacaktır...
ne milliyetçisi olduğunu yazarsam başım belaya girer. demokrasi, hak, hukuk, liyakat, sorumluluk olmadığı ülkede yaşıyoruz.
neyse... mhp ne milliyetçisi sorusuna "türk milliyetçisi" diyelim de hep birlikte gülelim.
malumunuz ki ağlayacak halimize gülmek milli sporumuz olur.
yasaların belirlediği - yasalara göre oluşturulan kanunlar, yönetmelikler, mevzuatlar-yetkiler hemen öyle okuyup anlaşılmaz.
örn: ben bu başlıkta yazılanı okuyup anlamam 3 gün sürüyor. söz konusu yetkileri belirleyen maddeleri okuyup anlamam en az 3-4 ay sürer. koskoca devletin kanunları bunlar, hemen anlaşılır mı canım?
tabi ki inceleme araştırma yapılacak ve kanunların ne demek isteği uzman ekiplerin araştırma soruşturma değerlendirmesi ile anca 10 günde açıklanır.
aslında 1-2 ay sürer de neyse ki hükümetimiz bu konuda çok cansiperane bir gayretle insan üstü emekle süreyi 10 gün olarak belirlemiş.
artık bundan sonra yetki kimde belli olacak, bu gibi durumlarda şu bu işini yapmadı diye afaki suçlamalar ithamlarda bulunmayacağız.
10 gün sonra kim yetkili, buralara ruhsat veren, denetleyen, kontrol eden ve uygunsuzlukta, yetersizlikte buraların işletme haklarının kaldırılması - kapanması gibi cezai muayedeler kimin sorumluluğunda göreceğiz.
bu gibi tesisler belediyelerin değil bakanlığın sorumluluğundadır. bunun için yayın yasağına uyun.
unutmadan rtük de yayın yasağı furyasına katılmış haber kanallarının kulağına fısıldamış...
rtük "Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Bolu Kartalkaya’da yaşanan yangın faciasıyla ilgili bir açıklama yayınladı: "Meydana gelen yangın hepimizi derinden üzmüştür. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Yangın haberi gelir gelmez devletimizin ilgili kurumları konuyla ilgili tüm gerekli adımları atmış, soruşturmalar derhal başlatılmıştır. Yangının çıkış nedeni ve diğer konularla ilgili incelemeler devam etmektedir.
Yaşadığımız bu üzücü olayda yayıncı kuruluşlarımızdan ilgili bakanlarımız ve diğer resmî kurum ve yetkililer tarafından yapılacak açıklama ve bilgilendirmeleri esas almalarını önemle rica ediyoruz.
Ülkemizdeki radyo ve televizyon yayınlarının denetlemesine esas 6112 sayılı Yasaya göre, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarımızın sorumlu yayıncılık anlayışıyla hareket etmeleri gerekmektedir. Medyamızın, halkı yanlış yönlendirmemek adına kurgusal görüntülerde yer alan kesinliği meçhul olan bilgilere riayet etmemesi, resmî veri ve açıklamalara dayanmayan içerikleri yayınlarında kullanmamaları son derece önemlidir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak beklentimiz, kamuoyunda sağlıklı kanaat oluşumuna yardımcı olan görsel ve işitsel medyanın kendisinden beklenen sorumluluk bilinciyle hareket etmesidir." demiş.
para karşılığı cinsel ilişki bir meslek-iş olarak yapılıyorsa bu yapılan fahişelik olup eleştirilemez.
malumunuz, fahişelik dünya'nın en eski mesleğidir.
örn: evli olup ufacık 2-3 yaşında çocuğunu bırakıp başka adama kaçan, daha önce de başka adamlara kaçmış olup, sosyal medyada kendini pazarlayan, kocası karım kayıp diye ekrana çıktığında canlı yayına bağlanıp kocasının evine dön çağrısına "eve geleyim de hayatımı merdiven silerek mi geçireyim" diyen ya da senden elektrik alamıyorum" diyerek yaptığı ihaneti yasak aşk yasak ilişki olarak nitelemek fahişelik değil orospuluktur.
üstelik bu fahişelik mesleği kutsaldır (vergilendirilmiş kazanç kutsaldır) inanın bana fahişelik yapıp vergisini ödeyen, çalışan olarak veya işletme sahibi olan ve bu işletmede emeği geçenlerin hakkını ödeyen (bakınız; genel evleri vb sex hizmeti veren yapılarda) çalışanın emeğini ödeyenler; vergi vermeyen, vergi kaçıran, çalışanın hakkını vermeyen, sosyal güvenlik primlerini ödemeyen, ödeme yükümlülüklerini zarar gösterip para kaçıran, kaynağı belirsiz paralarla servet içinde yüzen, insanların emeğini sömürenlerden fahişeler daha namuslu ve onurludur.
fahişe biri insanların duygularını değerlerini sömürmez. fahişeler dürüsttür, kimsenin yuvasını yıkmaz. seviyorum diye insanları aldatmaz. insanların fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını giderir. tıpkı bir berber veya doktor, hamama gittiğinizde yaptırdığınız kese, masaj, güzellik salonunda pedikür manikür vb. ruhsal veya fiziki bir rahatsızlıkta aldığınız sağlık hizmeti gibi toplum için gerekli bir hizmeti sunar.
cinsel suçlar, sapkınlıkların önlenmesinde fahişelerin önemi büyüktür.
fahişeliğin olmadığı toplumlarda cinsellik tabu olur ve cinsel sapmalar - cinsel suçlar (pedofili, zoofili, sado mazo ilişkiler, tecavüzler) gelişir yaygınlaşır.
aslında pedofili, zoofili, sado mazo ilişkiler, tecavüzler kadınsızlıktan-erkeksizlikten, cinselliğin tabu olmasından dolayı yaşanmaz, cinselliğin özgürce yaşandığı toplumlarda da pedofili, zoofili, sado mazo ilişkiler, tecavüzler vb vakaları ruhsal bir durum-psikolojik bir rahatsızlık olarak nadiren vardır ama fahişelerin olmadığı, sex bir meslek iş olarak görülmeyen toplumlarda bu vakalar normal insanlar - normal bir ruh halinde olan sıradan insanlarda daha fazla olur.
unutmadan...
fahişelikle orospuluğu karıştırmamak lazım. her iki tanımda siyahla beyaz gibi ayrı ayrı bir tanımdır, aynı anlamda kullanılmaz.
en büyük paramızla 6-7 tane 35gr'lık toplam 250gr falan gelmeyen sıradan bir gofret alıyoruz.
geçen gün halk ekmek büfesinden 1 tane tam tahıllı ekmek ve 200gr'lık 2 paket mini ayçekirdekli galeta aldım verdiğim para 105 lira.
yediğim ekmekten 4 tane alsam 200 lira versem yetmiyor.
fakirliği ve yoksulluğu aştık, şimdi açlık tehlike olmaktan çıkıp günlük hayatta yaşanılan bir durum oldu.
hayat pahalılığı, yüksek vergiler ekonomik bir tartışma konusu olmaktan çıkıp yaşam-hayatta kalma, sağlık meselesi oldu. istanbul'da son 1 haftadır kaçak içkiden ölenlerin sayısı 40 civarında. yüzlerce insan yoğun bakımda, hastanede tedavi altında.
sahi ya...
yüzbinlerce insan kontrolsüz üretim yapılan, yüksek vergilerden kaçmak için piyasaya sürülen ucuz içki sigaradan geri dönülmez sağlık sorunları, organ kayıpları, kronik rahatsızlıklarla boğuşuyor.
ölenleri haber yapıyoruz - hepsini değil de ya ölecek olanları...
sadece içki sigara da değil, geçen gün tunus'a ihraç edilen 2.500 ton patates iade edildi, avrupa'dan iptal edilen siparişler, geri yollanan ve gümrükten çevrilen, avrupa piyasalarından toplatılan türk gıda ürünlerini de düşünürseniz...
sahi ya, iade edilen ve ülkemizde - mersin de imha edilen 2500 ton patatesin partisinden olan ve yurt içine de dağıtılan patatesler var mı? bakteri olan bu patateslere depolama, nakliye, saklama, toplama-hasat, yetiştirme sürecinde mi bakteri bulaştı?
bu patateslerin yetiştiği toprak, tutulan depo vb gerekli inceleme analizler yapıldı mı?
buralardan iç piyayasaya ne kadar ürün verildi?
insan sağlığı açısından asla tüketilmemesi gereken gıda ürünleri organik gübre veya hayvan yemi bile yapılamaz seviyede olup piyasada bu gıda ürünleri ortalama %50 civarında.
en son olarak tunus'tan geri yollanan imha edilen 2.500 ton patates ve avrupa'dan iade edilen, sipariş iptali olan şamfıstıkları için bir araştırma yapıldı mı?
bu ürünlerin çıkış (depolama, satış) ve üretim yerleri incelenmiş mi?
bu parti-dönem üretilen ve iç piyasaya verilen ne durumda bilen var mı?
elin gavuru(!) kılı kırk yarıp inceleme denetleme yaptığı halde onlara ala insanların tüketmemesi gereken, organik gübre, hayvan yemi bile yapılmayacak kalitede kanserojen kimyasallar, bakteriler olan gıda ürünleri yollayanlar iç piyasaya bizlere neler yediriyor diye kendinize hiç soru sordunuz mu?
şu an market raflarında satılan atıştırmalık şekerleme çikolata gofret cips çerez vb ürünlerin yarısı asla ama asla çocukların yememesi - tüketmemesi gereken ürünler. hele ki çoğu ürünler kronik rahatsızlık yaşayan yaşlıların tüketmemesi gereken sınıfında.
et süt ürünleri, sebze meyveler sağlık açısından inceleniyor mu? bir denetim yapılıyor mu?
avrupa şamfıstığı siparişlerini iptal etti, aldıklarını da iade ettiler. birden dubai çikolatası furyası patladı. şam fıstığı yerine bezelye kullananlar birden şam fıstığı kullanmaya başladı. insanlara şam fıstığı yedirmek için ürün reklam pazarlama teknikleri yapılmaya başladı.
yazacak çok şey var da...
asıl sorun zam fiyat değil, zehirleniyoruz ve önümüzde ki 10-15 yıl içinde milyonlarca insan geri dönülmez tedavi edilemez hastalıklarla boğuşup, yüzbinlerce insan da ölmüş olacak.
asıl sorun bu ve kimse bunu tartışmıyor, kapsamlı bir araştırma bağımsız sağlık ve gıda kurulları tarafından yapılmasını talep etmiyor.
hastalıklı bir toplum yaratılıyor, bunu görmemek için kör olmak lazım.
mercedes, toyota, apple, volkswagen vb markalar elektrikli araç üretimi için yıllar süren planlarını ve yatırımlarını revize etti. türkçesi, elektrikli araca geçmeyi ya tamamen ya kısmen bitirdiler ya da ötelediler ve bilinen maliyetle - bugünün kümülatif değeriyle en az 300 milyar dolara yakın parayı bu markalar çöpe attı.
neden?
bu firmalar sıradan firmalar değil, hitap ettiği müşteri profillerine pazarlarına bakın...
bu firmaların faaliyet gösterdiği, üretim, ar-ge merkezlerine bakın, dedim oldu veya her şeyi ben bilirim cumhuriyetlerinde çadır devletlerinin markaları değil.
bugün süte beyaz deyip yarın pembe diyen, ne dediğini bilmeyen, deneme yanılma metoduyla değil de aynı hataları yapıp farklı sonuçlar bekleyen akılsızlar ordusu da değil.
neden?
cevap: çin ve amerika arasında pazar savaşında taraf olmamak için.
huawei biliyorsunuz...
5g teknolojisinde dünya lideriydi. ingiltere'nin bile 5g alt yapısını kuracaktı. ne oldu?
bazı aptalların "amerika ambargo koydu" gerekçesini söylemeyin. çin yönetimi bir yasa çıkardı, 2017 de çıkan yasa "Çin vatandaşları ve şirketler, ülkenin istihbarat çalışmalarını desteklemek, gerektiği noktalarda da yardımcı olmakla yükümlüler" dedi.
düşünsenize...
ingiltere hükümeti kanun çıkarıyor "ingiliz vatandaşları ve şirketler, ülkenin istihbarat çalışmalarını desteklemek, gerektiği noktalarda da yardımcı olmakla yükümlüler" diyor.
vodafone bu yasa gereği ülkemizde verdiği hizmet ve topladığı bilgileri kayıt altına alıp an be an ingiltere ile paylaşıyor. ülkemiz yasalarına, bireysel gizlilik haklarına vs uymuyor.
bırakın askeri polis vs bilgileri de teknoloji üreten, şirketlerin ar-ge çalışmaları, şirket içi konuşma-paylaşımlar ingiltere'ye akıyor.
ingiliz firmaları uluslar arası rekabette şirketlerin finans yatırım ar-ge çalışmalarını planlarını durumlarını biliyor. bu haksız rekabet teknoloji hırsızlığı olmaz mı?
tabi ki suçlu abd.
pis emperyalist amerika. çin ve huawei cezalandırdı. zaten apple falan batacaktı da onun için huawei için ambargo koydu. huawei yılda 200 milyon adet sadece telefon satar haldeydi, 5g de liderdi bla bla bla...
ne oldu?
amerika yazılımı kesince huawei cihazlar çöp oldu. kendi işletim sistemlerini yazılımlarını kursalarda tamamen güvensiz.
kaynak kodlara ve açık kapılara sahip olmadan ne yaparsanız yapın yaptığınız çöptür. yarın birgün çin abd arası savaşta huawei cihazları gibi elektrikli arabaların tüm dijital sistemi yazılımı devre dışı kalırsa o anlı şanlı elektrikli arabayı üreten apple, toyota, mercedes, volkswagen ne olacak?
biz tamamen elektrikli arabaya geçtik diyen üreticiler ne olacak?
şu an elektrikli araçlarda en büyük sorun şarj ve batarya ile şarj etme süreleri konuşuluyor. şarj istasyonlarının yaygınlaşmaması sıra beklemek vs dert ediliyor.
aslında bunlar sorun değil, 1 yıl içinde araçlar bir kablo bile bağlanmadan şarj edilebilecek. şu an sahip olduğumuz alternatif akım teknolojisiyle aracınız park ettiğinde sanki para atılan bir parkmetre cihazı gibi aracınızı parklarda şarj istasyonlarında ünite önüne park ederek aracınız şarj olabilecek.
ne bileyim, ortada duran 1 metrekare ebadında 2 metre yükseltide bir sütun etrafına park etmiş tıpkı papatya gibi dizayn edilmiş şekilde araç ve kablosuz şarj ünitesi aynı anda 6-7 aracı şarj edecek teknoloji istenirse yapılır.
zaten alternatif akım çalışmaları - endüktif şarj ürünlerini günlük hayatta kullanıyoruz, bakınız; cep telefonlarında...
bunu otomotiv sektörüne veya diğer şarj edilebilir aletlere pekala uygulayacak altyapı, teknoloji var.
neden otomotiv sektörü bunu sunmuyor-sunamıyor?
şu an gereksiz, henüz elektrikli araçlar emekleme aşamasında ve asyanın tekelinde.
batı bu teknolojiyi piyasaya sürerse asya (çin genelinde) pazarına dünya hakimiyetinin anahtarını vermiş olur.
tıpkı chip üretiminde olduğu gibi... fason olarak üretim yapmalarına izin veriliyor ama chip yazılım olmadan sadece çöp olur. zaten chip yapmak için makineler donanımlar hollanda-avrupa, yazılım da amerika elinde olduğundan şu an asya kendi yazılımını chiplerini özgün olarak üretmesi için en az 20 yıla yakın bir süreci beklemek zorunda.
peki 20 yıl sonra abd batı elinde ki teknoloji ne hale gelecek asıl mesele bu olunca asyanın iştahı kaçıyor ve trilyonlarca doları çöpe atmak istemiyor.
elektrikli arabalar asya avrupa amerika ticaret savaşında sadece kullan at formatında kalıyor. elektrikli arabalara batarya ve chip için gerekli yeraltı zenginlikleri ucuz iş-üretim gücü çin elinde.
elektrikli arabaları yürür hale getirecek teknoloji yazılım amerika ve avrupa elinde. bataryayı sen yapabilirsin ama bataryayı verimli kullanacak otomatik verim moduna bekleme moduna şarj durumuna alacak ısı güvenlik vb kontrolleri sağlayacak, bir kaza tehlike anında enerjiyi kesecek yazılım senin elinde değil.
bunun için apple yaşanan çatışmada taraf olmamak ve çin-asya'da yaptırdığı ucuz maliyetli apple ürünlerinin gümrük savaşlarında harcanma riskini görünce 100 milyar doları çöpe atıp 10 yıllık elektrikli araç üretmek için kurduğu apple car - project titan yatırımından vazgeçti.
şu an elektrikli araçlar dört tekerli yürüyen bir elektronik alet, tıpkı telefon, bilgisaray, tablet gibi. tartışmalar komik seviyede sadece batarya ve şarj çerçevesinde...
dikkat ediyorum, ekranlarda bu vb sosyal medya araçlarında kimse konuşmuyor ama en büyük sorun batarya şarj değil.
bu en büyük sorun ise konu şu şekilde tartışılmalı....
yine mühendis mantığıyla konuya yaklaşırsanız, şu an üretilen her bir elektrikli aracın bataryaları 100 km menzilin karşılığı 100 kilogram ağırlık olarak arabaya yansıyor.
sizleri rakamlara boğmak istemem ama şu an ki teknolojide 600 km menzil için araca 600 kg batarya ağırlığı (+/-) ortalama olarak yansıyor.
şu an kalkıp togg veya herhangi bir araba için 1.000 km giden, 5 dakikada şarj edilen, evden veya şarj istasyonundan kablo ile şarj etmenize gerek olmadan tıpkı telefon gibi şarj edebilecek, 150 kilo ağırlığında bir batarya yaptık deseler...
bu bataryayı sadece batarya ücreti ödeyerek alabilirsiniz.
servis ücreti istemiyorum. kullandığınız bataryayı arabada tutan bağlantı ekipmanı aparatların yenilenmesi, soketler ve akım kabloları, bu kabloların chip bağlantıları, bu batarya için yeni bir yazılım araca yüklemek, sistemde yeniden bir yükleme yazılım-program gerekliliği yok vb masraflar çıkmayacak deseler bile siz o yeni bataryayı alıp aracınıza takamazsınız.
takarsanız aracınızı 100km den fazla hızlı süremezsiniz, virajlara elektrikli bir bisiklet-scooter kadar yavaş girmeniz gerekir.
düşünsenize...
2023 model TOGG T10X ağırlığı 2.100kg civarı ve araçtan birden 450 kilo azalıyor. bırakın geyik testini...
siz 100 km bir süratle gittiğinizde aracınızdan azalmış olan 450kg ağırlıkla en ufak bir direksiyona yapılan müdahale - refleksle kaçınma hareketinde araç hem kendini hem diğer araçların yoldan çıkmasına çarpma savrulma takla atmaya mecbur bırakır.
hele ki suv tipi araçlar dizayn edilirken ağırlık merkezlerini yere yakın tutan aracın altında 600 kiloluk bataryalarıdır.
siz bataryayı değiştirdiğinizde aracın aerodinamik değerlerini yok edersiniz. aerodinamikte ana etkenlerden biri de aracın ağırlığı ile yol tutuşudur. değişen bataryanın -450 ağırlığıyla ve mesafe ve hız olarak pozitif katkı yapan bu batarya aslında araca ve size geri dönülmez telafi edilemez zararlara yol açar.
tasarımcılar aracı dizayn ederken aracın birden -450 kilosu yok olmasında ne olacak sorusunu kendine sormuyor. bu ağırlık kaybı aracın termodinamik, transmisyon, ivme ve yuvarlanma değerlerini tamamen negatif etkiler-değiştirir. sanıldığı gibi aracın ağırlığı azaldı, daha az güç daha çok verim burada düşünülemez.
tıpkı ip üzerinde cambazın elinde tuttuğu uzun sopanın bir ucuna 5kg yük asmak gibi düşünün. ya da her iki elinizde olan 5'er kiloluk 2 poşet içinde portakal veya patates taşırken iki poşeti sağ sol elde taşımak yerine tek elde taşımak gibi...
ortada denge falan kalmaz ve ağırlık merkeziniz etkilendiği için daha çok yorulursunuz.
ya da bir gemide makine dairesini motorları, yakıt tanklarını güverteye koymak gibi, sonuçta gemi alabora olur.
bunun için yeni batarya çıkacak alıp aracıma takacağım demek biraz hayal.
şu an hangi marka olursa olsun aldığınız elektrikli araçla kullan at bir araç sahibi oluyorsunuz.
elektrikli araç almak veya togg vs hangisi olursa olsun şu an ekonomik açıdan şu an uygun değil. teknoloji olarak henüz kullan at aşamasında olan ve geliştirme aşamasında olan bir teknolojiye son kullanıcı olarak milyonlar gömmek akıllı bir tercih değil.
zaten tüm dünya'da doygunluğa erişmiş şişmiş bir teknoloji - sanayi üretiminde kaçınılmaz çöküşü engellemek için uygulanan bir pazarlama tekniği olan elektrikli araçlar 190 yıllık bir teknoloji değil de sanki yeni bir teknoloji gibi sunulması da bu yüzden.
ileride yeni teknolojiler hele ki batarya özlinde konuya yaklaşmak ya bilgisizlikten ya da espri amaçlı söylenmiş olmalı. 1.000 km gideceğiniz, 10 dakikada şarj edeceğiniz, yeni teknolojiyle üretilmiş yeni bataryalar çıktığında siz yeni bataryayı togg veya mercedes ya da bmw, volvo byd vb marka aracınıza alıp takacağınızı mı sanıyorsunuz?
buna inanıyorsanız safsınız.
bırakın mühendis mantığı açısından konuya yaklaşmayı da pazarlama, ar-ge, işletme, finansman, gümrük, ticaret kanunları açısından konuya yaklaşırsanız "yeni bataryalar çıkınca alıp arabama takarım" dediğiniz için kendi kendinize gülersiniz.
yeni bataryalar şu an üretilen - bindiğiniz araçların üzerinde olan eski bataryalar ile aynı ebatlar ağırlıklarda mı olacak?
yeni bataryalar eski bataryalarla aynı bağlantı ekipmanlarını mı kullanacak?
yeni bataryalar eski bataryaları besleyen - akım geçen voltaj aktarım değerleriyle uyumlu mu olacak?
konuyu mühendis mantığı ile değil de düz mantıkla her zeka eğitim seviyesinde insanın anlayacağı örnekle anlatalım...
geçen gün komşunun 5 yaşında çocuğu eşimin samsung telefonunu yere düşürdü ve telefonun kasası bir yana ekranı bir yana savruldu.
eşim yeni samsung bir telefon aldı. malum, artık samsung telefonlardan da şarj-adaptör çıkmıyor. sadece type-c kablo çıkıyor. zaten eşimin eski telefonu da samsung olduğu için yeni telefonunu kullandığı samsung adaptöre takıp şarj etmek istedi.
o da ne? şarj uyarısı veriyor ve hızlı şarj desteği bir adaptöre takmamız uyarısı veriyor.
ne demek istediğimi anladınız mı?
bilerek veya bilmeyerek - isteyerek veya istemeyerek size yalan söylüyorlar.
şu an ülkemizde bir seçmenin din, ideoloji, kimlik bazlı attığı oy hangi partiye atarsa atsın mutlaka o partinin eleştirdiği - muhalefet ettiği partiye de oy attığını - hizmet ettiğini artık görün.
tekrar etmek istemiyorum ama ülkemizde akp'nin chp'den, mhp'nin hdp'den, ateist olanın şeriatçı olandan, solcu olanın sağcı olandan farkı yok.
daha da acısı dün fetö pkk ya övgüler düzenler bugün sövüyor, yarın yine övecekler...
bunun için kimseye vatansever veya vatan haini yakıştırması yapmayın.
apo'nun hapisten çıkmasını isteyen milliyetçi ülkücüler olduğuna neden insanlar şaşırıyor anlamıyorum.
yarın chp fetö için iade-i itibar isteyip anıt mezar açacak. bakın şeyh sait dersim isyanlarında chp'nin tutumuna, o zamanın fetö'sü pkk'sı olan şeyh sait dersim olaylarında takındığı tavıra bakın.
şu an içinde yaşadığımız ve afganistan'a dönen ülkemiz her alanda muazzam bir çöküşe imza atıyor. bunu daha önce demokrat parti döneminde de yaşadık. şu an demokrat parti dönemini nasıl savunanlar çıkıyor demokrasi diye demokrat parti dönemini övüyorlarsa ileride akp dönemini demokrasi özgürlük gelişme refah diye savunacaklar - övecekler.
şu an seçim olsun inanın iktidar kanadı "muhalefet terörist, muhalefet iktidara elirse apo'yu serbest bırakacaklar, ülkeyi pkk'ya fetö'ye teslim edecekler" diye propaganda yapsın...
çıkın sokağa sorun bu insanlar "kime oy atalım, muhalefete atalım da teröristler mi iktidara gelsin? apo hapisten çıksın" diyecekler ve en az %50 oy alacaklar.
bir yerde haklı söylem de...
siyaset politika insanlık tarihi boyunca insanları kandırma aracı olmuş, en değerli kutsallar da siyaset politika aracı olmuştur. akp veya chp vs fark etmez, sistemin aktörleri aynı, sadece ambalajı değişik.
elektrikli araçlar şu an yetişkinler için uzaktan kumandalı oyuncak arabalardan farkı yok. yetişkinler için oyuncak...
ilerleyen teknoloji ne getirecek bilinmez, tamamen arz-talep dengesinde üreticilerin kar marjıyla kullanıcıların talepleri arasında birinin galibiyetiyle sonuçlanacak.
garajda unutulan 20-30 yıllık bir arabayı veya koleksiyonerlerin ya da anısı hatırası olan kişilerin sakladığı 5-10 yıl kontağı açılmadığı arabayı arabadan pek anlamayan biri bile 1-2 saatlik uğraş ve bir kaç parça malzeme ile tekrar çalıştırıp trafiğe çıkarabilir.
ya da alıp gerekli bakımları yapılıp arabayı 40-50 yıl binen kullanan insanlar var.
trafikte gördüğünüz şahin doğan kartal vb yerli arabalara bakıp ki bu arabalar togg denen arabadan daha da yerli ve millidir; siz 40 yıl sonra şimdi aldığınız togg veya herhangi bir arabaya bineceğinizi mi sanıyorsunuz?
evet diyorsanız cahillik ötesi bir durumu yaşıyor, muhtemelen zeka sorunu yaşıyorsunuz demektir.
ne bileyim...
şu an 1990 model bir tofaş arabaya arabadan daha değerli ses sistemini kurup sokaklarda kezban avına çıkıp kafamızı silkersiniz ama şu an üretilen togg ile veya herhani elektrikli arabayla 30 yıl sonra bu çomarlığı yapamayacaksınız.
bunun kıçını yalayan, bundan rüşvet alanlara bunu savunanlara ve bize hain diye küfür edenlere sanırım davetiye yollamamış.
şaşırmadım, 3 kuruşa satın alınanlar 4 kuruşa satılır.
bunları geçtim de... sahi ya rüşvetçi, kaçakçı, dolandırıcı olan bu lavuğun önüne yatanlar vardı. onlara düğün davetiyesi yollamış mı?
eğer yollamamış ise çok büyük ayıp etmiş. teessüf ederim yani, tamam onlara yollamıyorsun ama 395.000 dolarlık saat hediye ettiğin (şu an kümülatif değer olarak 535.000 dolar eden) sevdiğin hediyelere boğduğun insanlara neden davetiye yollamıyorsun?
bu kadar nankörlük olur mu?
her şeyi de bizden beklemeyin canım. accıg da siz yazın ama di mi?
faşistlik, yobazlık, çomarlık, kıroluk vs kıl tüy (adına ne diyor nasıl anlıyorsanız) yapıp azcık da yerli milli takılalım. hep gavurlardan örnek vermeyelim ama di mi?
rahmetli barış manço... yurdumun eşsiz hazinesi anadolu'da halk edebiyatının örneklerini sergilediği eserlerinden biri, lambaya püf de. bu eşsiz halk edebiyatı örneği mi demeyin, evet öyledir.
bu şarkıda tonlama ve sözlere bakınca sanki kamp yapmaya çıkmış çadırda kalıyor da akşam çadırda kaldıklarından çadır içinde lambanın yanmasıyla dışarıya çadırın içinde hareketleri yaptıkları sanki hacivat karagöz sahnesi gibi gölgelerin yansıması yapacak da onun için lambayı sevişme öncesi söndürmeyi istemek gibi...
kışın soğukta sobanın yandığı tek odada köy evinde çoluk çocuk aynı odada yatan ebeveynlerin maça başlama düdüğü gibi "lambaya püf de" size öyle gelebilir.
ama öyle değil, aslında halk edebiyatında derlenen bu nağmelerin altında derin bir acı unutulmak istenen yaşanmışlıklar, ibret alınması gereken örnekler vardır.
örn: oyun havası olarak gerdan kırıp parmakları şıklatıp ya da elimize tahta kaşık alıp seke seke oynadığımız misket oyun havası...
aslında bir ağıt, olsa olsa ağıt olan şeyden çıkacak şey uzun hava olur ama bu ağıt olan halk kültürü derlemede oyun havası olmuş.
lambaya püf de için de aynı şey olmuş. toplumda yaşanan baskı yıldırma zorbalıkta sindirilmiş halk, bir korku ve insanın korunmak için evini hapishaneye döndürüp ev neşe kahkaha aydınlık değil de sessizlik karanlık ve korku yuvası olmasını anlatır.
rivayetler muhtelif olmakla birlikte...
içki yasağı toplantı yasağı vs olduğu dönemde zabitlerin bekçilerin sokak mahalleleri kolaçan ederken bir evde içki içip alem yapan kafadarların bekçileri görmeleriyle içlerinden birinin arkadaşlarına "lambayı söndürün" uyarısıyla (malum, o zamanlar yağdanlık veya bir tür gaz lambası yakması) sarhoş olan içlerinden birinin lambaya "püf" diye üfleyerek söndürme yerine "hoh" diyerek söndürmeye çalışmasına tepki olarak "hoh deme püf de" diye azarlanması espri olarak ele alınmasıyla zamanla dilden dile yayılan anlatılan bu yaşanmışlık ve tıpkı "misket" acısı ağıtın oyun havasına dönmesi gibi "lambaya püf de" de bacak arasına hapsolmuş.
ne yapalım yani, aklımız ya testislerimizde ya da klitorisimizde (erkek veya kadın olarak) yaşıyoruz.
edibüdü: misket oyun havası.
misket çocukların oynadığı cam bilyenin adı değildir.
bir meyvedir ve iç anadolu yöresinde yetişen küçük elma türüdür veya küçük elmalara verilen genel ad-tanımdır.
misket adı burada bir kız adıdır ve aslında kızı seven delikanlının kıza seslenmede - kız için kullandığı lakap misket olup kızın asıl adı hayriye'dir.
unutmadan...
kızı seven delikanlı (osman) kıza misket demesinde aslında iki sevgili arasında olan samimiyet sıcaklık ilişki sonucu "canım balım arım kuşum öküzüm çiçeğim deve dikenim vb" hitabet değildir.
çoğu kişi bilmez ama anadolu'da kadın veya erkek birlikteliğinde-ilişkilerinde (aşk, sevgili, dost, nişanlı, sözlü, evli) bir birlerine adıyla pek hitap edilmezdi. bu bir kültürdü, aslında bunun nedeni de toplumların genetik hafızasında işlenmiş olan kültürdür. malumunuz, bilirsiniz ki (kibarlığa gerek yok. nereden bileceksiniz pis cahiller) türkler çocuklarına isim koymazdı. çocuk büyüdüğünde yaptığı iyi-kötü davranışıyla işiyle ismini kendi alırdı. bunun için halk arasında "yiğit, lakabıyla anılır" diye deyim vardır. bunun izini hala Anadolu'da görmekteyiz. eşler de aynı şekilde saygı ve hürmet ya da eşlerin davranışıyla hitaplarını yaptıkları işe davranışa göre şekillendirirdi. tıpkı doğan çocuğa isim koymama mantığı...
neyse, konuyu dağıtmayalım. kızın ufak tefek şirin güzel kız olmasıyla sevgilisi ona hayriye değil de misket demesi, kıza başka bir zengin varlıklı aileden birinin göz koyması, kızı ailesi ona vermeye kalkmasıyla kızı isteyen iki encin duello etmesi (bıçaklarla bir birine girmesi) zengin varlıklı aileden gelen delikanlı kızın sevdiği delikanlı olan osman'ın yiğitliği dürüstlüğü mert kavasından etkilenip "senin gibi delikanlıya karşı bu yapılmaz deyip kavgadan çekilmesi ve kız ile oğlanın arasından çıkmasıyla bu haberi kıza vermek için kavgayı izlemek için ağaca çıkan ama olanları net göremeyen kızın yanına gittiğinde kızın sevdiği erkeğin kavgada öldüğünü düşünüp panikleyip adeta eli ayağı boşalmış gibi olup dengesini kaybedip ağaçtan düşüp ölmesi, kızın sevdiği gencin bu acıyla artık orada yaşamayıp memleketini terk etmesine yakılan ağıttır misket.
cinsler arası ilişkilerde "iplemiyorsan" iplenmezsin.
kadın-erkek fark etmez sonunda bir sextoys olmaktan başka bir şey olmadığını fark edersin.
unutmayın ki cinsler arası ilişkilerde kadın veya erkek değerler manzumesi üzerine ilişkilerini bina eder.
biraz kültürlenelim.
kadını anlamak, onun duygularına cevap verebilmek erkeğin doğası gereği imkansızdır. eğer erkek bir kadını anlıyor ve onun duygularına cevap verebiliyorsa erkeğin içinde bir parça gay-ibne-yumuşak vs. adına her ne diyorsanız; genelleme yaparsak erkekte biraz "efemine" duygular olmalı.
ara edibüdü: gay barda duvara ruj ile yazılmış "her erkeğin içinde bir parça gay'lik vardır. sadece cesareti olanlar - toplumun ibne yakıştırmasına göğüs gerenler - gay yanını sergiler" sözü akla geldi.
unutmadan... kadın normal heteroseksüel erkeği gördüğünde-ona baktığında hemen kadınlığını dişiliğini hatırlamaz, aklına ilk gelen şey cinsellik olamaz ama bir kadın sıradan gay bir erkeği gördüğünde aklına ilk gelen kadınlık, dişiliği, cinsellik aklına gelir. sakın bunu o gay erkeğin üzerine atlamak onunla birlikte olmak ister olarak anlamayın.
neyse, konuya dönelim...
kabataş da deri pantolanla dolaşanların suratına sürtmesini dileyenler, bu konuda fantezi yaşamak isteyenler belki olabilir. tabi ki bunları ayıplayamaz veya kınayamaz ya da eleştiremeyiz. sadece şuna dikkat etmemiz gerekir ki; bunlar tam bir "she bop" ruhu taşır. istemeden de olsa içlerinde bir nefret bir isyan taşıdıklarından kendilerini ve etrafında olan insanları istemediği bir duruma sokarlar.
she bop: bu "she bop" hani şu konuştuğunuz-tartışdığınız büyük ortadoğu projesinin bağyan eş başkanı değil.
bu "she bop" karakteri aile toplum baskısıyla çerçevelenmiş hayatında arzularını cinselliğini yaşayamayan ve sık sık mastürbasyon yapan bir kızın tanımıdır.
çerçevelerle sabitlenmiş hayatı olan kızın etrafında özgürlüğü ve umarsızlığı dibine kadar yaşayan, etrafta deri pantolonla dolaşıp, motorlar üstünde veya rock cafelerde eğlenenlerin getirdiği hayranlığa arzuların kırbaçlanması da eklenince yaşadığı tahrik nasıl dışa vurulacak?
bunu şarkıda anlatır...
gayler için yayınlanan bir dergide gördüğü erkeklerden tahrik olan ve arabada mastürbasyon yapan kız yolculuğu sırasında kendisine bbirinin refaket etmesini diliyor. yoksa klitorisiyle olur olmaz yerde yolculuk esnasında devamlı oynayacağını anlatıyor.
zaten toplumda olan baskıyla tek arkadaşı vibratör olmuş kızın bir de fazla mastürbasyonun körlüğe yol açacağı söylemlerinden gına getirmesi...
kendi kabuğunu kıramayan, açılamayan bir kız.
cyndi lauper, dünyayı klitorisine takmayan tam bir manyak karı. şarkılarında dediği gibi yaşayan, yaşadığı gibi davranan disco'nun çılgın kızı. bu she bop çıktığında amma tartışma çıkmıştı... bir sohbetinde sahneye elinde mutlaka bir şeyle çıkması hele ki bu şarkıda (she bop) söylerken bunu neden yaptığı sorulunca "ne yazık ki vibratör alıp çıkamıyorum. Parents Music Resource Center-Ebeveynler Müzik Kaynak Merkezi (PMRC) izin vermiyor demişti.
sevilir...