Düzenli, nizamlı, intizamlı, uygun biçimde. bir sıraya tabi olan, bir tertip, düzen, üslup ve/veya sıra içinde hareket etme. muntazam bir şekilde cereyan etme. Düzenlilik, ahenk, ritim, uyum. Tekdüze olma, yeknesaklık, biteviye. Ittırat veya ittirat olarak da yazılmaktadır.
"Almanca öğrenmek için hayat çok kısa!" anlamında Richard Porson'a ait bir söz. Çok yerinde bir sözdür; zira gerçekten "Das Leben ist zu kurz um Deutsch zu lernen."
Başlığı açan yazarımızın haklı olduğu gerçektir. Ancak meseleye ölçü koymak açısından bazı çelişkiler mevcuttur. Şöyle ki;
Kıymetli yazarımızın yabancı kelimelere türkçe karşılık olarak zikrettiiği hesap, fiş, merkez, hava, hoş (hoşça kaldan), hizmet, acil, taklit, nesil, sınıf, zihniyet, taraf, zaman, rahat, kayıt, can, nakil... kelimeleri de türkçe asıllı değil. Bu konuda ölçü Ömer Seyfettinin, Nihat Sami Banarlının, Mehmet Kaplanın da söylediği gibi, türkçeleşmiş kelime Türkçe sayılmalıdır. Söylenişinde, yazılışında, vurgusunda, tonlamasında hatta bazen anlamında değişiklik olan yabancı kelimeler bize özgü kelimeler durumuna gelmiştir. Arkadaşımızın yabancı kelimeler arasında saydığı ve karşılık verdiği, versiyon, transfer, sempatik, antipatik, reaksiyon, randıman, pozisyon, opsiyon, komünikasyon, kompleks, kriter, koordinasyon, izolasyon, imitasyon, illegal, global, finiş, ekstra, empoze etmek, entegre etmek, elemine etmek, döküman, dizayn, departman, anons, analiz, ambiyans, adapte olmak... gibi kelimeler de türkçeleşmiş sınıfına girer. Türkçenin yazıldığı gibi okunan bir dil olduğu kuralı ihmal edilmeden okunduğu ve yazıldığı sürece sorun yoktur.
ingilizce, Fransızca, italyanca gibi önemli dillerde de bu böyledir. Arapçada muarreb (arapçalaşmış) manasında bir tabir bile vardır.Yoksa türkçe asıllı (öztürkçe) kelimelerle ne bilim, ne edebiyat hatta ne adamakıllı muhabbet yapılır. Bu bakımdan özdil veya öztürkçe, özingilizce gibi tabirler ve yaklaşımlar safsatadan ibarettir. insanlar iletişim kurdukça toplumlar birbirinden etkilenecektir. Birçok dilde, Türklerin bulduğu yoğurt, bizim kelimemizle ama farklı telaffuz ve yazılışlarla (yoghurt, joghurt, yaourt, jogurts, yogur, yogurt) karşılanır.
Türkçeleşmiş kelime türkçedir, ingilizceleşmiş kelime ingilizcedir, arapçalaşmış kelime arapçadır. Aslı hangi dilden olursa olsun, bir kelime, bir dilin gramer ve ifade kurallarına göre kullanılıyorsa, o dilin hançere dehasına uygun telaffuz ediliyorsa artık o şekliyle o dilin malıdır.
Fransızcada aslı fransızca olan kelimeler, aslı arapça olan, hatta aslı türkçe olan kelimelerden daha azdır. (kaynak: cemil meriç, Journal 1)
ingilizcedeki beşyüzbine yakın kelimenin dörtte biri bile ingilizce değildir. Hem ingilizce diye bir köklü dil yoktur. ingilizce, şimdiki almanyada aşağı saksonya olarak bilinen eyaletin bulunduğu yerde yaşayan ve saksonca (almanca diyalekti) konuşan halkın, britanyaya göç ettikten sonra adadaki anglo kültürü ve diliyle karışması sonucu oluşmuştur. Ve ingilizce büyük britanya imparatorluğu büyüdükçe büyümüştür. ingilizce almancadan doğmuş bir cermen dilidir.
Türkçede aslı yabancı olan kelimeleri türkçeleşmiş saymayıp dilimizden çıkarırsak geriye ortaçağdan evvelki türkçe kalmış olur.
Bizim, bu entry'yi yazan arkadaş gibi, futbolu bilen, hayatını aklıyla yöneten, mantıklı taraftarlara, kaliteli futbolseverlere ihtiyacımız var. Bir Fenerbahçeli olarak kendisini kutluyorum. iyi oynayan, futbolu güzelleştiren kazansın, dostça bir maç olsun istiyorum. Bu iki dev camianın büyüklüğünde, bu güzel rekabetin mutlaka payı vardır; kıymetini bilelim.
Tebrik ve teşekkür: Galatasaray takımı ve bütün Galatasaray camiasını dün gece kazandıkları haklı galibiyetten dolayı kutluyorum. Bir rakabetten bahsetmek zorlaşmıştı; bu ezeli rekabetin geleceğini kurtardıkları için de ayrıca teşekkür ediyorum.
"Can"ın inanmak nimetine eremediği "Allah", bunu espri sananların, buna gülenlerin belasını versin!
Türk gençliği bunu espri sayıyorsa, savaşta mermi taşıyan ninelerimizin, analarımızın kemikleri sızlar! Şair diye, üstad diye pohpohladığınız bu adam, en seviyesiz bir futbol takımı taraftarından daha ahlaksız, edepsiz küfürler ediyor, buna da entelektüel espri mi diyorsunuz. Yazıklar olsun!
Düşük "niveau". Ucuz nükte. Mide gorultuları. En çok çalışan uzvun kafa olmaması. Athe. Ahlâk fukarası. ne gönül, ne akıl... Hiçbir mukaddesi olmayan zavallı adam. Deha nerde, şairlik hani?
Fransız yazar Guy de Moupassante diyor ki; "30 yıl savaşları sırasında (1618-1648) Almanlar bir Fransız köyünü basar, yakıp yıkarlardı. Köydeki insanlara türlü işkenceler yaparlar, kadınlara tecavüz ederlerdi. En son bütün köy halkını, kadın, çocuk, yaşlı demeden köyün küçük kilisesine kapatır, kapıları kilitleyip kiliseyi ateşe verirlerdi. Bir gün sonra biz de aynısını bir Alman köyüne yapardık."
Düşünsenize iki müslüman ülke savaşsa insanları camilere toplayıp, camiyi de insanları da yakar mıyız biz?
30 yılsavaşları, 100 yıl savaşları, sömürgecilik faaliyetleri, haçlı seferleri, I.dünya savaşı, II. dünya savaşı, atom bombası, ırak savaşı, libya savaşı...
ilk gece kuralı, delilerin içine şeytan girdi diye yakılması, Avrupa saraylarında bile tuvalet olmaması, doğan çocuğun günahkâr sayılması, vaftizde kutsal suyla yıkanan hıristiyanların orta çağın sonuna kadar yıkanmaması, 1900'lü yıllarda bile, leğen gibi bir kapta duran suyla önce aile reisinin sonra bütün evhalkının ellerini yıkaması, Küvete doldurulmuş aynı suyla bütün ev halkının yıkanması...
Goethe diyor ki; bir yabancı dili iyi bilmeyen kendi dilini de hakkıyla bilemez. Tam bir dahiye yakışır şekilde söylüyor. insan başka kültürleri, dinleri milletleri öğrenmeden kendi kültürünün, dininin, memleketinin, insanının kıymetini bilemez.
Gazi'yi sevmekten ne anladığı bilinmeyen tıynetsiz kişi. Mustafa Kemal'in manevi kişiliğini savunan başlıkları, o'nun sevgisini kullananları deşifre eden entryleri eksileyen, bunu da "atatürk sevgisi" adına yaptığını söyleyen, kendini bilmez bir tür ilkel insan. Atatürk adını kullanarak her türlü yanlışı yapanları eleştiren "Atatürk Senin Gargaran Değil!" şiirini bile eksileyen denge fukarası.
Bir iftar yemeği davetinde, davetlilerden biri tarafından, gayet ciddi olarak, patavatsızca sarfedildiğine şahit olduğum cümle. Ne gülebiliyorsunuz, ne kızabiliyorsunuz. Evsahibinin, kendisini aldatılmış, kandırılmış gibi hissetmesi de trajikomik oluyor.
"Her bağlanma kedere bağlanmadır." şeklinde tercüme edilebilecek mükemmel sözün sahibi, irlandalı yazar.
Ve bu yazarın ismini kendine nick edinmiş, yedinci nesil yazar. Geç kalmış bir "hoşgeldin"i tarafımızdan kabul etsin.
insanı adeta yüreğinden kavrayan, benliğini alıp giden, seslerin ve ahengin iklimine götürüp sermest eden, dili-milliyeti aşan, benzersiz, kaliteli, enfes ve ender eserlerdir.
Ey Sareban - Mohsen Namjoo
Highwayman - Loreena McKennet
A Palestinian Child - Marcel Khalife
It's All Coming Back To Me Now - Celine Dion
The First Cut is The Deepest - Cat Stevens
Look into my Eyes - Bryan Adams (& Celine Dion)
Strangers in The Night - Frank Sinatra
Don't Let me be Misundertood - Nina Simone
Mambo italiano - Rosemary Cloony
Le Vent nous Portera - Noir Desir
Bella Ciao - Rita Pavone
Tango to Evora - Loreena McKennet
Michael Buble - Sway
Bang Bang My Baby Shot Me Down - Nancy Sinatra
Cancion Del Mariachi - Antonio Banderas
Nah Neh Nah - Vaya Con Dios
Shahram Nazeri - Morge Sahar
Hakan Şükür gibi bir efsaneye sahip çıkmayan, bir jübileyi bile çok gören, onun tecrübelerinden faydalanmayı düşünmeyen bir yönetimi destekleyebilen, bu duruma sessiz kalabilen,
10 yıllık Kadıköy esaretini, onca Fenerbahçe yenilgisini şansla, büyüyle, hakemle, havayla açıklayan/açıkladığını sanan, böylece avunan,
Tarihle övünmekten 10 yıldır zafer sarhoşu olmuş, maziye alkış tutmaktan hali ve istikbali ıskalamış,
Son Fenerbahçe maçında, Selçuk topa, -çoğu insan tarafından söylendiği gibi öylesine- vurduğu esnada Selçuk'un etrafına bir daire çizersek çapı belki 10 metre olur. O dairenin içinde tek cimbomlu yoktu. Dünyada modern futbol oynadığını söyleyen hiçbir takım orta alanı bu kadar boş bırakmaz. Baroni ve Emre'nin yokluğunda bile orta sahada hakimiyeti deplasmana gelmiş rakip takıma kaptırmak, Rijkaard'ın elindeki kadroya artı değil eksi katkılar yaptığını gösterir.
iyi teknik direktör harika Barcelona'yla başarıya ulaşan değil elindeki imkânlarla beklenenden fazla başarıya ulaşandır. Rijkaard'ın Skibbe'den eksiği yok belki, ama asla fazlası da yok! Topladıkları puanları kıyaslayın görürsünüz! Taktik, oyunu okuma, oyuna müdahale edebilme, faydalı değişiklikler yapabilme, gerektiğinde risk alabilme gibi özellikleri hiç yok!
Aragones'in Fenerbahçe'si isteksiz oyunculardan kuruluydu; hocanın gönderilmesi oyuncuların istekli olduğu ama hocanın yetersiz kaldığı durumlarda doğrudur. Yani Rijkaard'ın gönderilmesi Aragones'in gönderilmesinden çok daha yerinde bir karar olur. Rijkaard hiç beğenmediğim, hiçbir zaman benimsemediğim Daum'un ayakkabısı olamaz, elindeki imkânlardan daha fazla başarı sağlayan Ertuğrul'un ayakkabısındaki toz olamaz.
Edith: Bu başlığa girilen ilk entrylere bakılınca görülür ki, henüz barcelona'nın başına bile geçmediği ve/veya barcelona'yı çalıştırdığı yıllarda, futbolu bilen, kaliteden anlayan arkadaşlarca iyi bir futbolcu olabilir tabii ama "iyi bir teknik adam olmadığı" söylenmiştir. Biz markasına bakıp kumaş almayız yeğenim, kumaşı şööle bi görsek kaliteyi tanırız. Siz marka düşkünleri, şişirilmiş isimlere tapmaya devam edin!
Türk kalecilere güvenmezsen nurtopu gibi bir hezimetin olur, Türk teknik adamlarına güvenmezsen geleceğin babasız velet gibi ortada kalır. Ertuğrul Sağlam'ın, Abdullah Avcı'nın, Tolunay Kafkas'ın'ın, Rıza Çalımbay'ın ceplerinde onlarca Frank Rijkaard var bence...
Küfredenler izah edenlerden her zaman daha seviyesizdir. izah edene küfreden insan bile değildir.
"Rijkaard kötü bir teknik adamdır." demekle "tanrınıza sövmüş" kabul edildiysem ey müşrikler, sizlere sövüşüm ibadettir benim. Eksilenmeden korksak sözlüğe çıkmazdık oolum!
Ayrıca Aragones'in kariyeri sözkonusu olunca, "teknik direktörlük" kariyeri eksilerle dolu olan Rijkaard'ın lafı mı olur; Aragones'le birlikte anılmak esasen Rijkaard için bir şeref...
Edith: Haklı çıkmak güzel! Lig sonunda Rijkaard ve takımı, Daum'un takımından 10, Ertuğrul'un takımından 11 puan geride bitirdi yarışı... (28/05/2010)
Sıcak ülkelerde insanlar ergenliğe daha erken ulaşır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) 25 yaşındayken evlendiği 40 yaşındaki Hz. Hatice ile 40 küsur yaşına kadar evli kaldı.
Kanın en deli aktığı yaşlarda, cinsi arzunun en güçlü olduğu zamanlarda kendisinden 15 yaş büyük bir kadınla yetinebilmiş, iffet, haya, ahlâk, edep abidesi, düşmanlarının bile kendisine para, mal, altın emanet edecek kadar güvendiği bir adamın 40 yaşından sonraki evliliklerinde "azgın bir şehvet" gayesi aramak, en insafsız bakış açısıyla bile mümkün değildir; ancak imansız bir bakış böyle kirli düşünebilir.
Efendimiz'in birden çok (dokuz*, Allah'ın pek yakında belâsını vermesini istediğim bazı iftiracı yaratıkların söylediği gibi otuz değil...) evlenmesinin sebepleri:
1- O'nu seven insanların Peygamber akrabası olmak için çabalamaları,
2- Evlendiklerinin bazılarının kimsesiz, sahipsiz, yakınları savaşlarda şehit olmuş, fâkir kadınlar olması,
3- Efendimiz'in etkinliği olan sülâlelere mensup kadınlarla evlenerek bazı kabileleri yanına çekmek, veya yanlarındaki yerini sağlamlaştırmak istemesi (Siyasi gaye ile evlilikler yapılmasının en büyük örnekleri Avrupa'da görülür.),
4- Bazı ülke devlet başkanlarınca hediye olarak cariye gönderilmesi (Hz. Mariye gibi...),
5- O dönemin şartlarında bunda bir anormalliğin olmaması,
sayılabilir.
*Peygamberimizin zevceleri :
Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Safiyye, Hz. Cüveyriye bintül Haris, Hz. Ümmü Habibe, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeynep binti Huzeyme, Hz. Zeynep binti Cahs