bir yaşam tarzıdır... örnek olarak bizim ev....
özellikle bir yığın psikiyatrinin bu konuda salık vermesi bu tercihin doğru olduğunu gösteriyor.... dizileri izleyip aynılaşan hayat tarzlarının oluşmasına karşı durmuş oluyorsunuz...
bizdeki durum; aile nüfusumuza ömer yusuf'un dahil olması ile birlikte gelişti ve bir gün ansızın televizyonu kaldırdık... gerçekten eksikliğini hiç hissetmiyoruz... özellikle kanallar arası geçiş yaparken ve izleyecek hiç bir şey bulamaz iken yaşadığımız stres artık yok... çok hafifletici bir durum.. önceden de bayıla bayıla izlemezdim(k) ama artık tamamen kaldırmak doğru bir tercih oldu.... hatta götürüp lcd televizyonu babamın evine taktık... hayrımız oldu.... adamcağız tüplü televizyonda rengi kaçık kanalları izleyip duruyordu...
velhasılı; daha çok zaman kalıyor insana, çocuğunuzla adam gibi ilgileniyorsunuz, gereksiz stres yaşamıyor, çivisi çıkan dünyayı yakından takip edip içinizi karartmıyorsunuz... bir bakıma hayat daha yaşanılası son bir yıldır...
tavsiye ederim....
bahşiş genellikle hesabın %10 * ile %20* arasında bırakıldığı düşünürsek, en kötü olasılıkla 1.000 Tl olan hesaba bahşiş bırakan kızdır.
tavuk döneri yemek olarak görmeyen günümüz bazı kızlarından kaçıldığı gibi, bundan da kaçınılması tavsiye edilir.
--spoiler--
3. sezonda da gördük ki... senaristin Lannister sülalesinden biri olduğu aşikardır. ölüyorum deseler stark sülalesine göz açtırmayacağı da kesindir. (bkz: batsın bu dünya)
--spoiler--
elle bir şeyler yazarken... hala, imla kurallarındaki 'de ve da' nın nerelerde tam olarak ayrı yazıldığı ve ya birleştirildiğini karıştırdığım zaman... sanki 'de' ve ya 'da' ayrımışcasına ayrık, ama bir yandan da birleşikmişcesine yakın yazarak paçayı kurtarmaya çalışıyorum...
serseri tipli çocukları cezalandırmak için uygulanan ve genelde işe yarayan yöntemdir... erkek henüz kızlar için bir strateji geliştirmemiş, onların dünyasına adım atmamıştır. daha kötüsü bu tip bir ceza, onun kızları daha hızlı algılamasına sebep olmaktadır.
genelde ön sırada oturan tipik kız modelidir... erkeklerin ise olay karşısındaki hiç bir öngörüleri tutmaz... bilinmez, muğlak bir durumdur onlar için...
örneğin telefonda....
''son iki saattir konuşuyoruz tatlım, artık uykum geldi'' şeklinde; yatağa, yorgana ve yastığa karıştığım anda akla gelen bu ve benzeri tüm cümleler...
sözlük yazarlarını tatmin etmesi zor olsa da, genel olarak türk seyircisinin sevdiği dizidir... prison break benzeri bir yapısı olması güzel... ancak kurgu ve işleyişte yabancı dizilerdeki gibi bir yere gelmesi zaman alacaktır elbet...
türkiyemiz için bakılırsa, özellikle 90 lı yılların başında bu fiille tanıştık... biz küçükken diye tabir edilen o yıllarda... kot pantolanlar moda olmaya başlamıştı... kot kumaşı da kaba olduğu için iri dişli fermuarlar girdi hayatımıza... oysa daha öncesinde kumaş pantolonlar vardı ve fermuar sorun değildi... çocukluğun verdiği o salaklıkda eklenince senaryoya...
işte o testere gibi olan kot fermuarları o dervin çocuklarına bu ızdırabı yaşatmıştır hep. tahminen bu başlığı açan da 90 ların başında çocuk olan gurupdandır...
şimdiler de bu sorunu çözdüler... artık daha mantıklı fermuar yapıyorlar...
ama bişey diyim... harbiden acıyordu... bi de sen sıkıştırırsın, baban gelip senin pipini kurtarırdı... benimkinde öyle oldu en azından...
van depreminde günler sonra, van'da bir konteynerdan yazıyorum bu satırları...
nereden başlamalı bilmiyorum. daha önce van'ı hiç görmemiş biri olarak burada var olanların geçmişle kıyaslanması da zor benim için.
bir ekip olarak geldiğimiz van'da mimarlar ve inşaat mühendisleri odası adına hasar tespit çalışmalarında bulunduk. gönüllü bir hareketti ve bu sebeple daha rahat bir çalışmaydı. teknik gözle
bina yapımını önemsemediğimizi gördüm. ev sahipleri adına projelerin yapılmadığını, belediye olarak ruhsatların ve denetlemenin yapılamadığını, ustalarca kalitesiz işçiliğin hat safada olduğunu ve ''müteahhit malzemeden çalar'' derken artık insanların direk kendi evlerini yaparken malzemeden çaldıklarını gördük. ve elbette binaların sigortları yok!... bir kaç satıra sığan şu şeyler her biri ayrı ayrı incelenen değerler. çok çok geri kaldığımızı söylemeye gerek yok sanırım. insanlar gözüyle
insanların fakirliği özellikle şehir çeperlerinde/varoşlarda çok bariz hissedilmekteydi. hasar tespit için girdiğimiz her evde bize sorulan en önemli sorulardan biri 'ev nasıl' ve 'devlet bize para verir mi?' var sayalım ki devlet para verecek ama belli ki o kişiler asla o parayı ev tadilatı için kullanmayacaklar. zira, evi yapmayı bilmeyen insanlar tadilatı da nasıl yapacağını bilemeyecektir. burda bahsettiğim şey bölgesel bir eleştiri değil. eminim ki başka coğrafyalarda da aynı şey yaşanmıştır. burda biraz daha çok yaşandığı tahmin ediyorum. insanların hayata dair bir duruşları olmadığı için ya da bir gelecek ön göremedikleri için evleride geleceğe dönük değil. şehrin zaten %70 i kenti terk etmiş durumda. Bu terk edişi bu denli hızlı yapabilmelinin sebebi ise her vanlı'nın van dışında başka kentlerle temas halinde olması. diğer bir değişle zaten kentin dışarıya daha önce göç vermiş olması durumu. özellikle istanbul, andana, mersin, diyarbakır en çok gidilen yerler. bu şehirlerde ya bir kardeş ya bir dayı, emmi mutlaka bulunuyor olması herkesin burayı gözden çıkarmalarına yardımcı olmuş. devlette bu noktada biraz rahatlamış gibi duruyor. herkes başının çağresine bakarken daha az zorlanan bir yönetim var. her şeyin normale dönmesi aylar hatta bazı konularda yıllar alacak. devlet adına
devlet'in aciz kaldığını düşünmüyorum. devlet gerçekten bütün imkanlarını kullanma gayretinde ancak; ciddi bir sorun var o da organizasyon eksiği. örneğin tek elden ve daha önemsenerek yönetilen bir operasyon beklerdim. varlık içinde yokluk yaşanıyor anlayacağınız. bunun da sebebi tüm ekipler devletin diğer kurumlarından gelen geçici görevli personelince yönetilmesinden kaynakalnıyor. bu iş daha motive ekiplerin işi olabilir ancak.
ustalar açısından
malzemeden ve işçilikten kaçmanın bu kadarı olabilirdi sanırım. kaybın bu kadar az olmasının tek mantıklı açıklaması az katlı binaların varlığının çok olması. yeni ustalar gelip buraların tadilatını yapacakalar. ancak yeni gelenlerde eskilerin devamını yapacakları çok sağlıklı bir kent oluşmayacağı kanaatindeyim.
toparlarsak... burada yaşanan sıkıntılarının
% 40 ı bina sahiplerinin
% 30 u depremin kabahati
% 20 si yerel yönetimin ve devletin
% 10 u ustaların
önceden arada bir de olsa tarak kullanıyordum... evde, annemin yada kız kardeşimin tarağı ortalıkta dolandığı zaman bilirdim. yeni tarak aldıklarında bir şekilde haberim olurdu.
sözlük!...
artık lazım olmuyor... saç mı kaldı ki sözlük!
kadınlar...enteresandırlar...
sadece eleştirmek değil gayretim, benimkisi eşime dair bilimsel bir yaklaşım aslında ...
anlata bilmek biraz zor, bir cümleye bir kelimeye sığdırmak imkansız gibi dursa da... kadınlar için doğru kelimeler ''değişken olmaları'' dır...
hani şu yeni teknoloji ile birlikte, internet üzerinden yapılan bankaclık işlemlerini, telefona gelen anlık şifrelerle ve ya şifre üreten harici şifrematiklerle, yapabiliyoruz ya artık... onun gibi bişey bu...
kadınlar... değişkenler... farklı zamanlarda; aynı yapıdaki, aynı konuda, aynı kişiler için 'ayrı' davranabiliyorlar. bu farklılık için hesap sormak en anlamsızı. zira, kendilerince sağlam dayanaklar icat edebiliyorlar anında, çünkü inanıyorlar o şeye... hakkaten değişiyorlar yani...
kadınların şifre üreten şifrematiklerden farklı yanları var elbet... değişirken, ne yönde değiştiklerine dair ipuçları bırakıyorlar geride. sizin, ''ben bulamadım bu işin çözümünü'' demeniz olasılıksız. çünkü bariz ipuçları var geri de, sizin için bırakılmış. onları tek tek değerlendirmeniz gerekiyor. yok sayamıyorsunuz, gecenin bir yarısında bile. daha önce bulduklarınızla karşılaştırmalısınız. sisteme girecek yeni şifre ve parolalar bulmak zorundasınız... tabi hep doğru yolu izleyemiyorsunuz. ard arda hatalı şifre girişlerinde tepkileri artıyor. bir süre sonra sizinde tahamül sınırlarınızın zorlandığını hissediyorsunuz. ama çıkışı bulmak zorundasınız. düşünün ki, bir yangın sarmış etrafınızı ve yangın merdiveni buralarda bir yerde, aramaya devam etmek şart!
ve yine örneğin, bir demet çiçek; bir sürü sorunu o anda çözüp, sevgi sözlerini havada uçuşturuyorken... bir kaç saat sonra, çiçeğin çok güzel olmasına rağmen! papatya değilde gül alınmasının gerekliliği hususunda laf yiyorsunuz. yani, biraz üstününe gitseniz olayın, bir demet papatya aldığınız için sürtüşme yaşabilirsiniz. zira güller daha güzel kokmaktadır. ve siz bunu atlamışsınızdır. belki o gün özel günüdür onun, belki sizi affetmeye hazır değildir. ama fark etmez. hatalısınızdır.
nihayetinde kadınlar... değişkendirler...
ve ben artık atm'lerden sabit şifremle işlem yapmayı daha çok sever oldum...
eldennegelirnotu: eşimin bu satırları okuması pek olası değilse de; bakmayın, yinede seviyorum onu...
yaklaşık dört yaşında iken,
mahallenin en dayı horozunu tavuklarının yanında kovalamak suretiyle, horozu dellendirmek ve akabinde horozun gaza gelip seni kovalaması durumudur.
gerçi sonra kesip yediler her halde o horozu ama, 'anneee' diye çok hızlı koştuğumu biliyorum... bi bakıma, horoz hala galipmiş gibi geliyor bana.
üç çocuklu bir ailenin ikinci evladı için düşünürsek...
stratejik bir durumdur. ailenin en küçük çocuğu değilsindir. büyüğü hiç değilsindir. anne ve babanın ilki olmadığın gibi; sonuncusu da değilsindir. ebeveynlerin işbilir tavırları senin üzerinde işe yaramaz... aradasındır... hani kurt puslu havayı sever ya! işte öyle ansızın ve muğlaktır herşey senin için.
Senin yapman gereken, fırsatları değerlendirmektir. Anne ve babandan bile özgürsündür yeri geldiği zaman.
nitekim, değerlidir.
hayatın içinde bir eylemdir. genelde de üniversite sınavı ile tebelleş olur ve gitmez. ilk zamanlar bunun acayip fiyakalı bir eylem olduğunu, hele ki kızların ilgisini çeken bir şey olduğunu düşünür insan. ergenlik işte... ne yaparsınız.
bi an vardır ki, bi kaç zaman dilimi içerisinde parmakalara ait ne kadar akrobatik eylem varsa kazanı verirsiniz. bir dagaldır. bir furya... geçiverir...
artık parmaklarınızda 17-18 yaşın hatırası takılmıştır. gayrı ne unutmak, ne de yenisini öğrenmek olası değildir.