sadece bir adet.
o da birinci sınıfta aldığım sanat tarihi dersiydi. dc ile geçmiştim. son sene ortalamayı yükselteyim diye aldım ve sınavlarına girmedim. seneye sırf bir ders için okula git gel yapacağım.
Alkol probleminin altında genellikle daha büyük problemler yatar. Bu problemlerle yüzleşip çözüm arayışlarına girilmeli. Aksi halde çözümsüzlük bu psikolojik problemlerin giderek büyümesine ve daha sık içmelere sebep olacaktır. Ayrıca sadece sabah akşam içen ve kanındaki alkol tükendiğinde eli ayağı titreyen tipler değil kontrolsüz içen herkes bırakmalı ya da azaltmalıdır.
Kesinlikle ben haftada bir iki, içiyorum diye kendini sosyal içici kalıbına sokma. Eğer içtikçe kendini durduramıyorsan ve ertesi sabah kalktığında ufak da olsa pişmanlık yaşıyorsan kontrolsüz içiyorsun ve bu giderek artacak.
referans olarak kullandığım fotoğraf siyah beyaz olduğu için renkler çok başarılı olmadı ama idare ediverin.
hızlandırılmış video: (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=8521Yxgeum0)
kendi yönelimi* ya da etik kaygıları sebebiyleyse saygı duymak dışında bir şey yapamayacağımız kişidir.
fakaat, bence hem kadın hem de erkekler için seks kişiliğin gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. para karşılığı girilen ilişkileri hariç tutuyorum*
rasyonel sebeplerle değil tamamiyle psikolojik sebeplerle ortaya çıkan düşmanlıktır.
bu filozoflardan biri de karısını boğarak öldüren althusserdir. ikinci dünya savaşında nazi kampına esir düştüğü dönemlerde kendini özgür hissettiğini çünkü annesinin orada olmadığını söylemiştir. sanırım kadınlarla ilgili problemler hem anne ile olan çatışmadan doğuyor.
düşünenlere alan carr'ı öneririm. internette pdf'ini ve videosunu bulmak gayet kolay.
kendinizi tam anlamıyla hazır hissetmedikçe bırakma sürecine girmeyin kesinlikle. her başarısız deneme bırakacağınıza dair olan inancınızı sarsacak ve bir sonraki denemelerde daha da dirençsiz olmanıza sebep olacaktır. o yüzden ilk önce sigaraya olan psikolojik bağımlılığın üstüne gitmek gerekmekte zannımca.
ben kendimce şöyle bir yol izliyorum. şu dönem sigara içme alışkanlıklarımı gözden geçirme evresindeyim. eylülün ilk haftası bırakma niyetim var. o zamana kadar sigara içmeden yapamadığım şeyleri sigarasız da yapmaya gayret ediyorum. sigara ile özdeşleştirdiğim şeyleri sigarasız yapmaya alıştıktan sonra sigarayı bırakmak daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. örneğin artık yemekten sonra sigara içmiyorum. kahve ya da alkolün yanında olabildiğince sigara içmemeye çalışıyorum. tek zorlandığım nokta sabah kalktıktan sonra ve molalarda içmemeye çalışmak.
--spoiler--
kendini bilmez senaristlerce stannis baratheon'a kendi öz kızını yaktırdıklarında saçmalamaya başlamış ve hala kendini toparlayamamış, son sezonla birlikte sıvamaya başlamış seri.
--spoiler--
--spoiler--
senaristlerce mad queen evresine giden psikolojik süreçleri doğru düzgün aktarılamamış game of thrones karakteri. başta ballistaların rhaegal'ı kolayca avlamasına sinir oldum. ejderha derisi çoğu fantastik evrende en kalın zırhtan bile güçlüdür. e hadi madem bu evrende ejderha derisi büyük ballistalara karşı o kadar da dirençli değil diye kabul ettik bir şekilde. ulan bu daenerys neye güvenerek pearl harbor'daki japon pilotlar gibi -bir de bulutlu havada güneşi arkasına alarak- hepsinde iki atışta ejderhayı indirecek ballistalarla dolu koca filoya tam ortadan dalış yapıyor? hadi daldı nasıl sağ çıkabiliyor? gıcık oldum ya. golden company ile jon snow karşı karşıya gelince çok heyecanlandım ama 2dk bile olsun çarpışma göremedik bu lanet kadın yüzünden.
--spoiler--
dijital porfolyo sitesi. henüz yeni yeni başladığım dijital çizimleri, resimleri buraya koymaya başladım.
göz atmak isteyenler: (bkz: https://www.behance.net/burakzcicek)
herkes progressive rock dinlemeye pink floyd ile ve hatta the wall albümü ile başlar. sonrası dipsiz kuyu.
benimki ise daha ilkokuldayken, zamanında bir sevgiliye doldurulmuş romantik parçaların olduğu bir kasetin içerisinde bu parçayı keşfetmem ile oldu. o yüzden benim için, en sevdiğim grupların, en kıymeti albümlerinden bile daha manidar olan bir parçadır.
sanırım, limewire'da sevdiğimiz grubun şarkılarını tek tek indirdiğimiz ve karşı tarafa msn'den gönderdiğimiz dönemlerde güzel olarak kalan, artık kimle yapılırsa yapılsın aynı tadı vermeyen eylem.
yine de yakın zamanda, sayesinde led zeppelin'in down by the seaside parçasını, hüzünle dinlememe sebep olan insana buradan buruk bir selam ederim.
insanı çokça geren, zihinsel tüm konularda belirsizlik deryasında yüzdüğüm ve bir türlü çıkamadığım süreçte, bir kadına karşı hissettiğim yoğun hislerimi içerisinde bir satırda görünce hüzünden bir daha açıp okumaya bir süre cesaret edemediğim başyapıt.
''bense onun gözlerine muhtaçtım, bir bakışı yeterdi; felsefenin bütün müşküllerini, teolojinin bütün muammalarını çözmeme yeterdi. bir bakışı, diğer rumuz ve sırları alırdı benden, açardı.''
Günümüz gençlerinin her türlü ideolojiyi, felsefik akımı sözlüklerden, sosyal medyadan sığ ve yanlış öğrenme tembelliğinin kurbanı olan akımdır. Haliyle yalan yanlış öğrenilip tepkisellik boyutunda argümanlarla aşağılanmaya çalışılan akımdır.
bu muhafazakarların da 'vatan' sevgisi tamamiyle şirketler, holdingler, hoteller, bankalar, marketler, starbucks'lar, mc donalds'lar... bu kurum ve kuruluşlara karşı ne zaman sembolik bir tepki gösterilse, nasıl savunuya geçiyorlar*
üstüne anarko-primitivist abimiz john zerzan'dan bir alıntı yapayım*.
"özel mülke zarar vermek şiddet değildir. bir binaya ya da pencereye şiddet uygulayamazsınız. biz sadece insanları olanı biteni sorgulamaları için cesaretlendirmeye çalışıyoruz. neden insanlar sokağa çıkıyorlar ve bir şeyleri protesto etmeye, bir şeyler yapmaya çalışıyorlar? bu akılsız şiddet demek değildir. akılsızlık orada öylece oturmak, esrar içmek, mtv izlemek… sonra gidip bir iş bulmak ve sonrasında öylesine yaşayıp gitmektir. bana göre şiddet budur."
sevilesidir. niyeyse büyük meme pornografik, küçük meme estetik geliyor bana. hem kafanı küçük memeli kadının göğsüne dayayıp kedi gibi mayışmak daha eğlenceli.
kimse kimseye saygı duymak zorunda değil. lakin kimse kimseye karşı nefret söylemi üretemez.
nefret söylemi direkt olarak suçtur. ayrıca psikolojide homoseksüellik değil, homofobi hastalık olarak kabul edilmektedir. homoseksüelleri hiçbir psikolojik kurum tedavi etmez, çünkü hastalık olarak görmez. tedavi yaptığını söyleyen kuruluşlar da yasa dışıdır.
kimileri için geçerliliği olabilir şaka bi yana*
o değil de kent yaşantısının akışkanlığı, hızı, kalabalığı, iç içeliği falanını filanını hesaba katarsak herkesin metrobüs aşkları, bulvar, cadde aşkları oluyordur herhalde. aşk yakıştırması işin espirisi tabii, hoşlantı diyelim. öyle bir hoşlantı ki yanınızdan geçip gidene kadar sürer ya da metrobüs cevizlibağ'da kapılarını açana kadar... zalım kent yaşantısı.
neyse durun konuyu kitaba bağlayacağım.
geçenlerde yine okula mı ne gidiyordum sanırsam, metronun arka dörtlü koltuğunda aşağı yukarı benimle aynı yaşlarda minyon, sevimli mi sevimli bir kadın var. Elinde de 300-400 sayfa kalınlığında bir kitap. Tabii ki bakışma pek olmuyor, malum karşı taraf kitap okuyor. Ben de her durakta yavaş yavaş bu dörtlü koltuklara doğru ilerliyorum, kitabın ismini öğrenir oradan muhabbet kurarım belki diye.
Neyse benim dörtlü koltuklara ulaşmama tam 1-2 durak kalmışken, kadın kişisi kitabın kapağını kapattı, çantasına doğru koymak için kitabı dik bir şekilde hafifçe havaya kaldırdı. işte o an dostlarım, kabak gibi atsız yazısını gördüm ve öğürerek insanların ayaklarına basa basa kaçtım oradan.
yani kısaca kitap okuma etkinliği tek başına bir şey ifade etmemektedir. önemli olan ne okuduğudur. ayrıca minyonların hemen sevimliliğine kanmayın.*