eksiksiz bir zihinsel yaşam sürdürürler. her sabah yedide kalkıp, kahvaltı yapar, dişlerini fı rçalar, giyinir, evine yakın hatta evinin bodrum katında bulunan atölyesine iner. öğle yemeğine kadar çalışır, yirmi dakikada öğle yemeğini yer. sonra da akşam yemeği gelir. ailesi varsa eğer daha uzun sürebilir akşam yemeği sefası. tek ise gene yirmi dakikada yer, işine koyulur. gece ikiye kadar çalışır sonra uyumaya gider evine. ertesi gün olur bunları tekrarlar.
çok ciddi bir zihinsel gerilimdir bu.
bulmayı hiç düşünmeden ve bulacağımı ummadan aradım, belki aramakta olduğumun bilincine bile varmadan gizli bir gece geçirmiştim;karanlık, gizli, ürpertici demek istiyordum ki bütün ömrüm bir tek karanlık gecede geçmişti.öyle sayıyordum. geçirdiğim bunca günler, bunca geceler, bunca haftalar ve aylar ve yıllar şimdi gerilerde kalmış bir tek gece gibiydi ve aramakta olduğumu bilmiyordum.
kimi zaman dört duvar arasında sıkışıp kalırdım, renksiz boyalı, kişiliksiz, dağınık, can sıkıcı duvarlar ve adi tahtalardan meydana getirilmiş raflardaki kapsız, eski püskü kitaplar... canım çekmeden alıp bakardım. kimi zaman güneş ışığına bozulmuş tozlu sokaklarda bir başıma yalnızlık duyguları boğazıma düğümlenmiş olarak ve nereye gideceğimi bilmeden dolaşırdım. duru, boş sokaklar hiçbir şey söylemezdi bana. ya da söylerse, söyledikleri beni kahretmekten başka bir işe yaramazdı.
içime doğru büzülür, yalnızlığımın derinliklerine doğru fırlatılmış olarak yağmurdan kaçışan insanların telaşıyla kalabalıkların anaforunda dönüp dururdum. açgözlülükle, müthiş bir oburlukla vitrinlere saldıran insanlar, hırslı atılışlarla trenleri, koca koca otobüsleri dolduranlar, bu itişip kakışan kalabalık, bu kargaşa benim dışımdaydı. bende kuyruklara girer, itişip kalkışarak bir otobüste yer bulabilmek için çırpınır, bir yerlere yetişebilmek, geç kalmamak için canımı dişime takardım. ekmek için saatlerce fırının önünde bekler, lokantalarda bir sandalye kapabilmek için gözümü dört açıp, titizlikle seçtiğim yemeğin gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. bütün bunların göze alınması gerektiğini bilirdim, göze alırdım. ama göze aldığım hayatın kaçınılmaz gerekleri diye saydığım daha doğrusu kendime öyle belletmiş olduğum bütün bunlar, basit bir kapı gıcırtısından daha mı önemli idi?
okuduğum bunca kitaplar bana cılız, işe yaramaz, dahası aşağılık ve iğrenç bir yaratık olduğumu aşılamaktan başka ne anlatmıştı? bütün ömrümü değersiz şeylere boyun eğmeyi öğrenmek için harcamışım gibi hissediyordum. tükenmekte olan yaz ayları sonunda, ağustos böceklerinin boşalmış kabuklarından yükselen o son çığlıkların insan üzerinde bıraktığı tuhaf kof etkilere benzeyen bir şey idi yaşadığım. gidiliyordu, sonra geri dönülüyordu, yeniden yürünüyordu, durup bakınılıyordu, yemek yeniyordu, sonra gene acıkılıyordu, uyanılıyor, uyunuyordu. bu muydu? bunlar için mi soluk tüketiliyordu, tüketiyordum? hırpalanıyor ve yaşıyordum? hayır, aradığımı söylemezdim, hiçbir şey aramamıştım çünkü. aç bir köpek gibiyim, yerleri koklaya koklaya dolanı ta ortalıkta dolanan, o kadar.
denizin tek hüneri şiddetli darbelerdir ve ara sırada olsa, kendini daha güçlü hissetme şansı. doğrusu deniz hakkında fazla şey bilmem fakat burada durumun böyle olduğunu biliyorum. ve yine, hayatta güçlü olmanın çok gerekli olmadığını fakat kendini güçlü hissetmenin önemli olduğunu, en azından bir kere bile olsa kendini tartmanın, bir kere bile olsa kendini insanın en antik koşullarının içerisinde bulmanın, ellerinizden ve kafanızdan başka size yardım edecek bir şey olmadan kör ve sağır taşla tek başına yüzleşmenin gerektiğini biliyorum.
hijyenik erkektir. sana git bacaklarını al demiyorum, ama nolur o koltukaltındaki kılları al. kıl erkekliğin bir göstergesi değildir azizim, fazlası temizlenmelidir.
hakkında gereğinden fazla eleştiriye maruz kalan dizidir. tamam sevmiyor olabilirsin, baymış olabilir ama sheldon cooper gibi bir karaktere çamur atamazsın. televizyon dünyasındaki en şeker karakterlerden birisidir. bunu inkar da edemezsin. kafa atarım, ateş açarım.
sigara içen herkeşin en az bir kere yaptığı eylemdir. kimse inkar etmesin, yeni başladığınızda sigaraya, çektirdiniz böyle bir fotoğraf. çok da havalı olduğunu düşündünüz. ama sonra anladınız ki çok saçma bir hareket. bir daha da çektirmediniz.
yalancı gebelik, hamileliktir. adet durur, karın şişer, süt üretimi başlar. saçmalığın daniskası. nasıl kafada kurmuşsa artık hamile sanıyor kendini, vücudu da ona uyuyor. allahın delileri.
bir süre kendine gelememesine neden olan anlardır. bir anımı anlatayım size çocuklar. eskiden kaldığım yurdun yanında bir cafe vardı. bir gün yemek yemeye gittiydik oda arkadaşımla. çişim gelmişti tuvalet gitmiştim. tuvalet unisex idi. neyse, kapıyı kitledim ben. işte çişimi yapıyorum falan sonra birden kapı açıldı. bir delikanlı idi kapıda şaşkın halde bana bakan. kapasana diye cırladım. öyle şok olmuştu ki çocuk donakaldı. neyse, sakince kalktım, sifonu çektim, ellerimi yıkadım ve dışarı çıktım. çocuk kıpkırmızı bir halde masada oturuyordu. benim çıktığımı görünce yanıma gelip özür diledi olur böyle şeyler sıkma canını dedim.
olmaz öyle şeyler. soğukkanlı davranmış olabilirim ama o an kadar rezil olmadım hiç ben. kapıyı tıklat önce bi! senin yüzünden ben kaç gün dışarıda tuvalete giremedim biliyor musun sen?
ne yaparsan yap susturamayacağın çocuktur. kardeşimden biliyorum. "beş dakika sus sana oyuncak alacağım. beş dakika sus sana on lira vereceğim. yeter ki beş dakika sus ne istersen yapacağım." bir süre sonra bilgisayar oyunlarıyla tanıştı, susar artık dedik. ama nerdeeee. fifa ya da pes oynarken sanki o spikermiş gibi anlatıp büyük bir heyecan, coşku ile oynamaya başladı. kısacası gene susmadı.
"no story lives unless someone wants to listen. the stories we love best do live in us forever. so whether you come back by page or by the big screen, hogwarts will always be there to welcome you home."
birinin ölümünü görmüş kişilerce görülebilen, sadece kemik ve deriden oluşan bir pegasus çeşididir. hogwarts'ta arabaları taşırlar. testrallerden ilk olarak the order of the phoenix'te bahsedilmiştir. luna ve harry görebilmektedir.
kara büyü ile canlandırılabilen, lord voldemort'un eski hizmetkarları olan ölü bedenlerdir. ismini yunan ölüm tanrısı olan hades'ten alır. hades'in bir diğer adı inferi'dir.
tekboynuzları olan atlardır. aynı zamanda harry potter and the philosopher's stone'da karşımıza çıkan bir yaratıktır. unicornların kanı çok değerlidir. kanını içen kişi hayatta kalır ama unicornlar çok cici, güzel, öldürmeye kıyılamayan canlılar olduğundan kanı içen kişinin hayatını lanetler. tam voldemortluk.
31 ekim 1492'de idam edilmiş gryffindor evinin hayaletidir. asıl adı sir nicholas de mimsy porpington'dır. boynuna 47 kez baltayla vurularak idam edilmiştir. lakin kafası tamamen kopmamıştır.
hagrid'in diagon yolu'nda okul alışverişinde harry'e aldığı baykuştur. çok zeki bir baykuştur. ne yazık ki avada kedavra lanetine maruz kalıp, hakkı rahmetine kavuşmuştur.
boynu insan baldırı kalınlığında olan voldemort'un evcil hayvanı. kılıktan kılığa girebilen bir yılandır. kafası gryffindor kılıcı ilen neville tarafından uçurulmuştur.
adını floransa'dan alan bir atadam karakteridir. harry potter ile yasak orman'da tanışmışlardır. harry'nin hayatını kurtarmıştır. güçlü ve asil bir atadamdır, çok severim kendisini. bi ara hogwarts'ta kehanet dersleri vermiştir. atadamlar da insanlarla ne işin var senin ulan it diyip dışlamışlardır.
zaman makinesi ile geleceğe gidip gördüğüm halimdir. sağolsun doktor çok yardımcı oldu. *
2013:
hacettepe dilbilimindeki ilk senem. ankaradayım. bolu ve istanbul'da yaşamış biri olarak çok gri geliyor bu şehir. ama zamanla alışıyorum. arkadaşlarım sağolsun, sevdiriyorlar bana ankarayı. okuldan öyle çok kişiyle tanışmıyorum, tanışasım yokmuş sanırım. yurtta kalıyorum her zamanki gibi.
2014:
okulda aynı bölümde olduğum yakın arkadaşım beyza ile yapracık'taki tokilerde yaşamaya başlamışım. erkek arkadaşımda istanbul'daki hayatına son verip ankaraya gelmiş. * ankara'daki hayatım güzelleşmeye başlamış. aşk hayatım ve eğitimim gayet yolunda olduğundan sanırım.
2018:
mezun olmuşum, akademisyen olmak için götümü yırtmaya başlamışım. aynı zamanda nişanlanmışım erkek arkadaşımla. tabii yaş olmuş yirmi altı bekleyememişim. ismi toygur. ingilizce öğretmeni. *
2019:
düğünümü ananemlerin yaylasında yapmışım. hep kır düğünü istemiştim. tabii işi abartıp yayla düğünü olmuş o. balayına da urla'ya gitmişiz. gelinliğim pek hoş gelmedi ama tabii şimdi zevkimle yedi sene sonraki zevkimin bir olması imkansız gibi. ama çok güzel olmuşum, maşallah tütütütü! kardeşim de sevgilisini getirmiş, babam onla dalga geçiyor. annem de kızı süzüyor, selam canım diyor. kesin beğenmedi kızı.
2021:
hamile kalmışım. allah belamı versin. çocuk mu sevmeye başlamışım da çocuk yapmaya karar vermişim, hüzünlendim. rahat bir doğum için yogaya gidiyormuşum. ba ba ba ba! karnımdaki canlı için spor yapmaktan nefret eden ben spor yapmaya başlamışım. olum ne tatlı anne olurum düşündüm de. *
2023:
ilk çocuğum olan miraya kardeş gelmiş, ismi deniz. şu an deniz ilk yaşını doldurmak üzere. kıvır kıvır saçları olan, tavşan dişli bir canavar. aynı benim çocukluğum gibi, çok yaramaz. mira biraz babaya benziyor. ikisi de gülümsediğinde tam bir japon oluyor. adli dilbilimi üzerine çalışmalar yapıyormuşum. kariyerim iyiymiş, hırslanmışım. ben evde çalıştığımdan bakıcıya da gerek olmamış. annem babam antalya'ya taşınmış, kardeşim de uçan arabalar tasarımı bölümünden mezun olmuş, hala düğünüme getirdiği o kızla birlikte. gelinin adı melis. mutlular.
bence ben de mutlu idim. sevdiğim adamla bir gelecek paylaşıyordum daha ne olsun. gene sonunu bağlayamadım. bir yazıyı sonlandırmak neden bu kadar zor sayın yazarlar? he?
Not:bebeğim bunu okuduktan sonra abooo diyip korkma sonuçta senaryo bu yani. *
çocukluğun taşrası, romantik balkondan seni yelpaze gibi açıyorum. eskiden
olduğu gibi sokakların terk ettiği ben, terkedilmiş sokakları inceliyorum.
düş darbeleriyle dövdüğüm küçük kent, kıpırtısız varlığından
beliriveriyorsun. köpüğün kıyısında uzun ve ağır adımlarla toprakları ve
otları çiğneyerek, daha yeni boyanmış bu gök altında büzüşmüş sen, bir tek
sen geceyi kaçıran taşlar atabilirdin. böyle yarattın kendini, yalnızlıkla
yoğrulmuş, iç sıkıntılarıyla yaralı, yürüyerek, yürüyerek kederli
kasabalarda. neye yarar eskilerden söz etmek, neye yarar unutuşun
çamaşırlarını yeniden giymek? yine de gölgen büyük ve kara, çocukluğumun
taşrası. büyük ve kara kasaba gölgen renksiz soğukluğun, kuzey rüzgarının
öpücüğü altında. ve güneşli, beklenmedik, tatlı günlerin de var bir başak
gibi sallanarak nemden çıktığında zaman. ah! suların yükselmesinin korkunç
kışı, babaannem ve ben titrerdik aklımızı kaçırasıya titrerdik. her yandan
yağan, kederli ve savurgan, bitmek tükenmek bilmez yağmur. haykırırlar,
ağlarlardı ormanlarda yitmiş trenler. rüzgarın çevrelediği tahta evler
çatırdardı. rüzgar şaha kalkmış ayaklarıyla pencereleri uçururdu, yıkardı
çitleri; şiddetli, umutsuz, arazi olurdu denize doğru. ancak tertemiz
geceler de vardı, güzel havanın yaprakları, kusursuz yıldızlar içine
sokulmuş karanlık gökyüzü. ağır kaldırımlarda, alacakaranlıkta ya da
unutulmaz sabahlarda genç kızı elinden tutup gezdiren aşık oldum. söylenmiş
onca sözcük nasıl anımsanmaz? çiçek gibi açılan öpücükler, dalgalanan
çiçekler her şey bitse de. fırtınayla yüzleşen ve acı kanatları altında
ağzını güçlendiren çocuk seni destekliyor bugün fırtınadan sonra büyük bir
ağaç gibi nemli ve sessiz memleket. gizli saatlerin elinden kaçmış, herkesin
tanımadığı çocukluk taşrası. son yağmurla ıslanmış yapı iskelesine uzanmış
yalnızlığın bölgesi, bir geri dönüş barınağı olarak öneriyorum seni ömrüme.