ulan türkiye diye bir ülke varsa hala o da kürt'ler sayesindedir. aklınızı başınıza alın ve susun. devlet adamı olsun, sanat camiasında olsun, iş adamları olsun aklınıza gelebilecek ilk on kişiyi sayın desem 7'si kesin kürt'tür. akıllı olun ve yalamaya başlayın.
vücudumun biyolojik saati bozuk. gecelerim sabaha çıkar. gece uyanır sabahları iple çekerim. en yakınımdaki markete koşup kasiyerle konuşmak için ekmek alırım..
-şifrenizi girin?
-iyi günler...
hava, toprak, su ve ateş uğramaz semtime...
yalnızlık sadece gece mi geliyor ansızın? ya öyle değilse..ya ben hep bu hisle yaşıyorsam? koca ömrüm küçük bir an'sızın mıdır?yoksa yaşamak o an'da yok olmak mıdır? o an...
birileri sabah namaz kılacak, kendine göre sevaba girecek diye toplumun tamamı sabahın köründe bir adamın mikrofondan arapça bağırtılarına maruz kalması ne kadar doğru bilmiyorum. ama ben öğrenciyim ve geç saatlerde ancak uyuyabiliyorum. elimde bir sabah uykum var onunda taciz edilmesine göz yumamıyorum artık.
bir de neden bu adamlar mikrofonla yapar bu işi irdelenmesi gerekir. hadi inandığın dine göre
minareden namaz saatlerinde ezan okuman gerekli, peki kabul edilebilir bir durum anlayışla karşılıyoruz ancak arkadaşım bunu neden mikrofonla yapıyorsun. 1600 yıl önce mikrofon mu vardı? namaz kılmak isteyen kurar saatini kalkar saatinde namazını kılar. bu kadar basittir. bak okuma demiyorum hobi olarak yine oku ancak o kadar insanın, çoluğun çocuğun rahatsız edilmesi hiç sevap değildir. ben mesela her sabah rahatsız edildiğimde küfür ediyorum. haneme günah yazılırsa öbür tarafta iki elim yakanda olacak imam bilesin.
tek başına olmak kişinin kendi tercihidir. kişi bilerek, isteyerek tek başınalığı seçmiştir. yalnız olmak ise kişinin tercihi dışında, rızası olmadan bir yalnız bırakılma halidir. yalnız olmak çoğu zaman acınası bir durum iken, tek başına olmak bir baş kaldırı, bir siklememe durumudur.
içkinin kana karışması sonucu hormonların olmadık şeyler istemesidir. bu isteğin o an aniden doyurulma gibi bir olanağı varsa eğer erkek kendini tanrı sanır. tanrısal bir sevişmenin kucağında kadın tapılası bir varlık olur.
sahipken değer vermediğimiz ancak bittiğinde yokluğuna bir türlü alışamadığımız ve hatta belli bir süre sonra katlanamadığımız şeylerdir. bu duygu insanoğlunun fıtratında var olan bir duygudur. hep geçmişe özlem duyarız, geleceğe karamsar bakarız. sahip olduğumuz hayattın içine kendimizi katmayız, hep başka yerlerde yaşanan hayatlara kendimizi ait hissederiz. sonuç; hep mutsuz, mutsuzsunuz, mutsuzlar...
yazmak bir rahatlama aracıdır. her bir tuşa dokunduğunuzda, yüreğinizdeki bam telleri titrer. yorulmazsınız çünkü karşınızdaki kişi, yani beyaz sayfa, dediğiniz her şeyi anlamakta ve hatta içses tellerinize çeşitli sinyaller göndererek size cevap bile vermekte, derdinize ortak olmakta, üstelik ikide bir sende de öyle oluyor mu? beni anlıyorsun değil mi? canını sıkmadım değil mi? yada çok zamanını aldım kusura bakma ya, senin de derdimle gerdim gibi cümlelerle karşı tarafın ilgisizliğine karşı samimiyetsiz zırhına bürünme gereği duymuyorsun. hem sonra beyaz sayfaya aktardığınız duygularınızı ve hatta dertlerinizi bile çok sonraları sevebiliyorsunuz, sahiplenebiliyorsunuz, piç kalmıyor bir zamanlar içinizi acıtan ve beyaz sayfaya kana kana aktardığınız duygularınızı.
bir gün gelipte camın kenarına düşen çiğ tanesi gibi, göz yaşlarımız vardı hayatımızda.
yanaklarımızdan süzülen yaşlar, daha dudaklarımıza gelmeden kavruluyor ve havaya karışıyor. ve biz garip bir ezginin içerisinde solfej anahtarı gibiyiz. ama bir farkımız düzenimiz yok!
usulca ilerlemeye çalışan bir zamana sahip değiliz aslında. hepimizde bir popülerlik ve birilerine ulaşabilme sevdası yüzünden, kişiliklerimizden kopma mevcut. yaşamımızın içerisinde yer verdiklerimizin izlerini ruhlarımızda hissetmemiz, insan oluşumuzdan. zaman ne kadar da acımasız. kötü hatıralar, tıpkı bıçak yarası gibi girişi ve çıkışı sorunlu. derin.
kitlesel bir şiddetin içerisinde, pogo dansı yapıyoruz. arena da kendimizi diğerlerinin dişleri arasında, ezdiriyoruz. zamanın en büyük sorunu da bu kitlesel şiddet korkusu. nelere yol açtığını kimse farkındalıkla göremiyor. zamansız verilen kararlar, yaşamımızın etkilenmesine ve istenmeyen edinimlerin cereyan etmesine sebep veriyor.
kadınların genelinde mevcut olan ezilmişlik duygusu ve ezen erkek hastalığı kitlesel bir nevrozdur. erkeklerde mevcut olan ezme duygusu, toplumsal bir anomalidir, bu yönüyle giderilmesi güç bir nevrotik durumdur. bunların çözümü maalesef çok güçtür. bugün kü hastalıklı toplum yapısının farkındalığı, cehennemdeki azat edilme süreci ile aynıdır. dini bütün bir insan için geçerli olan bu cehennem tassavuru aslında insan beyninin açık bir tezahürüdür.. farkında olanlar ise araftadır.
arafta durmak zordur. bir misina ile, parmak üzerinde oklavayı dik tutma oyunu gibidir. kendini toplumun jokeri olarak görenlerin içerisinde, misket ile kuyu oyunu oynamaya benzer hayat. genelev gibi olan demokrasi, bir çoğuna yataklık ediyor bugün. her devlet kadar tanımı olan demokrasi ile, her insan kadar olan insan tanımı araftakiler için bir kaosu oluşuturuyor. bir mutsuzluk ve kabus oluşturuyor yaşam onlar için. ve gün, güneş şavkımadan, karalar düşürüyor umutların üzerine.
hayatın en kalifiye soytarısı olan insanlığa hüzünle, çocuklarımızın renkli dünyalarını koruyalım biat kültüründen uzak bir halden bataklık'tan
feminist örgüt femen sitesine üstsüz fotoğraflarını koyduğu için şeriat kanunlarına göre ya recm edilecek, ya kırbaçlanacak ya da taşlanarak öldürülecekmiş. ama ahlak koyucular(!) taşlanarak öldürülmesini daha mantıklı buluyorlarmış. üstsüz fotoğrafı değil de vücuduna arapça yazdığı sikiyim sizin ahlakınızı mesajı tam bir devrimci, bir kendi olma, bir başkaldırıdır. dünya üzerinde 2 milyona yakın kadın bu kıza destek vermek için çeşitli organizasyonlar yaparken türkiye'deki kadınlardan hiç ses çıkmaması enteresandır. ayrıca; üstsüz fotoğraf çekerken kitap okuması ve sağ elinde sigara olması bana ortadoğu afroditini hayal ettiriyor.
savaş çoğu insana belki ölümü, yok etmeyi anımsatır. fakat savaş deyince ben gerçekten ölümü algılamıyorum. daha fazla yaşamı algılıyorum. çünkü dünya gerçekliğinde bu böyle oldu. birebir içine katılınca, görünce, yaşayınca insan daha iyi anlıyor ki; aslında savaş ve yaşam kavramları bizde at başı giden kavramlardır. savaş biraz yaşamı yaratıyor. çünkü ölü bir insan gerçekliği var... iradesiz, kendini örgütleyemeyen, kendini bile inkar eden bir insan gerçekliği var. eğer bugün soluk soluyabiliyor ve özgürlük mücadelesini yürütebiliyorsak bu savaşla yaratıldı. ve bu savaşta verilen büyük bedellerle yaratıldı. bu değerler kolay elde edilmedi. bu nedenle savaşın aslında yaşamla, kendini yeniden var etmeyle, kendini küllerinden yaratmayla iç içedir. savaştıkça kendini bulmayı, kendin olmayı kazanıyorsun. sitemin sana verdiği özelliklerden, alışkanlıklardan, değerlerden uzaklaşmayı, kendinle bir olmayı, kendi köklerinle buluşmayı, ve gerçekten ucuz ve sıradan bir yaşamı değil de gerçek bir yaşamı, özgür bir yaşam algılayışını yaratıyorsun. savaşın böyle bir gerçekliği var. bu temelde savaşa yaklaşmayı ve anlam vermeye yaklaşmaya çalışıyorum. yaşadığımız dünya çok vicdansız bir dünya. bir sistem yaratılmış ve bu sistemin sahipleri, bunu yaratanları, sürdürenleri kendileri dışında hiç bir yaşam alternatifi tanımıyorlar. ya onlar gibi olmalısın ya da yaşama şansın yok. insanlara nasıl düşüneceklerini, nasıl yapacaklarını, nasıl giyineceklerini, nasıl yiyeceklerini, nasıl içeceklerini, hangi olaya, hangi olguya nasıl bakacaklarını aslında veriyorlar. müthiş bir kontrol sistemi oluşturmuşlar insanların üzerinde. bir denetim mekanizması var. yani insanların beğeni ölçülerine kadar bir etkide bulunuyorlar. biyo-iktidar düzeyi üstünde bir iktidar kurmuşlar ve bu iktidar düzeni derinden sorgulamayan, bunu aşmaya çalışmayan, bu sistemin dışında bir yaşam arayışı olmayan hiçbir insan aslında bu sistemin dışında bir şey yaratamıyor, kendini var edemiyor.
ama sunulan ne olursa olsun, güçleri ne olursa olsun, ellerindeki imkan ne kadar olursa olsun biz bu özgürsüzlük durumuna, eşitsizlik durumuna, adaletsizlik durumuna boyun eğmek zorunda değiliz. bu anlamda savaşı kan, ölüm gibi algılamak aslında bir yerde yok olmaktır.
devlet bahçeli'nin, 23 mart 2013 mhp bursa mitingi'nde, kalabalığın "vur de vuralım öl de ölelim" sloganına karşılık bilinçsizce sarfetmiş olduğu söz. bahçeli'nin acilen türkiye halklarından özür dilemesi lazım bunlar bir milliyetçi insana yakışan şeyler mi? milliyetçi insan vatansever insandır. vatanın üstündeki halka ''vurralım, kıralım, öldürelim'' demek değildir. hem milliyetçiyiz dersiniz hemde etnik bölücülük yaparsınız. kimi vuruyorsunuz lan? o kadar kolay mı bu? yetmedi mi o kadar kan size? yeter artık barış olsun.
bir derdiniz bu kalmıştı lan. 30 senedir süregelen bir silahlı mücadeleyi adamlar kardeşlikle, birliktelikle, ülkeyi kimseye böldürtmemekle, barışla son veriyor gerizekalının biri de çıkıp ama türk bayrağı da olaydı eeiydi diyor. olum bırakın şu bordo klavyeciliği. yeter göbeğinizi kaşıyarak atıp tuttuğunuz lan. madem öyle aha bende soruyorum neden cumhuriyet mitinglerinde kürt bayrağı yok? e hani kardeştik, e hani cumhuriyet bizi birleştiren güçtü? noldu sizin ki muz cumhuriyetçiliği mi yoksa pardon o zaman.
iki kelimeyi bir araya getirmekten, savunduğu düşünceyi temellendirmekten aciz insanların başvurduğu sıvışma yöntemidir. bir nevi ulu önder atatürk'e de hakaret etmektedirler. atatürk bu günleri görseydi utanç duyardı yarattığı gençlikten.
kürtçe teşekkür ederim demek. ama bugün banu güven'den duymak beni kendisine bir kez daha aşık etmiştir. o ne güzel bir spas dıkım demek öyle, o ne güzel sevimliliktir öyle, o ne güzel çekingenliktir öyle... spas dıkım derken sanki tüm beyaz türkler adına günah çıkartıyordu.
dünya tarihindeki ilk tanrılar kadınlardı. insanların yerleşik hayata ilk geçişleriyle birlikte ilk dinler de ortaya çıktı. ilk dinlerin temelinde kadınların doğurmaları, ölü gömme adetleri gibi sebepler vardı. tabii bunların altında da başka nedenler vardı. örneğin ölü gömme adetleri de, ölenlerin pis kokmalarından yaşayanları rahatsız etmelerinden, hastalığa sebep olmalarından ve benzer sebeplerden ortaya çıkmıştı. bu ilk dinlerin tanrıları da kadındı. bilimsel bilgiden yoksun olan o çağ insanları için tek yaratıcı kadındı çünkü... kadın doğuruyordu, yeni bir can çıkarıyordu ortaya. yaratıcılığın imgesi kadın oldu böylece. kabile yaşantısındaki din adamları da kadındı. çok uzun zamanda bu böyle devam etti... erkekler ilk olarak kadın kıyafetleri giyerek din adamı olabildiler ve ayinlere katılabildiler. (günümüzdeki modern dinlerde de din adamlarının etekli olan kıyafetleri o zamanlardan kalmıştır.) önce din adamlığı kurumunu ele geçirdiler. sonra da tanrıları erkek yaptılar. modern dinlerin hepsinde tanrı erkektir, cinsiyeti yazmasa da..
kör insanlar bile bilgiye erişebilmek için türlü çabalar sarfedirken.. yaşın almış başını gitmişken ve üniversite okumuş mezun olmana ramak kalmışken egitilmemis, iki kelimeyi bir araya getiremeyişini, kendi soyledigini önce kendi anlamayışını bırakıp, insanların seni anlamadigi icin onlari ayrica kiyasiya elestirmeye kalkmanın tek bir izahı var cahilsin lan hemde kör cahil,seri cahil!!!!
biri yasayla adam öldürür, diğeri ölmemek için öldürür.
biri çogunluk, diğeri azınlıktır.
biri yasa koyar kendi ihlal eder, diğeri yasa koymaz vicdanen hareket eder.
biri güçlüden yanayken, diğeri ezilenden yanadır.
ve çoğu zaman kimin devlet yada kimin terör örgütü olduğunu karıştırırsın.
yarın newroz..bu ülke çok ağladı, çok çekti, çok kan gördü, çok cenaze kaldırdı. niçin, neden diye sormuyorum bile.
şu türk, beriki kürt, ötekisi ermeni, laz, çerkez diye birbirimizi yiyip bittirdik. birbirimizin hayattından en güzel anıları cesetlerle örttük.
çocukalarımızı şiddetle, nefretle, kinle büyüttük.. farkında bile değildik onları zehirlediğimizin. hayatlarını çaldık.
acımıza adam akıllı bir isim bile koyamadık.
ve; ilk kez barışa bir yarın kadar uzakken yersiz kinimizi, öfkemizi ve kaygılarımızı bir kenara bırakalım. yarın ki newroz bir kardeşlik bağının simgesi olması dileğiyle hepinizi öpüyorum...