sayfadaki her gönderiyi, (tepkiler hariç) her yorum yazanı şikayet etmek farz. bunun gibi iğrenç insanlar, kökü kurutulasıca şerefsizler aramızda dolaşıyor ulan.
".... O yıl olmasa da iki yıl sonra o eksik yere isminin baş harfini yazacağım biriyle tanıştım. Ben hiç böyle kaybolmamıştım her santimini ezbere bildiğim bu şehirde. Gökyüzünün bu kadar mavi olduğunu daha önce hiç farketmemiştim. Benim çayım hiç bu kadar şekerli olmamıştı. Ben hiç pazartesileri bu kadar heyecanla beklememiştim. Ben hiç ayakkabılarımın tozunu almamıştım. Bunların hepsini ben yaptım o da öyle bir iştahla yaptım ki yaptığım her şey de mutluydum. Bana bunları yaptıran kadın sonraları zamanımı değerli kıldı, pek geçmedi hayatıma ortak oldu, bir baktım sözler vermişim kimseye veremeyeceğim. Öyle anlamlı öyle anlatılmayacak kadar kifayetsiz biriydi ki. Zaten çok olmadı üç yıl sonra gitti, geldiği gibi gitti aniden. Gelişine de anlam verememiştim gidişini de.
Gittiği gün anlamıştım, denizin de kumsalın da dayımın da ne demek istediğini geç anlamıştım artık, Ben o b*ku biriyle yemiştim şimdi kimseyle yemeye midem almıyordu..."
sözlükte gece girilen entiri de verilen oy da çok değerlidir. bu yüzden entirilere verilen oylar iyi veya kötü iki çarpılsın, böylece gececi yazarları mükafatlandırırız. zall duy sesimizi.
Hamile kalan anne 9 ay sonra çocuğunu
doğurur,aradan zaman geçer ve çocuk konuşma
zamanına gelir vs ağızından ilk çıkan kelime "Dede"
olur.Bunu dedikten 1 hafta sonra dede ölür.Aradan
zaman geçer ve ağızından çıkan 2.kelime "Annane"
olur.1 hafta zaman geçer aradan ve Annane Ölür.Bu
durumu anlayan babasıyla annesi telaşlanır ve
çocuğun ağzından çıkan 3.Kelime Baba olur.Babası
ölceğini anlar sevdiği yakın kişilerden helalik ister
ama 1 hafta sonra karşı komşu Mahmut bey ölür.
Bir adam anlatıyor ve bir avukat dinliyor: Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik. Karım, her evlilik yıl dönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler, "Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri" derdi.. Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı. 97'nin bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim. Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece "Biliyorum" dedi. izmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim. Fotoğraflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim. A.R.K.A.S.I.N. Gerisi için yılları yetmemişti. Ama sanırım "Arkasına bak" yazmaya filan niyetlenmişti. Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu. Sonra bir şey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. inanabiliyormusunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı! Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı. 1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden şu sözler çıktı: "14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı Söylemene gerek yok, biliyorum..." 2002'deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor. içim acıyor şimdi. Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor.. Sadece paylaşmak istedim. Sana boş gözlerle bakıp seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et. Çünkü; Aşk sessiz, sevgi dilsizdir Gerçekten de hissediliyor, yanında yakınında olmasa bile, kilometrelerce uzağında olsa bile, sevmesini bildikten sonra varlığı da yokluğu da hissedilebiliyor.
Sokaklarda öğrenci var sendikalar var milletvekilleri var ama bir tek işci yok, o da nerde mi? çalışıyor güzel kardeşim, evine ekmek götürmek için kendi bayramında bile çalışıyor. işte türkiye bu kadar adaletsiz bir ülke
istanbul trafiğinin mucizelerinden sadece birisi.
yenilgiyi kabullenip çaresizlik içerisinde bir sonraki otobüsü beklemek yerine, şöyle hafif bir yürüyüş temposu tutturursanız siz de başarabilirsiniz bunu. hatta arada kendinizi şımartmak için bakkala uğrayıp çikolata bile alabilirsiniz.
Yenilmişsinizdir, kime veya neye yenildiğinizi bilmeden.
insanlar ve yapmacık tavırları sıkıcı gelmektedir.
Ne gidecek bir dostunuz vardır, ne omzuna yaslanacak bir sevgiliniz.
Kimse sizi arayıp sormuyordur, telefonunuz üç gündür çalmıyordur bile.
Saçlarınız yatmaktan ve havasızlıktan yağlanmıştır keza vücudunuz da öyle.
Ne yapacağınızı bilmeden, sadece ağlamak istersiniz.
Sözlüğün menfaati ve her yazara doğrudan şikayet hakkı verilmesi için gerekli olan durum. Yazar olan herkes anında olmasa da belli bir karma seviyesinden sonra gammaz olmalıdır.
Kapitalizmin kölesi olan edebiyattır. Yazma sanatı değilde içerik ön pılandadır. Nasıl yazdığın değil ne yazdığın önemlidir. Gazetelere kitap reklamı verilir mesela, en çok satanlar vitrini vardır kitapçılarda mesela, işte bunlar kapitalizm.
Yer: amfi.
Zaman: sikir et önemi yok.
Baş mal: tetristekiuzuncubuk
Dersteyiz ders o kadar sıkıcı ki anlatamam, ben de taktım kulaklığı muzik dinliyorum ama son ses, yani hiçbir sesi duymuyorum dışarıda olan. Muzik güzel ritim uyduruyorum falan o anda, öğlen yediğim nohutun etkisiyle "osurdum" bildiğin osurdum. Benim osurmam la sınıfın gülmesi bir oldu, lan ben nasıl terliyorum nasıl kendime küfrediyorum anlatamam. Ama sınıf ses duydu mu duymadı mı onu da bilmiyorum amk.
içimden yatay geçişle gideceğim yerleri bile düşünmeye başladım. Ddim çare yok birine çaktırmadan sorayım, Kendimi hafif hafif toplayarak ve utana sıkıla, yanaklarım kızarırken kısık sesle yandakine "olum neye gülüyorsunuz lan hehe" dedim, ben de gülüyorum her ihtimale karşı belli mi olur belki duymamışlardır. "Kemal espri yaptı ona" dedi yanımdaki, la ben nasıl mutlu oldum anlatamam, öyle böyle değil, eğitim hayatım kurtuldu lan. Neyse ben yaptım siz yapmayın gençler.
"Yoldan iki kişi çevirin, futboldan anlasınlar ama dünkü maçı izlememiş olsunlar, tek soru sorun "Dünkü maçta her takımdan birer kişi kırmızı kart gördü, sence bunlar kim olabilir?" Tek cevap alacaksınız "Melo-Emre". Ne Melo'nun yaptığı o şımarık hareketi ne de Emre'nin ucuz faullerle ve sinirine hakim olamayıp takımı yalnız bırakması affedilebilir, ikisi de yanlış yaptı ve cezalandırılmalıdır.
Her iki takımda da öyle oyuncular var ki bizim yüzyıllık kıtalar arası derbimize ihanet ediyorlar, kendi kişisel husumetleri doğrultusunda hareket edip taşıdıkları kutsal formaları kirletiyorlar. Bu sorumsuz hareketlerini her derbide utamadan sergiliyorlar! Bu oyuncular aynı tas aynı hamam olduğu sürece bu oyunculara derbi yasaklanmalı. Bu tür oyuncular derbilerde oynadığı sürece bizim derbi çirkeflikler derbisinden öteye geçmez. Hiçbir oyuncu beni derbi zevkinden mahrum bırakamaz. Kimse kendini taşıdığı formadan büyük görmesin!"
Kızın 0-12 yaş arası olduğunu bilmeyen liselidir. Üniversiteye geçince öğrenecek ama daha öğrenememişir. Zaten hayatındaki kadınlar komşu teyzelerden oluşmaktadır bu yüzden 12 yaşından büyüklerede kız der.
Bugün, Türk futbolu tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Bunun en büyük sorumlusu, bazı akıl yoksunu Trabzonspor taraftarlarıdır. O taraftarla bugün birçok insanın hem maddi hem manevi emeğini çalmıştır. Nasıl mı?
-Bugün o maça, belki cebindeki son parasıyla, belki de dişinden tırnağından artırarak gelen bir çok taraftar vardı, en başta onların emeğini çaldı, sözde taraftarlar.
-ilk defa babasının elini tutup maça gelen çocuğun futbol sevinci çaldı sözde taraftarlar.
-Binlerce insanın umutlarını çaldılar.
-Onlarca insanın futbol zevkini öldürdüler.
-Kendi takımlarının parasını çaldılar.
-Kendi oyuncularının emeğini çaldılar.
Çaldılar da çaldılar. Bugün onlar şanlı Fenerbahçe'ye küfürler edip, oyuncularını taş yağmuruna tuttuklarında aslında en büyük kötülüğü kendi kulüplerine yaptılar, işte Trabzonspor'un sözde taraftarları bunu anlamayacak kadar akıl yoksunu insancıklardır.
Bugün o sahada o olayların yaşanmasına izin veren her taraftar, dışarıda nefes almayı ve sahalara bir daha girmeyi hak etmiyor! Yetkililerin elinden geleni yapacağına inancım tam. Akil Trabzonspor taraftarıyla fair-play bir maçta görüşmek dileğimle esen kalın!"