doğum günü 24 ekim olan yalnız yazardır yani bu yazar aynı zaman da benimdir. o değil de iyi ki doğmuş olan yazarlardır. (bkz: kendi kendinin doğum gününü kutlayan yazar) kısacası durum bu kadar vahim, yalnızım dostlarım yalnızım yalnız...
benimki bugün olan hayata başladığımız gün. tam tamına 24 olduğum gün. "24" benim hayatımın dönüm noktalarında her zaman karşıma çıkan bir rakamdır. bu yüzden 24 yaşında hep hayatımın değişeceğini düşünmüşümdür, bakalım gerçekten de değişecek mi? bekleyip göreceğiz.
yaşlandığını görmemek için evinde ayna bulundurmayacak kadar ölüm korkusunu yaşayan ve ölüm korkusunu en iyi anlatan şairimizdir. "yaş 35 yolun yarısı" dedikten 8 sene sonra 46 yaşında hayata veda etmiştir.
"yalnızlıktan ölünür müymüş pehey" diye düşünürken son günlerde "evet lan, resmen ölüyorum." diye düşünmeye başladım. boş duvarların üstüne üstüne gelmesi, telefonunun gün içinde bir kere bile çalmaması, vakit geçsin diye tüm gün izlenen bilmem kaç tane film.. kedim bile terk edecek beni yakında.
muhteşem bir şeydir, ölmeden önce yapılması gerekenlerin başında gelmesi gerekir. ne zaman girsem sanki petrolün içinde yüzüyormuşum gibi gelir, sonra gökyüzüne bakarsın, milyonlarca yıldız. öylece yıldızları izlersin...
dünyada en çekilmeyecek olan erkek tiplerinden biridir. her şeyden şikayet ederler, devamlı mutsuzlardır. havanın çok sıcak olması bile onlar için en büyük sorun, mutsuzluk kaynağıdır. hele sevgilinizse hiç çekilmez, ayrılık sebebi olabilir.
insanların ne kadar vahşi bir yaratık olduğunun bir kanıtıdır. iki kuruş daha fazla para kazanmak için canları ölüm havuzuna kapatan insanoğlu, yunusların ölmelerini kendi çocuklarının gözleri önünde izlemek için üzerine para da verir. üstelik engelli çocukların yunuslarla birlikte yüzdürülmeleri zihinsel gelişimlerine de katkı sağlamaz. lütfen bu konuda duyarlı olalım. en azından (bkz: the cove) belgeselini izleyin, insanoğlu yunuslara ne gibi işkencelere maruz bırakıyor, görün.
her erkeğin hayatında en az 1 kere bu sancıyı çekmesini ve o malum günlerde erkeklerin bize karşı daha anlayışlı olmaları gerektiğini anlamalarını dilerdim. majezikmiş, apranaxmış hiç biri fayda etmez. her ay doğurmadığımız çocuklarımız için çektiğimiz çile bile kadınların tapılası bir varlık olduğunun göstergesi. not: bu bir feminist entrydir.
gözlerinin önünde annesinin ve babasının kavgasını izlemesi ve özellikle aile içi şiddete maruz kalmasıdır. o çocuk ömrü boyunca o günü unutmayacak ve ilerde kendi ilişkilerine de bunu ister istemez yansıtacaktır.
efendim, bir gün arkadaşın evinde misafirim. arkadaşımın babannesi yaklaşık olarak 100 yaşına gelmiş, yaşlılıktan gözlerine perde inmiş, 2-3 tel saçı olan kendi halinde bir teyzemiz. bir akşam salonda otururken babannemiz arka tarafta koltukta uyuyormuş. sonra sesimizden olacak uyandı. gözleri de görmediği için bana doğru yürümeye başladı. ben de yardım maksatlı kolundan tutarken teyze birden üzerime düştü! aman allahım, sanki üzerimde bir ceset varmış gibi hissettim! sonra böyle hissettiğim için utandım ama üzerimdeyken perdeli, mavi gözleriyle bana bakarken, ağzındaki tek dişi ve başındaki 2-3 tel saçıyla gerçekten zombiyle yanyanaymışım gibi hissettim. yaşlanınca hepimiz öyle olacağız tabi ki, ama gene de insan çok korkuyormuş, ben bunu gördüm.
her zaman "keşke bir kız kardeşim olsaydı" diye gıpta etmişimdir. özellikle yaş farkı da yoksa senin en yakın sırdaşın, en iyi alışveriş arkadaşındır aynı zamanda. hem de aynı zamanda 2 tane gardrobun olmuş olur, değişe değişe giyinirsin, mis.
kalın bacaklı kızların özellikle giydikleri hede. yapmayınız etmeyiniz, geniş paçalı ya da boru paçalı pantolonları giyseniz 2 beden daha zayıf gözükürsünüz benden söylemesi.
(bkz: the artist) siyah beyaz olmasına ve içinde tek bir kelime geçmemesine rağmen bütün duyguları izleyene geçirebilen bir film, izleyiniz efem. sadece köpek uggie'nin oyunculuk performansı için bile izlemeye değer.
Koskoca geçen 17 sene.. Tek yaptığın iş okula gitmek, derslerini dinlemek, ödev yapmak, sınavlara girmek. Bunları yapmak bile bazen zor geliyordu bize, yeri geliyor isyan ediyorduk. Şimdi önümde öğrencilik hayatımın kalan son 3.5 ayı ve sonrasında beni bekleyen hayat kargaşası. insan bu noktaya gelince kendini sorgulamaya başlıyor: "Öğrencilik hayatım boyunca neler öğrendim, kendime neler kattım, hayata dair ne kadar anı biriktirdim?" Eğer yapmak istediğin ve hala yapamadığın şeyler varsa bu yapmak istediklerini kalan son bir kaç aya sığdırmak istiyorsun ama gene de olmuyor, iş hayatına atıldığın zaman bunu gerçekleştirme olasılığının çok düşük olduğunu bildiğin halde.
Asıl zorluk şimdi başlıyor. Tam da bu zamanlarda "iş bulabilecek miyim?" sorusu beynini kemirmeye başlıyor. Ya iş bulamazsam, ya bütün emeklerim boşa giderse? Ve etrafındaki bütün insanların da aynı durumda olduğunu fark etmeye başlıyorsun. Herkesin kafasında aynı düşünceler, her sohbetin sonu "Acaba istediğimiz işi bulabilecek miyiz?" sorusuyla bitiyor artık.