katatonianın my twin ve july adlı kliplerinin yönetmeni. özellikle my twin klibinde coşmuştur kendileri. bir parça bu kadar iyi anlatılabilirdi. keşke türkiye de böyle klip yönetmenleri bulabilsek.
cıa ajanlarının lsd adlı sentetik uyuşturucuyu denemek amacıyla, bu uyuşturucu maddeyi 1951 yılında fransız köyündeki insanların ekmeğinin içine koymaları ile köydeki bütün insanların sabah kalktıklarında delirmeleri sonucu o ekmeğe verilen ad.
deneyin abd özel operasyonlar birimi tarafından yapıldığı öne sürülmüştür. deneyin amacı ise lsd adlı uyuşturucu maddenin verilen insanlarda bir süre sonra sorgulama yeteneğinin kaybolması ve her söyleneni yapıp yapmadığının gözlenmesi.
çok dikkatimi çeken ve bir o kadar da güldüğüm bir olaydır. günlük yaşam koşturmacası içinde amacı biryerlere yetişmek olan yetişkin bir insan ile onun elinden tutmakta olan üç ile beş yaş arasındaki çocukların konusu olduğu bence komik olan durumdur ayrıca.
genelde yetişkin insanlar başka birşey düşündüğünde veya acelesi olduğunda yanında ki çocukları da kendi gibi yetişkin zannederek yürürler. dört yaşında bir çocuk ile yetişkin bir insanın adım büyüklükleri de birbirinden farklı olduğundan, yetişkin insan normal yürürken yanındaki çocuğun ona yetişmesi için bayağı bir efor sarfederek koşturması gerekmektedir. oysa ki tam tersi olması gerekmekte ve yetişkin olan insanın çocuğun ufak adımlarına eşlik etmesi gerekmektedir.
bu yüzdendir ki ne zaman bir yetişkin yanında ufak bir çocuk görsem dikkatimi çeker koşturmaları. normal adımlar atan bir anne ve ona yetişmek için koşturan bir cocuk.
üniversite hayatım boyunca tanık olduğum bir durum. birbirine tezat iki durum olarak değerlendiriyorum ya da bana öyle geliyor. çünkü, benim bildiğim nargile sefası yapılırken bir taraftan da dostlarla muhabbet edilerek güzel bir sohbet ortamı oluşur. fakat bu tür ortamlarda bir taraftan şağdan soldan takıp takıştırılmış üçüncü sınıf müzik aletleriyle müzik yapmaya çalışan bir grup, ki bu genelde grup olmaz elinde bir gitar ile eller havaya diye bögüren bir gitarist olur, ve bir de arkadaşlarıyla muhabbet etmeye çalışan insanlar oluyor. tabi o bögürtünün içinde insanlar nasıl muhabbet edebiliyor hep merak etmişimdir.
mekanların bir özelliği de içkisiz olması. içki içmeden çoşan insanlar mı istersiniz, o gürültüde muhabbet etmeye çalışırken karşısındakinin söylediklerinin hepsine he he diyen insanlar mı istersiniz, elinde nargile halaya kalkanlar mı istersiniz, neler oluyor neler.
yani kısacası yurdum insanı karıştırmayı o kadar çok seviyor. nasıl bir zamanlar bir doktorun hem diş çekmesi, hem sünnet etmesi, hem de dahiliyeci olması gibi. artık lokalleşmenin farkında olmayan insanlar omaktan çıkmalıyız. nargilenin yanında üç beş kişi de canlı müzik için gelir diyor araya birde canlı müzik sıkıştırıveriyor. sonuç ne oluyor tabiki ne nargile içmeye gelen nargileden bir zevk alıyor, ne de canlı müzik hatırına gelen canlı müzikten zevk alıyor.
dizi izleyen insanların dizilerde oynayan oyuncuları kendinden bir insanmış, bir arkadaş, bir akraba, hatta evin bir üyesiymiş gibi hissetmeye başlaması.
misalen ben geçen gün kate'i (evangeline lilly) reklamlarda gördüm, azımdan kaçan cümle;
+ aaaaaa bizim kate bak la reklamda oynamış...
niye ben heyecan yapıyorsam, kadın zaten ünlü dizide oynuyo, ilk defa mı televizyonda görüyorsun. sanırım sahiplenme olayını biraz abartmışım.
galatasaray üniversitesi iletişim fakültesi'nden mezundur kendileri. şairin ölümü adlı hasan helimişi'nin hayatının anlatıldığı belgesel film ile tanıdım kendisini. ayrıca daha önce çekmiş olduğu ''terk'' ve ''şuursuzca'' adlı iki kısa film, ''dün, başka yerde'' ile ''ana-oğul'' adlı belgesel filmleri de vardır.
bir dönem avrupalı insanların çok merak ettikleri ve imrendikleri osmanlı padişahlarının haremleri hakkında kendi kafalarında kurukları yanlış dünya.
avrupalılar tarafından osmanlı haremi sadece sex oyunlarının döndüğü, padişahın fantezilerini gerçekleştirdiği bir cennet bahçesi gibi görülmekteydi ve hala da böyle. harem içinde neler yaşandığından da pek bi haberi olamayan avrupalı insanlar haremi tamamen kendi hayal gücünü kullanarak kendi eserlerinde yazdıkları görülüyor.
haremler osmanlının o dönemin ihtişamlı gücünü de yansıtmakta olduğundan, avrupada kendini osmanlı padişahları gibi hissetmek isteyen bir çok zengin insan kendine harem kurmuştur.
bugün avrupalılar tarafından anlatılan harem hikayelerinin çoğu uydurmadan ibarettir. haremler hala kapalı bir kutu gibi gizemini de hala korumaktadır. belki de bu yüzden bu kadar ilgi çekiyor olabilir.
bing arama motoru ana sayfasında bulunan sanatsal değeri yüksek fotoğraflar. dikkatle tarafımdan takip edilmekle birlikte büyük hayranlılk duymaktayım.
önce türk telekomun cem yılmaz ı reklamlarında oynatmasıyla başlayan bir reklam atağı olduğunu düşünüyorum ülkemizde. ülkemizde faaliyet göstermeye başlayan yabancı bir şirket öncelikle reklamlarında çok sevilen birini reklam yüzü olarak seçiyor.
bunlardan biri de vodafone şirketinin orhan gencebayı bile reklamlarda oynatması.
kız düşürme heyecanından olsa gerek ki, yanlış yazılmış bir başlığa sahiptir. yazarın eli ayağına dolaşmış olabilir. kız deyince akan sular duruyo heralde.
şu an muzdarip olduğum, insanı son derece rahatsız eden yutkunurken yutkunulan şeyin (genelde tükürük) boğazdan geçerken ağır vasıta gibi davranması, büyük ihtimal faranjit teşhisi konulur ya da psikolojik derler psikologların ağına düşürürler insanı, xanax müptelası olursun şu fani hayatta