bilgisayar oyunlarının yerini tutmasa da, sega genesis konsolunun, unutulmaz oyunudur. diğer adı, streets of rage dir. alev çıkaran koca göbekli herif, seni uğraştırır ama, hönk diye düşürdüğünde feci zevklenirsin.
insanın, başına gelmesini istemediği, kötü bir aksiliktir. günlerce, kılık kıyafet yerinde, gayet göz alıcı, karizmatik bir halde sokağa çıkmışsınızdır ama, bir allah'ın kuluna rastlamamışsınızdır. her zaman çakmak gazı doldurduğunuz çakmakçı bile görmez de, en dandik halinizle, kırk yılda bir sokağa çıkarsınız ve olmadık insanlarla karşılaşırsınız.
bu, platonik aşk olur, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınız olur, müdürünüz, öğretmeniniz, iş başvurusu yaptığınız biri olur, herkes olabilir. saçlar dağılmış, size en yakışmayan pantolon üzerinizde, hırkanız sarkmış, sapsarı suratla kaçacak delik ararsınız. özellikle, alışveriş merkezi ve fuar gibi yerlere aman dikkat. moda dergisinden fırlamış gibi gidin. aksilik bu ya, yine kimse görmeyecektir ama paspal görünmekten iyidir.
**
adı nalan olan çok yakın bir arkadaşı veya sevgilisi tarafından, eksi oylanan yazarın hayret dolu ifadesidir. bu hareketi, nalan'a yakıştıramamıştır.
pire deyip de geçmeyen insanların meselesidir. çünkü, pireye pire demezseniz, çoğaldıklarını görürsünüz. tozlu yerlerde olurmuş bunlar. pire varsa, toz da vardır. tozları görmek gerekir. yorganı yakmak iyidir. temiz yorganlar var, ucuz ucuz. yak gitsin.
otel, pansiyon gibi konaklama yerlerinde, erken saatte olduğu için, yataktan fırlandığı gibi yetişilmesi gereken kahvaltıdır. tatilin ilk gecesi geç yatmış, sabahın ilk saatlerine kadar tepinmiş tatilciler, ertesi gün, yatak kıyafeti olarak kullandıkları buruş buruş buruşmuş şortları ve tarak değmemiş kafalarıyla kahvaltıya koşarlar.
büyük bir tesisse, 150-200 metre yol tepen vardır. gözler, aynen saray lokmasına benzer. önünüzden yürüyen turistin, sarhoş olduğunu zannedersiniz. uykusuzluktan sersem sepelek olmuş insanlar, çıt çıkarmadan, sadece pıtır pıtır ayak sesleriyle yürürler.
açık büfe kahvaltıysa, daha çoook çekecekleri vardır. bir dilim peynir için geze geze başları dönecek, iyice sersemleyecek ve evdeki kahvaltıyı mumla arayacaklardır.
**
çeşitli nedenlerle bilgisayar başında olamayan yazarların geçirdiği krizdir. bir yere gitmek zorunda kalan yazarı, içinden bir şey devamlı dürter. genelde, her gün entry girmeden duramayan yazarlarda görülür. gittiği yerden evine döndüğünde, üzerindeki paltoyu fırlatıp, bilgisayara saldıran yazarlar da vardır. işte, bu andan sonra, kendini kaybetmişçesine, arka arkaya entry girer. bu krizin sıklığı ve şiddeti, yazara göre değişir.
**
insanların iç yüzünü ve olayların perde arkasını görebilmenin önemini anlatan sözdür. "hayatta, hiçbir şey göründüğü gibi değildir" sözünü doğrular. dış görünüşe aldanmak, bazı insanların tüm hayatını etkileyebilir. olayları, yüzeysel görmek de fazlasıyla kayıp getirebilir. bu söz, hayattaki güzellikleri görebilmek anlamında da kullanılabilir.
kafa izni butonunun çalışıp çalışmadığını görmek için, 3 ay izin yazan yazardır. çalıştığını görmesi, 3 ay boyunca sözlüğe girememesine sebep olsa da denemekten kaçınmaz. butona tıklamaya bile cesaret edemeyenler için o bir kahramandır.
semt pazarlarında, ortaya dökülen indirimli giysileri, birbirlerinin elinden çekiştirmek de dahil, harala gürele dalarak seçen kadınlardır. giysi seçmek için adeta savaşırlar. ortadaki giysileri, sanki kepçeyle karıştırılmış gibi alabora ederler.
siz, bir keresinde, "ne oluyor burada?" diyerek, kafanızı uzatma gafletinde bulunmuş, uzattığınıza uzatacağınıza bin pişman olup, boyunuzun ölçüsünü almışsınızdır. güneş gözlüğünüz gözünüzden fırlamış, elinizdeki poşetin sapı kopmuştur. canınızı, zor atarsınız domatesçinin önüne.
**
tiyatroya, ortaoyuncular'ın amatör kolu olan nöbetçi tiyatro'da başlayan, "istanbul'u satıyorum" adlı oyunla profesyonel olan, 1966 doğumlu sanatçı. 1999 yılında, 33 yaşındayken kanser nedeniyle vefat etmiştir.
insanın, bazen kasıtlı olarak, bazen de vitrine bakarken aklına gelerek yaptığı incelemedir. önemli bir yere gidiyorsunuzdur. kıyafetinize bir göz atmak istersiniz. kadınsanız, rüzgarlı havada, saçınızın dağıldığından şüphe duyarsınız falan. hangimizin gözü, camdaki görüntüye ilişmedi ki?
vitrinde gördüğünüz, üstüne para verseler giymeyeceğiniz giysiyi, ilgiyle izliyormuş pozuna girersiniz. görüntüyü, bir türlü tutturamazsınız. bir adım öne gidersiniz, güneş vurur göremezsiniz. bir adım geri gitseniz, içerdeki adamla göz göze gelirsiniz. şekilden şekile girer insan. içerdeki adam, sırtını dönünce, aceleyle pozisyon alır ve kendinizi net görecek duruma gelirsiniz, heyhat, bu defa da yanınızda başkası belirir. tam zamanıymış gibi o da vitrine bakıyordur.
şimdiye kadar, hiç kimse, alıcı gözüyle, doya doya kendini izleyememiştir o camda.
her insanın başına gelen sıkıcı olaydır. cep telefonunuz, yanınızda değilse, zor atlatılır. aydınlıkta olsanız, görenin, deli diyeceği hallere düşersiniz. uzun süre duvarı sıvazlamak hiç hoş değildir. dar duvarlarda, duvarı çılgın gibi sıvazlamak, kısa sürede sonuç verir. uzun duvarlarda ise, önce sağ elinizi duvara yapıştırıp sola, daha sonra da tersini yaparak volta atarsınız. düğmeyi yakalayamayınca, avuçladığınız yerin bir karış altı veya üstünü hesaplamak ince iştir.
yaz mevsiminde, elinizin, duvardaki böceğe gelme ihtimali vardır. kışınsa, ayrı bir derttir. elinizin soğuk duvarda çıkarttığı, "pırss pırrrsss" sesi eşliğinde, eliniz buz gibi olmuştur. düğmeyi yine bulamadıysanız, duvara, şapala şupala giriştiğiniz de olur. kollar iki yana açık, koro yönetiyor gibi tuhaf görüntüler ortaya çıkar.
ışığı yaktığınızda, maden bulmuş gibi sevinir ve sönmeden kapıya varmak için dört nala koşturursunuz.
genelde, bir şey gizleyip, köşeye sıkışan insanın sözüdür. verecek bir cevabı yoktur ve çareyi, otoriter bir havaya bürünmekte bulur. suratında, öyle bir ifade vardır ki, dünyanın sırrını çözmüş bilim adamı edasıyla bakar. hem, beni de ilgilendirdi ki, soruyorum. "beni daha çok ilgilendirir" deyip morartılmalıdır.
fazla samimi olmadığınız kişilerin yanında telefonla konuşurken, telefonun yüzünüze kapanması utancını gizlemektir. telefondaki kişi, bütün hiddetiyle çemkirirken, zaten cevap verememiş, "evet, peki" gibi cevaplarla geçiştirmişsinizdir.durumu kimseye belli etmeden makul bir cevap ararken, "dit dit diiiit" sesiyle irkilirsiniz. karşı taraf, telefonu yüzünüze kapatmıştır.
yüzünüz, ateş gibi yanmaya başlar. telefonu, kulağınızdan çekmeden, "tabii. haklısın vallahi" gibi uydurma laflar söylersiniz. arada bir, yan gözle yanınızdakilere bakarak, bomboş telefona, "tamam canıııım, ben ararım seniii" diye rol keserken, yüzünüze sahte bir gülümseme oturtmak, işin en zor kısmıdır. yüzünüz, domates renginden sonra, pancara dönüşmüştür. zorla da olsa, bütün dişlerinizi ortaya sererek, "görüşürüüüz" deyip, sözde pür neşeyle , olayı sonlandırırsınız.
geldiği zaman gitmek bilmeyen misafirin gideceği zannedilirken, hayal kırıklığına dönüşen sevinçtir. hele habersiz geldiyse, sinirleriniz tepenizde, onu dinlersiniz. dolmuşlarda görülen, kafası sallanan oyuncak köpek gibi kafa sallamaktan, ense kökünüz ağrımış, içinize baygınlık gelmiştir. saatler geçmiştir, ama o, halâ ilk dakikadaki enerjisiyle konuşuyordur. yeni bir konu açmamak için, her kelimeyi seçerek konuşmaktan kafanız zonklamaya başlamıştır. gitsin diye gözünün içine bakarsınız.
sonunda doğrulur ve kalkacağını sanarak siz de hamle yaparsınız. ama o, bacak bacak üstüne atarak, koltuğa iyice yerleşir. on dakika sonra yine doğrulur. siz de doğrulursunuz. hayır, bu defa da sigara paketine uzanmıştır. daha sonra, iyice koltuğun ucuna gelir. artık gerçekten kalkacağını düşünürken, kemerini veya kazağını düzelttikten sonra koltuğa iyice gömülür. en ümitlendiğiniz an, ayağa kalktığı andır. bu kez de tuvalete gidiyordur. her doğruluşunda, öne doğru hamle yapmaktan, insan, kendini hacivat gibi hisseder.
nihayet beklenen an gelir ve kalkar. yarım ağızla "otursaydın" dersiniz ama kabul edecek diye de ödünüz patlar. gittiğinde, kafanız kazan gibi olmuş ve hop oturup hop kalkmaktan yorgun düşmüşsünüzdür.
avea reklamlarındaki, kocaman gözlü karakterlerden etkilenmiş ve geçim sıkıntısıyla kafayı sıyırmış, yeni hattına binbir ümit bağlamış insandır. bu yolla espri yapan ve kahkaha bekleyen kazık kadar insanların olması düşündürücüdür.
başlıklardaki, elli karakter sınırlaması nedeniyle, "giden bir kişiyi çekiştirirken, boş koltuğunu işaret ederek konuşmak" olarak açıklanabilecek ve bazı insanların, sık sık yaptığı harekettir. aynı ortamda bulunan, birbirine kızgın kişiler, diğeri ortamdan ayrıldığında, bunu yaparlar.
kızılan kişinin kapıdan çıkmasıyla, kalan kişi birden celallenir. "bu var ya, bu" derken, şahsın az önce oturduğu boş koltuğu göstererek, nefretini kusmaya başlar. "bu, insana günahını vermez" derken, bir de ayağa kalkıp, koltuğun önünde dikilmiştir. iyice galeyana gelmiştir, tutamazsınız artık. bu defa, sizin önünüze gelip dikilir. kalksanız olmaz, oturduğunuz yerden, kafanızı kaldırarak boynu bükük halde, onu dinlersiniz. "seni utanmaz seniiii" derken, size diyormuş gibi sinersiniz.
tekrar boş koltuğa dönüp elini kolunu sallayarak, yüksek sesle içini döker. siz de, ister istemez, onun gösterdiği boş koltuğa bakarsınız. anlamsızdır ama, gözünüz kayar işte.
insanın, şiddetle çarpmak istediği ama çarpamadığı kapı karşısında hayal kırıklığına uğramasıdır. bulunduğunuz yerde her şey tamamdır. söyleyeceklerinizi söylemiş, paltonuzu giymiş, burun havada ve yüzde yüz haklı durumda fiyakalı bir çıkış yapmak istersiniz. burnunuzdan soluyarak kapıya gidersiniz ve kapı, ya elinizden kayar ya da bir yere takılır, yavaşlar ve küçük bir dınk sesi çıkarır. işte o zaman, gidişinizin anlam ve önemi azaldı diye çok fena olursunuz. o anda en büyük hayaliniz budur. kapıyı, her yer zangırdayacak şiddette kapatmak ve galip çıktığınız tartışmaya muhteşem bir imza atmak.
geri dönüp çarpsanız, işin iyice cılkı çıkacağından, bunu da yapamazsınız. kapıdan çıkınca, güm güm yürümeyi düşünürken, adımlarınız yavaşlar, omuzlar çöker. aklınız, tartışmada değil, çarpamadığınız kapıda kalmıştır.
sevmediği komşuyla karşılaşmak istemeyen veya keyifsiz, canı sıkkın insanın yapacağı eylemdir. bir selamdır deyip geçilmemelidir. yarım saat laklak edemeyecek kadar üzgün ve belki de dokunsalar ağlayacak haldesinizdir. kendi katınıza üç basamak kalmıştır ve o bile gözünüzde büyüyordur. yorgun ve bezgin, merdiven çıkarken, dibinizdeki kapının tıkırdamasıyla ok gibi fırlarsınız. bir anda tazı gibi olmuşsunuzdur. alt kata inmek, her zaman mümkün olmaz. en üst kata kadar yolu vardır. komşu, birisiyle sohbete başlarsa, çatı katında çaresiz bir bekleyiş başlar.
sıkıntıdan, duvar dibine bırakılmış ve suları yere akmış çöp poşetini inceler ve diğer komşunun, omomatik kullandığına kanaat getirirsiniz. kapı önündeki ayakkabının kaç numara olduğunu tahmin etmeye çalışırken, o katta da bir kapı tıkırdar ve alt kata kaçarsınız. kolay değildir. ışık söner, yakamazsınız. öksürmek isteyip, öksüremezsiniz. karanlıkta fare gibi kalırsınız kısa sürse de.
bu azap dolu dakikalardan sonra, kendinizi jet hızıyla eve ettığınızda, önceki derdinizi unutmuşsunuzdur.