"aa bu sergiyi kacirmamalisin" diye tepinip durdu. süt dökmüs kedi bakislarini esirgemedi benden. neyi kaciriyordum? günün sonunda keske kacirsaydim diyecegimi bilemezdim. kabul ettikten sonra havaya sicradi. tavana degecek sandim, degmedi.
giriste önümüzü kesen garsonlarin ellerinde tuttuklari tepsilerdeki alkollü icecekler tek tesellimdi. köpek cantasiyla gezen bir kadin gözüme carpti. köpek adina üzüldüm bir an. ama hemen gecti. ellerinde sarap bardaklariyla gezen, şuh kahkahalar atan kadinlardan oldum olasi uzak durmak istemisimdir. onlarla ayni ortamda bulunmak gerilim filmi gibiydi.
"bu müthis tabloyu daha önce hic gördünüz mü?" diye seslendi yanimda duran kel adam. "gördüm" dedim. aslinda görmemistim. oradan hemen uzaklasmak isterken kendimi kel adamla birlikte tabloyu incelerken buldum. öyle kalakaldik. onunla beraber incelemek zorundaydim bu eşi benzeri olmayan nesneyi. ölmek istiyordum... ismail yk'yi özlemistim. acaba biraz ıkınsam stresten buharlasabilir miydim? uzun süren bir sessizligin ardindan iste o korktugum an gelmisti. "ne düsünüyorsunuz bu eserde?" dedi. "hmm" dedim. o an fonda requiem for a dream filminin soundtrack'i caliyordu sanki. "renkler... dogu bati sentez... özlem, hasret var. it doesn't matter for us, for me. some big okazyon, something like that" derken film koptu. gözlerimi hastanede actim. aman deyim, uzak durun...