kalpte sürekli bir sıkıntı hali. sanki küçük bir çocukmuşsunuz, bir suç işlemişsiniz ve suçunuzu her an anneniz öğrenecekmiş gibi kalbinizin sıkıştıran, hızla çarptıran, aşırı terlemeye yol açan, uykuya dalmanızı engelleyen, saatlerce bir yere gözünüzü dikip umutsuzca düşünmenize neden olan, tüm günlük işlerinizi aksattıran, özgüveninizi yerle bir eden, insanların bu tuhaf, endişeli halinizi fark etmesinden korkturan... ve bir hafta önce doktorumun teşhiste bulunduğu hastalık.
arkadaş ortamında oturmaktayız. televizyon açık. sanırım atv ana haber izleniyor. ben pek dinlemiyorum haberi, öyle bir kafamı çevirip ekrana baktığımda kanar yalar takla atabiliyor gibi bir şey okuyorum. lan dedim oha bu ne. kanar yalar. inanın bana iki saat düşündüm kanar yalar nedir diye. sonra jeton düştü bende. kanaryalar... hay allah...
kimi zaman ağrına gider adamın, arkadaşlarına yemeğe davet edilirsin, evde bir cümbüş, herkes bir yandan işin ucunu tutmuş, el birliğiyle masa kuruluyor falan. sonra sen eve yalnız dönersin. masa kurabilecek kadar yiyecek bile yoktur evde. ne gelen vardır ne giden. kimi zaman da yalnızlık öyle tatlı gelir ki. evin içinde salak salak dans edersin, kendi kendine konuşursun, çıplak dolanırsın, duş sırası beklemezsin, kimseye ev pis diye hesap vermezsin... ha bir de öğrenciyken yalnız yaşamaya alışmak vardır o da fenadır. arkadaşın gelir sende kalır bir kaç günlüğüne, son günler dayanılmaz olur. o uyanınca sen de uyanmak zorundasındır. kahvaltıyı birlikte yapmak zorundasındır. ilk zamanlar keyiflidir ama sonra gitsin istersin, gitsin de bir nefes alayım.
tercih yapmaya gittiğimde tercihlerime yazmayı unuttuğum, ardından sonuçlar açıklandığında benim puanımın 2 puan altında kapattığını öğrendiğim üniversite. nasıl unutuyorsam artık tercih etmeyi, neyin kafasını yaşıyormuşum lan ben. şimdi sınıf öğretmeni olmak yerine psikolog olabilirdim. vay be.
anlaşılmak istemeleri ki erkeklerin anlayıştan önce karşı tarafı dinlememe gibi bir özellikleri var. ki dinlemeden anlamak ne kadar mümkündür. bilemedim bak şimdi.
karşılaştığın kişi sana isminle hitap eder, samimi davranır, sen bir türlü ismini hatırlayamazsın. dostum, adamım gibi sıfatlarla seslenir, yanında biri varsa sessizce 'ya bu arkadaşın adı neydi?' diye sorar, işkenceyi bitirirsin.
bizim aramızda öyle aşk gibi bir şey olmadı ki. yani ben deli divane aşık olduğumu hatırlamıyorum. yani bizim aramızda aşk gibi bir şey olmadı ki. yani ben deli divane aşık olduğumu hatırlamıyorum. belki sözlerine devam etmiştir. ama karşı tarafın kafasında sürekli bu cümle döner durur, artık kalmanın bir anlamı yoktur.
hande altaylı'nın, geçmişinden kurtulmaya çalışırken bunu başarmanın imkansız olduğunu anlayan bir kızın hayatını akıcı bir dille anlattığı, son zamanlarda okuduğum romanı.