pek çok okulda fransızca ile beraber seçmeli ders olarak verilen derstir.
Fransızca ile karşılaştırıldığında çok kolay olduğu için genellikle bu dil tercih edilir.
onlarca gramer kuralı vardır. hele ingilizcedeki gramer kuralları ile karşılaştırırsanız fransızcayı öğrenmenin zorluğunu daha iyi kavrarsınız.
öyle ki, ingilizcede neredeyse bütün fiiller *, sonlarına -ed eki getirilerek geçmiş zamana dönüştürülürken,
fransızca da işler çok karman çormandır. etre ve avoir diye iki ana fiilin yardımıyla yaparsınız ve bunlardan hangisini kullanacağınız bazen cümlesine göre değişir.
başka bir zorluğu da le la les des un une gibi sözcüklerdir, bunları da kullanırken kelimelerin feminen mi maskülen mi olduğuna dikkat edersiniz.
ayrıca feci şekilde cinsiyet ayrımcılığı vardır bu dilde. eğer feminen bir sözcükse sonuna bilimum e, aksanlı e vs vs eklenir.
Tüm bunlar da demek olur ki, konuşma esnasında bütün bu kuralları saniyenin binde biri içerisinde düşünmeniz ve uygulamanız gerekmektedir.
sonuç olarak, fransızca her ne kadar çok güzel, asil, kibar ve kulağa hoş gelen bir dil olsa da, benim kişisel düşünceme göre bu dili akıcı konuşbilmenin iki yolu vardır:
Ya fransız olacaksınız, *
ya da uzun yıllar (mümkünse çocukken) fransa da yaşamış olacaksınız.
Hem hapşıran hem de çok yaşa diyen için zor bir durumdur.
ancak mantıklı ve objektif düşünüldüğünde hapşırık krizine giren vatandaşın karda olduğu anlaşılır; kendisine 23 kere çok yaşa denildikten sonra ömrü epey bir uzamıştır.
alerjik astımı olan insanların sık karşılaştıkları bir durumdur. özellikle ilkbaharda polenlerin de çıkmasıyla yaşam alerjik insanlar için çekilmez hale gelir. Öyle ki hapşırmaktan yorgun düşenler bile olur.
(bkz: 23 kere üst üste hapşırmak)
genellikle başımıza gelen kötü olaylardan sonra içten içe tanrıya sorduğumuz, anlamında bir parça kızgınlık, bir parça hayal kırıklığı ve büyük bir parça da mutsuzluk barındıran soru.
tanrı korkuları olmadığı için vicdanları dışında kendilerini frenleyecek bir şey yok
bu da onları daha tehlikeli kılabilir. ama buradan her ateist suçludur ya da er ya da geç işleyecektir sonucu çıkarılmamalıdır.
Tanrıya inanan insanların da bazen kendilerini kontrol edemeyip suça bulaştıklarını gayet net gözlemleyebiliriz.*
Ekonomi: Türkler yerleşik hayata geçmeden önce tarımla ilgilenmemişlerdir. Hayvancılık, el sanatları, demircilik, dericilik, dokumacılık gelişmiştir. Yerleşik hayatın gelişmesinden sonra tarım ve ticaret de önem kazanmıştır. Toprağa dayalı olmayan ekonomik etkinliğin belirlediği bu toplumsal yapı, eskiçağ toplumlarının çoğunda görülen kölelik kurumunun gelişmesini engellemiştir.
Dinsel inanış:
Türkler tarihte birçok dini kabul etmişlerdir. Orta asya türklerindeki temel inanç gök tengri dinidir. Bu dinde tanrı tektir. Ayrıca türkler anlamlandıramadıkları doğa olaylarına da saygı duyarlardı. Belirli dağlarda düzenli olarak kurban kesilirdi. Ancak bu saygı duyma keinlikle tapma anlamı taşımazdı.
Türklerin inanışı maddeden sıyrılmış tamamen ruha ve maneviyata yönelik bir inançtır bu yüzden puta tapmayla karıştırılmamalıdır.
Sosyal Yapı: Orta Asya türk tarihinde de toplumun temeli aile idi.
Aileler obaları , obalar oymakları , oymaklar boyları. boylar da bir araya gelerek budunu (kavimi) oluştururdu.
Ordu:
Mete Han'ın kurduğu Onluk Sistemdeki ordularda yabgu, tigin, tarhan, binbaşı, yüzbaşı ve onbaşılar komutanlık yapardı. Silah olarak ok ve yay, kılıç, kalkan ve deri zırh olarak kullanılırdı.
Orta Asya türk devletlerinde hükümdar olma şansı kaanın tüm evlatlarına tanınmıştır. Bu durum eşitliğin olduğu şeklinde yorumlanabilse de aynı zamanda taht kavgalarının çıkmasına mahal vermiş ve ülkeleri içten zayıflatmıştır.
Türklerin ilk yurtları Orta Asya; doğuda Kingan Dağları;ndan batıda Hazar Gölü;ne, kuzeyde Sibirya Ovası'ndan güneyde Hindukuş ve Karanlık Dağları;na kadar uzanan geniş bir ülkedir.
Tarihte en çok kavimler göçü ile bilinir bu yüzden avrupa tarihinde de çok önemli bir yer tutar.
orta asyada bir çok devlet kurulmuştur. Bu devletler bazen birbirlerine destek olmuş bazen de savaşmışlardır.
Devlet yönetimi:
Orta Asya Türk topraklarında ülke toprakları ülkeyi yönetenindi.
Ülkeyi yöneten hükümdara hakan, kağan denilirdi.
Ülke toprakları hakana ait olduğu için orta asya türklerinde mal paylaşımı ile ilgili düzenlemeler yapılmamıştı. *
Hakanın eşi hatun da devlet işlerinde hakana yardım ederdi. Kadının toplumda çok önemli bir yeri vardı. Devlet meclisine (toya) katılırlardı. Bazen elçileri kabul ederlerdi.
islamiyet sonrası tirk tarihinden farklı olarak kadınlara değer verilir, ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmazdı.
Hakanın hükmetme gücünü tanrıdan aldığına inanılırdı. Hakanın halkına karşı bir takım sorumlulukarı vardı: Halkının güvenliğini sağlamak, giydirmek, beslenme ihtiyacını karşılamak, sağlık sorunlarına çare bulmak.
Ayrıca hakan ülkeyi bazı töre kurallarına göre yönetirdi ve bu törelerin dışına çıkması kesinlikle yasaktı. *
her yıl büyük şölenler yapılırdı.