Mali Milli Futbol Takımı Kartallar takma ismiyle Mali'yi uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Mali, tarihi boyunca hiçbir Dünya Kupası turnuvasında mücadele edememiştir.
2005 Mart ayında Togo'dan yedikleri son dakika golü sonrası 2-1'lik skorla Togo'ya mağlup olmuşlar ve 2006 Dünya Kupası'na katılma şansını bu son dakika golü ile kaçırmışlardır. Bu olay sonrası başkent Bamako'da olaylar çıkmış ve birçok kişi de yaralanmıştır.
en önemli oyuncuları ; Frédéric Kanouté, Mamadou Diallo, Mahamadou Diarra, Mohamed Sissoko, Djimi Traoré, Cheick Oumar Dabo, Sidi Yaya Keita , Adama Coulibaly dir.
garip insanlardır bunlar. bankamatikte bir işlem yapmaları bi orgazm süresinden fazladır. siz arkada manyak olursunuz psikopat olursunuz ama bu sevişkenin umurunda değildir. hele en son işlemi bitip parasını aldıktan sonra bi 20 saniye bankamatiğin önünden ayrılmaz ki eğer orada da katil olmazsanız erdiniz demektir.
türk dil kurumu türkçesine göre pkk pe ke ke şeklinde okunmalıdır. ancak ülkemizde ısrarla pe ka ka şeklinde söylenmeye devam edilmektedir. hatta pe ke ke şeklinde söyleyenleri direk yaftalayıp pkk sempatizanı olarak suçlamaktadır. hatta ve hatta mardin de bir genç bir konferansta pe ka ka yerine pe ke ke dediği için de hakkında soruşturma başlatılmıştı. anlayamadığım pe ke ke ye pe ka ka diyerek aşağılanmaya mı çalışılıyor? yoksa tdk bu duruma neden müdahele etmiyor?
1900 lü yılların başında kurulan dünyanın en eski partilerinden biridir. milliyetçi bir kökene sahip bu kazak partisi ayrıca islami bir görüşede sahiptir. isimlerini kazakların atası alaş han'dan almışlardır.
spinoza'nın yazdığı, 5 bölümden oluşan kitaptır. bu bölümler ; tanrı hakkında, ruhun tabiatı ve kökü üzerine, duygulanışların kökü ve tabiatı üzerine, insanın köleliği veya duygulanışların kuvvetleri üzerine, zihin gücü ve insan hörgücü üzerine.
türkiye topraklarına yakın yada uzak olsun herhangi bir yerde kürtlerle veya kürtlükle ilgili bir durumda , bir protesto gösterisinde yada bir konferansta hemen bir tarafına birşey giriyormuş gibi haykıran elemandır. sanane kardeşim dünya üzerinde varlığını devam ettiren bir ırk kendi ile ilgili konuşamaz mı varlığını anlatamaz mı bu sana neden bu kadar batıyor. sen amerika'da türk günü yapıyorsun bir problem olmuyor ama o adam almanya'da kürt günü yapınca çığlıklar atmaya başlıyorsun. nedir problemin yani , neden bu kadar batıyor bu durum sana?
fenerbahçe'nin yeni sezondaki formalarıdır. dizaynlar yine muhteşemdir. klüp tarafından açıklanmamıştır henüz ama taipan'ın kuşları bilgileri vermişlerdir. ilk forma celtic forması gibi yandan çizgili sarı beyaz , ikinci forma chelsea'nin ligde giydiği fosforlu formanın biraz daha cancanlısı ve sonuncusuda tabii ki çizgili sarı lacivert. formaların sadece numunelerini gördüm ve gerçekten biz fenerbahçe taraftarlarına inanılmaz ürünler düşünmüşler. heyecanla piyasaya sürülmesini bekliyoruz.
Bu iliski zit karakterlerin çekimi olacaktir. Birbirini izleyen burçlar genelde çok farkli olup birbirlerinin eksiklerini tamamlarlar. ikizler zeki, hazır cevap, entelektüel ve burçlarin en hizlisidir. Siz Ikizler her seyden çabuk sıkılırsınız, hareket, is, aktivite ile dolu yasamaktan zevk alirsiniz. Değişken nitelik tasidiginiz için yeni sartlara adapte olma kabiliyetiniz inanilmazdir. Gazete, haber kanallari ve dergilerin haber odalari, tarafsiz bir sekilde gerçegin pesinden kosan Ikizler burcu insanlari ile doludur. Bilgi dolu olmaniza ragmen detaylara inecek vaktiniz olmadigi için o is çaliskan Boga'ya kalmaktadir. Siz disari çikmak isterken, Boga evde oturmak isteyecektir. Siz esneksinizdir ve duygularinizi açikça dile getirirsiniz. Boga ise inatçi ve içe dönüktür. Boga insani yaptigi ise tamamen konsantre olur ve sirasina göre, yavas ve dikkatli olarak isini yapmak ister. Siz ise bir çok seye dagilmis, hizli ve dikkatsizsinizdir. Hizli basdöndürücü hayat tarziniz bazen size bile fazla gelmektedir. Boga insani ile sakinleseceginizi düsünseniz de buna fazla dayanamayabilirsiniz. Boga'ya fazla itiraz etmezseniz size çok iyi davranacaktir. Buna ragmen sizin gibi biri ile birlikte olmaktan sinirleri bozulabilir ve tükenebilir. Size göre ise Boga ne zaman ne yapacagi çok belli ve çok tedbirlidir. Onun gücü dengeli olusundadir bu da size çok sikici gelebilir. Yatakta çok iyi anlasirsiniz. Boga yavas, duyarli, harika bir asiktir. Dikkatli, ilgili, düsüncelidirler ve seks onun için çok önemlidir. Onun ilgisini çekti iseniz çok sanslisiniz. Boga tam sadakat bekleyecektir. Siz ise bunu yapamayabilirsiniz. Beraberliginizin sansi yüzde ellidir. Iliskinizin basarisi birbirinizi ne kadar çok sevdiginize ve dogum haritanizdaki diger gezegenlerin konumuna baglidir. Ikinizde buna inaniyorsaniz devam etmelisiniz. eger yerinizde durmayi ögrenirseniz Boga sizi sakinlestirecek ve tatmadiginiz duygulari ögretecektir.
son günlerde daha bir göze çarpan olaydır. özellikle transfer söylentileri konusunda kendi milli takımımızı adeta piç etmiş durumdayız. diğer ülkelerde (fransa , ispanya , italya) milli takımdaki futbolcular hakkında transfer söylentileri adeta yasaklanmıştır. hatta futbolcuların transfer görüşmesi yapması kadro dışı bırakılmakla cezalandırılmaktadır. ama türk medyasına baktığımızda kadroda ki hemen hemen bütün futbolcular hakkında transfer dedikoduları dolaşmaktadır. hadi onuda geçtim kıymetli basın mensuplarımız oyuncularımızı şampiyonaya motive etmeyi bırakıp her fırsatta transferi sormaktadır. hadi futbolcuları da geçtim milli takımların teknik direktörü hakkında da sayısız transfer haberleri dolaşmaktadır. buda gerçekten takımın kimyasını bozuyor. buna en kısa zamanda bir çare bulunmalıdır.
inerken boğazından
ama hissedimsiz dudaklarında
bir damla ki
yüzyıl sonra aklına çarpıp
yuvarlanacak taşlar gibi. yine de alabildiğine yoğun.
asidyen bir tepkime hikayesinin kafatasında
dağılıp yeniden birleşmesi.
Öyle ki sadece birayı anlatsam, bir medeniyet tarihi çıkarmam gerekir herhalde. Uygar insanın tarihi aynı zamanda koca bir kafayı bulmanın tarihidir.
...0000 bin yıl sonra, 5 ekstra devirirken, hayatınızın gözlerinizin önünden cidden film şeridi gibi, ama farkı, anı negatif kareleriyle oldukça yavaş ilerleyen bir biçimde görmenizdir. Kafanızı çevirdiğinizde, görüntü sizi beş yüz yıl geriden takip eder.
Tütünü Kızılderililer icat eder. Dinsel törenleri için kafa çizdirici bir şeyler hani. Yoksa şaman transa geçtiği, son nesil marijuanna çeken, Bob Dylan eşliğinde totemik danslarla hippiliğin en uzun saçında yoksa çağında mı demeliyim, gibi geleceğin söylenmesi görevini nasıl yerine getirir. Tütünden kasıt sigaraysa bayağı seyreltilmiş. Sabah kahvaltısından sonra ancak küçük bir rahatlama sağlar. O kadar. 0.8 mg nikotin, 10 mg zifir biraz da asfalt falan. işlenmemişiyse ciğerinizi göğüs kafesinizden çıkarıp yere atacak kadar doludur. Marijuannayla, aynı kanlı ciğer sökümü olayını, sanal ama gerçeğiyle farksız yaşarsınız.
Afyon orta doğuya özgü. Daha olgunlaşmamış haşhaş kapsülü mucizesi. Hasan Sabbah müritlerine cenneti vaat ederken askerleri, .. yüzyıl sonra bir Yeşilçam filminde dirilip, Kara Muratın gözleri önünde, efendilerinin bir el hareketiyle artık kaç metreyse ordan atlıyorlardı. Adam ölüyor tabii.
Şarap bilmem kimin icadıdır. Ve ilk şaraptan yine bilmem kaç yüzyıl sonra Hayam;
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Şeklinde teraneler yazacaktı.
20. yy. sonu Türkiyesine ot, kürtler tarafından öğretildi. Benim kuşağımın bildiği kadarıyla. Çok daha öncesinde Sümerden artık süb-passionerler yapmış bu öğretim görevliliğini. Mersin sahilinde aylakça dolaşırken mutlaka biri sizi bulur; Abi ot var mı?- diye. Yoksa bir cigara.
70'ler punk, ülkesi ingiltere'den çıkıp Amerika'ya uğradığında aslında, LSD de biçim değiştirip mohikan tipi kızıl, yeşil, sarı rengarenk saçlarıyla gırtlaklarını yırtılarak şarkı söyleyen gençlerin asitlerine dönüşür. Aynı zamanın en favori drug ı. 100 mikrogramı bir iki burunluk kokaine neronlarınızda tur bindirir.
Amsterdam'da esrar içmek meşrudur. Hollywood filmlerinden çakma kocaman siyah güneş gözlüğüyle bir aynasız, elinizde üçlü bir sarmayla sizi yakaladığında, herhangi bir işlem uygulayamaz yani. Aynı şey türkiye'de olsa nezarethanede kıçınıza bir çift jop yersiniz.
Tinerse bambaşka bir olay. Tamirhanede araba kaportasının mat boyasını hazırlarken inceltilmiş tiner kullanılır ve doğal olarak da kafanız bir milyonu bulur. Ayıldığınızda bilgisayar başında klavyenin A tuşuna basmaya çalışan bir moron olarak bulursunuz kendinizi.
Amfetamin; nerotransmitter madde geçişini hızlandırdığı için, beyninizde balyoz etkisi hisseder, yerinizde duramazsınız. Noradrenalini sekteye uğratarak kafanızın içinde bir rock konseri yaratır.
Eroin tanrıyı bulmamanın en kısa yoluymuş, ya da kaybetmenin. Damardan aldığınız zehirle bir anda tavandaki floresan lambanın, beyninize düşen bir meteor olduğunu zannedersiniz. Hem de gerçek sıcaklığıyla.
Prozac; grunge rock'ın biyokimyasal temeli. Nihil davranış tableti. Elizabeth Wurtzel'in prozak toplumu adında bir kitabı ve bu kitaptan uyarlanmış bir filmi bile var. izlenesi.
Uzayıp gideceğe benziyor. Daha da uzayacak ama dışsal uyarıcılarla değil.Biyokimyamızın bizzat kendinin kendi için yarattığı içsel diğer uyarıcılarla. Yoksa hormonlar mı desek.
Dopamin- kalp atışlarını hızlandırıp kan basıncını yükseltir.
Serotonin-kan damarlarının kasılıp genişlemesi.
Tiroksin-yüksek enerji salınımıyla bağlantılı, hücre reaksiyon artımı.Vücut ısısının ter şeklinde bir çeşit dışavurumu.
Epinefrin-adrenalin-böbrek üstü bezlerinden fırlatılan bungee jumping hücresel varyantı.
Endorfin-ağrının şiddetini azaltmak, sinirleri uyuşturmak..Eroin bunun naylon kopyası hani. Hatta Tıkanma adlı kitabında Chuck Palahniuk, Victor Mancini'ye seks bağımlılarının aslında bağımlı oldukları şeyin endofrin olduğunu bile söyletir.
Seratonin mutluluk hormonu. 90'lar amerikası undergraund gay kulüplerinde ecstasy ile bol miktarda salgılandı. Salgılanmaya da devam ediyor. Ancak şimdi heryerde.
ister kabul edelim ister etmeyelim; uyarıcılar ve uyuşturuculara ihtiyacımızın olduğu bir gerçek. Yüz milyonlarca yıllık evrim bile bunu kanıtlar nitelikte. Ancak anlaşılan o ki, o, koca evrim, bize yeterli prozakları vermemiş, dışardan takviyelemeye mecbur bırakmış kendimizi. Yoksa dev içki endüstrileri nasıl ayakta kalır-hemde öyle böyle bir ayakta kalma değil hani-uyuşturucu nasıl pazar bulurdu. Şarap kendine neden şairler yaratsındı.
Ve işte isanın kutsal kanı şarap
Muhammet şarabı yasaklar, kabedeki putları teker teker yıktırır, seksi ailenin mahremine kapatır. Orijinal bir şey değil daha önce de benzer vakalar görülmüştü. Ama merak ettiğim; Muhammet'in sadece bunları yapmasıyla bizim onu bilip bilmeyeceğimiz veya deli olarak bilip bilmeyeceğimiz. Oysa Muhammet bu kadarla kalmadı. insana bir tanrı verdi, Musa gibi, Davut gibi. Yetmedi cenneti vaat etti.
Elinde çekiciyle yerkürenin tabanını zorlayan Tor
Zeus'u kandıran Hera..
Tanrı kimin icadı bilmiyorum. Otoriteler- artık kimse onlar- Akhen Aton adında bir firavundan bahseder. Çok tanrılığın kökeni bilinmez ama tek tanrılığın tarihsel kaynağı bu adamın yazdırdığı tabletlerdedir denir. Musa'nın bu tabletlerden kopya çektiği bile söylenir. Ancak neandertal insan fosillerinde bile ötedünyada kullanılacak bazı eşyalar mevcut. Ölümsüzlük düşüncesi o derece eski yani.
Yücelttiğimiz içgüdü, güdü, dürtü adı her neyse, yoğunlaşmış duygu yığını. Bernini'nin heykelleri, Goya'nın tabloları, Cemal Süreyya'nın şiirleri, Hayyam'ın teraneleri, Shekspear'ın oyunları, Hugo'nun romantik romanları, Dylan'ın sözleri mi desek şarkıları mı, Pixies'in gürültülü rock'n grungesi-Mozart'a laf etmiyorum tabii-, Stanley Cubrik'in filmleri, Sinan'ın camileri..
Neden peki? Ölümsüzlük istencinden mi. Olabilir. Neronlarım mezarda solucanlarla boğuşur ama aklım yarattıklarımla yüzyıllara uzanır eğilimi mi? Biraz öznel olacak ama yeterli değil bana göre.
Uygarlık, sanki dışımızdaymış gibi, bize kendini ürettiriyor. Pek çok geri dönüşle hen de. Moğolları hatırlamak yeterli olur sanırım. Buna rağmen genel değişim doğrunun (+) ucundan yana. Gökdelenler yapıyoruz, koca fabrikalarda kocaman kocoman makineler üretiyoruz, sibernetik, aslında olmayan ama oldurduğumuz sanallıklar yaratıyoruz.
Uygar insanın saplandığı, içinde bütün sinir hücreleriyle, ben ve bizin çarpıştığı o koca irin batağı.
Ben; narsizm, sadizm, vahşilik, ego değil tam olarak id, libido, evrimsel hayatta kalma içgüdüleri,şiddetin tarihçesi, sosyallik-cinsel olabildiği ve çıkar sağlanımını gerçekleyebildiği kadarıyla-türün devamlılığıyla ilgili özellikle dişil koruma(yeni doğanlara yönelik). Biz; karşıt yırtıcılar,besin, barınma ihtiyacı ve yine türün devamlılığı, dolayısıyla doğa tehtidi nedeniyle köşeye sıkışmış birey birey ademoğlunun toplamı.. Uygarlıksa, virgüllerin kesişimi, ilkel benden, bizle çarpışmadığı sürece vazgeçiş. Yeni ben ve biz ortaklığı..
Sorun şu ki; medeniyet biz uğruna benin bir bölümünü kendi lehine dışsallaştırmaya çalışıyor. Yüzde büyük bir ihtimalle de başarılı oluyor hani. Bu da bireyde benin kendine yabancılaşıp, uyumlu davranış takviyelemesiyle yeni uygar benliği yaratıyor. Ego. Tam da burada, varolma şeklimiz olan uygarlığın bizzat kendisi, kafatasımızın altında bir yerlerde, bu sebeple müthiş bir gerilime neden oluyor ve bu gerilim sayesinde kendini üreten kısır döngünün mutlak enerjisini buluyor. Var olabilmek için sahip olduğumuz vahşilikleri, bilincimizin bir köşesine itiyor. Yok edemiyor çünkü bu, tek tek her şeyimizin kodlanmış olduğu genetiğimizin yok olması, dolayısıyla da bizim yok olmamız demek. Oysa insanlık ne kadar uygarlığa muhtaçsa, uygarlık da aynı derecede insana muhtaç. Bu yüzden kendi için zaralı virüsleri bir yerlere tıkıştırıyor. Ve bu noktada neronlarımıza saklananlar edilgen bir biçimde kendilerini uyuşturucu, alkol, adranalin istenci; ya da etken medeniyet yararına, sanat üretme ve bir tanrıya sahip olma olarak dışavuruyorlar. Hepsi de bireysel veya toplumsal halisülasyonlar yaratıyorlar. Yaratmak da zorunda. Yoksa hayatımız Kafka’sal bir korkunçluğa dönüşürdü. Bir sabah sancılı uykumuzdan uyandığımızda , devcileyin bir hamam böceğine dönüşmüş olarak bile bulabilirdik kendimizi. Uyuşturucu ve uyarıcılar-ki sadece dışardan aklıklarımız değil aynı zamanda inandıklarımız ve ürettiklerimiz de- bu korkunçluğu, bir nebze olsun yumuşatıyor. Kafasal gerilimimizi yatıştırıyor. Evrim endokrin sistemimizi yeterince mükemmelleştirememiş olmalı. Mükemmelleştiremediği derecede şu koca medeniyete sahip oluyoruz ya zaten.
bize bak.
bütün bir acının tekrar yinelenmediği
kameranın
diyarına doğru.
eger dolaşırsam
zamanın sınırlarında
ama öteye geçememe olasılıgıyla tabii,
boşluklara eğilip
sıcağı hissetmek ve teninde.
hem de yanarcasına duyduğun buz bloklarına
çarparak kafanı;
bir kan pompası var yerde
bin kafatası parçası
ve yerinden boşalmış ağır bir beyin
olanca ağırlığıyla..
mersin'in toroslar semtinde bulunan şahsımın mezun olduğu lisedir. bundan birkaç yıl önce öss'deki üstün başarısı ulusal gazetelere yansımıştır. üst düzey öğretmenlere sahiptir. ancak son yıllarda popüleritesinden dolayı eskisi kadar üst düzey öğrencilere sahip değidir.
ORTAÇAĞIN KAHRAMAN DANTESi NASIL MODERN DÜNYANIN AĞLAK DOSTOYEVSKiSiNE DÖNÜŞÜR
20. yy.
Makineler, fabrikalar, makine kırıcılar, maden işçileri, nükleer santral işçileri..
1.Dünya Savaşı, 2.Dünya Savaşı, gerçekleşmemiş bir 3.Dünya Savaşı
NASA, soyuz, sputnik, NATO, Avrupa Birliği, Hitler, SSCB, Nixon;
Yeni arabalar, yeni giysiler, yeni yaşam koşulları...
Sendikalizm, komünizm, kapitalizm, emperyalizm, nazizm, antifaşizm. Köşesini döndüğünüz her sokakta farklı bir izm tabelası.
Acayip bir yy. hani
Sanayileşmenin yerleşmeye başlamasıyla, hatta takım tezgahlarından üretim bantlarına geçmemizden bile önce, hayatımız ta en dibinden değişti. Yukardaki virgüller koca bir dünyayı ve ondan sonra gelecek dünyayı da değiştirdiğini gösteriyor.
Tamam kabul.
Ama benim bahsetmek istediğim, dolaylı olarak sosyoekonominin nasıl doğrudan vicdansal bakış açımızı değiştirdiği. Dikkat edin vicdani yeni değerler demiyorum.
Düzenin gerektirdiği biçimde sanayileşme, beraberinde uzmanlaşma denilen bir kavramı, günlük hayatın göbeğine yerleştirdi. Öyle ki bir tarım toplumunda yaşıyorsanız tarlanızı sürmek için bırakın herhangi bir okula gitmeye, okuma yazma dahi bilmeniz gerekmez. Ancak modern dünyadaysanız asgari düzeyde lise eğitiminizin olması gerekir. 19. yy.dan itibaren okur-yazarlaşma daha sonra okullulaşma çok daha sonra da üniversitelileşme oranı modernleşen toplumlarda hızla arttı. Artmakla kalmayıp toplumların geneline yayıldı. Çünkü en basitinden bir fabrikada çalışmak için öncelikle yapılacak işi bilmek değil, iyi bilmek gerekir. iyi bilmek kısmı uzmanlaşmanın şah damarı oluyor. Uzmanlaştırma işini de ilerleyen on yıllar içerisinde, usta çırak ilişkisi içinde ustalardan, okullar ve üniversiteler devralıyor.
Bu ise yetişkinliğe olanca hızıyla atlamak isteyen gencin, ailesinin çatısı altında, tarım toplumundaki ortalama bir gence göre daha uzun yaşaması demek. Çünkü ortalama beyin aktivitesi ve uzunca bir zaman gerektiren eğitim süreci, gencin hayatını, ailesinden bağımsız ikame ettirmesine elvermez. Dolayısıyla genç, eğitimi bitene kadar ebeveynleriyle yaşar. Babaannem çok demiştir -Eskiden sizin yaşınızda insanlar evlenir çor çocuğa karışırlardı- diye.
19. yy. ortalarından sonra Freud ve ardıllarından oluşan tayfa, ama özellikle Freud, psikanaliz denen bir yöntem ortaya attı. Bu yöntem; süperego-ego ego-id şeklinde çalışan davranış sisteminden bahsederken, kişinin bilinçaltı denen bir yere attığı özel ya da evrensel yaşantıları veya bastırdığı bazı içgüdülerin çok sonra sağlıksız bir biçimde yeniden ortaya çıkması ve buna neden olan olayın bulunup, kişiye bir şekilde kabul ettirilmesiyle ilgili. Hasta bunu kabul edebildikten sonra iyileşiyor.
Bu, şu anda üzerinde çalışılan konu için pek önemli değil. Zaten psikanaliz de artık ilk icat edildiği dönemki kadar rabet görmüyor. Ancak Freud bugün bile adı sıkça anılan biriyse, bu ünü, psikanalizsel diğer teorilerine borçlu. Özellikle de ego-süperego-id üçlüsüne. Dediği şu; insan, öyle kutsal kitapların bahsettiği gibi günahsız değil, evrimsel hayatta kalma içgüdüleriyle donanmış ortalama üstü bir yırtıcı olarak doğar. Bu içgüdülerse hayatta kalma ve neslin devamıyla ilgili; yani vahşilik ve cinsellik. Yine dediğine göre; medeniyet, kutsal aile kurumu eliyle bu dürtüleri bastırmak zorundadır ki devamlılığını sağlayabilsin. Çünkü aşırı derecede bencil ve vahşi ve sapık bireylerden oluşan bir toplum, toplum olarak varlığını sürdüremez. Kendini yer.
Aileyse bu görevi, ebeveynler ama özellikle de baba tarafından yerine getirtiyor. Bu noktadaysa ego-süperego-id üçlüsü devreye giriyor. Ebeveynlerin oluşturduğu otorite ve baskı bebek-çocukta süperego biçiminde içselleştirilip, en az bi 50.000 yıllık uygar insan denen herkesi ahlak, vicdan, tabu, animistik, totemistik, dinsel düşüncelerle yüklü hale getiriyor. Konu için önemli olan ahlak, vicdan ve tabu. Derin konulara girmeyelim. 10.000 lerce yıl medeniyet işte bu mekanizma sayesinde devamlılığını sağladı.
işin sanayileşmeyle alakasına gelince;
Sputnik, Nixon, üretim, okul, üniversite... aile çatısı altında en az 20 yılını geçiren genç...
Arada yaşam koşulları düzelmiş, ebeveyn başına düşen çocuk sayısı azalmış, çocuk başına düşen ilgi miktarı artmış, üzerine daha çok eğilinmiş..
Sonuç: Modern toplumun 20 yaşındaki ortalama bir bireyi ile 12-13 yaşındaki ortalama tarım toplumu insanının erişkinliğe yakınlık derecesi aynı.
Süreç şöyle:
Modern dünya çocuklarını erken yaşta hayata fırlatamıyor. Tabii uzmanlaşmadan kaynaklı evrensel zorunluluk nedeniyle. Aile içerisinde daha uzun süre yaşadığı için çocuk, daha uzunca bir süre ebeveyn basıncına maruz kalıyor. Ancak Freudun bahsettiği bu basıncın içselleştirilmesi, çocuk üzerinde 20 yıldan daha kısa bir süre etkili. Yani bebeklik ve bebekliğe en yakın yıllar daha önemli. Bununla birlikte modern öncesi toplumlarıyla kıyaslandığında modern çocuk, biyolojik ve fiziksel herhangi bir fark olmaksızın-tabii yaşam koşullarının düzelmesiyle sağlıklı beslenmeyi kıyaslamaya sokmazsak- psikolojik olarak daha uzun bir süre çocuk olarak kalıyor. Bunun başlangıçsal olmasa da sonrasal dinamiğini de 20. yy. da artık iyice düzene yerleşmeye başlayan eğlence sektöründe aramak gerekir sanırım. Gençlerin cep harçlıkları sektörün önemli geçim kaynağını oluşturuyor ve gençlerin genç kalması adamlar için önemli. Çocukluğun uzaması basıncın aynı olduğunu varsaysak bile içselleştirme verimini önemli ölçüde artırıyor. Kaldı ki aile basıncı da 200 yıl öncesiyle aynı değil. Bahsettiğim basınç dayak, işkence, kulak çekme.. falan değil.
Zamanı biraz daha geriye götürüp, Fransız ihtilalinden başlayalım. Konumuz burjuvazi ve soylularla ilgili değil. Ama diğer orta sınıflarla ilgili. Anahtar kelime bu defa orta sınıf.
Burjuvazi iktidar iplerini eline aldıktan sonra, diğer alt sınıflara ihtilal öncesi pek mümkün olmayan sınıf atlama imkanını veriyor. Her ne kadar zor olsa da hiç yoktan iyidir değil mi? Orta sınıflar dedik çünkü bir üste atlamaya en yakın onlar. Atlıyorlar da. Ama atlayamayanlar, kendilerinden sonraki nesli başarılı olmaları konusunda hatta bazen çok ileriye gidebilecek dikte yöntemleri uyguluyorlar. Resmen sonraki neslin üzerine abanıyorlar. Kendilerinin isteyip de başaramadıklarını, oğulların başarmaları yönünde ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Aşağılama, hoşgörüsüzlük, bir çeşit afrodizyak etkisi gösteren aşırı doz ilgi -kişiye aynı doz eroin verseniz, herhalde cehenneme tek kişilik damardan yolculuk bileti kazanır, ya da cennete- ağır dayatmalar, şahsın şahsiyetine uyumsuz şahsi beklentiler, bunun yanında aşırı aynı dozda koruma… Basınçtan kastım işte bu. Fiziksel bir şey değil, alabildiğine psikolojik.
Ve böylece oğulların da sınıf atlamak konusunda kafayı çizdikleri yeni bir dönem başlamış oluyor. Sınıf atlayanlar başarılı oluyor, geride kalanlar kaseti baştan sarıyor. Ortaya çıkan bireyse, kafasal sürekli ilerleme takıntısıyla başarıyı kucaklasa bile, doyumsuzluk hissiyle kendiyle yarışıyor.
20. yy. sanatlarının alayı bu dönüşümden doğrudan ya da dolaylı olarak bahseder. Picasso zamandan intikam almaya çalışırken, çizdiği resimler neden bir çocuğun elinden çıkmış gibi dersiniz? Özellikle edebiyatçılar, yarattıkları kahramanların rezilliklerini bağıra çağıra haykırmazlar mı, salya sümük ağlatırken onları, aslında ağlayan kendileri midir yoksa kendileriyle birlikte ağlayan koca bir nesil mi. Ya da Dostoyevski, Raskolnikovuna ev sahibesi kadını öldürtüp neden sonra adaletin adaletli ellerine teslim etmiştir sizce.. Süperego ve id arasında dengesiz bir egonun histerik hikayesi..Sartre anmaya bile gerek yok sanırım. Ya sinema ve onları izleyenler. Artık modern korku insanlığı korkutmuyor. Onun yerine izleyeni koltuğuna çivileyecek postmodern insan uzvu kesimi dalgası.Yeni dalgaya ne oldu ki. TESTERE kaç yüz bin kişi tarafından izlendi. Polisiye edebiyat ve onun seri katilleri peynir ekmek gibi satılmıyor mu? Sizce insanlık aşırı gelişmiş vicdan kisvesiyle kendine meşru doyumlar mı yaratıyor. Meşru kelimesinin altını çizeyim. Meşru olmazsa zaten vicdan azabından hali nice olur sonra
Sabahtan beri anlatmaya çalıştığım dinamik şu;
ÇOK FAZLA SÜPEREGO iÇSELLEŞTiRiYORUZ
Bu da bizi hasta ediyor. Obsesif, komplesif, depresif. Modern dünyanın her köşesini döndüğünüz sokaklarının ..izm tabelaları, postmodernin...sif tabelalarına dönüşürken, arada nevrotikleşiyoruz.
Nevroza, kapitalist örgütlenme biçiminin tıkandığı başka bir nokta mı demek lazım yoksa. Bir tür yapmama ya da yapamama hali. Gencin kendine güven kazanımının, ebeveynin aşırı doz eroini sayesinde sekteye uğraması. Deneyim ve sorunlarla baş etmek yerine tüm bunların aileye bırakılması. Özellikle anne, yeni dünyanın dokunulmaz tanrısı (tanrıça değil) bu görev için biçilmiş kaftan...
Şuç kapitalizmde mi yoksa annelerde mi?
Ve karşınızda daha ergen olan 30 yaşındaki yetişkin. Hayatını idame ettirmesi, ekonomik yönden değil ruhsal yönden zor gibi görünüyor. Ekonomik yönden değil dedim çünkü bu defa baba her şeyi düşünmüş.
Yada şuçlu olan babadır?
Ve hayat yap-bozunun eksik parçaları; para, eş, soysal statü, 2.yeni ev, fetişizm derecesinde marka tutkunluğu, çocuklar ile doldurulur, ki toplumumuz kişi kişi, birey birey kendini kotarsın. Kapitalist açgözlülük bu cümlenin tam ortası.
Ekonominin de işine geliyor hani. Bireyler eksiklik abidesi, aynı zamanda para ödeyip kendini tamamlamaya proglamlamış..işin sonu Orwelsal anti ütopyaya gidiyor,biraz da paranoya sezdim burada kesiyorum.
Ahlaksızca özgürlük istiyoruz, bağımlılığımızın kendimiz olduğunu bilmeden
Az miktarda özgüvenimiz,bir şeyler yapma enerjimiz, bununla birlikte fazla miktarda ahlak irinimiz, vicdan parçalarımız var. Gittikçe tanrısızlaşıyoruz, tanrıya ihtiyaç duymuyoruz çünkü. içimizde zaten yeterince varken gökteki daha soyut olanı ne yapalım ki.
bu başlığın aslı kürt sorununun bağımsızlık sorunu mu kültür sorunu mu olduğu sorunsalıydı. ancak 50 karakteri geçtiği için kısalttım.
türkiye'de bir kürt sorunu olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir. başbakanında kabulünden sonra arık bu sorun üzerine konuşmak çözüm önerileri sunmak şeklinde olmalıdır.
kürt sorununa çözüm önerilerini kürtlerin bakış açısına göre 2 ana kola ayırabiliriz. bağımsız bir vatan arzulayıp bunun için birşeyler yapmaya çalışanlar ilk kolu oluşturur. bu kolda sayabileceğim kardeşlerim bağımsız bir vatan arzusundalardır. bu vatanın sınırlarının türkiye toprakları içinde yer alıp almaması ayrı bir sorunsaldır. ancak bu vatan sınırlarının türkiye topraklarında yer alması durumunda savaş borularının öteceği aşikardır. bu açıdan bu iki ırkın bir savaş durumuna düşmesi ihtimali gözönüne alındığında bu çözüm önerisi pek mantıklı gelmiyor. bağımsız bir vatan arzusunda olanların bu durum karşısında alternatif bir çözüm öneriside türkiye'nin federatif bir yapıyo bölünmesi ve kürt illerinin kendi içerisinde özerk olmasıdır. milli güvenlik , hazine ve dışişlerinde merkezi coğrafyaya bağlı bir yapı içerisinde türkiye'nin kendi içinde 7'ye bölünmesi aralarında dtp'nin de bulunduğu bir çok kürt kurum ve kuruluşu ile aydınları tarafından savunulan bir çözüm önerisidir. bu alternatif ilk duruma göre akla daha yatkın ve daha gerçekçidir. kendi iç işlerinde bağımsız özerk bir yapı kürtlerin sorunlarını çözebileceği gibi kürt sorununuda tamamen prtadan kaldıracaktır. bunun ayrıca türkiye'nin otoritesini ve bağımsızlığını etkilemeyeceği kanısındayım.
kürt sorununa sunulacak son çözüm öneriside , kürt sorununun bir kültür sorunu olduğunu düşünenlerin çözüm önerisidir. daha barışçıl olan bu alternatife göre kürtlerin ayrı bir vatan kurması yada devletin üniter yapısının bozulmasına gerek yoktur. kürtlerin kendi kültürlerini ve geleneklerinin devamını sağlamak ve bunları yasal güvenceye almak kürt sorununun çözümü için yeterlidir. yani ülkede anadilde eğitim fırsatı verilmiyorsa bile kürtçe kurslarına gereken değer ve önem verilmelidir. türkiyedeki üniversitelerde kürt dilini geliştirmek için araştırma enstitüleri kurulmalıdır. bunların yapılması durumunda bir kültür sorunu olarak kültür sorunu çözülecek ve kürtleri istekleri yerine getirilecektir. bu durumda da kürt sorunu büyük bir ihtimalle çözülecektir.
islam'da Şakku'l-Kamer (Ay'ın bölünmesi) Mucizesi diye ünlü "mucize"yi birlikte göreceğiz: Kamer Suresinin l. ayetine, Diyanet'in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir:
"Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır."
Bu çevirideki "yaklaşır, ayrılır" ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, "geçmiş zaman" kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: "Yaklaştı, ayrıldı."dır. "Ayrıldı"yerine de ayetteki "inyakka" sözcüğüne uygun olması için "bölündü", ya da "parçalandı" demek gerekir. Diyanet'in çevirisi, burada, "akıl ve bilim dışılığı örtmek" amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler gözardı edilerek yapılmış bir "yorum"a, ibnü'l-Cevzi'nin yorumuna (Bkz. tefsiru ibnü'i-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, tefsircilerce kabul edilmez. (Bkz. M.Ali Sabuni, Safvetu't-tefisir, 3/284; Hizin, 4/226.)
Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur: "Kıyamet (sat) yaklaştı; ay bölündü :" Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: "Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: 'sürüp giden bir büyüdür.' derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur." (Kamer: 2-3.) Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi olarak, Ayın bölündüğü ve bu mucizeyi, inanmazların yalanladıkları" anlatılıyor. Bu ayetlerin anlattığı olayı aktaran hadislere bakalım.
Gökteki Ay mı, Arabistan'daki Hira Dağı mı daha büyük?
ilkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya saçma dememek gerek.Malik Oğlu Enes anlatıyor:
Mekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara ayı ikiye bö1ünmüş olarak gösterdi. Öylesine ki, onlar, Hira Dağı'nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı." (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'1-Menakib/36; Müslim, e's-Sahih, Kitabu St- fati'l- Münafdun/46-47, hadis no: 2802.)
"Abdullah ibn Mes'ud anlatiyor: Peygamberle birlikte Mina'daydık. Birden ay iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. işte o sırada Peygamber. Bakın da tanık olun!' dedi." (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e's-Sahih, aym yer, hadis no: 2800.) Düşünün. inanmazlar, Muhammed'den, peygamberliğini kanıtlamak için bir mucize istiyor. Tanrı da Muhammed'e güç veriyor. Muhammed mucizesini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların ayak bastığı, şu bildiğimiz ay, iki parçaya bölünüyor. Parçalanan Ay, yere düşüyor. Yeryüzünün ufacık bir bölgesine sığınıyor. Düştüğünde orada, kimseyi ezmiyor. Ay böylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, ayın iki parçası arasında gözükebiliyor! Ve düşünün: Böyle bir "olay"ı bile, Mekkeliler bir mucize saymıyor. "Olay"a tanık oldukları halde! Ve dünyanın her yanından gözüken şu ay, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse farkında olmuyor. "Olay"i ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed'in Sahabilerinden başka... Ayrıca: Ayın "bölünmesi", haber verilegelen kıyametin yaklaştığının bir kanıtı oluyor.
Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara "inanmak" gerekiyor. inanan inanır kuşkusuz. Kim ne diyebilir? Bizim burada yaptığımız şey, yalnızca bir belirleme ve sergileme, Şu da unutulmamalı: inananın nasıl inanma hakkı varsa, inanmayanın da inanmama hakkı vardır. insanoğlunun aklına, bilime özgürlük tanımak bunu gerektirir. insan, kınanmasız ve saldırısız bir ortam içinde insanlığına yakışır nitelikte geliştireceği düşüncesini, kişiliğini meyvelendirir. Bu köşedeki sergilemeler de bunun için...
Bakara suresinin 106. ayetinin, Diyanet'in resmi çevirisindeki anlamı:
"Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmezmisin?"
Çeviride "ayetin hükmünü" deniyorsa da, aslında "hüküm" yer almıyor. Yani doğrudan "ayetin kendisinin yürürlükten kaldırılmakta olduğu"ndan sözediliyor ayette.
Demek ki Kuran'ın "Tanrı"sı, yukarıdaki ayette şunu diyor:
-Zaman zaman ayet yürürlükten kaldırırız.
-Kimi zaman ayeti unuttururuz da...
-Bir ayeti yürürlükten mi kaldırdık ya da unutturduk mu; ya "daha hayırlısı"nı önünüze getiririz; ya da benzerini.
-Bilesin ki "Tanrı"nın gücü herşeye yeter.
Burada kimi ayetin yürürlükten kaldırıldığı, kiminin ise untturulduğu çok açık biçimde anlatılıyor. Yerine konanlardan kiminin daha hayırlı, kimininse benzeri olduğu da...
Ayet yürürlükten kaldırma, değiştirme
Nahl Suresinin 101. ayetinin anlamı:
"Biz bir ayeti, bir başka ayetin yerine koyup değiştirdiğimiz zaman -ki, Tanrı ne indireceğini iyi bilir-dediler ki :"Sen, yalnızca bir uydurmacısın. Hayır, onların çoğu bilmez."
Burada anlatılan bir ayet, bir başka ayetin yerine konuyor. Biri yürürlükten kaldırılırken diğeri yürürlüğe sokuluyor. Bakara suresinde de, burada da "Tanrı": "Biz yapıyoruz bunu" diyor.
"Nesh", Kuran'daki çelişkilere, Kuran yorumcularınca bulunan bir açıklama biçimidir. Hadislerdeki çelişkiler için de "nesh" ileri sürülerek açıklama getirilir.
Enfal suresinin 65.ayetinde "Ey Peygamber! inanırları, öldürüşmeye (savaşa) kışkırt!" dendikten sonra şöyle deniyor:"Sizin sabırlı 20 kişiniz, onlardan 200 kişiyi yener. Sizin 100 kişiniz, kafirlerden 1000 kişiyi yener. Çünkü onlar anlamayan topluluktur."
"Tanrı" burada, inanırları, kendilerinden sayıca 10 kat daha çok olan inanmazları yenecek güçte olduklarını açıkça bildiriyor. Ama daha sonra görüş değiştirmiştir. Bakın ne diyor:"Şimdi Tanrı sizden (yükü) hafifletti. Bildi-anladı (alimellahu)ki, sizde bir güçsüzlük vardır. Sizin sabırlı 100 kişiniz, onlardan (yalnızca) 200 kişiyi yener. Sizin 1000 kişiniz, Tanrı'nın izniyle, onların 2000 kişisini yener. Tanrı, sabredenlerle birliktedir. (Enfal, ayet:66 )
Bilindiği gibi "beddua"nın anlamı "kötü dua"dır. Türkçesi : ilenme ya da ilenç.
Aşağı durumda olan bir kimse, yukarıda olan birinden bir şey istediğinde, bir dilekte bulunduğunda "dua" denir buna. Kötü olanına da "beddua". Bu dilek yöneltildiği zaman, birinin kötü duruma düşmesi istenir. Bunu sağlaması için yukarıda olan birisinden, üstün bir güçten dilenir.
insanların "tanrı"dan, "üstün bir güç"ten dilekte bulunmaları doğal. Ama "tanrı"nın dilekte bulunmasına gelince, anlaşılır gibi değil. "Tanrı" her gücün , her şeyin üstünde görüldüğüne göre hangi üstün güçten dilekte bulunur? Gelin işin içinden çıkın!
Kuran'daki tanrının beddualarını akla uygun bir biçimde yorumlamaya çalışan Kuran yorumcuları çok zorlanırlar, işin içinden çıkamazlar bir türlü.
Kuran tanrısı en başta insan denen varlığa beddua eder:
-"Canı çıksın o insanın, o ne nankördür."(Abese, ayet 17)
Böyle bir beddua kimin için yapılır? Kuşkusuz düşman için. Demek ki Kuranın tanrısı insanı da düşman görüyor.
Sonra inanmazlardan özellikle kimilerini seçer, onlara beddua eder. Örneğin yahudileri, hıristiyanları:
-"Onları (yahudileri, hıristiyanları) Allah yok etsin!"(çev. Diyanet, Tebe, ayet: 30)
Allahın kendisi "Allah onları yok etsin!" diyor. Şaşılacak şey değil mi?
Tüm kafirlere, özelliklede bir kesimine:
-"And olsun ki ey inkarcılar ! Siz aykırı görüştesiniz! Bundan dönebilecek kimseler döndürülür. Boş sanıda bulunan, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın! (çev. Diyanet, Zariyat, ayet: 8-11)
-"Ey Muhammed! Onlara baktığın zaman, cüsseleri hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof kütükler gibidirler. Her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar. Onlar düşmandır. Onlardan çekin Allah canlarını alsın Nasılda aldatılıp döndürülüyorlar!" (çev. Diyanet, Münafıkün, ayet: 4 )
Burada da Allah, münafıklar için beddua ediyor.
-"Çünkü o düşündü, ölçtü, biçti! Canı çıkası ne biçim ölçtü biçti! Canı çıkası sonra yine ne biçim ölçtü biçti! (çev. Diyanet, Müddessir, ayet: 18-20)
Hadislerde, Kuran yorumlarında belirtildiğine göre, burada kınanan, beddua edilen kişi, Muğire Oğlu Velid'dir. (Bkz. F.Razi, 30/198-202) Aynı kişi için Kalem suresinde de sövgüler yer almış, en sonunda "piç" anlamında "zenim" denmiştir. (Bkz. Kalem, ayet:8-13, Celaleyn, 2/230 ve öteki tefsirler).
- "Ebu Leheb'in elleri kurusun! Ok olsun malı ve kazndığı kendisine fayda vermez. Alevli ateşe yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır." (çev. Diyanet, Tebbet, surenin tamamı)
"...elleri kurusun!" yerine, "iki eli kurusun " diye çevrilirse, ayetteki aslına daha uygun düşer.
Tanrı'nın burada beddua ettiği "Ebu Leheb", Muhammed'e inanmadığı için ve düşman sayıldığı için Tanrı beddua ediyor.
istanbul üniversitesi hukuk fakültesi medeni hukuk öğretim üyesi prof haluk burcuoğlu'nun meşhur lafıdır. hukukta olması imkansız bir durumu anlatmak için kullanır.
şimdi sorulabilir. "yahu müslüman kızların sevişmeye, oynaşmaya hakları yok mudur? onlar zaten açık açık publarda popolarını sürtecek erkek bulamıyorlar, tek gecelik aşklar yaşayamıyorlar ee bırak da internette orgazm olsunlar. "
tabi ki her canlının tavşanlar gibi sevişmeye hakkı vardır ama sorun burda değil.
internette mırcla başlayan dalga; küresel ısınmanın da yardımı ile bildiğiniz üzere yonjalara, feysbukları, mesenelere ve nihayet sözlüklere sıçramıştır.
daha bir entelektüel, iş güç sahibi bayanların; kaliteli sevişme isteyen hatunların yerlerdir bildiğiniz gibi sözlükler. en büyüğünden en küçüğüne bir kısmının, isim vermeyeceğim hatunların sevişmek ya da evlenmek için bulunduğu kaçınılmaz bir gerçek. hatta evlenmeyi iş hayatından kaçmak olarak gören kadın başlıkları boşuna açılmamıştır efendim bazı bazı yerlerde.
müslüman olmayan kızları bu konuda tebrik ediyorum. çatır çatır sevişebilirler ama müslüman kızları anlamıyorum.
yahu ne işin var senin sölükte allah'sen. yahu senin peygamberin değil miydi " karşı cinsle muhattap olmayın, oturun evinizde" diyen. efendim bunlar dışarda süper müslüman kesilirler.
erkek kedi görseler günah derler ama nedense bu internette her boku yerler.
fazla uzatmaya gerek yok, internette koca arayan müslüman kızları kınıyorum ve koca aramayan müslüman kız da tanımıyorum.
e tabi yonja, faysebuktaki tesettürlü süper müslümanlar dışında youtube'da da kendilerini görebiliyoruz. bir bakıyorsun o da ne" tesettürlü avcısı" bir türbanlı daha yakalamış, meseden sohbet etmiş, görüntülerini yayınlıyor! kızım allah belanı versin ne işin var senin elalemin mesenesinde! hak ediyorlar canim, hak ediyorlar.
nasıl ki ingilizce entrylerin altına türkçe açıklamaları giriliyorsa kürtçe entrylerin de türkçe açıklamasının yapılması durumunda bir sorun teşkil etmeyecektir kanımca. sözlük yöneticilerinin buna itiraz edeceğini pek sanmıyorum. ısa nine hewal? (öyle değil mi arkadaşım)