son zamanlarda karşılaştığım öğreticilik seviyesi en yüksek bloglardan birisidir. yazar kadrosunun farklı disiplinlerden oluşması bu öğreticiliğin büyük sebebidir diye düşünüyorum. tavsiye ettiği bloglar her ne kadar da bahsedilen şekilde büyük kapitalist kan emiciler tarafından fonlanmış olsa da ne okuduğunun değil nasıl okuduğunun farkında olan insanlar tarafından tavsiye edildiği için güzeldir. zira bu ülkedeki sosyalist komünist iktisatcıların elinde the economist dergisiyle dolaştağı da biliniyor.
Zaman geçiyor. Ondan önce de 2005 falandı mesela düşününce. Zaman öyle ya da böyle geçiyor. Umutlar tükeniyor umutlar yenileniyor sevgili apartman sakinleri.
Saatler, günler geçmiyor da mevsimler, yıllar su gibi akıp geçiyor.
Bugün olmasa da yarın, yarın olmasa da o gün; bir yerlerde bir şeyler mutlaka güzel olacak. Olmalı.
Bisikletinin gövdesine en fiyakalı stickerları yapıştırmış, o rengarenk afili boncukları tüm özeniyle tekerleklerinin jantlarına simetrik olarak bir bir düzmüştü çocuk ve dışarı çıkarmak üzere kapı pervazında eğilmiş; spor ayakkabısının bantını yapıştırırken, arkadan seslenen annesinin periyodik olarak üstüne basa basa söylediği ''sakın ha uzaklaşma, buralarda dolaş çocuğum'' sözünü ilk defa duymazdan gelecekti. insanoğlunun doğasındaki özgürlüğe tutkunluk ve kendi iradesiyle hareket etme olgusunu belki de ilk kez böylesine iliklerinde hissediyordu.
Büyümüştü. Hem zaten anne babası dememiş miydi dün gece ''eşek kadar oldun artık'' diye. iki tekerlekli bisikletini iki elini birden bırakarak sürebiliyordu artık. daha ne kadar büyümem gerek zaten'' derken iç sesi yanıtı veriyordu kendisine hemen:
-Yeterince büyüksün.
Mahalleden arkadaşlarıyla kararlaştırmışlardı bir gün öncesinden. Bu kez uzaklaşacak, karşı apartmanda oturan Aykut'un uzakça ve nispeten ıssız bir yerde keşfettiği meyve bahçesine gidecek, doyasıya ağaçlara tırmanıp midelerini güzelleştireceklerdi. Ağaca tırmanmayı bilenler birer süper kahraman edasıyla daldan dala dolaşacak hatta birbirleriyle istemsiz bir ''kim en yükseğe tırmanacak'' yarışına gireceklerdi. Bilmeyenler ise aşağıda onların yukarıdan attığı meyveleri tişörtlerinin en alt tarafını birer kumaştan torba haline getirerek toplayacak, Aykut'un evden getirdiği bezin üzerine taşıyıp depo ederek diğerlerinin inmelerini bekleyeceklerdi hep birlikte gülüşerek yemek için topladıklarını.
ilk başkaldırışın, belki de anarşiye çalan ilk davranışın verdiği muazzam haz ve özgüven duygusuyla doluydu merdivenleri koşar adım inerken çocuk. Hiç tanımadığı birazdan tanışacak olduğu yeni bir mutluluktu..
O yol o kocaman olmuş çocuklarca kah yarışarak kah yokuş yukarı çıkarken pedallamaktan yorulup, bisikleti gidonundan tutup yürüme halinde sürükleyerek gidildi. Bahçeyi gösterdi Aykut heyecan içerisinde bağırarak.
Bisikletler yere yatırılıp tırmanma vakti geldiğinde ağaca çıkmayı beceremeyen tek çocuk bizimkiydi. Sorun etmemişti. Ne de olsa arkadaşları toplayacak ve ona yollayacaklardı. Hem hep birlikte yemeyecekler miydi en sonunda oturup ?
Diğer dört arkadaşı dört ağaca dağılmış, dalları tırmanmaya başlamışlardı. Bizimki o ağaç altından bu ağaç altına koşturup hasatı toparlarken, koşuşturmadan ve yolun verdiği yorgunluktan dolayı dayanıksızlaşmıştı ama yavaş yavaş acıkan karnını dolduracağı renk renk meyveleri ufak bir yığın haline getirirkenki hevesi baskın geliyordu. Bir iki küçük şey atıştırmış olsa da kendisini tutmuş, telkin etmiş; arkadaşlarını beklemesi gerektiğini düşünmüştü. Onlar da nihayetinde kendisinin yapamadığını yapıp dallara uzanmışlardı ve yemeye devam ettikçe onlara haksızlık etmiş olacaktı.
Tüm bunlarla birlikte arkadaşları ise iki aşağıya yollayıp bir midelerine indiriyorlardı o sırada.. Hep öyle olmaz mı zaten ? Vücudun verdiği refleks gibi olmuştur hep, ağaca tırmanmış olanın aslında karnını ağacın üzerinde doyurması. indiğinde yedikleri ise toplanılanı yemiş olma zorunluluğu dürtüsü, çocukluğun verdiği lezzetli şeylere olan doygunluk yoksunluğu güdüsüdür genellikle.
Vakit geçmiş, arkadaşları ağaçtan inmeye başlamışlardı. Çocuk, meyveleri serilen bezin üzerine özenlice koymuş arkadaşlarını beklemekteydi. Bir yandan her ne kadar geldiğinden bu yana annesinin durumu farkedip kendisine kızacağı endişesini taşısa da birazdan sabrının ve yorgunluğunun mükafatını harika bir ziyafetle alacak olmanın heyecanı, başkaldırışın emek ile birleşiminin verdiği tarifsiz mutluluk ile bezin kenarında otların üzerine dirseğini yere dayamış ve eliyle başını desteklerek derin bir ohh ile içinden kurduğu cümle ile uzanmıştı.
''Her şey yolunda..''
Derken ayak sesleri.. Kızgın bir nara..
Bahçenin sahibi 50'li yaşlarında esmer tenli kızgın adam.. Hızlı adımlarla onlara doğru gelmekte aynı zamanda öfke dolu cümleler kurmaktaydı.
Ne kadar büyümüş olurlarsa olsunlar mahallenin çocukları, şaşkınlığın da verdiği ne yapacağını bilmezlikle korku ve endişe içinde daha önce yere yatırılmış olan bisikletlerine koşup, emeklerini bezle birlikte olduğu yerde bıraktılar.. Öfkeli amca onlara ulaşamadan onlar bisikletleri var güçleriyle pedallayıp toprak yoldan asfalta varmışlardı bile.
Mahalleye varıldığında yorulmuş bir beden, guruldayan bir mide, susuzluktan kurumuş bir ağızdı bantlı spor ayakkabılı ufak delikanlının elinde olan. Dünden bu yana körükleyerek taşıdığı heyecan ateşi, özgürlüğe koşmanın verdiği tanımlanamaz his, emek sarfetmiş ve "meyvesi''ni elde etmiş olmanın huzuru bir anda yitip gitmiş; kendisini hiçliğin içerisinde bulmuştu.
Bantlı spor ayakkabılı delikalının tecrübe ettiği bu hiçlik ilk olmuştu. Ertesi günün sabahında kramponlarını bağlayıp sitenin arkasındaki toprak zeminli boş arazide yapacakları öğle sıcağı maçına koşarken unutmuştu da belki. Fakat son olmadığını yıllar sonra bir akşam ilk olanı hatırlamaya çalışınca idrak edebilecekti.
Yiyemediği o sulu meyveleri, aldırabilmek için günlerce ağladığı ve çok geçmeden çalınan 18 vitesli yeni Bianchi marka bisikletini, en güçlü takıma sahip mahallenin takımını ilk defa yenecek ve yeni en güçlü olacaklarken patlayan o topu, ikinci en güçlü kalmaya devam edip bir daha hiç en güçlü olmaya o kadar yaklaşamadıklarını, ilk kez kalbinin bir başkasına da atabildiğini öğrendiği çocukluk aşkının başka bir okula gidişini, çok iyi geçtiğini düşündüğü sınavlarının hayal kırıklığı sonuçlarını, aynı çorbayı paylaştığı arkadaşların yarattığı güvensizlikleri ve ihanetleri, tatmin olamadığı eğitim hayatını, yılların emeği ve fedakarlıklarını sığdırdığı hayat yolculuğunda yan yana oturmak adına arzuladığı kadının, temelini kendisinin atıp gün be gün elleriyle tuğlalar ekleyerek inşaa ettiği yavaş yavaş yükselen hayal evini ve yine kadının o evi ellerinden alışını ve bir başkasına tamamlamak üzerine takdim edişini, nicesini hatırladı..
Nice yarım kalışı hafıza süzgecinden geçirdi bir bir uyku kendisini esir almaya başlarken..
tanım; yaşantı çarkı sorunsuz dönmeye başladığında bantlı spor ayakkabıları olan çocukların duyduğu endişe halidir.
yalnızlıktan kırılan, bilimum operatör mesajı ve mağazaların kampanya içerikli mesajları dışında telefonla ilişkisi ekran kilitini açıp sayfaları sağa sola kaydırmaktan öte gitmeyen kişinin son umudu.
belki bir arayanı olur düşüncesinin yarattığı küçük heyecanların doğurduğu sonuç.
güç yüzüğünü sağa nişan yüzüğünü sola takmış olan frodo'nun o anki hengamede yanlışlık yapıp nişan yüzüğünü ateşin derinliklerine göndermesi durumu.
bu olaydan sonra kendisini bu kez kartallar bile kurtaramayacaktır. nelerin üstesinden gelmiş koca yürekli adamlardan oluşan group yüzük kardeşliği bile karı dırdırına göğüs germekten çekinip koşarak uzaklaşacak, madenlere saklanacaktır.
canlı yayında yapılmış yine çok ağır içerikli çok sert ve ciddi açıklamalar. gerek bbc gerek diğer uluslar arası büyük kanallar son dakika geçiyorlar an itibari ile.
başlıklar şöyle;
- "türkiye'nin uçağın rus uçağı olmadığını bilmemesine imkân yok. abd ile rus uçaklarının uçuş güzergahları paylaşılıyor"
Erdoğan tarafından yapılan tüm açıklamaları yalanlıyor bu ifade.
- "Teröristlerin bulunduğu bölgeden endüstriyel düzeyde petrol alınıp tankerlerle Türkiye'ye taşındı. Türk yetkililer farkındaydı."
- "BM'nin teröristlerden petrol alınmasını yasaklayan kararı var. TR bunu yapıyorsa (IŞiD'den petrol alıyorsa) hesabı sorulmalıdır."
can Dündar'ın kendi sosyal medyası ile kararı kendisi bildirdi.
büyüklerinin kulak çekmesiyle çark edip "esad önderliğinde bir demokratik ortam" oluşumuna sıcak bakıyoruz diyenler, mevzu bahis insanlık düşmanı primattan hallice dahi olamayan mahlukatlara terör örgütü üyesi yahut terörist demek yerine "öfkeyle bir araya gelen kalabalık" diyenler; çarklarından evvel tüm dış politikayı çıkmaza sürükleyerek bütün bir radikal islamcı terör gruplarına mühimmat yardımı yapıp binlerce insanın kanına sebep etmenlerden olurken, öfkeyle bir araya gelmiş topluluk naralarla kafalar, boğazlar kesip ciğer söküp yerken sırtlarına duvar olurlarken, bütün bir ülkenin ve ülke insanının oy hakkını terörden, caniden, insan kanı içen yamyamlardan yana kullanırlarken, bunun varlığını teşhir eden üstelik de bunu " basın özgürlüğü hakkını kullanan " bir gazeteci olarak yaparken vatan ve millet değerlerini alaşağı eden "haber alma özgürlüğümüzü" sağlayan mıdır monarşi gayesi taşıyan güruh mudur vatan narası arkadaşım.
Erdoğan adına mahkemeye davayı sunan avukat şu an mevcut iktidarın millletvekili, öz abisi ise yeni atanmış bir hsyk üyesi.
yargı bağımsız.
siz hangi dağın hangi taşısınız da böylesi bir duruma aleyhte beyanat verme gibi bir cehaletin, uygarsızlığın içindesiniz.
siz ne tür insanlar, ne çeşit caniler, hangi familyaya ait düşünmezlersiniz ?
terör v terörist destekçisi grubun, tırlarla gönderilen silahlar ve silah mermileri teşhir edildikten sonra yanar tutuşurcasına yapılan inkar ve mağduriyet politikası üzerine can Dündar'ın olan biteni belgelerle kanıtlaması ile birlikte gelen çaresiz ve talihsiz açıklamalar, ifadeler; bunlarla birlikte gelen tehditleri, ölüm çığlıklarını ne çabuk unuttunuz ?
muhasır medeniyet seviyesi dediğiniz o seviyeyi akdeniz kıyısında deniz seviyesi mi zannediyorsunuz sizler ?
Ortadoğu fikriniz ve zikriniz ile birlikte bedenlerinizi de Ortadoğu'ya götürünüz o halde diyeceğim fakat Ortadoğu'nun ta kendisi zaten bu topraklar ve yaşayanları.
sizler iki bireyi tutuklamadınız. sizler evrensel "insan hakları" kavramlarına kelepçe vurdunuz. sizler basın özgürlüğünü, haber alma özgürlüğünü tutukladınız.
unutmadık; "onunla uğraşacağım, kurtulamayacak" ağızlarını en makamlı ülke yetkilisinin. buradan;
"Biz hiçbir şekilde herhangi bir ülkenin toprağında gözü olan bir yaklaşımı benimsemiyoruz. Defaatle uyarılara rağmen, angajman kurallarıyla, bir kez daha teyit etmemize rağmen, hava ve kara sınırlarımızı kim ihlal ederse, ona karşı tedbir almak hem uluslararası hakkımızdır hem de görevimizdir."
çok sert, çok çok sert açıklamalar geldi rus Lideri'nden.
hele ki terör yandaşı söylemi çok ağır.
Türkiye'yi ışid militanlarından petrol almakla dahi itham ediyor putin.
sözüne "sırtımızdan bıçaklandık" şeklinde başlıyor.
önemli başlıklar şöyle;
-terör işbirlikçileri tarafından sırtımızdan bıçaklandık. türk ordusu ışid'i koruyor.
-uçağımız türkiye sınırının 4 km uzağında düşürüldü. herhangi bir tehdit oluşturmuyordu.
-bugünkü trajik olayların rusya-türkiye ilişkileri üzerinde ciddi sonuçları olacak.
- türkiye uçağı düşürdükten sonra bizle temasa geçmek yerine sanki uçağı düşüren bizmişiz gibi hemen NATO ile görüştü.
uçağın 4 km açıkta düşürüldüğünü söyleyen putin ve uçağın izdüşümünü servis eden, sınır ihlalini gösteren bir türk hava kuvvetleri var.
bir taraf çok ağır bir yalanın içerisinde ki umarım o taraf rus tarafıdır. haksız konumda olmak bize çok büyük yaralar aldıracaktır.
yarın nato ile olağanüstü toplantı tertip ediliyor. Türkiye'nin nato içerisindeki geleceği hakkında görüşmeler olacağı söylentisi bile söz konusu.
sonuçları ağır olacak bu işin o aşikar. olaya yalnızca savaş gözü ile bakacak sığ zihinler mevcut.
rusya ile olan ekonomik ilişkilerin varlığı ve ne denli aşınmaya uğrayacağı gözle görülmeyecek kadar uzakta değil.
ekleme: kimi spastik bünyeler beni putin figürü sanıp şeytan taşlama ritüeli gerçekleştiriyor. enteresan. aynı bünye (bkz: 24 kasım 2015 Ahmet Davutoğlu açıklaması) başlığında ise günah çıkartıyor. komik.
bu akşam oynanacak olan almanya-hollanda maçı istihabarat nedeni ile iptal edilmişti. istihbarat doğru çıktı.
alman polisi, hannover'de stadın önünde bir ambulansın içinde bomba buldu.
stat çevresinde ambulans süsü verilmiş bomba yüklü bir kamyonet bulunduğu resmi makamlarca doğrulandı.
son dakika olarak ajanslara düşüyor. net link gelince ekleriz. şimdilik kaynak sadece alman basını.
uçağın düşme nedenine ilişkin bir sonuca erişilememişti ve bugün Putin'den, birinci ağızdan açıklama geldi.
maalesef terör saldırısı olduğu ve bomba ile düşürüldüğü ortaya çıktı.
Rus istihbarat servisi FSB, 5 Ekim'de Mısır'ın turizm kenti Şarm El Şeyh kentinden havalandıktan sonra Sina Yarımadası'nda düşen Rus yolcu uçağının terör saldırısına uğradığını açıkladı.
Rus istihbarat servisi FSB, 224 yolcuyla düşen Airbus A-321 tipi uçağın enkazında patlayıcı parçalarına ulaşıldığını duyurdu. Terör örgütü IŞiD, Rus yolcu uçağını düşürdüklerini açıklamış, Rusya ise bu iddiaları reddetmişti.
putin sıçtığınız yere kadar ensenizdeyim dercesine konuşmuş.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de konuyla ilgili Mısır'da düşen yolcu uçağının terörist bir saldırıya uğradığını ve patlayan bir bomba yüzünden düştüğünü söyledi. Putin saldırının sorumlularını bulacağını özel kuvvetleri bu iş için görevlendirdiğini açıkladı.
"Teröristleri dünyanın her neresinde olurlarsa olsun bulup cezalandıracağız'' diyen Putin, Rus hava güçlerinin Suriye'deki terörist gruplara yönelik operasyonları yoğunlaştırması için Savunma Bakanlığı'na talimat verdi. Putin ayrıca, yolcu uçağının düşürülmesinden sorumlu olanların bulunması için yabancı ortaklardan da yardım isteyeceklerini söyledi.
Sıfatından da anlaşılacağı gibi gayesinin olduğu merak edilen mahlukat-ı muallak.
Sabah sabah cinnete teşvik eder.
Ulan zırtapoz yüksek sesle müzik dinlenebilir amenna da 140 desibelle bunu yapıp bir de o tam anlamıyla s*k*msonik sesleri daha karga bokunu yemeden uyanıp işe giden insanların arasında umuma açmanın manası ne ? Amacın ne senin yamyamın evladı amacın ne ?
Metroya binmişiz, öyle bir müzik (sözde) yükseliyor ki hepimiz ulan metroya müzik yayını gelmiş he sanırım diyoruz o derece. Ulan diyorum kaptan koca adamsın değiştir mınıskiy bari şu müziği, sabah sabah zulme bak.
Mış mış möş möş diyor yok efendim bilimum pop kisvesi altında dımtıslı arabesk şeyler çalıyor. Lan sonra bir baktım meğer ses solumdaki 28-30 yaşlarında bir muallaktan geliyor. Kadın bu.
Herkesin yüz ifadesinden,bakışından belli rahatsızlık ama bu zamazingo oralı değil.
En son tepem attı, omuzuna işaret parmağımla click click yaptım. Döndü mal mal bakıyor konuşmamı bekler halde,müziğe devam. Ulan öküz ruhlu, çıkar kulaklığını da duy. Çıkardı.
- hanfendi müzik zevkinizi beğenip beğenmediğimizi merak ediyorsunuz sanırım. Algılayabildik, takdir ediyoruz halk olarak.
- pardon da anlamıyorum ne diyorsunuz ?
- diyorum ki bence müziğiniz mahreminiz olsun ve umuma daha fazla açmayın. Biz az evvel siz dinlerken konuştuk metro sakinleriyle, müzik zevklerimiz uyuşmuyor. Oyladık ve dinlememe kararı aldık.
(Mal mal bakmaya devam)
- hanfendi lütfen sesini kısın öyle dinleyin ne dinliyorsanız. Burası kuruçeşme arena değil istanbul metrosu.
Sonra bir alkış kıyamet.. o an ayaklarımın yerden kesildiğini farkediyorum. Bir bakıyorum metrodan inerken beni omuzlara alıyorlar, herkesin dilinde aynı ezgi.
" aşk bu kızılötesi,yaralı müzesi,hareket edemem.."
Şaka lan şaka. Metro bekleme yaptı işe geciktik mınıskiy.
hürriyet gazetesinin internet sitesi büyük bir skandala imza attı.
sitede son akşam yemeği olarak kullanılan fotoğrafta cumhurbaşkanı erdoğan'ın da olduğu görüldü.
--spoiler--
ardından gelen tepkiler üzerine hürriyet özür açıklaması yapıyor.
--spoiler--
gazetemizin internet sayfasında bugün öğle saatlerinde yayımlanan bir içerikte, cumhurbaşkanı sayın recep tayyip erdoğan'ı da gösteren ve hiçbir şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan bir görsel malzemeye yer verildiği üzüntüyle tespit edilmiştir.
bu durum fark edilir edilmez söz konusu içerik yayından kaldırılmıştır.
yürütülen süratli incelemenin sonunda bir dikkatsizlik sonucu meydana geldiği anlaşılan bu hatada sorumluluğu tespit edilen editör ile metnin hazırlandığı dijital yan yayınlar bölümünün başında bulunan içerik müdürünün görevine son verilmiştir.
yapılan, vahim bir hatadır. ortaya çıkan bu durumdan dolayı sayın cumhurbaşkanı'ndan özür diliyoruz.
--spoiler--
Samatya'da 5 ayrı dil ile yazılmış tabelası olan sahaf.
(Türkçe,kürtçe,ingilizce,ermenice,rumca)
Sahafın kitapçısının ismi devrim ve "görme engelli".
Muazzam bir karakter..
Doğuştan görme engelli bu muazzam insan odtü mezunu.
Gezi olaylarına katılım sağladığı için işinden kovulmuş ve samatya'da sahaf açmış.
Bazen 10-15 gün satış yapmadığı oluyormuş. Şu an tüyap kitap fuarı var ve belki buradan katılımda bulunanlar vardır. Tüyap'ta sahaf kısmına illa ki bakınıyorlardır.
Diyeceğim o ki bu arkadaşlar samatya Sahaf'a da gidip bir çay içse ve kitap alsa ne iyi olur. Dünya dolusu mutluluk verecekler bunu yaparlarsa.
ileriye dönük büyük hayali türkiye'de konuşulan tüm dillerde "kendi dilinde oku" yazılı bir kitap ayraçı bastırmak kadar mütevazi.
Yeri tam olarak samatya'da surp kevork ermeni kilisesi'nin karşısında.
Yahut kendi varlığından şüphe duymak.
Bekleyiş ve isteyişlerinizin öyle umursanmama durumu ki kimi zaman;
Kadıköy bahariye caddesi'nde Broşür dağıtan insanın siz hariç herkese broşür uzatmasından hazin, anketörün "pardon bir dakikanızı alabilir miyim" demesini bırak bir saniyenizi istememesinden buruk.
Beşiktaş meydan'daki green peace gençlerinin ardınız sıra ısrarcılığını bir size yapmamasından yıkıcı. Moda sahili'ndeki çiçek satan roman kadınların gözlerinin içine bakmanıza rağmen sülük gibi yapışmamasından yakıcı.
Öyle bir iplenmeme, öyle bir züklenmeme.
Varlık felsefesicisi aristo'nun yanında bok yemesi. Aristo'ya haber eyleyin de gelsin filozof görsün vakası.
Dışı da içi de bir seni yakar mınıskiyy. Neyse, bunlar özel şeyler. Umuma açmanın manası yok nihayetinde.
Evrensel olduğu bilimsel olarak kanıtlanabilmiş olmasa da varlığının inkar edilebilirliği olmayan durum.
Açıklaması, izahı yoh.
Direkt olurluğu var.
Kişiye göre 15.00'a kadar gerileyebilen bu sıkıntı 17.00 sonrasına ise kaymaz. Bu aralıkta bir yerlerde gelmiş ve öküz misali içe oturmuştur.
Kalk lan çay koy pezevenk edasıyla pişkin pişkin uzun süre yayılarak oturur.
Çalışanlar için mesai bitimine 2 saat kadar kalmasından kaynaklanıyor olabilir diye açıklamaya çalışsak da, çalışılmayan yahut çalışma hayatınızın olmadığı zamanlarda da aynı g*tlüğü yapıyor olduğunu bildiğinizden açıklama çabanız aha öyle mal gibi kalır.
Ne zaman ziyaret edeceği belli olmaz. Kaçış yoktur.
"bir cisim, bir eşya, bir materyal olsanız..." ile başlayan soruya vereceğim yegane cevaplardan kendisi. ruh halimin, değişmiş yaşantımın görsel timsali bu.
o s.klemezlik, o lüzumsuz tafralardan kaçış, o lanet dünyanın zorla edindirdiği kaygılardan sıyrılış.. hepsi bu çorapta.
aynı zamanda şu sıralar hayli ırak olsa da yer yer o huzur, o aidiyet hissi.. bak diyor abicim bak bende işte o diyor.
lakin belirtmeden olmaz çoğu kez uğursuz çoraptır. muhakkak birinin evine gidilir, titizlikle rezil olunur. hoş, bir yerlerinden fire vermiş bir çorabın sizi rezil sıfatıyla niteleteceği zatın evine de gitmeyin o halde anasını satayım.
sauron, ona karşı gelen orta dünya halklarını temsil eden frodo'nun ateşte yakılması emrini vermiş. hüküm Dağı'nda büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki dağın içinden bulutlara kadar yükselmiş. Bütün orklar ateşten korkmuş kaçmış. sauron, ne güçlü bir mahlukat-ı iblis olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. mordor’un askerleri frodo'yu nazgul'larla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.
Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. smaug onun bu telaşını görüp sormuş:
– Acele ile nereye gidiyorsunuss ?
Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:
– Haberin yok mu ? sauron, frodo'yu ateşe atacakmış. hüküm dağı'na ateşin olduğu yere yüzük götürüyorum.
smaug kahkahalarla gülerek demiş ki:
- Sisin yanan büyüük ateşşten haberinis yok mu ? Ateşe hiç bakmadınıss mı ? Ne kadar büyük, sisin bir damla suyunus ateşe ne yapabilir ki ssssss?
Bir damla su taşıyan karınca:
– Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.
edit: mahalleliden o hz. ibrahim'e su taşımıyor muydu ya, şeklinde mesajlar geliyor. o başka bir karınca sevgili mahalle sakini. ona şuradan ulaşabilirsiniz;
Elbette buradaki ders üniversiteli arkadaşlarımı kapsıyor. Lise talebelerini tabii ki de görmezden geliyoruz. Onlar aslında yoğhlar.
Neyse kendimi ciddiyete davet ederek devam ediyorum; velhasıl efendim,
isyan ettik yauvv. Bu ne çile ne zulüm. Bak sermayedar efendi, şöyle 2 saat geç gelin dedin de, "olmaz biz çalışmayız, sabahın köründe mal olmamız lazım yoksa heeçç gusura galma sana bizden verim merim yoh" mu dedik.
Bak isveç'e adamlar mesai saati başlangıcını çıkartmış saat 10.00'a. Adamlar oturmuş iki yıl araştırma yapmış, bilimsel hareket etmiş. Demiş ki, insan evladının verimi yükseliyor. Irkımızın ideal fayda düzeyi bu saate uygun. Bu insanları karga bokunu yemeden getiriyon buraya, bir işe yaradığı yok aslında.
Ne yani isveç'ten iyi mi bileceksin ?
isveç'ten iyi bilsen ibrahimoviç türk olurdu bir kere.
Türk mü ?
Değil.
Kronik ve tahminimce komple bir dünyayı kapsayan, nazarımca da ne genetik ne bulaşıcı olup içgüdüsel karşıladığım enteresan evrensel olay.
Yav arkadaş hele bir de karşıki dağlarda cenderme arar gibi tek bir noktaya bakma ritüeli var bu eylemin.
Dur dur, allahu ekber dağları'nın tepesinden aşağıda uzanan tarlaları izlercesine uzaklara dalarak bakma stili durumu da bu cenderme arayışıyla kapışır.
Akabinde su aygırı takliti yaparcasına gelen esneme, gözleri ovuşturma, istiklal marşı ve kapanış.
Güneş kıskanırken gülüşünün sıcaklığını, uzun uzadıya seyredebilirdim bakışlarındaki utangaçlığı. Ve ılık bir dalga vurabilirdi tüm bunların arasında parmak uçlarımıza.
Ben sana deniz kabukları toplayabilirdim. Her renkten, belki ellerin kadar minik, yüreğimce büyük belki. Avuçlarımın arasında sunarken sana, tebessümlerle başlayıp bir minnet busesi ile biten küçük bir mutluluk yaşanabilirdi mesela.
Etrafımızı tüm güçlerden çevreleyecek kumdan bir kale yapabilirdik meraklı bakışlar altında. Yalandan da, ufacık bir zaman dilimi kadar da olsa hapsedebilirdik kendimizi surların arkasına. Tüm kötülükleri demir sürgülü kapıların ardında bırakabilirdik oysa.
Dibimize kadar gelen sular boyunca yürüyebilirdik yalın ayak, gökyüzünde milyonlarca ışıltı eşlik ederken, bir elim omzunda.. Olmayan hikayeler anlatabilirdim, dalgaların kısa aralıklı seslerinden başka çıt çıkmayan zifri karanlıkta, kandırabilirdim yine seni mesela.
Ucu bucağı görüş mesafesine namüsait maviliklere bakarken doğabilirdi güneş ilk defa; günaydınlar saçarken insanlar, biz iyi uykular dileyip kokularımızı birbirine dolayarak gözlerimizi kapatabilirdik oysa.
Ve insanlar bir gecelik veda edecekken sulara, biz merhaba diyebilirdik gökyüzüne kızıllıklar hakim olmaya başladığında.
Tekrar yerini aldığında gökyüzündeki ışıltılar, bu kez dalgaların sesini kum tanelerinden şarkı sözleri yaratarak bölebilirdim mesela, gülüşlerin yankılanabilirdi engin suların siyahlığında. Her yanımızı sarabilirdi,yakmadığımız fakat var olan akşam ateşi hemen yanıbaşımızda.
Bir manzara bulabilirdik mesela gecenin en geçini simgeleyen akrep ile yelkovan arasında, bizi herkesten gizleyen; hiç kimselerden gizlenmediğimiz aslında.
Tükettiğimizde sahip olduğumuz zamanı, üzülebilirdik bir daha hangi takvimin hangi mevsiminin hangi zaman diliminde tekrar bunlara sahip olacağımızı düşünerek; ellerimizde pas kokularına buruşan simalarla doldurulmuş eve dönüş çantaları. Ve sen benim omzumda uyuyakalabilirdin oysa tekrar kalabalıkların ve uğultuların başkentine doğru seyir halindeyken..
Sonlar adına yapılacak tek şey gidecek olanın son arzusunu sormak mıdır ?
Ya son arzu başkasının ihtiyacını yerine getirmek için çabalamak adınaysa ? Sayılır mı son arzudan bir başkası için çabalamak ?
Önemi yok..
Önemi yok, gidecek olana son arzusunu sormanın.
Hem üstelik iyilik midir ki (?) bir insana duyduğu arzunun son olacağını hatırlatmak, vurgulamak.
Ya birden çok şey arzuluyor ise hem ? Onca isteğin var iken illa ki bir tanesini seçme şansına sahip olmak, diğer arzularına sırt çevirmek zorunda kalmak.
bu yüzden en basitini seçer insan. Aklına ilk gelen en çok arzuladığındır. Mecburen hem. Bir sigara olur çoğu zaman. Ahh bir de uzun sigara ise bitmiyorsa iki nefeste, değmeyin keyfine.
Sigara ister insan, giderken yalnız gitmesin diye. En yalnız anlarındaki dostunu seçer. Öyle bir dosttur ki akıl sır erdiremezsin. o biçim..
Sevinçli misin ? Ateşletir kendisini. Ahh mı çektin, ateşletir kendisini. Canın sıkıldı da zaman ağır çekimde mi ilerliyor, ver ateşe gitsin. Tek bir kıvılcım ile yanında artık kadim dost. Ne dersen onu konuşur hem. yeter de demez, hiç susturmaya yeltenmez. Giderken bir dost eli kim istemez ? Selam söyletir gider ayak arka plana attığı arzularına. Hem ödüllendirir de dostunu gitmeden, seni seçtim diye. o biçim..
Önemi yok, gidecek olana son arzusunu sormanın. Baki kalacak olan alevlenmiş bir harmanın dışında. Sonu görürken, kendini düşünmemeli insan. Arzulanarak gitmeli, arzulayarak değil. Bir iz bırakmalı, son bir defa dediklerinden. Bir güzel hatıra. iyilik ile ayrılmalı. Çabalamalı geride bıraktığı için. Güleç bırakmalı yüzleri. Son bir vefa, son bir iyilik için çabalamalı veda ederken. Arzu ardında bıraktığın için olmalı, arzuları ve ihtiyaçları son olmayacaklar için.
Ve önemi yok minnet duyulmasının giden için. Teşekkürlerin önemi yok.
son arzu idi ve bitti.
Önemi yok, bir dünya daha olsa idi yaşanacak, yine yapardım belki derdi fakat son bir nefes harman daha aldı ve gitti..
Bir işletmenin finansal işlemlerinin ve faaliyetlerinin, işletme yönetimi, yasama organı ya da diğer yetkili kişi ve kuruluşlarca belirlenmiş yöntemlere, kurallara ve mevzuata uygun olup olmadığının incelenmesi süreci.
Uygunluk denetimde bir işletmedeki muhasebe bilgilerinin belirli bir otorite tarafından konulmuş kurallara uyularak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin incelenmesi işlemi yapılır.
Örneğin, işletmenin vergi kanunlarının gereklerini yerine getirip getirmediği incelenebilir. Bu durum vergi mevzuatına uygunluğun denetimidir.
Kanun, yönetmelik, şirket ana sözleşmesi, yönetim kurulu kararları, işletme yönetiminin belirlediği iç kontrol prosedürleri kapsamını oluşturur.
Diğer taraftan işletme üst yönetimi, üst yönetim tarafından konulmuş kurallara uygunluğu inceleyebilir. işletme içinde tayin edilmiş bir
ödeme prosedürüne uyulup uyulmadığının veya belirlenmiş politikalara ne ölçüde uyulduğunun, işletmenin muhasebe kayıtlarının, dosyalama
sisteminim, ödeme sisteminin incelenmesi işlemleri uygunluk denetimine örnek olarak verilebilir.
Vergi denetim elemanlarının vergi incelemeleri, yalnızca KDV incelemesi, SGK müfettifllerinin yaptıkları denetimler veya meslek mensuplarının “tam tasdik” çalışmaları da birer uygunluk denetimi örneğidir.
Son kez geçirdi içinden adam, son kez gem vurmayı bıraktı hislerine.
Onca tükenmiş beklentiye rağmen, bilmeden bir hayal kırıklığını daha nasıl kaldıracağını, son kez feragat edeceğim her bir zerremden diye geçirdi. Tüm sonları geçirdi bir an gözlerinin önünden. Son kez dediği tüm zaman dilimlerini..
Çocukken korsan olurdu ranzasını gemi yapıp, plastik kılıçlarla bir şövalye kimi zaman, bazı zamanlar plastik tüfeği ile avlanan bir avcı. inandırırdı her birinin gerçek birer gemi, birer kılıç ve tüfek olduğuna kendisini. Oysa ki artık çocukluğu çok gerisinde bırakmış genç bir adamdı. O zamanları yaşadığını hissetti bir an. Hala 10 yaşında olduğunu.. Tek fark bu sefer kendisini inandırmakta zorluk çekiyor, zorlayarak yapmaya çalışıyordu "son kez" kalıbını bedenine yerleştirmeyi.
Ve efsaneleşmiş fakat bitecek olan bir filmin, elbet bir gün başka yapımcılar tarafından tekrar vizyona aktarılacak olması beklentisiyle kabullendirmeye, hazırlamaya çalışıyordu kendisini muhtemel bir sona.
Asırlardır bulunamamış bir hazine, yayılamamış bir destan misali bakış atmıştı karşısındaki gizeme. Bunca zaman yalnızca gözleri önünde uzun çabalar sonrası canlandırabildiği siluetin tekrar vücut bulmasını izlemenin verdiği hayranlık;aynı siluetin onu izleyen bir çift göz ile saniyelik bir dilim kadar da olsa karşısında duruyor oluşunun ona mucizevi gelmesinden kaynaklanan şaşkınlık bedenindeki her bir hücrenin çekirdeğine kadar işliyordu. Vücudu o kadar uyuşmuş, eklem noktaları o kadar hissiz bir hale bürünmüştü ki sol tarafında atan kalbi hücum borusu sonrası taarruza geçmiş ordu hissi yaratıyordu.
Tüm hızıyla ve kuvvetiyle çarpan kalbinin göğsüne her bir teması adeta acı vermeye, beyni içerisinde yankılanan tahammülsüz bir çığlık oluşturmaya başlamıştı. Bedeninin bir bütün olduğunu unutuyor; hissettiği tek şey göğsünde eşlik etmesi zor olan ritim haline geliyordu. Nefes alışverişleri hızlanmış, düzensizleşmişti. Nefesini göğsündeki ritim ile senkronize hale getirmek için istemsiz bir çaba içerisinde bulunsa da gittikçe hızlanan kalp atışları buna izin vermiyordu. Birbirini izleyen dakikalar sonrası yoğun bir uğraş vererek aldığı derin bir nefes ile kendisine gelmiş, tekrar bütün bir bedene sığabilmişti.
Bilincinin yerine gelmesi için verdiği mücadelenin ne kadar sürdüğünü henüz idrak edemiyordu. Gözleri, idrak edemediği zaman dilimi kadar önce gözlerine değmiş olan gözbebeklerini arıyordu. Ve rastlayabildi bakışları tekrar gizemine. Kavurucu güneşe eşlik eden hissedilmesi zor bir esintiyi yararak ilerliyordu. Az önce değdiği gözler yerini uzun, düz saç tellerine bırakmış, birkaç saniyelik koşu mesafesi kadar uzağında kendisi selamlıyordu. Olduğu yerde çakılı kalmış olmanın,zaten giz sıfatına sahip olan gözlerin artık bir sır halini alacak olmasının yarattığı düş kırıklığı, adeta boynuna inmesi için komut verilmiş bir giyotinin vücuda verdiği son his olan endişe dalgasının bir benzerini yaratmıştı bedeninde.
Az evvel kalp ritmini ve nefes alışlarını kontrol etmek için harcadığı çabayı şimdi kendisini taşımakta zorlanan ayakları için harcamak zorundaydı. ilk adımını atan bir bebeğin hissettiği gariplik, tedirginlik ve farkında olmayışlıkla attı ilk adımını. Sonra bir noktaya takıldı zihni, attığını hissetmediği adımlarla ilerlerken.
Gözleri..
Gözleri tekrar ona bakmıştı ve anımsamıştı artık okyanus misali derinliklerini. Yeniden yaratmaya başlayacağı siluete artık bir çift bakış eklemişti belki fakat zihninin takıldığı noktayı es geçemiyordu bir türlü:
Ya bir senfoni orkestrasının içinde bulundurduğu enstrüman sayısı kadar zengin, Ravel'in bir elini yitirmiş piyanist dostu için yazdığı Sol El Konçertosu kadar anlamlı bir o kadar da farklı tınılar içeren keskin gelen sesi ?
Okuma yazma bilmeyen bir çocuktan ismini yazmasını istemek, beklemek gibiydi bu soru.
Söylendi kendi kendisine birden:
- Sesini hatırlamıyorum bile. Ama söyledikleri hala aklımda..
yalnızca görsel ile anlatabileceğimizi düşündüğüm vaka fakat;
bir belediyecilik, şehircilik ve düzenleme başarısı aynı zamanda.
kadir abimiz yine çalışıyor.
güzide dünya şehri (!) istanbul'umuzun en yoğun kullanıma sahip toplu taşıma aracı metrobüsün yine metro aktarma hattı üzerinde bulununan duraklarından biri olan merter durağına halkça ulaşabilmenin tek alternatifi köprü kullananları adeta bir yarışma programında hissettirdi.
sörvayvır'a katılmak isteyip de katılamadım ühü ühü demeye son !
mücadeleni ver, son düşen ol ve eksikliğini gider.
bundan bayağı yıl evvel falan, lise son sınıftayız. hepinizin bildiği üzere son aylarda hepimiz basmışız raporu okula gitmiyoruz. dershaneye gidenler hergün oranın yolunu arşınlıyor, gitmeyen yahut özel ders alanlar ise evlerinde gömülüyor hazırlık olayına. o dönem iyice bunalmışız bir arkadaş aradı. yarın dedi; içiyoruz bizde sabahtan başlayıp, x markette buluşup nevaleleri alırız saat 13.00 gibi. tamam dedim.
ertesi gün elemanlarla alışverişi yapıp tamamlıyoruz. dört kişiyiz. ikimiz kasaya doğru yönelirken diğer iki arkadaş unuttukları bir şeyden dolayı üst kata çıkıyorlar. biz kasa sırasına giriyoruz. derken o sırada önümüzde bekleyen bayanın felsefe-sosyoloji hocamız olduğu farkediyorum ben.
tabi hemen laflama faslı, nasılsınlar nasıl gidiyorlar derken siz ''nasılsınız hocam'' deyiverdim. sesi çatallaştı, ''iyi değilim ben pek god isnowhere'' dedi. çok da severdim herkesin aksine hocamı.
-hayırdır hocam bir sorun mu var ?
-geçen hafta eşimi kaybettik god..
insan ne diyeceğini ilk anda bilemez olur ya, öyle oldum. çok da üzülmüştüm hani. gerçekten çok severdim hocamı ki diğer öğrenciler hep aksi şekilde hissederlerdi. belki de benim üstüme ayrı düştüğündendi.
-hocam çok üzgünüm. allah sabır versin. özür dilerim haberimiz olsaydı.. bir ihtiyacınız yok ya hocam ? çekinmeden söyleyin bir şey yapmamız, bir yere koşmamız gerekirse, öğrencileriniziz.
yanımdaki arkadaş da benzer bir konuşma yaptı.
o sırada yukarı kata çıkmış olan iki arkadaş geldi. bu iki arkadaştan bir tanesi her lise öğrencisinin etrafında bir tane mutlak suretle bulunan haylaz, sınıfı güldürme görevini kendisine misyon edinmiş, esprileriyle olmazsa artık bir süre sonra şebeklikleriyle bunu yapmak için çaba gösteren bir türlü anlam veremediğin tip. asıl anlamadığın şey ise bu tipin her sözünün ve hareketinin seni bir şekilde güldürebiliyor olması. hatta ve hatta tetikte bekletmesi seni her an bir şey söyleyecek ve bizi güldürecek diye. işte o olmaz olası gün de o anlardan birini barındırmış oldu.
bunlar tam bu konuşmaların ortasına denk gelip olaya da hakim olamadıklarından içlerinden bahsettiğim bu anlamsız tip döndü felsefe hocamıza yayık yayık:
-noldu hocam yeaa ? bir sıkıntı mı var ?
-eşimi kaybettim mustafa. (isim gerçek değildir.)
-yukarı kata baksaydınız hocam ya koskoca adam markette kaybolacak değil ya eheheheh ben bakiym isterseniz ehehe.
o anda yanımdaki arkadaş istemsizce bastı kahkahayı.
ben bir taraftan hem mevzu bahsin ciddiyetinden, hem hocama saygı ve sevgimden son derece kızmış olsam da bir taraftan da gülmemek için dilimi dudağımı ısırıyorum. yanımdaki kahkahayı kesemiyor. artık gülmemek adına yanaklarımı havayla şişirme noktasına geldim ki kasa sırası hocamıza geliverdi. onun ürünleri uzatmasıyla döndüm arkamı boşalttım yanaklarıma dolan havayı.
sanırım hayatımda yaşadığım en çok utanç duyduğum anlardan biriydi. patavatsızlığı yapan elemanla tartışmıştım hatta çıkınca. lise bitti, üniversite okuduk o da bitti. günden sonra memlekete dönüşlerimde cesaret edip de ziyaret edemedim hocamı. bu yıla dek. öğrendim ki emekli olmuş.
affetsin beni. belki o gülüşü ortaya koymadım ama tutmak için verdiğim mücadeleyi gördü hocam. hep felsefe ya da psikoloji okumamı istemişti. kimseye yapmazken hep benim üstüme titrerdi. kitaplarımı rica eder, kitaplarından getirirdi. şimdilerde anlıyorum niçin öyle istediğini.
Kafamda susmaları için yalvardığım sesler beliriveriyor.
Öyle ki uykularımdan alıkoyuyor kimi zaman içlerinden bazıları, her biri bir koluma girmiş birer inzibat subayı misali engelliyor sessizliği sağlama çabalarımı.
Önceleri gün doğumuyla sana açabilmek için kapattığım gözlerim, şimdilerde her şafak sökümüyle bir adım daha öteye giden canana merhaba diyor. Her bir merhaba başka bir yanıtsızlık ile karşılaşsa da, dudaklardan dökülen sözcükler hep aynı..
Ufak adımların birleşerek oluşturduğu uzaklık avaz avaz haykıran boğazımı yormuyor. Kurutmuyor bir damla su serpmeye yeltenmediğin dudaklarımı, hala dokunuşlarının nemleriyle tazeliyorum her bir çatlayan yanını. Ufak adımların birleşerek oluşturduğu uzaklık, öpüşlerime yansımıyor dudaklarını saklayıp. Lakin bilirsin, uzağı görme yeteneğim biraz zayıf..
Sevmelerimiz vardı anne şefkati ile.
Benim direkleri kırılmış bir teknem vardı semayı selamlayarak, karanlıkları usulca yararak sessizliği aradığım.
Sen ise merakındaydın mavilikler üzerinde saçlarını dalgalandıracak rüzgarların.
Bir zaman, rüzgarı dinlerken gördüm belki seni. Gözlerin basıncın etkisi ile ıslanmasın diye yavaşça kapanmış..
O kadar güzel bak-mıyordun ki önünde uzanan dünyaya.. O kadar senindi ki göremediğim gözlerin..
Limanı oldular ihtiyarlamış ve hastalanmış teknemin.
Yelkeni irili ufaklı deliklerle kaplı olsa da, fırtınaları bile umursamayıp kendimizi deryalara saldığımız bir teknemiz vardı, artık bizim.
ve yönümüzü bilmeksizin korkusuzca açıldığımız yağmurlu geceler vardı karanlık sularda. Ufkumuz açıktı. iskelemiz hep şafağın söktüğü noktada.
Benim maviliklere tutkunluğum, senin rüzgara vurgunluğun, her ikimizin derinlerdeki gizlere olan merakımızı üstümüzden atamayışımızdı yahut bizi çekimser kılmayan..
Sen aşkı yaşamamış, hiçbir rüzgara kapılamamış ve hafif esintilerle geçmiş duygu dünyalarının bilinmezliği altındaydın.
Ben ise mavilere hayasızca açılış tutkumun tanıştırdığı rüzgar ile arkadaş olmanı sağlamak isterken bulmuştum kendimi.
Bir vakittir ki, rüzgarın oldum bir kaç göz kırpması süresi sonra ve ben ise teknemiz ile her açıldığımızda yalnızca bakışlarının derinlerinde yaşayabiliyordum maviyi.
Cesurduk.
Korkmamayı öğretiyordum dalgalardan. Sen korktuğunda ben sarılıyordum hiç bırakmayacak gibi; geçiyordu. Rüyalarının orta yerinde ani ve ürkek uyanışların sonrası gözlerin gözlerimi, ellerin ellerimi bularak ferahlasın diye baş ucunda sen nöbeti tutuşlarım..
Bazı bazı bir fırtına kopuyordu direklerimizi sallayan, kimi zaman bir yersiz tufan.. Yamayarak devam ediyorduk suların üstünde sallanan evimizin gediklerini. Hiçbir kuvvet yetmiyordu alabora etmeye bizi.
Cesurduk.
Korkmamayı öğretiyordum. Rüzgara olan vurgunluğun yerini artık vazgeçilmezlik duygusuna bırakıyordu. Rüzgar yerini her fırtınaya bıraktığında kaçar gibi oluyordun. Kimi zaman dönmek istiyordun mavileri bırakıp topraklar üzerine. Ve fakat öğreniyordun korkusuzluğu hiçbir fırtına yahut tufanın yenemeyeceğini.
hala o teknenin, giz dolu evimizin baş köşesinde, demir attığım gözlerinin limanını seyretmekteyim altımda duran metrelerce derinliğin üzerinde. Sen ise rüzgarları dinleyip gözlerini yumduğun kara parçasında, bir deniz feneri penceresinin tam kenarına.
Bir ışık tutsan üzerime, demirleyeceğim suları yararak evimizi bir kez daha gözlerinin kıyısına..
Bugün, artık yamamadan gedikleri, onarmadan kırılmış delikleri sadece seyrediyorum uzaktan, başımı sıyırıp geçen o en sevdiğin rüzgarlar.. Karşı koymuyorum artık fırtınalara. Bir fırtına gelip alabora edene dek seyrediyorum, boyuna enine.
Bir ışık tutsan üzerime, demirleyeceğim suları yararak evimizi bir kez daha gözlerine..
Dünyalarca kucakladığım sevgili, rüzgara olan vurgunluğun yerini artık vazgeçilmezlik duygusuna bırakıyordu.
Rüzgar yerini her fırtınaya bıraktığında kaçar gibi oluyordun. Kimi zaman dönmek istiyordun mavileri bırakıp topraklar üzerine.
Ve fakat öğreniyordun korkusuzluğu hiçbir fırtına yahut tufanın yenemeyeceğini.
hayattaki yerinizi, vizyon ve misyonunuzu hakiki bir sorgulama gayreti içerisinde bulunmanıza yol açar.
hele ki bu durum bir de toplu taşıma aracında annesinin kucağında ya da bebek arabasında görülen bir bebek ile yaşanıyorsa ilk durakta stop düğmesine basıp hıçkıra hıçkıra inme isteğine sebep olur desem kendi adıma abartmış olmam.
nasıl bir negatif iyonlarla kaplanmış enerjiniz varsa artık o herkese gülen el kadar melek, bir anda şeytan görmüşçesine ağlar ya..
hani bir yağmur yağar da bazen
hani gök gürler ya arkasından
hani şimşekler çakar peşinden
işte öyle bir şey..
yahu sen bir dünya kenti olarak ağızlarda anılıyorsun kimi kesimler tarafından, sen ki bu ülke topraklarında görülmüş en çok yaşayana sahip kentsin, sen ki koca bir Türkiye'nin işgücünün özellikle hizmet sektörünü, ticaret sektörünü, beyaz yaka kesimini bünyende %50'nin üzerinde bir oranlar barındırıyorsun, sen ki zaten halihazırda trafik sorunu almış başını gitmiş bir kentsin bir de böylesine rezil böylesine bitik bir altyapı temeline nasıl sahip olabilirsin !
utanır ! ant olsun utanır insan Mecidiyeköy'ün, Üsküdar'ın halini gören. kültür başkenti (!) ünvanına dair naralar atıp Üsküdar'da insanların karşıdan karşıya geçmesini, yolların birer yapay göle dönüşmüş olmasını nasıl bir anlayışa sığdırabileceksin !
şu görselleri unutmayalım, geçen yıldan. bugünkü yağmurun çok değil gün boyu böyle devam etmesiyle birlikte oluşacak tablo yine budur.
bu fotoğraflarla birlikte ankaralılara da selam çakıyorum. onların da mağduriyetini biliriz.